Yeni Üyelik
43.
Bölüm

🩷 Bedenlere Tutsak 43 🩷

@sedefyyy5252

Bölüm geldii.
Keyifli okumalar dilerim.

Ben emek vererek yazdım siz de emeğime karşılık vererek okuyun olur mu? 🥰

Bu arada bu güne kadar kitaba hayalet okuyucu olarak devam edenler kendilerini açığa çıkarsalar güzel olmaz mı? 🤭
(Bence çok güzel olur)


💦💦💦


Ürpertici soğuk kadının tüm bedenine nüfuz ederken karşısındaki manzaraya titreyerek bakıyordu. Gecenin bir yarısı karşılaştığı vahim durum tüm dengesini şaşırtmaya yetmişti. Titreyen ellerini zabt etmeye çalışırken yere yığılıp kalan iki adama korku dolu gözlerle baktı. Hemen onların yanında ise başka bir adam yatıyordu. Az önce bir silah patlamıştı ve bir insanın kanı sert zemine damla damla dökülmeye başlamıştı. Kadın elindeki düşmek üzere olan silahın varlığını unutmuş gözlerini kırpmadan yerde yatan bedenlere bakıyordu. Kafası allak bullak olmuş kalbi yerinden çıkmak istercesine göğsünü zorluyordu. Arkasında onu bekleyen adamların yoğun bakışları altında karnından yaralanmış adamın yanına doğru adımladı. Gördüğü yüzle dudaklarının arasından kaçan hıçkırığına engel olmayıp dizlerinin üzerine çöktü. Sevdiği adam kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Elindeki silahtan kurtulmak istercesine onu kendisinden uzak bir köşeye iteledi. Belki de az önce bir insanın canına kıymış katil olmuştu.

Kan kaybından yüzünün feri giden adamın başını ellerinin arasına alıp dizlerinin üzerine koydu. Parmağının ucuyla yüzündeki yaraları ürkekçe okşarken gözyaşlarını akıtarak konuştu.

"Ne hale getirmişler seni böyle beyim? Sana gitme dedim!"

Baygın adamdan cevap alamayacağını bildiği halde yine sözlerine devam etti.

"Sen ölürsen biz ne yaparız?"

Firuze dudaklarından içeri sızan tuzlu yaşı yutup başını olmaz dercesine iki yana salladı. Onu kaybedemezdi. Hızla Cihan'ın nabzını kontrol edip yaşayıp yaşamadığına baktı. Aklı durmak üzereydi ama bunun hiç sırası olmadığını da biliyordu. Hafifçe hissettiği nabızla heyecanlanıp arkasındaki diğer adamları kontrol eden adamlara baktı.

"Cihan Bey yaşıyor lakin çok kan kaybetmiş! Bir an önce onu hastaneye yetiştirmek lazım."

Adamlar bir an için duyduklarıyla elindeki işleri bırakıp Cihan'ın yanına koştular. Firuze onların yanlarına gelmesiyle Cihan'ın başını nazikçe sert zemine koyup, endişeden uyuşan bacaklarına zorla hükmederek ayağa kalktı ve bir kaç adım geriledi. Gözleri hemen yanında cansız yatan tanıdık yüze takıldığında onun kim olduğunu tanıdı. Yerde kanlar içinde yatan adamlardan biri de Şezhat Asgari'nin kardeşi Şehsuvar Asgari idi. Firuze durumun ciddiyetini anladığında korkuyla elini ağzına kapatıp sitem etti. Cihan sonunda dediğini yapmış Şehsuvar Asgari'den intikamını almıştı. Adamın öldüğünden emin olmak için adamlardan birine sordu. Adı Hasan olan adam az önce onun yaşayıp yaşamadığını kontrol etmişti.

"Hasan ağabey! Şehsuvar Asgari ölmüş mü?"

Hasan Cihan'ın yarasına temiz bir bezle bastırırken hızla cevap verdi.

"Başımız belada Firuze! Beyim, Şehsuvar Asgari'nin canına kıymış. Bunu Şehzat Asgari yanımıza koymaz. İntikam isteyecektir."

Firuze duyduklarıyla sertçe yutkunup dönen başını tuttu. Bu gece yaşadıkları hiç ona göre şeyler değildi. Cihan için ölürüm demişti ama onun için birini öldüreceğini hiç düşünmemişti. Acaba vurduğu adamda ölmüş müydü?

"Hasan ağabey, Mahir denen hain yaşıyor mu?"

Hasan gözlerini beyinin yarasından çekip hemen karşı tarafta hareketsizce yatan Mahir'e çevirdi. Firuze onu göğsünden vurmuştu ve Mahir anında son nefesini vermişti.

"O da ölmüş Firuze!"

Firuze hıçkırıklarına engel olabilmek için derin nefesler aldı. Katil olmuştu. En kötüsü de eğer aynı şartlar tekrar yaşanabiliyor olsaydı Mahir'i yine vururdu. Onu en çok da bu düşünce alt üst ediyordu. Cihan ölmesin diye öldürmüştü ve bundan pişmanlık duymak istemiyordu. O şuurunu kaybetmişçe etrafına bakınırken Hasna ve diğer adamlar vakit kaybetmeden Cihan'ı kollarından ve bacaklarından tutup evin dışına çıkartmışlardı. Firuze dengesini sağlayamayıp duvara yaslanarak onları takip etti. Bir an önce kan kokusu sinen bu evden çıkması gerekiyordu. Betinin benzinin attığını aynaya bakmadan da biliyordu. Gözleri gecenin karanlığında arabaların yanında dikilen adamların üzerinde gezindi. Hepsinin odağı yaralı bir şekilde arabaya yatırılan Cihan'ın üzerindeydi.

Firuze derin derin nefesler alarak tutunduğu evin duvarından ayrılarak onların yanına adımladı. Hasan elindeki bezi başka bir adamın eline verip Cihan'ın yarasına bastırmasını tembihledikten sonra Firuze'nin yanına gelip teleşla sordu.

"İyi misin Firuze? Yüzünün rengi solmuş. Senin bu gece hiç burada olmaman lazımdı. Sözümü dinlemiyorsun ki!"

Firuze Hasan'ın ne dediğini umursamayıp konuştu.

"Çok zaman kaybettik Cihan Bey'i hastaneye yetiştirmek lazım. Ayrıca buradan bir an önce gitsek iyi olur. İçimden bir ses Şehzat Asgari ile karşılaşacağımızı söylüyor."

Hasan Firuze'ye cevap vermeden önce arkasını dönüp adamlara seslendi.

"Siz beyimi hastaneye yetiştirin biz arkanızdan geleceğiz. Buranın toparlanması lazım."

Bir grup adam arabalara binip oradan uzaklaşırken bir kısmı da Hasan'dan gelecek emri bekledi. Firuze giden arabaların arkasından atılıp:

"Bende Cihan Beyle gidecektim. Beni neden göndermedin!" deyince Hasan Firuze'ye dönüp sıkıntıyla konuştu.

"Sen buradan direk eve geçiyorsun Firuze! Bu gece yeterince görmemen gereken şeyleri gördün ve yapmaman gerken şeyleri yaptın!"

Firuze öfkeyle bağırdı.

"Ben eve felan gitmiyorum! Cihan'ın yanına gideceğim!"

Hasan yıpranan sinirlerine hakim olamayıp Firuze'nin kolunu tuttu ve:

"Söz dinle Firuze! Başımız yeterince belada! Bir de seninle mi uğraşalım. Görmüyor musun durumun ciddiyetini?" dedi.

Firuze durumun ciddiyetinin gayet farkındaydı zaten farkında olduğu için Cihan'ı yalnız bırakmak istemiyordu. Kolunu Hasan'ın elinden kurtarıp bir kaç adım geriledi. Yüreği sıkışıyordu. Sevdiği adam ölümün kıyısındayken o nasıl eve gidip hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdi. Ağlamaktan kızaran orman yeşili gözlerini hırsla sildi.

"Beni habersiz bırakma Hasan Ağabey! Yalvarırım!"

Hasan Firuze'yi severdi. Onu olmayan kız kardeşi yerine koyardı. Onun başının belaya girmesini asla istemezdi. Bu sebeple onu buradan uzak tutması gerekiyordu. Hem Peyker Hanım onun evde olmadığını anlarsa konağı ayağa kaldırırdı. Bunu göze alamazlardı. Firuze'yi belinden tutup arabalara doğru yürütmeye başladı. Firuze isteksizce yürürken aklında dönüp duran soruyu sormadan edemedi.

"Hasan ağabey siz Cihan Bey'i neden yalnız bıraktınız? Hiç mi şüphelenmediniz?"

Hasan sıkıntılı bir nefes verip olan biteni özet geçti.

"Mahir haini arayıp Cihan beyin bizim gitmemizi emrettiğini söyledi. Beyin sağ kolu olduğu için yalan söylediğine ihtimal veremedim. Sen, konağa geldiğimizde Cihan Bey'in nerede olduğunu ısrarla sormasaydın, Mahir'in sana karşı tutumunu söylememiş olsaydın eğer... "

Hasan sözüne devam edemedi ama Firuze anlamıştı. Cihan'ı gerçek manada kaybederdi. Bunun düşüncesi bile kalbinin sıkışmasına yetiyordu. Nefesinin tıkadığını hissedince bir iki ciğerlerine derin nefesler çekti. Arabanın önüne gelmişlerdi. Hasan arabanın arka kapısını açıp Firuze'nin binmesini beklerken konuştu.

"Sen nasıl bizden önce buraya geldin Firuze?"

Firuze elleriyle oynarken cevap verdi.

"Siz hiçbir şey söylemeden çıkıp gidince aklım başımdan gitmişti. Son çare olarak Asgari konağını aradım."

Hasan duyduklarıyla şaşırıp telaşla araya girdi.

"Sen ne yaptım dedin! Bunu nasıl yaparsın Firuze? Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor musun!"

Firuze işittiği azarla başını ellerine indirip kısık çıkan sesiyle konuştu.

"Kızma ağabey. Merak etme kendimi farklı biri olarak tanıttım da öğrendim. Kimse bir şeyden şüphelenmedi."

Hasan onaylamazca başını sağa sola sallayıp:

"Cihan Beyim kendine geldiğinde canına okuyacak biliyorsun değil mi?" deyince Firuze gülerek :
"O yeterki kendisine gelsin de istediği kadar canıma okusun ağabey" dedi.

Hasan Firuze'nin, beye karşı olan hislerini az buçuk tahmin ediyordu ama bugün buna kendi gözleriyle şahit olmuştu. Bu deli kız gözünü iyice karartmıştı. Onun güzel kalbinin kırılmamasını umut etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Kızın hüzünle parıldayan yeşil harelerine abi sıcaklığıyla bakarken yanında duran adamlardan birini çağırıp Firuze'yi eve götürmesini istedi. Adam şoför koltuğuna binip arabayı çalıştırırken Hasan arka tarafın kapısını kapattı. Araba yavaş yavaş ilerlerken Hasan arkasından bir süre baktıktan sonra arkasını dönüp eve doğru yürüdü. Arkasından bir kaç adamda onu takip ediyordu. Peşinden gelen adamlara işaret parmağıyla evi gösterip konuştu.

"Evdeki hiçbir şeye elinizi sürmeyin. Cesetlerle ilgilenmeyeceğiz. Sadece Cihan Bey'ime ait ne varsa yok edin."

Adamlar bu emirle eve doğru ilerlerken Hasan telefonun melodisiyle durup ceketinin cebinden çıkardığı telefonu yanıtladı. Arayan gözcü korumlardan biriydi. Hasan çatılan kaşlarına engel olamayıp sordu.

"Bir sıkıntı mı var?"

Karşıdan telaşlı ses işitildi.

"Ağabey hemen oradan ayrılın! Şehzat Asgari geliyor!"

Hasan duyduğu isimle sertçe yutkunduktan sonra telefonu kapatıp eve doğru koştu. Kapının önüne geldiğinde içerideki adamlarına seslendi.

"Hemen gidiyoruz buradan. Şehzat Asgari geliyor!"

Adamlarda duydukları isimle hızla ellerindeki işleri bırakıp arabaya doğru koşan Hasan'ı ardından koşarak evi terk ettiler. Üç siyah jip hızla uzaklaşırken diledikleri tek şey Şehzat Asgari'ye yakalanmamaktı.

💦

Adam beynini yiyip bitiren kurtlardan kurtulamadığı her an gazı bir az daha körüklüyordu. İçi hiç rahat değildi. Hissediyordu bu gece hiç hoşuna gitmeyecek şeyler yaşanmıştı ya da yaşanacaktı. Boğulacakmış gibi hissettiğinde arabanın camını sonuna kadar açıp nefeslenmeye çalıştı. Yan koltuğa attığı telefonu eline alıp Şehsuvar'ı altıncı defa aradı. Uzun uzun çalan telefon yine yanıtlanmayınca elini öfkeyle direksiyona geçirdi. Söylenmeden edemiyordu. Bu iki aptal adam yüzünden deli olup çıkacaktı. Ne Cihan telefonunu açıyordu ne de Şehsuvar. Karşı karşıya geldiler mi? Birbirlerine silah çektiler mi? Düşünmeden edemiyordu. Kan dökülürse ne yapacaktı? Bu düşünceler onu çıldırtma eşiğine kadar götürürken telefonun melodisiyle heyecanlanıp arayana baktı. Gördüğü isimle burukça gülümseyip telefonu yanıtladı. Arayan ne Şehsuvardı ne de Cihan. Kalbinin sultanı Hümeyraydı.

"Ne oldu Türkmen kızı? Bir sorun yok değil mi?"

Hümeyra hüzünlü ses tonuyla ona cevap verdi.

"Hazel uyandı ama doktor hamile olduğunu söyleyince içine kapandı. Kimseyle konuşmuyor."

Şehzat sıkıntıyla iç çekip aceleyle konuştu.

"Hümeyra şu anda daha ciddi problemlerimiz var güzelim. Bir süre Hazel'i kendi haline bıraksak iyi olur. Kadın belliki şoka girmiş."

Hümeyra, Şehzat'ın ciddi problemden kastının ne olduğunu merak etmişti.

"Ciddi problemden kastın ne Şehzat?"

Şehzat Şehsuvar'ın kaldığı evin görünmesiyle aceleyle konuştu.

"Sonra anlatırım Hümeyra şimdi kapatmam lazım."

Hümeyra'nın konuşmasını beklemeden telefonu kapattı. Evin önüne geldiğinde hızla arabayı park edip indi. İçi kasvetle dolmuştu. Huzursuz gözlerle etrafı kolaçan ederken belindeki silahı eline alıp yavaş adımlarla eve yaklaştı. Hiç ses soluk yoktu. Gözlerini şimdi de evin yanan ışıklarına çevirdi. Eve yaklaştığı her bir adımda huzursuzluğu iyice artarken ardına kadar açık kapının görüş açısına girmesiyle adımları olduğu yerde çakılı kaldı. Elindeki silahı sıkarken derin bir nefes alıp kendisini cesaretlendirdi ve adımlarını atmaya devam etti. Kapının önündeki merdivenleri ağır adımlarla çıkıp tam kapının önüne geldi. İçeri baktığında ise gördüğü manzarayla soluğu kesildi. Yerde kanlar içerisinde yatan iki bedenle tüm zerresi titrerken şiddetli çarpan kalbinin üzerine elini götürüp, gözlerini saniyelik kapatıp açtı. Titreyen bacaklarına hakim olup yerde yatan iki adama yaklaştığında gördüğü yüzle elindeki silah kayıp tok bir ses çıkartarak yere düştü. Solmuş yüzüyle kanlar içerinde yatan kardeşine inanamayan gözlerle bakarken dolan gözlerini kırpıştırıp ona yaklaştı ve hemen yanına dizlerinin üzerine çöktü. Elini kardeşinin boynuna götürüp nabzını kontrol ettiğinde dünyası başına yıkılmıştı. Kardeşi Şehsuvar ölmüştü. Bu gerçek beyninde dönüp durdukça yaşadığı şok artıyordu. Her zaman çalışan kurnaz aklı bu sefer durma noktasına gelmişti. Kendinin bile zor duyduğu sesi sessizliği yarıp geçti.

"Şehsuvar!"

Cansız beden yerde sere serpe yatarken ona cevap verecek kimse yoktu. Gözleri bu seferde hemen yan tarafta yatan bedene kaydı. Gördüğü yabancı yüzle kaşlarını çatabildiği kadar çatıp ayaklarının üzerinde doğrulup sendeleyen adımlarla ilerledi. Kardeşini bu it mi öldürmüştü? Peki Cihan neredeydi? Burada neler dönüyordu? Şehzat yaşadığı şoku yavaş yavaş atlattıkça sorular sormaya başlamıştı. Bu adam Cihan'ın adamı mıydı? Peki o neredeydi şimdi? Şehzat sorularına cevap bulamadığı her an çileden çıkarken gözleri sürekli hareketsiz yatan kardeşine kayıp duruyordu. Burnunun direği sızlarken kendisine kızıyordu. Cihan'ı yalnız bırakmamalıydı. Kardeşine zarar vereceğini bile bile onu durdurmamıştı. Şimdi ise pişmanlıkla yanıp tutuşmasının hiçbir faydası yoktu. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Kardeşinin cansız bedenini buradan götürmeliydi. Peki nereye götürecekti. Eve götürüp annesinin ayaklarının dibine mi koyacaktı oğlunun buz kesmiş bedenini? Bu düşünceyle sol gözünden yanağına bir gözyaşı düştü. Annesi evlat acısına dayanamazdı.

Derin bir nefes alıp bu düşünceleri kafasından kovdu ve az önce yere düşen silahını beline takıp kardeşini sırtlandı. Yapacak başka bir şey yoktu. Onun cenaze işlemlerini yapması gerekiyordu. Hala kardeşinin öldüğüne inanamıyordu ama gerçek sırtına bir ağırlık olarak binmişken aksini iddia edemiyordu. Sırtındaki ağırlıkla yavaş adımlarla evden çıktı. Merdivenleri teker teker inip arabasına yaklaştı ve arabanın arka kapısını açıp kardeşini koltuğa yatırdı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlamamak için dişlerini sıktı. Acısnın tarifi yoktu. Kardeşinin üzerine eğilip dağılmış saçlarını şefkatle sevip öptü. Hayattayken yapmadığını o öldüğünde yapmıştı ama bunun için geç kaldığının farkındaydı. Kardeşini koruyamamıştı. Onun sonunu yine kardeşi bildiği bir başka adam getirmişti. Şehzat bu gerçekle öfkeyle yumruk yaptığı elini arabasına sertçe vurdu. Kardeşinin intikamını almak için Cihan'ı öldürmek zorunda kalmak canını sıkıyordu. Ama onu uyarmıştı. Eğer bir hata yaparsa sonuçlarına katlanması gerektiğini ona öncesinde söylemişti. Cihan buna rağmen onun sözünü çipnemiş kendi bildiğini okumuştu. Şimdi ise sonuçlarına katlanacaktı. Aralarına bir kere kan girmiş kardeşliğin bir hükmü kalmamıştı.

Arabanın arka kapısını kapatıp şoför kapısını açtı ve bindi. Telefonunu eline alıp adamı Cemşit'i aradı. Açılan telefonla onun konuşmasını beklemeden soğuk sesiyle talimatlarını sıraladı.

"Beni iyi dinle Cemşit! Cenazemiz var. Şehsuvar'ı kaybettik."

Bunu söylemek Şehzat için çok zordu ama kendini zorlayarak devam etti. Metanetli olmalıydı.

"Şehsuvar'ın kaldığı eve adam yolla. Orada bir ceset var. Onu kaldırsınlar evi de iyice temizlesinler!"

Cemşit beyinin emirlerini dinledikten sonra ne diyeceğini bilemeyerek konuştu.

"Şehsuvar Beyim öldü mü dedin beyim? Bu nasıl oldu?"

Şehzat kimsenin şokunu çekecek değildi. Acısı yeterince kalbini darmadığın ediyordu. Öfkesine hakim olamayarak bağırdı.

"Sözlerimi ikilettirme Cemşit! Ne duyduysan o! Şimdi sana ne diyorsam onu yap! Ha bu arada bana Cihan'ı bul! Yer yarılıp içine girse dahi onu bana bul Cemşit! Ona soracak büyük bir hesabım var."

Cemşit bir şok daha geçiriyor olmalı ki bir süre sustuktan sonra aceleyle konuştu.

"Sen nasıl emir buyurursan beyim."

Şehzat telefonu Cemşit'in yüzüne kapatıp arabayı çalıştırdı ve evin önünden ayrıldı. Arka koltukta yatan kardeşine gözleri sürekli değiyor bu olanların bir kabus olmasını diliyordu. Onu ağabeyi olarak koruyamamıştı. Bunun pişmanlığını ömür boyu kalbinde yaşayacaktı.
O bu gece iki kardeşini de kaybetmişti.

Bölüm sonu

Bölüm nasıldı?

Şehzat olayı tam manasıyla bilmediği için Şehsuvar'ın katilini Cihan zannediyor. Oysaki Cihan'da ölüm kalım savaşı veriyor.

Peki asıl noktaya geleyim. Firuze'nin Cihan'ı kurtarmasını bekliyor muydunuz? Eğer o yetişmeseydi Cihan gerçekten ölmüştü.

Şimdilik benden bu kadar. Gelecek bölümde görüşmek üzere.

OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN tamam mı canım okurlarım😘

Loading...
0%