Yeni Üyelik
27.
Bölüm

🤍 Bedenlere Tutsak 27 🤍

@sedefyyy5252

Ataş ekle kutucuğuna basmayı unutmayın lünfen. ​​​

Oy ve yorum atmayı unutmayın lütfen. 💙

 

💙 Bölüm 27💙


Karanlık yerini aydınlığa bırakmış yeryüzündeki canlılar birer birer uyanmaya başlamışlardı. Berdan konağında da insanlar gözlerini yeni güne açmış ve güzel haberleri beklemeye koyulmuşlardı. Tüm aile yemek masasına oturup sohbete koyulmuşlardı.

Hüseyin Berdan'ın her zaman çatık olan kaşları bugün garip bir şekilde düzelmiş yüzü güler bir halde konuşuyordu.

"Şehzat Asgari'den bir haber geldi mi? Çiftliğinin içinde yanıp geberdiğini söyleyin bana!"

Onu kaşsında oturan oğlu Firuz cevapladı.

"Duyduğumuza göre yangın sabaha kadar sürmüş baba. Atları ahırda çıkarmak için çok çabalamışlar en sonda çıkaramayınca Şehzat iti içeriye dalmış."

Duyduklarıyla Hüseyin Berdan'ın dudağının bir tarafı yukarı kalkmıştı. Şu anda keyfine diyecek yoktu.

"Gebermiş mi bari? Yangın sabaha kadar sürdüyse oradan sağ çıkamaz."

Firuz çayından bir yudum alıp babasına cevap verdi.

"Henüz o müjdeyi almadık. Lakin yakındır, Asgari hanesinin feryadını biz dahil tüm İran işitir."

Onun bu sözleri masadaki her kesin yüzünün gülümsemesini sağlamıştı. Tabi en çok da kızının acısıyla yanan Şehnaz Berdan'ın yüzü gülmüştü. Evet, o acımasız yaşlı kadının adı Şehnaz'dı. Gülen yüzünün ardında taş kesilmiş kalbinin çirkinliğini taşıyan kadın, keyifle kahvaltısını yaparken konuştu.

"Kızımı öldürmenin bedelini ateşlerde yanarak ödesinler, ödesinler ki Berdanların ocağına ateş düşürmek neymiş görsünler."

Bu sözlerle ev ahalisi başlarını sallayarak onu onaylamışlardı. Şehnaz bu sefer Asil'e bakarak konuştu.

"Hele bir de şu içerdeki kansızla Asil'i evlendirelim o zaman keyfimiz daha çok artacak. Hüseyin daha fazla bu işi uzatmayalım. Bu akşam ikisinin de nikahını kıyalım."

Hüseyin Berdan karısının sözleriyle ağzındaki kokmasın yutup başını salladı.

"Doğru söylüyorsun Şehnaz. Bu işi fazla uzatmamak lazım. Kızı daha fazla saklayamayız. İlla bir gün yaşadığı Asgarilerin kulağına gidecek. O gün geldiğinde Hafsa bizim gelinimiz olursa hele bir de çocuk da doğurursa, kimse onu bizden almaya güç yetiremez."

Asil duyduklarıyla kaşlarını çatıp sonunda ağzını açıp konuştu.

"O kızla evlenin dediniz kabul ettim lakin çocuk için çok erken. Daha küçük, anne olamayacak kadar küçük. Bırakın biraz büyümesini bekleyelim. Nasıl olsa karım olduktan sonra kimse onu benden alamaz."

Şehnaz torununun söyledikleriyle elindeki bardağı sertçe masaya koyup öfkeyle konuştu.

"Ne saçmalıyorsun sen Asil! Ne küçüklüğünden bahsediyorsun. Unutma işler karışmadan önce babası olacak adam tüm bunları göze alarak kızını bize verdi. O, kızını küçük olarak görmedi de biz mi göreceğiz!"

Onun susmasıyla oğlu yani Asil'in babası Firuz lafa daldı.

"Annem doğru söylüyor. O çocuk müjdesini erkenden istiyorum Asil!"

Asil ağzını açıp tekrar itiraz edecekti ki babası elini kaldırıp onu durdurdu.

"Bu konuda ben söyleyeceğimi söyledim! Bu gece nikahınız olacak ve o kız bize bir çocuk doğuracak. Bir daha o kıza merhamet ettiğini de görmeyeceğim. Onlar halana acıdılar mı!"

Asil, öfkeli babasına cevap vermekten çekinmedi. Çünkü biliyordu burada büyük bir yanlış yapılıyordu. Evet o da halasının öldürülmesine çok öfkelenmiş Şehzat Asgari'nin de ölmesini istemişti ama on beş yaşındaki bir kızı hamile bırakmak adamlığın hiçbir kuralına sığmazdı. Evlenmeyi kabul ederdi ama ona dokunamazdı. Önce on sekiz yaşını doldurmasını beklemeliydiler.

"İyi de halamı öldüren o değil ki. Babasının yaptığı hatayı ona böylesine acı bir şekilde ödetmek doğru değil. Tamam onunla eveleneceğim ama şu an için fazlası olmayacak."

Firuz, öfkeyle sandalyesini itip ayağa kalktı. Oğlunun üzerine yürüyecektim ki babasının otoriter sesiyle olduğu yerde durmak zorunda kaldı.

"Dur olduğun yerde Firuz! Belli ki torunumun kafası karışmış. Onunla ben baş başa konuşacağım. Benimle gel Asil."

Hüseyin Berdan oturduğu sandalyeden ayaklanınca Asil'de isteksizce ayaklandı. Önde dedesi arkada o avludan konağa geçtiler. Onların gitmesiyle Şehnaz sıkıntıyla başını ovalayıp konuştu.

"Daha evlenmeden torunumu zehirlemiş yılan!"

Firuz annesinin sözüne katılırcasına öfkeyle başını salladı.

"Ona haddini bildirmek lazım anne. O yılanın oğlumu zehirlemesine müsaade etmem!"

Şehnaz, masada olan gözlerini oğluna çevirip, aklından geçen iğrenç düşünceyi söylemek için dudaklarını hareketlendirdi.

"Biz aslında en başında hata yaptık Firuz! Asil, sert görünmeye çalışsa da merhameti bol bir insan. O, bizim istediklerimizi o kıza yapamaz. En başından beri yanlış hareket ettik. Hafsa'yı onunla evlendirmek yerine..."

Şehnaz oğlunun tepkisini ölçmek istercesine gözlerine baktı.

"Seninle evlendirmek daha mantıklı. Hem yakın zamanda karını da kaybettin."

Firuz yudumladığı çayın boğazında kalmasıyla birkaç kez öksürdü. İnanamaz gözlerle annesine baktı. Bunu az önce gerçekten söylemiş miydi?

"Anne ne dediğinin farkında mısın sen! O kız benim kızım yaşında. Bana böyle bir şeyi nasıl söylersin! Bunu sakın babama söyleme! Emin ol onun da duyduğunda hiç hoşuna gitmez."

Şehnaz sinsi bakışlarını oğlunun yeşil gözlerine dikip zihnine sızmak istercesine konuştu.

"Zaten evlenmek istemiyor muydun? Al işte sana gencecik bir kız. Kardeşinin sende hiç mi hatırı yoktu oğlum. Asgari ailesine en büyük yıkım kızlarının seninle evlenmesi olur."

Firuz annesinin bu kadar ileri gideceğimi tahmin edememenin şaşkınlığını yaşıyordu. Bazen onun aklından geçenleri tahmin etmek böylesine güç oluyordu.

"Leyla'yı ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun anne! Ama bu istediğin olmaz. Allah aşkına ben kırk beş yaşındayım. O kız ise daha on beşinde bir körpe. Olmaz anne! Ben bile bu kadarını yapamam."

Şehnaz oğlunun reddiyle hoşnutsuzca yüzünü buruşturup şansını bir daha denemeye çalıştı.

"Sanki evleneceğin kadın kendi yaşından biri olacak! Gidip genç bir kadın almayacakmışsın gibi konuşup da beni kızdırma!"

Firuz bu konunun uzamasından sıkılıp ofladı.

"Evet genç bir kadınla evleneceğim ama on beş yaşındaki bir çocukla onu bir tutamazsın anne!"

Şehnaz oturduğu sandalyeden yavaşça kalkıp oğlunun yanına yaklaştı ve elini onun omzuna koyup:

"Ahmaklık yapma Firuz! Benim kızım gencecik yaşında kara toprağın altına girdi. Ben onun düğün hazırlıklarını yaparken ölüm haberini aldım. Eğer söylediğin gibi gerçekten kardeşini çok seviyorsan o kızla evlenirsin. Hem küçükte olsa güzel bir şeye benziyor."

Firuz annesinin bu son sözleriyle istemsizce düşündü. Hafsa'nın güzel yüzü gözlerinin önünde belirdiğinde bir an için düşündü. Olabilir miydi? Başını sağa sola sallayıp içinden hayır olamaz dedi. Bu kadarı çok fazla olurdu. Bir intikam uğruna bu denli alçalamazdı. Hem o yetişkin, akıllı bir kadınla evlenmek istiyordu, bir çocukla değil. Annesinin omzuna koyduğu elini itip ayağa kalktı ve kararlı bir ses tonuyla konuştu.

"O kız Asil ile evlenecek anne. Ne kendi aklını bulandırma ne de benim. Senin istediğin şey bizi yüceltmez, alçaltır. On beş yaşındaki bir çocukla evlenecek kadar kendimi kaybetmedim henüz!"

Annesinin ağzını açıp tek bir kelam sahi söylemesini beklemeden konaktan çıkıp gitti. Şehnaz Asgari emeline ulaşamamanın öfkesiyle arkasından onu izlemişti. O masanın başında evin hizmetlerini çağırıp nikah hazırlıkları için emirler yağdırırken Hüseyin Berdan ve torunu Asil çalışma odasına geçmişler konuşuyorlardı.

"Torunum baban doğru söylüyor. O kızla evlenip çocuk sahibi olmalısın ki yarın bir gün Asgariler gelir kızı almaya kalkarlarsa çocuk yüzünden alamasınlar."

Asil başını olmaz dercesine salladı. Bu konuda kararlıydı. O kıza dokunmayacaktı.

"Beni anlamıyorsunuz dede! O kız anne olacak kadar sorumluluk sahibi değil. Hadi on yedi yaşında falan olsa bir nebze oluru var ama o daha on beş yaşında. Evlilik bile ona ağır gelecekken çocuğun üstesinden gelemez."

Hüseyin Berdan torunun ne kadar inatçı olduğunu iyi bildiğinden üzerine çok gitmemeye çalışıyordu. Lakin sabrı her an taşmak üzereydi.

"Evde bir sürü insan var torunum. Elbet ona yardım ederler."

Asil sıkılmışçasına iç çekip ayağa kalktı.

"Babaannemin, kimsenin ona yardım etmesine izin vermeyeceğini sende bende çok iyi biliyoruz dede. O yüzden bu konuyu daha fazla uzatmayalım. Akşam o kızla nikahımız kıyılacak ve ben o reşit olmadan ona dokunmayacağım."

Asil bu son sözlerini de söyleyip odadan çıktı. Canı iyice sıkılmıştı. Bir intikam uğruna bu kadar ileriye gitmeye gerek yoktu. Hele de o kızın hiçbir suçu yokken. Elleriyle saçlarını dağıtıp tahta döner merdivenden indi. Ayakları avluya çıkan kapıya doğru yöneldiğinde karşısına evde çalışan kadınlardan birinin çıkmasıyla durmak zorunda kaldı. Geri çekilip kadının geçmesine izin verdiğinde kadının Hafsa'nın odasına gittiğini gördü. Ani bir hareketle kadının arkasından seslendi.

"O kızın odasına neden giriyorsun?"

Kadın başını eğip ona dönünce elinde tuttuğu tepsinin içindekileri daha net görebilmişti. İçerisinde kırmızı bir elbise ve yine aynı renkte bir örtü vardı. Kadın çekingence konuştu.

"Asil Beyim, Şehnaz Hanım bu tepsiyi gelin hanıma vermemi emretti. Gelin hanım akşam bu elbiseyi giyecekmiş."

Asil kadına yaklaşıp:

"Tamam Hafsa'ya ben veririm." dedi ve kadının elindeki tepsiyi tutup kendine çekti. Kadın şaşkınlık geçirdiği için bir şey diyemese de garip bakışlarını Asil'in üzerinde tuttu.
Asil kadının yanından geçip cebine koyduğu yedek anahtarı çıkarttı ve kapıyı açtı. Kadının hâlâ arkasında durup onu izlemesine sinirlenip ne bekliyorsun dercesine bir bakış atınca kadın hızla gözden kayboldu. Asil geldiğini belli etmek amaçlı ses çıkartarak içeri girdi. Hafsa onun geldiğini anlayınca oturuşunu düzelmişti. Asil havaya yayılan gerginliği azaltmak için gülerek konuştu.

"Bak Hafsa Hanım, sana nasıl hizmet ediyorum. Evlenince inşallah sende kadir kıymet bilisin."

Hafsa onun yüzüne tiksinircesine bakıp kinini kustu.

"Sen de hizmetin de eksik kalın!"

Asil sırıtışını bozmadan yatağın en ucuna, Hafsa'nın en uzağına oturup ona baktı. Kızın kendisinden korktuğunu gözlerine baktığında görebiliyordu. Bu doğal olarak gayet normaldi. Kıza hiçbir zaman iyi bir insan izlenimi vermemişti. Yine de onun korkusunu bir nebze olsun azaltmak için yüzündeki sırıtışı tebessüme çevirdi.

"Benden korkma Hafsa. Sana şu anda yanlış bir şey yapacak değilim. Sadece iyi olup olmadığını kendi gözlerimle görmek için geldim. Babaannemin seni rahat bırakmadığını biliyorum."

Hafsa anlam veremeyen gözlerini onun duman gözlerine dikti.

"Sende onun düşündüğü gibi düşünüyorsun! Sende onun gibi benden nefret ediyorsun. İyi olup olmadığımla neden ilgilenesin ki?"

Asil dudağının bir köşesini kaşıyıp gözlerini karşı duvara dikti.

"Ben kötü bir insan değilim. Evet babandan nefret ediyorum ama senden nefret etmem için geçerli bir sebebim yok."

Hafsa onun bu sözleriyle şaşırmıştı.
Onu ilk gördüğü andaki gibi konuşmuyordu ve bu ona güvenmesini engelliyordu.

"İyi rol yapıyorsun! Benden nefret etmen için bir sebep olmadığını söylüyorsun ama bu bir yalandan ibaret. Sende halanın ölümünden beni sorumlu tutuyorsun. Eğer ben kaçmasaydım halanın hâlâ yaşayacağını düşünüyorsun. Bu ılımlı, anlayışlı tavrının arkasındaki intikam arzunu göremeyecek kadar aptal değilim!"

Asil bu sözlerle histerik bir kahkaha attı ve griye çalan gözlerini onun kahvelerine dikti.

"Ben az önce senin için aileme karşı geldim. Onlar benden ne istiyorlar biliyor musun!"

Asil'in sonlara doğru ses tonunun yükselmesiyle Hafsa korkmuş oturduğu yerde geriye kaymıştı. Asil onun bu hareketiyle öfkesine hâkim olmaya çalışarak dudaklarını ısırıp ayağa kalktı. Kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyordu.

"Onlar, benden seni..."

Cümlesinin devamını getirememişti. Söylemesi bile bu kadar ağırken bunu yapmaya zorlanışı bin kat daha ağırdı. İçine derin bir nefes çekip ağzından geri verdi ve başka tek bir kelam bile etmeden odanın kapısını çarpıp çıkmıştı.

Hafsa onun bu ani çıkışıyla titreyip anlamayan gözlerle onun bıraktığı boşluğa bakıyordu. Az önce devamını getirmediği cümlenin sonu nasıl bitiyordu? Ailesi ondan ne istemişti de o, onlara karşı gelmişti? Düşünmekten o kadar çok yorulmuştu ki bir de bunları düşünmeyi beyni kaldıramıyordu.
Gözlerini Asil'in getirdiği tepsiye çevirdi. Üstündeki elbiseyi gördüğünde sol gözünden bir gözyaşı firar etti. Bu gece onun sonu olacaktı. Bu elbise de onun kefeni olacaktı. Yataktan kalkıp tepsiye yaklaştı. Elbiseye dokunmak için elini uzatmıştı ki kapının açılmasıyla durdu. Dönüp arkasına baktığında Şehnaz ile iki kadının geldiğini görmüştü. Şehnaz sinsi bakışlarının odağındaki kızı kadınlara gösterip konuştu.

"Şunu hamama götürün iyice yıkayın. Akşama torunum için hazırlayın. O her ne kadar dokunmayacağım dese de ateşle barut bir araya geldi mi olacak olan mutlaka olur."

Hafsa kendisine yaklaşıp kollarına giren kadınlarla çırpınıp kurtulmaya çalıştı.

"Bırakın beni!"

Kadınlar onun bu direnişine kollarını daha çok sıkarak karşılık verince Hafsa çığlık attı.

"Bırakın dedim size!"

Şehnaz, onun bu hareketlerine sırıtarak baktıktan sonra ona yaklaştı ve kulağına eğilip, dilindeki kötülüğü dışarı saçtı.

"Bu çığlıklarını şimdi boşuna heba etme gelin hanım. Onları atacağın vakitler de gelecek!"

Hafsa başını ondan uzak tutmak için çırpınışlarına devam ederken vücudu korkudan tir tir titriyordu. Şehnaz onun bu haline kahkaha atıp kadınlara onu çıkartmaları için başıyla emretti. Arkadan konuşmayı da bırakmamıştı.

"Hümeyra gelsin de kurtarsın seni, kurtarabilirse tabi."

Hafsa onun dalga geçmesiyle neredeyse sinir krizi geçirecek hale gelmişti. Öfkeyle bağırdı. Tabi bu daha çok bağırmaktan ziyade bir çığlıktı.

"Merak etme, annem bana yaptıklarınızı öğrendiğinde hepinizin canına okuyacak! İşte o zaman ona yalvardığınızda alacağınız tek cevap bana yaptıklarınızın cezası olacak!"

Onun bu sözleri Şehnaz'ın yüzündeki sırıtışı silmeye yetmişti.

Gün hızla akmış güneş yerini ayın sahte ışıltısına bırakmıştı. Bu gece önceki gecelere nispeten biraz daha insanların içini üşütüyor kalbi buz kesmiş insanlara yarenlik ediyordu. Berdan konağının üzerine de gecenin ruh hali çökmüş bu esinti en çok Hafsa'nın kalbini üşütmüştü. Üzerine zorla giydirilmiş kırmızı elbisenin içerisinde, yanındaki adamla nikahlarının kıyılışını ağlayan gözlerle izliyor, bu durumdan kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmiyordu. Gerçi istese de yapamazdı çünkü artık çok geçti. Az önce nikahları kıyılmış, o Asil Berdan'ın karısı olmuştu. Ağlamaktan şişmiş gözlerini kapatıp, bunun sadece kötü bir kâbus olmasını ve gözlerini açtığında, annesinin yanında uyanmayı istedi. Bu isteği imkansızdı çünkü gözlerini açtığında, yanındaki adamın şimdi karşısında durup, ona baktığını gördü ve tüm umutları bir kez daha yıkıldı. Annesinin kaderini şimdi o yaşıyordu. O da annesi gibi çocuk olamadan kadın olacaktı. Dudaklarından bir hıçkırık daha koptu.

Bu hıçkırık Asil'in kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Ellerini az önce karısı olan kızın, başındaki tüle götürüp onun güzel yüzünü ve bu güzelliğe tezat duran, kızarmış gözlerini açığa çıkardı. Onun bu görüntüsü bir an olsun onu durdurmaya yetmişti ama yanındaki insanların gözlerini üzerinde hissetmesiyle karısının alnına bir öpücük bıraktı. Hafsa bu temasla kendisini geri çekmiş, ondan birkaç adım geriye çekilmişti ve az önce onun öptüğü yeri elinin tersiyle hınçla silmişti.

Asil onun bu hareketine takılı kalırken uzaktan babasının sesini işitmişti.

"Asil karını da ol odanıza gidin."

Asil yutkunup babasına bakmadan başını salladı ve Hafsa'ya yaklaşıp onu kolundan tuttu. Hafsa kolunu onun elinden çekmek istese de Asil'in sıkı tutuşuyla bunu yapamadı ve Asil'in arkasından gitmek zorunda kaldı. İkisi de gözden kaybolunca Hüseyin Berdan ve karısı Şehnaz Berdan rahat bir nefes vermişlerdi. Sonunda planlarının ilk aşaması gerçekleşecekti. Tabi bunun aksinde birileri bir şey yapamazsa...

Bölüm sonuna geldik.

İnşallah beğenirsiniz.

Yorumları alalım bakalım.

Ben öfkelenerek yazdım siz nasıl okursunuz bilmem artık.

Burada şunu da belirteyim ki ben, küçücük çocukların hayatını elinden alan her canavardan nefret ediyorum. Çocuklar çocukluğunu doya doya yaşamalı. Onlardan bu hakkı almaya kimsenin hakkı yok.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun. 🌼

Loading...
0%