Yeni Üyelik
36.
Bölüm

❤️ Bedenlere Tutsak 36 ❤️

@sedefyyy5252

Yeni bölüm geldi.

OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN 💜

Beni takip etmeyi unutmayın. 🍃

 

💦💦💦


Karanlık bir çok gerçeğin üzerini örtercesine havaya hakim olurken araba nereye gideceğini bilmeksizin yola devam ediyordu. Sokaklarda insan sayısı azalmıştı. Herkes güvenli limanlarına çekilmiş günün yorgunluğunu stresini atmanın yollarını arar olmuştu. Arabayı süren genç adam ise onların aksine kendisini sokaklara vurmuş güvenli yeni bir liman arama derdine düşmüştü.

Canı çok sıkkındı. Dünya üzerine bir yükmüşçesine binmiş kendisini eziyordu. Nereye gideceğini ne yapacağını bilmiyordu. Bir saattir şehrin etrafını boş bir zihinle turlayıp durmuştu. Eve dönmek içinden gelmiyordu. O evde huzur yoktu. Annesi yoktu.

Bu aralar annesini çok özlediğini fark etti. Onu kaybedeli dört yıl olmuştu. Ama Asil için sanki dün ölmüş gibiydi. Onun yokluğuna alışmak hiç kolay olmamıştı. Uzun bir süre kabullenememişti.

Asil özlemle iç çekti. Babaannesi her üzerine geldiğinde annesine olan özlemi daha da katmerleniyor onu boğacak hale geliyordu. Bugün de yine aynısı olmuştu. Yine o ruhsuz evden kaçıp kurtulmak istemişti. Nereye gideceğini bilmiyor olması umurunda bile değildi. Mutlaka bir yer bulunurdu. Onun canını sıkan şey durmadan çalan telefonuydu. Gözlerini yoldan çevirip yan koltuğa attığı telefonuna baktı. Yine babası arıyordu. Bu yanılmıyorsa beşinci arayışıydı. İlk dördüne yaptığı gibi yanıtlamadı. Herkesten uzaklaşmak istiyordu. Hiçbir şey düşünmemek istiyordu ama bu çok zordu. Aklı ister istemez eve kayıyordu. Gerçi aklından çıkmayan sadece ev de değildi. Hafsa'yı da düşünmeden edemiyordu.

Başında tekrar ince bir ağrı nüksetmeye başlayınca oflayıp anlını ovaladı. Onun da tıpkı rahmetli annesi gibi içini sıkıntı basınca hemen başı ağrımaya başlardı. Arabada her daim ağrı kesici bulundururdu. Torpido gözüne uzanıp ilaç kutusunu çıkardı. Gözünü sağa sola çevirip su şişesine bakındı ve onu sol kapının bölmesinde buldu. Şimdi onu almak için arabayı durdurması gerekiyordu. Durdu ve su şişesini alıp ilacı içti. İlacın kısa sürede etki etmesini umuyordu. Su şişesinin kapağını kapatıp alnını direksiyona yasladı. Nereye gitmesi gerektiğini düşünmeliydi. Akşam olmasına az kalmıştı. Geceyi arabada geçirmek istemiyordu. Birden aklına dedesinin bahsettiği bir yer geldi. Büyük dedesine ait olan bir kulübeydi.

Asil bir anda tereddüte düştü. Orası biraz uzakta kalıyordu. Üstelik uzun zamandır kimse uğramadığı için oldukça bakımsız bir durumda olmalıydı. Bir an vazgeçecek gibi oldu. Bir otelde de pek alâ kalabilirdi. Fakat orada rahat bırakılmayacağının pek âla bilincindeydi. Kulübe daha makul gelince kafasında hemen bir plan yapmaya başladı. Yiyecek ve kıyafet alması gerekiyordu. Bunlar kolay işlerdi. Kulübe pis bir durumda olmalıydı. Bu sebeple temizlik malzemesi alması gerekiyordu. Bunu da aklına not etti ve arabayı çalıştırıp sürdü.

Marketin önüne gelince hız kaybetmeden arabadan inip alması gereken her şeyi aldı. Bu arada da hava iyiden iyiye kararmaya yüz tutmuştu. Derin bir nefes alıp verdi ve arabayı çalıştırıp kulübeye doğru yola çıktı. O evlendiği kızın ve Cihan'ın kulübede olduğundan habersiz yolda ilerlerken kulübede canhıraş bir temizlik yapılıyordu.

Cihan ile Hafsa kulübeye çok önceden gelmiş ve pislik olan bu yeri adam etmek için kollarını sıvamışlardı. İlk geldiklerinde karşılaştıkları manzara açıkçası pek de iç açıcı değildi. Kulübenin dış tarafı her ne kadar idare eder bir durumda olsa da iç tarafı için aynı şeyi söyleyemezlerdi. Toz toprak olan zeminle örümcek ağları sarılmış duvarlar onlara bizi temizleyin dercesine göz kırpıyorlardı. Cihan bir an Şehzat'ı arayıp burada kalamayacaklarını söylecekti ama kendisini zor tuttu. Neyseki az buçuk böyle bir ortamla karşılaşacaklarını tahmin edip yanlarında gerekli her şeyi getirmişlerdi. İkisi bir elden temizliğe koyulup kulübeyi yaşanabilir hale getirebilmişlerdi. Şimdi de Hafsa yorgunluktan bir koltuğa yığılıp kalan Cihan'a Çay demliyordu. Kendisi de çok yorulmuştu ama açık ara Cihan daha fazla iş görmüştü.

Hafsa doldurduğu çay bardağını tepsiye koyup koltuğun hemen önündeki küçük tahta masanın üzerine koydu ve kolunu gözlerinin üstüne kapatmış uyuklayan Cihan'a yaklaşıp seslendi.

"Cihan abi! Çayın hazır hadi kalk."

Cihan duyduğu nahif sesle kolunu gözünden çekip zorlukla koltukta toparlandı ve yarı uykulu bir halde önüne koyulan çaya ifadesizce baktı. Evle uğraşayım derken haşatı çıkmıştı. Bunun hesabını Şehzat'a sormazsa rahat uyku uyuyamazdı. Her şey yine onun kurnaz aklından çıkmıştı. Yüzünü elleriyle sıvazlayıp Hafsa'ya baktı.

"Eline sağlık Hafsa. Şehzat Asgari'nin kızına da çay yaptırıp kendimize hizmet ettirdik. Babana sakın söyleme tamam mı?"

Hafsa onun bu sözleriyle gülüp koltuktaki boşluğa oturdu ve kendi çayını önüne çekip içine şeker atarken ona cevap verdi.

"Sen merak etme abi söylemem. O kadar yoruldun bir çayın lafını yapacak değilim."

Cihan şekersiz çayını gülümseyen dudaklarına götürüp içti. Burada ne kadar süre kalacakları belli değildi. Hâlâ kulübenin eksikleri vardı. Hava gündüzleri her ne kadar sıcak olsa da geceleri insanın içini ürpertecak kadar soğuyordu. Bu sebeple odun toplayıp getirmesi gerekiyordu. Yatıp uyumak onu az da olsa dinlendirmeye yetmişti. Dibi görünen bardağını tepsiye bırakıp ayaklandı. Çalışma vakti gelmişti.

Onun ayaklanmasıyla Hafsa çaydanlığı gösterip:

"Ağabey bir bardak daha içseydin nereye gidiyorsun?" dedi.

Cihan kapıdan çıkmadan önce ona bakıp konuştu.

"Gece soğuk olacak. Gidip odun toplayacağım. Çayı da gelince ısıtır içerim. Şimdilik bir bardak bana yeter."

Hafsa sessiz kalıp onu onayladı. Acaba çok uzaklaşacak mıydı? Bu ıssız kulübede tek başına kalmak onu ürkütüyordu. Cihan onun gözlerindeki endişeyi görüp içini rahatlatmak için konuştu.

"Merak etme çok uzaklaşmayacağım. Hem şuradaki çekmeceyi görüyor musun?"

Hafsa Cihan'ın parmağıyla işaret ettiği çekmeceye bakıp başını olumlu anlamda salladı. Onun bu hareketiyle Cihan sözlerine devam etti.

"O çekmecede silah, telefon ve bıçak var. Eğer tehlikeli bir durum sezersen telefonda numaram kayıtlı. Oldu ki ulaşamadın o zaman silahı ateşle. Ben durumu anlar hemen gelirim anlaştık mı?"

Hafsa başını sallayıp:

"Anlaştık." deyince Cihan kapıyı kapatıp dışarı çıktı. O eline baltayı almış ormanlık alana ilerlerken Hafsa biten çayını tazelemiş pencereden dışarıyı izliyordu. Bu yaşında yaşamadığı şey kalmamıştı. Evlenmemek için kaçmış ölümden dönmüştü. Yine de kendisine haksızlık yapılmasına engel olamamış Asil ile evlenmek zorunda kalmıştı. Şimdi de köşe bucak kaçıyordu. Ne zaman son bulacaktı bu kaçış merak ediyordu.

Şimdiden annesini özlemeye başlamıştı. Ondan ayrı kalınca kendisini müthiş bir zayıflık duygusu ele geçiriyordu. Elini çenesine yaslayıp gözlerini kapattı. Birazcık da o uyusa ne olurdu sanki. Hem Cihan ağabeyi de burada değildi. Bu fikir aklına yatınca bir de uyku onu iyiden iyiye sıkıştırınca koltuğa uzanıp kendisini uykunun kollarına attı. Burada birilerinin onu bulacağına peh ihtimal vermediği için bu kadar rahat uykuya dalabiliyordu ama hayat hep beklenmedik şeyler yaşatırdı.

Hafsa ve Cihan karşılaşacakları Asil'den habersizlerken Asil'in arabası kulübenin önüne çıkan yola sapmıştı. İçerideki kızın varlığından bir haber arabadan inip tüm eşyaları arbadan çıkarttı ve elindeki poşetlerle kulübenin etrafını gözleriyle kolaçan etti. Herhangi bir gariplik görünmüyor gibi duruyordu ama içini garip bir duygu esir almıştı. Kulübe de birileri olabilir miydi? Gösleri endişeyle tekrar etrafta dolanırken elindeki poşetleri yere koyup arabasının kapısını açtı ve torpido gözünü açıp içindeki silahı kemerine yerleştirdi. Yaşı tutmadığı için silah taşıması yasal değildi ama ailesinin kara namı ona silah taşımayı zorunlu kılıyordu.

O temkinli adımlarla kulübeye yaklaşırken Hafsa duyduğu arabanın kapısının kapanma sesiyle daldığı kısacık uykusundan sıçrayarak uyanıp pencereden dışarı baktı. Kulübeye yaklaşan adamı görmesiyle derince yutkunup hızla yattı koltuktan ayağa kalktı. Eli korkudan hızla çarpan kalbinin üzerinde onu sakinleştirmek için duruyordu ama nafileydi. Korkusu bastırılacak cinsten değildi. Bir an yanlış düşündüğünü gelenin Cihan Ağabeyi olabileceği fikrine kapıldı ama bu bir avuntudan başka bir şey değildi. Cihan ağabeyinin boyu uzun ve bedeni yapılıydı. Bu gelen o olamazdı. Endişesi hat safhaya çıkarken hızla çekmeceye yaklaşıp içerisinden telefonu çıkarttı ve Cihan'ı aradı. Telefon bir kaç çalışta cevaplandığında titreyen sesiyle konuştu.

"Cihan Ağabey! Kapıda birisi var. Kulübeye doğru yaklaşıyor."

Cihan telefonu açar açmaz duyduğu sözlerle sesini yükseltip konuştu.

"Kaç kişiler Hafsa?"

Hafsa görünmemeye çalışarak pencereden dışarı baktığında sadece bir kişiyi görmüştü ve o kişi kulübeye daha çok yaklaşmıştı. Bir kaç adında kapının önünde olacaktı.

"Sadece bir kişiyi gördüm ağabey. Birazdan kulübeye girecek çok korkuyorum."

Cihan elindeki telefonu tutup yutkunurken hızla koşmaya başladı. Hafsa telefonda onun koştuğunu derin derin alıp verdiği nefes seslerinden anlıyordu. Cihan telefonu kapatmadan önce Hafsa'ya ne yapması gerektiğini söyledi.

"Şimdi sakin ol ve beni dinle Hafsa! Çekmecedeki silahı al ve kapının arkasına saklan. Adam içeriye tam girdiğinde de silahı ona doğrult. Ben hemen geliyorum."

Hafsa tamam deyip telefonu kapattı ve titreyen eline silahı alıp kapının arkasına geçti. Sakin olması gerekiyordu. Şu an korkuya kapılmasının sırası değildi. Bu gelen adam Berdanların adamı olabilirdi. Korkudan kuruyan dili damağı ona yardımcı olacak gibi değildi. Kapının önünde duyduğu ayak sesleriyle iyice kendinden geçecek gibi oldu. Elindeki silahı daha sıkı tutup derin bir nefes çekti içine, sakin olmalıydı. İşi kendi için zorlaştırdığının farkındalığıyla silahın kabzasını sıkıca kavrayıp kendisine cesaret vermeye çalıştı.

Kulübenin kapısı yavaşça açıldı. İçeriye temkinli bir adım atıldı. Hafsa nefesimi tutup bekledi. Adımlar daha da ilerleyince karanlık kulübede bir beden belirdi. Arkası ona dönük etrafı inceliyordu. Hafsa ses çıkarmaktan korkarak silahı havaya kaldırıp ona tuttu. Adam onun varlığını fark edip arkaya dönecekti ki bağırarak onu durdurdu.

"Sakın dönme arkanı! Yoksa vururum."

Adam dönmekten vazgeçip tanıdık sese odaklandı. Bu ses bir kaç gün önce evlendiği kızın sesiydi. Ama burada ne işi vardı? Kenidisini tanımamış olmalı ki silah doğrultuyordu. Aklındaki soruları onu sakinleştirdikten sonra sormaya karar verdi. Yoksa bir kör kurşuna heba olup gidebilirdi. Ellerini havaya kaldırıp arkasındaki cesur durmaya çalışan korkak kıza seslendi.

"Hafsa benim, Asil!"

Hafsa duyduğu ses ve isimle ne yapacağını şaşırarak:

"Asil!" dedi.

Onun burada ne işi vardı. Yoksa burada olduğunun haberini alıp kendisini eve götürmeye mi gelmişti. Hafsa elindeki silahı sıkıca tutmaya devam edip öfkeyle bağırdı.

"Neden buradasın! Beni almaya mı geldin?"

Asil bağıran kızla kaşlarını çatıp o da bağırdı.

"Asıl sen neden buradasın! Bu soruyu asıl benim sormam gerekiyor. Çünkü burası bizim kulübemiz."

Hafsa sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. Korkusunun bedenini yavaş yavaş terk ettiğinin farkındaydı. Asil'in yanındayken korku ona eşlik eden bir duygu olmuyordu. Bunun farkındalığıyla daha çok sinirlendi. Şu yaşında yaşadıkları artık yetmemiş miydi?

"Sana neden buradasın diye sordum Asil!"

Asil inatla sorulan soruya gözlerini devirip cevap verdi. Bu kızın papağan gibi aynı soruyu sormasından sıkılmıştı.

"Senin yüzünden evi terk ettim. Kalacak yerim olmadığı için de buraya geldim. Şimdi merakını giderebildiysem şu elindeki silahı bırak da ben de kollarımı indirebileyim. Kollarım ağrıdı kızım!"

Hafsa'nın silahı indirmeye hiç niyeti yoktu. Cihan ağabeyi gelene kadar temkinli davranması gerekiyordu. Berdanlara güven olmazdı. En nihayetinde Asil de bir Berdandı.

"İndirmeyeceğim çünkü sana güvenmiyorum!"

Asil onun sözleriyle sinirle oflayıp bağırdı.

"Hafsa delirtme beni! Neyime güvenmiyorsun kızım! Senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı zaten. Bir baban tarafından hırpalanmadığım kalmıştı onu da sayen de yaşadım. Bir de güvenmiyor hanım efendi!"

Hafsa o görmese de omzunu inatla kaldırıp indirdi.

"Ohh iyi yapmış babam! Keşke ağzını burnunu kırsaydı. Asıl benim, sen ve o ruh hastası ailen yüzünden çekmediğim kalmadı. Bana yaptıklarınızı ne ara unuttun!"

Asil taşan sabrını dınayan kıza dönmek için hamle yapmayı düşündü ama o silah onun elinde olduğu sürece dikkatli davransa iyi ederdi. Ama sabrının iyice sonuna gelmişti.

"Nankörlük yapmasana kızım! Seni ölü bilen ailene kavuşturan da bendim ne ara unuttun?"

Hafsa kendisine kızım deyip duran Asil'e kapının arkasında duran süpürgeyi alıp fırlattı.

"Bana kızım deyip durma!"

Asil kafasına gelen süpürgeyle neye uğradığını şaşırıp bir süre şaşkın gözlerle donuk donuk baktı. Bu manyak kız az önce ona süpürge fırlatmıştı.

"Napıyorsun be manyak! Kafam yarıldıysa mahvettim seni Hafsa!"

Hafsa sıkıldığını belli eden bir iç çekişle ona bakerken dışarıdan gelen ayak sesleriyle Cihan ağabeyinin geldiğini düşünüp ona seslendi.

"Cihan Ağabey sen misin?"

Cihan elindeki silahla içeri girerken ona cevap verdi.

"Benim Hafsa! İyi misin?"

Hafsa kendisini endişeli gözlerle inceleyen adama hafif bir gülümsemeyle:

"İyiyim ağabey." derken Asil lafa atladı. Uzun süredir havada tuttuğu kolları ağrıdığı için elleri hafiften titriyordu.

"O iyi de ben değilim! Kollarım ağrıdı izin verin de indireyim."

Cihan çatık kaşlarla baktığı Asil'e heybetli bir kaç adım atıp belindeki silahı aldı ve kendi beline yerleştirdikten sonra onu ensesinden tutup Hafsa'ya dönderdi. Aynı zamanda da sert çıkan sesiyle onu sorguluyordu.

"Ne halt yemeye geldin buraya Asil Berdan!"

Asil kendisine yöneltilen soruyla derin bir iç çekip konuştu.

"Babaannem Hafsa'yı size getirdiğim günden beri canıma okuyor. Bende sinirlenip evi terk ettim. Haliyle bu kulübe de bizim mülkümüz olduğu için buraya geldim. Nereden bileyim sizin burada olduğunuzu."

Son sözlerini alaycı bir ses tonuyla söylemişti.

Cihan ela gözlerini Hafsa'nın gözlerine dikip Asil'in ensesini daha çok sıktı.

"Sana neden inanalım Asil efendi! Belki de Hafsa'nın burada olduğunun haberini alıp geldin."

Asil ensesindeki acıyla inleyip serzenişte bulundu.

"Ağabey Allah aşkına senin dediğin gibi olsa buraya tek başıma gelir miyim? Durum benim anlattığımdan fazlası değil. Burada olduğunuzdan haberim yoktu. Hem inanmıyorsan kapıdaki poşetlere bak. Buraya kalmaya geldiğimi anlarsın."

Cihan dışarıdaki poşetleri görmüş içlerini de kontrol etmişti. Burada kalmak için geldiği belliydi. Yine de sert tutumından vazgeçmeyerek konuştu.

"Hiç güven vermiyorsun Asil Berdan! Madem buradaki varlığımızdan haberdarsın o zaman biz evimize dönene kadar bizimlesin."

Asil onlarla kalmayı sorun etmeyerek omzunu silkti. Zaten amacı evden uzaklaşmaktı. Bir kaç gün kafasını dinlemiş olurdu.

"Sorun değil! Benim açımdan böylesi daha iyi."

Cihan onun ensesindeki elini çekip ceplerini yokladı ve telefonunu eline alıp açtı. Önce birileri aramış mı diye baktı ve cevapsız çağrıları fark etti. Telefondan kurtulsalar iyi olurdu. Telefonu önce kapattı sonra bunun yetersiz olduğunu düşünüp cayır cayır yanan küçük şöminenin içine attı. Onun bu hareketiyle Asil şaşkınlıkla bağırdı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun!"

Cihan onu dinlemeyip koltuğa doğru itti.

"Ses çıkarmadan orada otur. Bir de seninle uğraşmayalım. Rahat durmazsan eğer elini kolunu bağlarım haberin olsun."

Asil korkuyla gözlerini açıp ona karşılık verdi.

"Çıtımı bile çıkarmam yeter ki beni rahat bırakın."

Cihan iki ergen ile aynı ortamda olmanın rahatsızlığıyla iç çekip koltuğun bir köşesine otururken Hafsa da elindeki silahı ona verdi. Asil buradayken çekmeceye koymak mantıklı olmazdı.

Üçlü burada sessizlik içerisinde otururken Mirşah'ın evinde farklı seneryolar yaşanıyordu. Doktor iki esirinde tedavisini yapmış ve odasına çekilmişti. Makyaj masasının önüne oturmuş aynada yansıyan mutsuz yüzüne bakıyordu. Mirşah'ın yanında olmak onu tükettikçe tüketmiş geriye sadece ruhsuz bir kadın bırakmıştı. Ailesine olan özlemi ara ara yüreğine vursa da bu duyguya ket vurmayı bir şekilde öğrenebilmişti. Başka çaresi de yoktu zaten. Kalbi, bedeni ve elleri öyle çok kirlenmişti ki ailesine geri dönmeyi hayal dahi edemiyordu. Çok canı yanmıştı. Her gün ölmeyi istemiş hatta bazen buna teşebbüs etmeye dahi kalkmıştı ama her defasında Allah korkusu ağır basmıştı. Dünyası yeterince zehir olmuştu. Ahiretini yakmaya cesaret edemezdi.

Mirşah bu gece de onu çağırmıştı ama gitmek istemiyordu. Biliyordu tercih hakkı yoktu ama sonuna kadar direnecekti. O aşağılık adamın kollarına kendi rızasıyla girmeyecekti.
Süslenmesi, onun için hazırlanması gerekiyordu ama içinden gelmedi. Sadece aynaya bakıp acınası haline göz yaşı akıttı. Birazdan Mirşah yanına gitmediği için öfkeyle odasını basacak ve ona hesap soracaktı. Yine canını yakacak hayata karşı tüm umudunu sömürecekti. Yine de ona boyun eğmeyecekti. Her ne kadar onun yüzünden katil olsa da ruhunu ona teslim etmeye niyetli değildi.

- Bölüm sonu -

OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN.

Bölüm biraz gecikti kusura bakmayın.

Artık bölümler her gün gelemeyecek ne yazık ki. Yazabildikçe atmaya çalışacağım.

Sizi çok bekletmemeye dikkat edeceğim.

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi merak ediyorum.🦋

Loading...
0%