Yeni Üyelik
38.
Bölüm

🩷 Bedenlere Tutsak 38 🩷

@sedefyyy5252

Oy ve yorum atmayı unutmayın lütfen 🩷

Hayatta bir çok kez düşer, yara alır, kanar insan.
Pes etmek ister, ölmek ve tüm kötülüklerden kurtulmak ister.
Tam bittiği o anda bir umut ışığı parlar uzaklarda.
İnsan o umuda sıkı sıkıya tutunarak tekrar ayağa kalkar. O insan için hayat o an başlamıştır aslında.

Hazel de bir çok kez düşmüş düştüğü yerde daha fazla örselenmiş, yaşamaya dair tüm umutları yok olup gitmişti. Küçücük yaşta, hayatının daha başında hayalkırıklığıyla tanışmış sonra da kırıklar onun bedeninde derin yaralar açmıştı. Şimdi hayatında az da olsa nefes alabildiği bir döneme girmişti ama kocası hala aldığı tüm nefesleri zehir etmeye devam ediyordu. Ondan uzak durmaya çalıştıkça peşinden geliyor olur olmadık yerde onu sıkıştırmaya çalışıyordu. Dün gece onun tacizlerinden kaçmak isterken merdivenlerden yuvarlanmış ve belini incitmişti ve şu anda ciddi manada ağrı çekiyordu.

Şehsuvar her ne kadar ondan özür dilese de bir önemi yoktu. Defalarca ona hastaneye gitmeleri gerektiğini söylese de Hazel kabul etmemişti. Gece olanlardan kimsenin haberi yoktu. Hazel ablasına da söyleyememişti. Gerçi sabah kahvaltıya indiğinde ablası yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamıştı ama bu saate kadar da odasına gelmemişti.

Hazel başındaki kırmızı şalı saçlarının üzerinden alıp mavi koltuğun üzerine koydu ve ağrıyan belini tutarak yatağının üzerine uzandı. Canı ciddi manada yanıyordu. Sırtının morardığına emindi. Gözlerinden akan yaşlar önce yavaş yavaş çenesinden akıp narin boynuna doğru yol aldı. Sonrasında ise şiddetini arttırırken hıçkırıkları dudaklarından firar etti. Dayanamıyordu, kalbinin kırıkları göğüs kafesine batıyor onu soluksuz bırakıyordu. O kurtulmak istedikçe daha dibe batıyor, battığı yeri kan gölüne çeviriyordu.

Ablası ne güzel bu hapishaneden az bir süre de olsa kurtulabilmiş özgürlüğün tadını çıkarabilmişti ama o, geride kalmış çileli hayatını yaşamaya devam etmişti. Ablasına her daim imrenmişti. Onun güçlü duruşuna hayrandı ve onun gibi olmayı canı gönülden isterdi ama yapamıyordu. Onun gibi olamıyordu çünkü o yumuşak tabiata sahip bir insandı. Ablası kırıldığı yerden kırardı insanı ama o kırıldığında kendi kırıklarını bile toplamaya güç yetiremezdi. Bu huyundan nefret etse de kendisini değiştiremiyordu. Hazel Asgari korkaktı, kırılgandı, savunmasızdı.

Hıçkırklarını kontrolü altına almak için derin derin nefes aldı ama durmuyorlardı. Yılların duyguları bir sel gibi akıp gidiyordu güzel gözlerinden. Sırtının ağrına mı yansaydı yoksa yüreğinin yangınına mı?

Belinden akıp giden kumral saçlarını güçlükle sol omzundan akıttıktan sonra başını yumuşak yastığına koydu. Uyusa belki bir kaç saat da olsa çilelerinden kurtulurdu. Kapattı gözlerini karanlığa sırtındaki ağrıyı umursamamaya çalışarak. Yumdu gözlerini yüzüne bir tokat gibi vuran gerçeklerden kaçarak.

Hazel uykuya dalmaya çalışırken kapının önünde onun hıçkırıklarını dinleyen kocasından habersizdi. Adam kapıyı açıp içeriye girmeye çekindiği için kapının önüne çökmüş karısının feryadını dinlemişti. O kadını bu hale getiren kendisiydi. Onun canını yakan, ağlatan, yok eden kendisiydi. Karısı merdivenlerden onun yüzünden yuvarlanmıştı. Onun yüzünden canı yanıyordu. Yıllardır evli olduğu kadına kötülükten başka bir şey vermemişti.

Öfkeyle yumruk yaptığı elini dizine vurup ayağa kalktı. İçeri girmeye cesareti olmadığı gibi burada da kalmasının bir manası yoktu. Kendisine olan sinirini de alıp hızlı adımlarla koridordan geçti. Tam ağabeyinin odadının önünden geçiyordu ki kapının açılıp da Şezhat Asgari'nin odadan çıkmasıyla bir kaç saniyelik duraksadı. Kızarmış gözlerini onun katran karası gözlerine değdirmekten çekinerek başıyla selam verdi ve yoluna devam etti. O her ne kadar bir an önce evden uzaklaşmak istese de Şehzat onun kaçmasına izin vermeyip seslendi.

"Şehsuvar nereye?"

Şehsuvar bıkkınlıkla iç çekip arkasına döndü ve sinirle ağabeyine çıkıştı.

"Cehennemin dibine Ağabey sende gelmek ister misin!"

Şehzat kardeşinin atar gider yapmasına sinirlense de alayla gülüp ona yaklaştı.

"Biz hiç oradan çıkamadık ki gidelim kardeşim."

Şehsuvar ağabeyinin alaylı sözüne histerik bir gülüşle karşılık verdi. Artık dayanamıyordu. Herkesten her şeyden bıkmıştı. Nefes almak, hayatını yaşamak istiyordu. Ağabeyine yaklaşıp kan çanağına dönmüş gözlerini onun alayla parlayan gözlerine dikti ve dik dik baktı.

"Rahat bırakın artık beni! Yapacağım her işi size izahat vererek yapacak değilim. Koskoca adam oldum ama hayatımdaki hiçbir şey benim seçimimle gerçekleşmedi. Çekin şu prangalarınızı artık üzerimden!"

Şehzat kardeşinin bu yüzüyle ilk defa karşılaşmanın şaşkınlığıyla onun sinirden kıpkırmızı kesilen yüzüne baktı. Bir kaç saniyelik bakışmanın sonunda kafasını sağa sola kütletip kardeşini boynundan tuttuğu gibi açtığı kapıdan içeri odaya fırlattı. Şehsuvar efendiye kendisine artistlenmek ne demekmiş gösterecekti.

"Sen kime bağırıyorsun Şehsuvar efendi! Hadi biraz daha bağırda neşem daha çok yerine gelsin!"

Şehsuvar kaybettiği dengesini zar zor bulup ağabeyinin karşısına geçti. Birazdan dayak yiyecekti biliyordu ama içini dökmeden rahat edemeyecekti.

"Benim yaşadıklarımı sen de yaşasaydın aynı benim gibi bağırırdın Ağabey! Anlamıyor musun? Görmüyor musun ne halde olduğu mu? Ben babam öldüğünde seni baba bildim. Sana bugüne kadar saygıda kusur ettim mi? Etmedim. Artık dayanamıyorum hayatımda hiçbir şey istediğim gibi olmuyor, yoruldum."

Şehzat kardeşinin figanıyla bir süre dalgınca baktı onun yüzüne. Gözlerindeki perişanlığı görmek pek de zor değildi. Ona acımıyor değildi. Hak vermiyor da değildi. Evliliğinden tut arabasının modeline kadar hiçbir şey onun tercihiyle yapılmamıştı. Yıllardır biriktirdiği duyguları şimdi gün yüzüne çıkmış ve dudaklarından firar etmişti. Şehzat derin bir soluk alıp elini babacan bir hisle kardeşimin omuzuna koydu ve iki kere hafifçe vurdu.

"Ne oldu da birden delirdin böyle? Yıllardır dile getirmediğin sözleri sana söyleten ne kardeşim?"

Şehsuvar akına al düşen gözlerinden yaşlar akıtarak ağabeyinin omzuna başını yasladı. Küçük bir çocuk gibi şefkat görmek istedi. Şehzat onu geri çevirmeyerek omzunda ağlayan kardeşinin saçını ve sırtını okşadı. Sorusunun cevapsız kalmasıyla tekrar yeniledi.

"Hadi anlat ne oldu? Sabah Hazel'de iyi değilmiş Hümeyra'nın dikkatini çekmiş. Aranızda bir olay mı oldu?"

Şehsuvar ağebeyinin omzundan başını kaldırıp konuştu:

"Dün gece benim yüzümden merdivenlerden yuvarlandı. Belinden ağrı çekiyordu."

Şehzat bu sözlerle sinirle gözlerini yumup sabır çekti.

"Gece gece merdivenin başında ne işiniz vardı kardeşim!"

Şehsuvar ağabeyinin bu sorusuyla derince yutkunup cevap verdi. Gözleri ağabeyini gözlerinden kaçıyordu.

"Ben onunla..."

Şehsuvar cümlesine devam edemeyip başını yere eğdi. Ağabeyinden utanıyordu ama Şehzat onun ne demek istediğini açıkça anlamıştı. Burun kemerini sıkıp kardeşinin yanından geçti ve odanın içerisinde turlarken Şehsuvar'a çıkıştı.

"Boşanacağın kadının koynuna girmeye çalışmak da ne oluyor Şehsuvar! Kadının seni istemediğini bile bile onu zorlarsan böyle olur işte!"

Şehsuvar iç çekerek ağabeyini yanına geldi. Söylemesi onun için kolay olabilirdi ama yapmak Şehsuvar'a zor geliyordu.

"Hümeyra seni yatağına almak istese hayır der misin ağabey?"

Şehzat bu soruyla derince yutkundu. Hümeyra isterdi de Şehzat hayır diyebilir miydi elbette ki diyemezdi. Şehsuvar'a da aynen böyle cevap verdi.

"O isteyecek de ben istemeyeceğim daha neler! Lakin ne o böyle bir şey ister ne de ben bu saatten sonra onu buna zorlarım."

Şehzat kardeşine yaklaşıp tam önünde durdu ve elini omzuna koyarak sözlerine devam etti.

"Boşanma kararını bir kere aldık Şehsuvar! Ben çok mu isteyerek bu karara evet dedim zannediyorsun? Senin karını sevdiğinden daha çok seviyorum karımı ama olmuyor işte. Bu şekilde zorlamayla olmuyor. Yıllardır olmadı hiç mi ders çıkaramadın?"

Şehsuvar ağabeyine hak veriyordu ama onun için kabullenmek de hiç kolay değildi. Eğer Hazel'den bir kere daha vazgeçerse bu sefer onu tamamen kaybederdi biliyordu. Ağabeyine daha fazla itaraz etmenin bir anlamının olmadığının farkındalığıyla omuzları çöktü. Ne söylese boştu. İstese de istemese de karısından boşanmak zorundaydı. Gözlerini ağabeyinin gözlerine çıkarıp ruhsuz çıkan sesiyle konuştu.

"Senin dediğin gibi olsun Ağabey. Madem böylesi daha doğru olacak öyle olsun. Ne sana ne de Hazel'e bir daha zorluk çıkarmayacağım. Şimdi iszin verde tüm bunlardan biraz uzaklaşayım. Hazel'i her gördüğümde yüreğim ağrıyor."

Şehzat kardeşini sessizlikle dinledikten sonra başını aşağı yukarı sallayıp ona izin verdi.

"Uzaklaşmak istiyorsan uzaklaş ama yine gidip salak saçma işler yapma Şehsuvar! İşleri sürekli berbat etme gibi kötü bir huyun var."

Şehsuvar ağebeyine tamam deyip iç çekerek odadan çıktı. Aklı karısında olmasına rağmen gitmesinin daha doğru olacağını biliyordu. O arabasına atlayıp çiftlikten uzaklaşırken Şehzat odasının penceresinden onu izliyordu. Şimdi kara kara düşünme sırası ondaydı. Kardeşinin düştüğü karanlık kuyuda o da çırpınmaya başladı. Boşanma işi Hafsa'dan dolayı ertelenmişti ama hâlâ kaçınılmaz bir son olarak gözleri önünde duruyordu. Hümeyra'sız bir hayatı daha yeni tatmış ve hiç hoşlanmamışken şimdi ondan tamamen uzaklaşma düşüncesi canını yakıyordu.

Sıkıntıyla derin bir iç çekti. Kardeşi çoktan gözünün önünden uzaklaşıp gitmişti ama o düşüncelerine öylesine derin dalmıştı ki bunun daha yeni farkına varıyordu. Pantolonun cebine koyduğu ellerini çıkarıp ceketinin cebindeki telefonunu çıkarttı ve Cihan'ın numarasına tıkladı. Onun uzun süre ortalarda görünmemesi Berdanların dikkatini çekebilirdi.hiö derdi yokmuş gibi birde bunlarla uğraşıyordu. Sinirden ağrıyan başını ovalayıp telefonu kulağına yaklaştırdı. Bir iki çalıştan sonra telefon yanıtlandı.

"Alo Cihan?"

Karşıdan yorgun bir ses işitildi.

"Efendim Şehzat?"

Şehzat lafı fazla uzatmadan söyleyeceğini söyledi.

"Cihan Civanmert'i oraya yolluyorum. Sen yanıma gel. Buradaki yokluğun Berdanların dikkatini çekebilir. Bir de küçük berdan'a ailesini arat. Şimdi birde onu arayayım derken Hafsa'yı bulmasınlar."

Cihan emri alır almaz tamam deyip telefonu kapatınca Şehzat elindeki telefonu yatağının üzerine atıp kapıya doğru yürüdü. Baş ağrısı ciddi manada artmış can sıkar hale gelmişti. Aşağıya inip çalışanlardan ilaç istese iyi olacaktı. Civanmert'i arama işini ilacı içtikten sonraya bıraktı ve tahta merdivenleri teker teker indi. Ortaklıkta ne annesi ne de karısı görünüyordu. Hazel'in odasında olduğunu az buçuk tahmin edebiliyordu. Belki de karısı onun yanındaydı. Bu düşüncelerle mutfaktan içeri girdiğinde karşısında yemek yapan Esma'yı izleyerek elma yiyen karısını gördü ve yanıldığını fark etti. Onu görünce kısa bir an da olsa başındaki ince sızı yok olup gitmişti ama kendisini tekrar hissettirmesi fazla zaman almadı. Başını ovalayarak karısının oturduğu masaya yaklaştı ve bir sandalye çekip oturdu. Aynı zamanda da Esma'ya bakarak konuşuyordu.

"Esma başım çatlıyor bana bir ilaç ver!"

Esma'nın Şehzat Beyinin mutfağa girmesiyle eli ayağı birbirine dolanmıştı. Elindeki domatesi aceleyle tezgaha koyup hemen ilaç dolabına yürüdü. O gerekli ilacı ararken Şehzat pencereden dışarıyı gözlüyordu. Gözleri her ne kadar dışarıya baksada odağı yanında kendisine merakla bakan karısının üzerindeydi. Onun bakışları öyle güzeldi ki Şehzat ona dönüpte gözlerini kaçırmasını istemedi. Kendisi pencereye bakmaya , Hümeyra'da ona bakmaya devam etti. Şehzat için bu büyülü anı bozan Esma'nın uzattığı ilaç ve bir bardak su oldu. Bu duruma her ne kadar sinirleri bozulsa da dışarıya yansıtmamaya çalışarak önce ilacı alıp ağzına attı ve sonra onu rahatça yutabilmek için suyu aldı ve içti. İlaç bir an önce tesir etse iyi olurdu yoksa bu gün hiç bitmezdi. Ne kendisi için ne de ev ahalisi için...

Hümeyra'nın soru sormak isteyip de soramadığının farkındaydı. Kara gözlerini onun kahve gözlerine çıkarıp bir süre onu izledi. Hümeyra bu bakışlardan rahatsız olup gözlerini çevirene kadar gözlerini onun gözlerinden ayırmadı. Baş ağrısının sebebi yanında oturup rahatlıkla elmasını yerken ona takılmadan edemedi.

"Elma yeme saatin mi geldi karıcığım?"

Karısı bu sözüyle derin bir nefes alıp elmasından bir ısırık daha alıp, ona hiç pas vermeden Esma'yı izlemeye devam ederken gülerek karısının sinirleriyle daha fazla oynamak için konuştu.

"Yakında etrafından elma ağacı dalları çıkacak diye korkuyorum Hümeyra'm."

Hümeyra'nın alev saçan gözleri, eğlenen gözlerini bulduğunda karısının dikkatini sonunda kendi üzerine çekebilmenin zaferini yaşadı. Karısı elmasını dudaklarından indirip sinirle konuştuğunda ise yüzüne yayılan tebessümü görülmeye değerdi.

"Eğer biraz daha benim sinirlerimle oynamaya devam edersen Şehzat, elma ağacı yerine incir ağacı dikeceğim ocağına!"

Şehzat başının ağrısını unutarak kahkahasına engel olamadı. Karısı yine her zamankisi gibi formundaydı.

"Yine formundasın karıcığım. Hep bu elmaların sayesinde değil mi?"

Hümeyra ona ve sözlerine dayanamayıp oturduğu sandalyeden kalktı ve mutfaktan çıkmak için hareketlendi. Şehzat hemen ayaklanıp onun önüne geçmeseydi çıkıp gidiyordu.

"Tamam tamam gitme sustum."

Hümeyra kendisine bıkkınlıkla baktıktan sonra elini koluna koyup önünden çekmeye çalıştı. Karısının temasıyla içi bir hoş olmuştu. Başındaki sızının yavaş yavaş azaldığının farkındaydı ama bunun sebebi ilaç mıydı yoksa karısının büyülü etkisi miydi bilmiyordu. Kolunun üzerindeki narin elin üzerine elini koyup okşadı.

"Civanmert nerede? Cihan buraya gelecek onun yerine gitmesi gerekiyor."

Hümeyra elini onun elinin arasından çekip kollarını birbirine kavuşturdu ve cevap verdi.

"Arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Hâlâ onlarladır."

Hümeyra bu sözleri soğuk bir ses tonuyla söylemişti. Çünkü önceden ne zaman ona bu soru sorulsa korkudan sesi titreyerek cevap verirdi. Mazi ne kadar geride kalsa da insanın aklından geçip gitmiyordu. Şehzat karısının daldığını fark edip onun dikkatini çekmeye çalıştı.

"O zaman arkadaşlarının yanından kulübeye geçsin."

Hümeyra gözlerini kırpıştırıp kafasını salladı ve Şehzat'ın yanından geçip merdivenleri bir bir çıktı. Arkasında bıraktığı adam, o gözden kaybolana kadar izleyip derin bir iç çekerek o da merdivenlerden çıktı ve odasına girdi.

Gözleriyle telefonu aradığında onu yatağının üzerinde buldu. Hızlı adımlarla yatağa yaklaşıp telefonu eline aldıktan sonra oğlunu aradı. Ona kısaca talimatını verip telefonu kapattıktan sonra tekrar ağrımaya başlayan başını ovalayıp yatağına uzandı. Cihan gelene kadar uyusa iyi olurdu.

O baş ağrısını unutmak istercesine uykuya dalarken Civanmert arkadaşlarından ayrılmış ve Hafsa'nın saklandığı kulübeye gitmişti. Onun gelmesiyle Cihan derin bir nefes alıp ergenlerin yanından ayrılmıştı. Kendi arabasına binerek çiftliğe doğru yol alırken telefonunun sesiyle göz ucuyla yan koltuktaki telefonuna baktı. Arayan annesiydi. Kesin eve gelmesini isteyecekti. Cihan telefonu eline alıp yanıtladı.

"Alo annem?"

Karşı taraftan özlem dolu bir ses yankılandığında Cihan üzüntüyle iç çekti.

"Cihanım, canım oğlum nasılsın? Neden gelmiyorsun hiç yanıma?

Cihan annesini kırmamaya özen gösterek onun sorusunu yanıtlamaya çalıştı.

"Sende biliyorsun ki çok yoğunum anne. Fırsatım olsa hemen gelirim yanına."

Yaşlı kadın sinirlerine hakim olmayarak çıkıştı oğluna.

"Ne zamana kadar Asgarilerin ayak işlerini yapmayı devam edeceksin Cihan! Bizim başımızda yeterince iş güç varken sen ne yapmaya çalışıyorsun Allah aşkına oğlum!"

Cihan bu sözler üzerine annesine ters davranmak istemeyerek kendine hakim olmaya çalıştı.

"Lütfen anne! Cevabını bildiğin sorular sorma artık."

Telefonda derin bir sessizlik oluştuğunda Cihan annesinin ağladığını anladı. Onu üzmek istemiyordu ama ekidne değildi. Kalbiyle daha fazla savaşmak istemiyordu. Onun sesini yıllarca susturmaya çalışmış ama başaramamıştı. Şimdi yine susturmayı denese aynı sonuçla karşılaşacaktı.

"Anne ağlama lütfen!"

Annesinden yine ses gelmeyince telefonun ekranına baktı ve kapandığını fark etti. Sinirle dişlerini sıkıp direksiyona bir yumruk geçirdi. Canı yeterince sıkkın değilmiş gibi her şey üstüne üstüne geliyordu. Bazen buralardan çekip gitmek için müthiş bir arzu duyuyor ama sevdasını bırakıp hiçbir yere gidemiyordu.

Aklı annesinde kalmıştı ama çiftlilk kapısına geldiği için geri dönemezdi. İçindeki sıkıntıyla arabadan inip çiftlik kapısından içeri girdiğinde korumaların hepsi başlarıyla ona selam verirken yanlarından bir bir geçti. Cemşit'in evin kapısını açıp ona yol vermesiyle sakin adımlarla içeri girdi ve gözleriyle evin içini taradı. Şehzat kimbilir neredeydi? Arkasındaki Cemşit'e dönüp sordu.

"Şehzat Bey nerede Cemşit?"

Cemşit ellerini önünde birleştirip hemen onun sorusunu yanıtladı.

"Odasına çıktı dediler abi."

Cihan başını sallayıp onun yanından ayrıldı ve tahta merdivenleri teker teker çıkıp Şehzat'ın odasına doğru adımladı. Odanın olduğu koridora girdiğinde gözleri Hazel ve Şehsuvar'ın odasının olduğu yöne kaydı. Kalbinin tutsak olduğu oda bu odaydı ve o hiçbir şey yapamıyordu. Kalbinin acısıyla sertçe yutkunarak gözlerini o kapıdan çekip Şehzat'ın odasına doğru yürüyordu ki Hazel'in odasından gelen acı dolu sesle adımları olduğu yerde çakılı kaldı. Başını çevirip odanın kapısına baktığında gözlerinden endişe akıyordu. Duyduğu sesten emin olamayarak yoluna devam edecekken aynı acı dolu sesin daha şiddetli çıkmasıyla ne yapacağını bilemeyerek eli ayağı birbirine dolandı. Ne yapması gerekiyordu. Odaya girip ne olduğuna bakamazdı. Bu hiçbir etik kurala sığmazdı ama duymamazlıktan gelip, geçip gidemezdi de. Kararsızlık can sıkıcı bir hal almaya başlarken Cihan kararını verdi. Kalbinin sesini dinleyecekti.

💦 Bölüm sonu 💦

Duyuru 📣🔔

Bölümün geç gelmesinden ötürü ötürü kusura bakmayın lütfen 🤗

Keyifli okumalar dilerim.

OY VE yorumlarınızın beni motive ettiğini unutmayın.

Seviliyorsunuz🌸










Loading...
0%