@sedefyyy5252
|
Bölüm geldii.
Yasın rengiydi siyah. Ölümün rengi, sonun habercisiydi. Hüzün demekti siyah. Kalbe çöreklenen acının rengiydi. Ölüm uğramıştı Asgari hanesine. Herkes siyahlara bürünmüş acı kayıplarının yasını tutuyorlardı. Bu kara günde bu haneden bir cenaze çıkacaktı. Duygular karışıktı. Bir köşede oğlunun ölüm haberini alan acılı bir anne, bir köşede ise kurtulmak için yanıp tutuşan ama kocasına aşık, onun ölümüyle sarsılan bir kadın oturuyordu. Onun hemen yanı başında ise ablası Hümeyra duygusuz gözlerle feryat figan eden Cavidan Asgari’yi izliyordu. Hayat ne garipti. İnsanoğlu bir gün vardı diğer gün ise hiç var olmamışçasına yok olup gidiyordu. Dün nefret kustukları Şehsuvar şimdi yaşamıyordu. Hümeyra hala onun ölmüş olduğu gerçeğine inanmakta güçlük çekiyordu. Onun cesedini görmek bile onu tatmin etmemişti. Bir an için ölenin Şehsuvar değil de Şehzat olduğunu düşündüğünde içinde tarifi imkânsız ama bir o kadar can sıkıcı rahatsızlık hissi belirmişti. Şehsuvar’ın ölümüne üzüldüğünü söylerse yalan olurdu. Kardeşine yaptıklarından sonra ona karşı merhamet hissi duyumsayamaz olmuştu. Belki ölümüyle kardeşi huzura erebilirdi lakin varlığını daha yeni öğrendiği ve daha sindiremediği karnındaki bebeği varken bu mümkün olur muydu bilmiyordu. Üstelik bir de bebeğinin olacağını öğrendiği gece kocasının ölümüyle yüzleşmişti. Hümeyra bu durumun onun için ne kadar yıkıcı bir durum olduğunu görüyor ve kardeşinin perişan halini gördükçe kahroluyordu. Onu teselli etmeye çalışıyordu ama nafileydi. Ne gözlerinden durmadan akan gözyaşlarını durdurabilmeyi başarmıştı ne de ağzından bir kelam çıkartmayı. Hamile olduğunu öğrendikten sonra susmuş Şehsuvar’ın ölümüyle de iyice kendi içine kapanmıştı. Hümeyra endişelenmekten kedisini alamıyordu. Bir çare bulmak zorundaydı ama ne? O kendi iç dünyasına dalmışken malikaneye siyah kıyafetlere bürünmüş kadınlar giriyor ve kendilerine baş sağlığı diliyorlardı. Cavidan Asgari oğlunun acısını kalbinin en derinlerinde hissederken onun çerçeveli fotoğrafını göğsüne yaslamış ileri geri sallanarak ağlıyordu. Gelen kadınlar ilk onun yanına gidip baş sağlığı dilerken o başını hafifçe sallayıp taziyeleri kabul ediyordu. Şehzat kucağında oğlunun cesedini çiftliğe getirdiğinde fazlasıyla sarsılmış dünyası başına yıkılmıştı. Küçük oğlu buz tutmuş bedeniyle karşısında dururken eli ayağı titremiş sinir krizleri geçirmişti. Şimdi ise aldığı sakinleştiricilerle ayakta durabiliyordu. Acısı öyle büyüktü ki oğlunun canına kimin kıydığını sormaya bile mecali yoktu. Asgari malikanesinde durum buydu. Hanzadelerin tarafında ise pek de farklı bir durum söz konusu değildi. Onlar bir kayıp vermiş sayılmazlardı ama her an aynı acıyı yaşayabilecek durumdalardı. Cihan’ın durumu hiç iç açıcı değildi. Aldığı bıçak yaraları ve kaybettiği kanlar onun durumunu kötüye götürmüştü. Adamları onu hastaneye götürememiş güvenli bir eve götürüp oraya doktorları getirmişlerdi. Cihan’ın hayati tehlikesi ortadayken yine de onu hastaneye götürmeyi tehlikeli bulmuşlardı. Şehzat Asgari’nin çoktan onun peşine düştüğünü tahmin edebiliyorlardı. Hasan, beyinin başından bir an olsun ayrılmadan onun durumunu takip ediyor doktorlara bir an olsun rahat bırakmıyordu. Aynı zamanda da sürekli kendisini arayıp Cihan Beyin durumunu soran Firuze’yi haberdar etmekle uğraşıyordu. Onu sakinleştirmesi kolay olmuyordu ve bu Hasan’ı yormaya başlamıştı. Zaten büyük stres altındaydı bir de Firuze çıkmıştı başına. Onun aramalarına cevap vermeyebilirdi ama nasıl gözü kara bir kız olduğunu biliyordu. Buna gözleriyle şahit olmuştu. Haber alamazsa ne yapar ne eder yerlerini bulup yanlarına gelirdi. “Ne oldu yine Firuze? Daha önceki konuşmamamızın üzerinden iki saat geçmedi be kızım!” Telefonun diğer ucundan Firuze’nin ağlamaktan kısılan öfkeli sesini işitince kaşlarını çatmadan edemedi. “Eğer beni de yanınıza aldırsaydın sürekli arayıp da seni rahatsız etmezdim Hasan ağabey!” Hasan uzun bir oflayıştan sonra hayatı tehlikesi devam eden beyine üzgün gözlerle bakıp konuştu. “Burada olup da ne yapacaksın sanki Firuze! Hem bizim sana konakta ihtiyacımız var. Eğer Asgariler konağı basarsa Peyker Hanım’ın yanında olup ona destek çık diye oradasın.” Telefonun diğer tarafından önce bir iç çekiş sonra ise durgun bir ses işitildi. “Cihan Bey’in durumu hala aynı mı? Peyker anne sürekli onu sorup duruyor. Daha ne kadar ondan her şeyi gizleyebiliriz ki. Başkasından öğrenmesindense bizden öğrenmesi iyi olmaz mı?” Hasan Firuze’nin bu sözlerini mantıklı bulmuştu ama ya gerçekler Peyker Hanım’a ağır gelirde kalbi kaldıramazsa diye de düşünmüyor değildi. Bu konuyu enine boyuna düşünmek lazımdı. Haliyle gerçeği bir süre daha gizleyeceklerdi. “Bir süre daha gizleyelim Firuze.” Hasan bir süre susup yatakta yatan adama tekrar baktı ve sözlerine devam etti. “Cihan Beyim de iyi olacak inşallah. Sen dua etmeye devam et.” Firuze yorgun bir iç çekişten sonra konuştu. “İnşallah iyi olacak ağabey. Ben bir an olsun dua etmeyi bırakmıyorum. Bir gelişme olursa beni haberdar etmeyi unutma ne olursun.” Hasan Firuze’nin görmeyeceğini bilse de kafasını salladı. “Saat başı aradığın için haberdar etmemem mümkün mü sence Firuze? Bir durum olursa ben ararım. Eğer aramıyorsam herhangi bir gelişme yok demektir tamam mı kardeşim?” Firuze kendisine sitem eden adamla gülüşüne engel olamadı. Adamı bunalttığı doğruydu ama ne yapsındı. Aklını kaybetmemek için sürekli arayıp duruyordu işte. “Söz veremem ama aramalarımı azaltmaya çalışacağım.” Hasan deli kız deyip telefonu Firuze’nin yüzüne kapattı. Hiç söz dinleme huyu yoktu. Cihan Bey’i neden çıldırttığı belliydi. Çocukluluklarından beri birbirleriyle didişip dururlardı. Bu sebeple onun Cihan Bey’e bağlılığını yadırgamıyordu aksine ona bu konuda yardımcı olmaya çalışıyordu. Burada da durumlar böyleydi. Hafsa ve Asil cephesinde ise işler biraz karışıktı. Civanmert ikisine de göz açtırmıyordu. Asil Cihan’ı arar hale gelmişti. Bütün işleri ona ve Hafsa’ya yaptıran Civanmert’e içten içe kinleniyordu. Sürekli emir vermesinden sıkılmıştı. Şimdi de akşam yemeği için patates soyuyordu. Daha doğrusu soymaya çalışıyordu çünkü elinde eğrelti duran bıçak incecik soyması gerekirken patatesin yarsını mundar ediyordu. Hafsa da amcasının ölüm haberini aldıktan sonra ağlamakla meşgul olduğu için kendisine yardım etmiyordu. Zaten Asil’in canı bu duruma da ayrı bir sıkılıyordu. Kızın ağlamaktan gözünde yaş kalmamıştı. Civanmert hanzosu ise amcasının ölüm haberini aldıktan sonra yerine sığamamış kendisini dağa taşa atmıştı. Durum o kadar ciddiydi ki Civanmert kardeşini Asil ile baş başa bırakmayı dahi sorun etmemişti. Asil elindeki canı çıkmış patatesi kabuklarını soyduğu kabın içine atıp sinirle oturduğu koltuktan kalktı. Düştüğü durum kendisine hakaretten başka bir şey değildi. Kafa dinlemek için geldiği kendi mülkünde hizmetçi gibi çalıştırılıyordu. Babaannesi onun bu halini görse yüzüne tükürürdü. Bir hışımla kulübeden çıkıp merdivenlerin üzerinde oturan Hafsa’ya doğru ilerledi. Aynı zamanda da söylenmeyi eksik etmiyordu. “Yeter artık ya! Beni iyice hizmetçiniz ettiniz. Kulübeyi temizle Asil! Yemek yap Asil! Siz benim kim olduğumu unuttunuz iyice. Ben Berdanların varisi Asil Berdan’ım! Onlar kadar şirret değilim diye …” Asil Hafsa’nın yanına geldiğinde onun kızarmış gözlerini görüp söylenmeyi kesti. Kızın neredeyse ağlamaktan canı çıkmak üzereydi. Asil surat ifadesini yumuşatmaya çalışıp Hafsa’nın yanındaki boşluğa oturdu. “Neden kendini bu kadar yıpratıyorsun? Şu haline bir bak Hafsa! Ağlamaktan için dışına çıkacak.” Hafsa sol gözünden akan gözyaşını eliyle silip yutkundu. Söylemesi kolaydı ama yapması zordu. “Açıkçası amcandan pek hazzetmezdim ama ölmesine bende üzüldüm. Fakat ağlayarak ona bir faydan dokunmaz. Kendini harap etmekten başka bir işe yaramaz.” Hafsa kafasını sağa sola sallayıp ağlamaktan kısılan sesiyle konuştu. “Elimde değil, kendimi durduramıyorum." Asil söyleyecek söz bulamadı. Söz konusu ölüm olunca dil lal kesiliyordu. Ne derse desin Hafsa’yı teselli edemeyeceğini anlayarak işi şakaya vurdu. “Sen şimdi burada ağladığın için akşam yemeği hazır olmayacak. Ağabeyin de ikimizin canına okuyacak.” Hafsa dudaklarından kaçan kıkırtıya engel olamayıp Asil’in gözlerine baktı. “Ağabeyimden bu kadar çok mu korkuyorsun?” Asil bu soruyla daha neler dercesine burnundan nefes verip ayağa kalktı. “Ben senin o ayıboğan ağabeyinden korkacağım öyle mi? Daha neler!” Asil’in kendisinin bile inanarak söylemediği sözlerine Hafsa kıkırdarken cevap veren başka bir ses oldu. “Eğer akşam yemeği hazır edilmemişse o ayıboğan birazdan asil boğan olacak haberi yok bey oğlunun!” Asil inceden aldığı tehditle sertçe yutkunurken arkasında beliren Civanmert’in varlığıyla ona bakmadan kulübeye yürüdü. “Ocakta yemek mi vardı sanki. Ha Hafsa?” Hafsa ve Civanmert hızlı adımlarla kaçan Asil’in arkasından gülerken birbirlerine hüzün dolu bakışlarla baktılar. Civanmert ağladığı her halinden belli olan kardeşine yaklaşıp daha on altı yaşında olmasına rağmen formunda olan kollarını onun narin bedenine doladı. Amcalarının ölümü ikisini de yıkmıştı ama hiç şüphesiz en çok etkilenen dışarıya belli etmese de Civanmert olmuştu. O babasından sonra en çok sevdiği insanı kaybetmenin acısını yaşıyordu. Hafsa ağabeyinin sarılışına karşılık vermişti ama düşünmeden edemiyordu. Aylar öncesine kadar ağabeyi yüzüne bakmazken şimdi sarılıyor olmaları ne kadar da garipti. Hayatları o kadar hızlı ilerliyordu ki yetişmek mümkün değildi. Ağabeyinin sıcaklığından yavaşça uzaklaşıp çekingen gözlerle onun gözlerine baktı. "Asil'in üzerine fazla gitmiyor musun ağabey? O ailede kalbi temiz olan bir tek o. Bana yardım etmeseydi şimdi kimbilir ne halde olurdum." Civanmert düz bakışlarını etrafta gezdirirken kardeşinin sözlerini düşündü. Haklı olabilirdi ama ağabeylik damarı tutmuştu bir kere. Hem Asil'in yerinde Berdanlardan başka biri olsaydı bu kadar yumuşak davranmazdı. "Hiçbir şey yapmıyorum ki Hafsa. Onun yerinde başkası olsaydı canını farklı yollardan yakardım. Sen onu düşünme." Hafsa bu sözler üzerine bir şey söylemeyip sadece kafasıyla onaylamakla yetindi. İkisi beraber kulübeye doğru yürürken içeriden gelen söylenmelere gülerek karşılık verdiler. Asil hala söylenmeye devam ediyordu. 💦 Asgari konağında misafirler taziyelerde bulunmuş ve gitmişlerdi. Ev halkı sonunda baş başa kalmış kendi iç muhasebelerine çekilmişlerdi. Şehzat annesinin daha fazla ayakta duramayacağını anlamış Esma'ya onu odasına götürmesi için emir vermişti. Şimdi de büyük salonda şöminenin önündeki koltukta oturuyor alevlerin dansını izlerken kardeşini ve Cihan'ı düşünüyordu. Aralarındaki çekişmenin böyle sonuçlanacağını biliyordu ve şimdi bu gerçekle acı bir şekilde yüzleşiyordu. Kardeşini toprağa vermişti Cihan'dan ise haber yoktu. Bir anda ortadan kaybolmuş izini kaybettirmişti. Şehzat her yerde onu arıyordu. Bütün adamlarını İran'ın her bir köşesine salmış Cihan'ı bulmalarını bekliyordu. Onu bulduğunda ne yapacağını ise düşünmek istemiyordu. Aslında yapılacak tek bir şey vardı o da kısastı ama kardeşi bildiği Cihan'ı öldürebilirmiydi bilmiyordu. İlk defa kendisini bu kadar kafası karışmış görüyordu. Sıkıntıyla ellerini yüzüne kapatıp iç çekti. Düşünmek yorucuydu. Çözüm bulamamak ise ölümden beterdi. Şimdiye kadar çoktan Cihan'ın konağını basması gerkiyordu ama bunu sonraya erteleyip durmuştu. Düşmanlarının diline düşmemek için bunu yapmak zorundaydı. Asgari ailesinin itibarının zedelenmesine izin veremezdi. Sıcak bedenini ele geçirirken yanı başında beliren bedenle ellerini yüzünden çekip gelen kişiye baktı. Kendisine yemek tepsisini elinde tutarak bakan karısına şaşkın gözlerle bakarken Hümeyra tepsiyi ona uzatıp konuştu "Uzun süredir ağzına lokma almadın Şehzat. Bir şeyler ye istersen." Şehzat daldın gözlerle karısının yüzünü en ince ayrıntısına kadar izlerken buruk bir gülümsemeyle ona cavap verdi. "İçim almıyor Hümeyra. Aç hissetmiyorum kendimi." Hümeyra onu tasvip etmeyen bakışlarla bakarken önünden geçip, şöminenin önüne koyulan minderlerden birinin üzerine elindeki tepsiyi koydu ve kendisi de diğer minderin üzerine oturup kocasına baktı. Neden burada olduğunu, neden Şehzat'a yemek getirdiğini düşünüyor ama cevap bu sorulara bir cevap veremiyordu. Aklına düşmüş ve yapmıştı. "Daha ne kadar yemek yemeden durabilirsin ki? Öyle olmaz kalk hadi bir kaç lokma da olsa ye." Şehzat ilk defa kendisine karşı karısının bu düşünceli halini görüyor olmanın şaşkınlığını yaşarken mutlu olmadan edemedi. Hümeyra'nın güzel kalpli bir kadın olduğunu biliyordu. Onu korumacı bir kadın yapan kendisinden başkası değildi. Şehzat şimdilerde ne yaşıyorsa kendi hatalarının yansıması olduğunu biliyordu. Her ne kadar isteksiz de olsa oturduğu koltuktan kalktı. Uzun zamandır aç olmanın yansıması olarak gözleri hafiften karardı ama kendisini çabuk toplayıp Hümeyra'nın karşısındaki minderin üzerinde bağdaç kurdu. İkisinin tam ortasında içinde çeşit çeşit yemeklerlerin süslediği tepsi duruyordu. Hümeyra, Şehzat'ın dalgın gözlerle yemeklere bakmasıyla kendi önündeki kaşığı alıp önündeki pilava daldırdı. Lokmasını yuttuktan sonra hala yemeğini yemeyen Şehzat'a sıkıntıyla bakıp konuştu. "Çocuk gibi naz yapmada kaşığını eline al Şehzat. Yemeklere bakarak karnını doyuramazsın." Şehzat karısının sitemiyle dalgın gözlerini onun güzel gözlerine çevirip hüzünle konuştu. "İlk defa seninle, bizim için romantik sayılabilecek bir vaziyette yemek yeme imkanım oluyor. Onda da iştahım yok inanılır gibi değil. " Hümeyra onun bu sitemine gülmeden edemedi. Yas tutarken bile formundan düşmüyordu. "Ben de ilk defa seni böyle görüyorum. Benim tanıdığım Şehzat söz konusu sevdiği yemekler olduğunda hiçbir şey ona engel olamazdı." Şehzat kendini zorlayarak kaşığına uzanıp eline aldı. Bir kaç lokma yese iyi olacaktı. "Söz konusu ölüm olunca Hümeyra, hiçbir şeyin kıymeti kalmıyor." Hümeyra başını sallayıp onu onayladı. Evet söz konusu ölüm olunca üzerine konuşulacak bir şey de kalmıyordu. Şehzat'ın iç çekip konuşmasıyla kendi iç muhasebesini bir kenera atıp ona odaklandı. "Şehsuvar'ın öldüğüne hala inanamıyorum Hümeyra. Sanki her an şu kapıdan içeri girecekmiş gibi hissediyorum. Onu kanlar içinde yerde bulduğumda hayatımda ilk defa şuurumu kaybettiğimi hissettim." Hümeyra şerbet dolu bardağını eline alıp içerken gözlerini Şehzat'ın hüzünlü gözlerinden ayırmadı. Aklını kurcalayıp duran soruyu sormalı mıydı bilmiyordu. Bardağı tepsiye koyarken çekinerek sordu. "Bunu sormanın sırası mı bilmiyorum ama merak ediyorum Şehzat. Şehsuvar'ı kim neden öldürdü? Genellikle düşman edinen sen olursun. Şehsuvar kimsenin tavuğuna kış diyecek adam değildi. Senin ayak işlerini yapmaktan başka bir uğraşı yoktu. Tabi bir de kardeşimin canını yakmaktan başka... " Şehzat bu soruyla ciddileşerek çatık kaşlarla Hümeyra'nın gözlerine baktı. Karısı kendisinin bile cevabını tam olarak bilemediği bir soru sormuştu. O gece farklı işlerin döndüğünün farkındaydı ama ne olduğu hakkında en küçük fikri yoktu. Şehsuvar ölmüştü evet ama Cihan neredeydi? Evde yerde yatan diğer ölü adam kimin nesiydi? Ayrıca orada yaralanan bir kişi daha vardı. Bu çıkarıma Şehsuvar'ın hemen yanında biriken kan öbeğinden varmıştı. O kan Şehsuvar'ın değildi çünkü o düştüğü yerde son nefesini vermiş olmalıydı. Diğer adamın da olamazdı çünkü o, daha uzak mesafede yatıyordu. O gece tam olarak ne olmuştu? Şehzat bu sorunun cevabını alamadığı her an çıldıracakmış gibi hissediyordu. Derin düşüncelerinden çıkıp karısının sorusunu bildiği kadarıyla cevapladı. Hümeyra'ya Cihan'ın Hazel'i sevdiğini söylemenin zamanı gelmişti. Bunca olandan sonra zaten saklamasının imkanı yoktu. Hümeyra'ya tüm gerçekleri bir bir anlattı. Cihan'ın yıllardır Hazel'e karşı beslediği duygulardan bahsetti. En sonunda ise Hazel'in hastaneye kaldırıldığında Cihan'a onun hamile olduğunu söylediğini anlattı. Sonrası ise açıkça belliydi. Hırsını alamayan Cihan soluğu Şehsuvar'ın yanında almış ve o gece aralarında ölümcül bir kavga gerçekleşmişti. Hümeyra kendisine anlatılanlarla şoktan şoka girmiş ağzını açıp konuşacak mecal bulamamıştı. Gerçekler ağırdı. En ağırı ise bütün bunların Hazel'in farkında olmadan etrafında gerçekleşmesiydi. Hümeyra elini başına yaslayıp yorgun çıkan sesiyle konuştu. "Bütün bunlardan daha yeni haberim oluyor. Kardeşimin etrafında şekillenen gerçeklerden bir habermişim." Şehzat iyice tadı kaçmış bir şekilde şöminede yana ateşi izlerken konuştu. "Cihan'ı yıllardır dizginlemenin bir yolunu bulmuştum lakin son olanlardan sonra Şehsuvar'a iyice bilenmişti. Onu durduramadım ve kardeşim öldü." Hümeyra dalıp giden gözlerini kırpıştırıp yutkundu. "Şimdi ne olacak peki? Şehsuvar'ın intikamını almak için Hanzadeler'e karşı kan davası mı güdeceksin?" Şehzat bu soruya acı bir tebessümle karşılık verdi. "Cihan çok büyük bir hata yaptı. Onu çok uyardım ama dinlemedi. Yaptıklarının sonuçlarına katlanmalı." Hümeyra söyleyecek söz bulamadı. Hayatları çok normalmiş gibi şimdi de başlarına kan davası çıkmıştı. Bu işin sonu kim bilir nereye varacaktı. OY VE YORUM ATMAYI UNUTMAYIN 🥰 💦 Bölüm sonu 💦 Bölümü nasıl buldunuz? İnşAllah beğenirsiniz. Yorumlarda bölümün kritiğini yapmaya ne dersiniz? Bence çok güzel olur. Şehzat ile Hümeyra'yı özlemişim. Bana göre bu ikisinin ayrı bir çekim gücü var. 🤭 Diğer bölümlerde görüşmek üzere Allah'a emanet olun. 🤍
|
0% |