Yeni Üyelik
17.
Bölüm

🧡Bedenlere Tutsak 17 🧡

@sedefyyy5252

​Ataş ekle kutucuğuna basmayı unutmayın lütfen. ​​

Oy ve yorum atmayı unutmayın lütfen. 🤗
Eğer beni takip etmiyorsanız, takip eder misiniz? 🤗


✨✨✨


Bir gün daha devir teslimi yapmış, güneş yerini karanlığa teslim etmişti. Ay ve yıldızlar insanların yoldaşı olmuş, onlara muhteşem bir gökyüzü sunuyorlardı. Hümeyra ve Hafsa, balkona koydukları sandalyelere oturmuş bu görsel şöleni izliyorlardı. İkisi de özgürlüğün tadını çıkarıyordu. Hafsa, annesinin kolunda başı yaşlı, gökyüzünü izlerken derin sessizliği bozarak konuştu.

"Ne kadar güzel bir gece, öyle değil mi anne?"

Hümeyra, kızının saçlarını okşarken gülümsedi ve ona cevap verdi.

"Öyle kızım. Güzelden öte muhteşem. İran'da yıldızlar daha belirgindi ama gözüme hiç bu kadar güzel görünmezlerdi."

Hafsa, annesinin neden böyle düşündüğünü gayet iyi biliyordu. İran'da Şehzat Asgari varken, insan pek de dünyaya güzel ve anlamlı bakamıyordu. Şimdi ise o, yanlarında yoktu ve hayat onlar için daha anlamlı ve yaşanılasıydı.

İkisi kendilerini huzurun kollarına bırakırken aşağı evin dış kapısı açılmış ve dışarıya Oğuzhan çıkmıştı. Güzel, ferah havayı içine çektikten sonra çardağa geçti ve rahat yayılarak oturdu. Evde canı çok sıkılmıştı. Annesiyle arası iyi olmadığı için onu görmek de kendisine iyi gelmiyordu. Onu her gördüğünde aklına karısı Nergis'in gelmesini engelleyemiyordu. Gözlerini sıkıntıyla kovaladı ve etrafı süzdü. Üst katın balkonuna bakmıştım ki orada anne kızın varlığını fark etti. Bir an onlara, selam verip vermemek arasında kalmıştı. Bu birdenbire gelen çekingenlik de neyin nesiydi. Üzerindeki bu garip duyguyu geri plana atıp Hafsa'ya seslendi.

"Şşşt Hafsa!"

Hafsa bir an kendisine seslenildiğini hissedip etrafına bakındı ama kimseyi görmedi. Oğuzhan, onun kendisini fark etmesiyle kendi kendine söyledikten sonra bu sefer daha sesli bir tonda seslendi.

"Buradayım, burada. Çardağa baksana kızım!"

Hafsa bu sefer onu duymuş ve başını kaldırıp çardağa bakınmıştı. Oğuzhan abisini görmesiyle gülümseyip ona el salladı. Annesi, gökyüzünü izlemeye daldığı için ikisinin konuştuğunu çok sonradan anlamış ve odağını onlara çevirmişti. Oğuzhan, Hümeyra'nın kendisine baktığını anlayınca oturuşunu biraz düzeltti ve öyle konuşmaya devam etti. Kendinden küçüklerin karşısında rahat oturabilirdi ama yaşıtı yahut ta kendisinden büyük insanların karşısında, edepli oturmak onun için esnetilemez bir kural haline gelmişti. Hümeyra'ya baş selamı verdikten sonra:

"Hayırlı akşamlar Hümeyra. Rahatsız etmedim inşallah?" dedi.

Hümeyra yüzüne samimi bir gülümseme kondurup konuştu.

"Estağfurullah, ne rahatsızlığı. Sana da hayırlı akşamlar."

Oğuzhan teşekkür edip cam sıkıntısından onlarla sohbet etmeye başladı.

"Küçük hanım, yarın okul tatil değil mi?"

Hafsa tebessüm etti ve:

"Evet Oğuzhan abi, tatil. Neden sordun?" diye sordu.

Oğuzhan ayağa kalkıp merdivenlere doğru yaklaştı ama çıkma girişiminde bulunmadı.

"Eğer annen de kabul ederse yarın size Ankara'yı gezdireyim diyorum. Hem alışveriş merkezine gider, eksikleriniz varsa almış olursunuz."

Hafsa annesine, kabul etmesi için hevesli gözlerle baktı ama annesinin ağzından onun istediği sözcüklerin tam tersi çıkmıştı.

"Teklifin için teşekkürler ama kabul etmesek daha iyi olur. Annen bizden yeterince hazzetmiyor zaten. Daha fazla onun tepkisini çekecek bir harekette bulunmayalım. Bize yeterince yardımcı oldun bunun için, çok teşekkür ederiz."

Oğuzhan bu sözlerle fazlasıyla bozulmuş ve sinirlenmişti. Dilini tutamayıp düşüncelerini söyledi.

"Bir şey diyeyim de sürekli annemi bahane edip durmana gerek yok. Benimle bir yere gitmek veya herhangi bir şey yapmak sana rahatsızlık veriyorsa, bunu açıkça söyle de bileyim Hümeyra!"

Hümeyra, bu sitem karşısında yanlış anlaşıldığını ifade etmek için dudaklarını hareket ettirecekti ki Oğuzhan, onu dinlemeyi tercih etmemiş ve kırılan kalbiyle eve girmişti. Hümeyra, söylediği sözlerin pişmanlığını yaşıyordu ama haklıydı. Adamın annesi en ufak bir açıklarını gözlerken yapacağı her harekete dikkat etmek zorundaydı. Netice de sorumluluğu altında bir genç kızı vardı. Her hareketinde onun geleceğini düşünmek, onun annelik vazifesiydi. Tabi Oğuzhan, onu çok yanlış anlamıştı orası ayrı bir sorundu. Yüzünü sıkıntıyla sıvazlayıp kızına döndü. Onun gözlerindeki hayal kırıklığını ve kırgınlığını görmek sıkılan canını daha fazla daraltmıştı. Hafsa annesine hiçbir kelam etmeyip eve girdi ve odasına girdi. Hümeyra, yine güzel bir anı mahvetmenin kızgınlığıyla oturduğu sandalyede kalktı ve eve girdi. Düşünmekten uyuyabileceğini zannetmiyordu ama deneyecekti. Odasına girmeden önce mutfağa girdi ve eline su bardağı alıp, su içti. İç rahatsızlığını da beraberine alıp yatak odasına girdi.

Gece herkes için çetin geçmişti. Her biri farklı bir özlemin pençesindeydi. Her biri ayrı pişmanlığın kavurucu ateşiyle imtihan ediliyordu. Bu ağır gecenin sonunda nasıl bir günün başlayacağı meçhuldü. Hepsi bambaşka umutlar içerisinde, geceye gözlerini yumdu ve ölümü andıran uykunun esiri oldu.

Her biri sabaha gözlerini açtığında, yeni bir günün heyecanı kalplerini sarmış ve onlara yaşama dair umutlar vermişti. Yeni gün tüm yenilikleri getirebilecek güce sahipti.
Güne ilk başlayan şüphesiz Hümeyra ve Hafsa olmuştu. Türkiye'ye geldiklerinden itibaren, kendilerine bir düzen kurmuşlar ve o düzen doğrultusunda hareket ediyorlardı. Her uykudan uyandıklarında önce sabah namazlarını eda ederler, sonra da birkaç sayfa Kur'an-ı Kerim olurlardı. Kalplerini huşuyla doyurduktan sonra, kahvaltılarını hazırlarlar ve acıkan karınlarını doyururlardı. Allah'ın onlara bahşettiği nimetleri yedikten sonra iş evi temizlemeye gelirdi. Hafsa okulda olmadığı zamanlarda annesine yardım eder, okulda olduğu zamanlarda ise tüm evin işi Hümeyra'ya kalırdı. Kendi hallerinde geçinip gidiyorlardı. Yanlarına aldıkları para onları uzun bir süre geçindirmeye yetecek kadar vardı. Bu sebeple geçim sıkıntısı yaşamıyorlardı. Arada sırada söylemesine rağmen Zehra Hanım evlerine misafir oluyordu. Diğer komşularla henüz bir ortama girmemişlerdi. Onların hayatı garip bir şekilde normal ilerlerken İran'da durumlar biraz karışmıştı. Şehzat saat dokuz civarlarında kalkmış, kahvaltısını yapıp at binmeye gitmişti. Dünden beri garip bir şekilde keyifliydi. Karısını ve kızını bulduğu için değildi bu keyfi. Sebebi çok farklıydı. Tamamen siyah renkli yaratılmış asil atın üzerinde, rüzgâra karşı koyuyordu. Onun sinir ve stresini atmasını sağlayan yegâne ilaç buydu. Atın üzerindeyken ne karısını ve kızını ne de Leyla'yı düşünüyordu. Düşündüğü tek şey hiçbir şey düşünmek istemeyişiydi. Gözlerini kapatıp yüzüne çarpan serinliği kucakladı. Bu büyülü anı, yanına gelen Cihan bozmasaydı eğer, akşama kadar at üstünde rüzgarla savaşabilirdi.
Cihan'ın varlığıyla yumduğu kahve gözlerini açtı ve atın üzerinden ona dikti. Cihan, yüzünde garip bir ifadeyle konuşmaya başladı.

"Beyim, bildirmem gereken çok önemli bir husus var."

Şehzat tek kaşını kaldırıp, ona devam et dercesine baktı.

"Dün, Hüseyin Berdan'ın kızına gönderdiğimiz at..."

Şehzat onun cümlesine devam etmesini engelleyip müdahalede bulundu.

"Ahenk."

Cihan, patronunun ne demek istediğini anlamamıştı ve bu bakışlarına da yansımıştı. Şehzat sıkıntıyla nefes alıp:

"At demeyeceksin ona, onun adı Ahenk." deyip açıklamada bulundu.

Cihan, aldığı uyarıyla başını eğip:

"Emredersin beyim." dedi ve az önce bölünen cümlesine devam etti.

"Bugün Leyla Hanım Ahenk'e binerken Ahenk, asilik etmiş ve Leyla Hanım'ı üzerinden atmış. Kadın kafasını sert bir şekilde taşa çarpınca boynu kırılmış ve ölmüş. Berdan'ların evinde yas olduğu, İran'ın tüm ileri gelen ailelerine haber edilmiş."

Şehzat'ın duyduklarıyla dudaklarında sinsi bir gülüş belirmişti. Cihan, beyinin bu işte parmağının olduğunu öncesinden sezmiş olsa da şimdi daha da emin olmuştu. Bir cesaret ile dudaklarından şu soru firar etti.

"Beyim yoksa sen..."

Şehzat tekrar onun konuşmasına engel oldu ve keyifle dudaklarından şu zehirli sözcükler döküldü.

"Hümeyra'nın yerine göz koyanın sonu, yine Hümeyra'ya ait olandan gelir. O kadın, kadınımın yerine geçmek isteyerek ölümü çağırdı."

Cihan, bu sözlerle adeta küçük dilini yutmuştu. Beyini iyi tanırdı lakin bu kadar ileri gidebileceğini asla tahmin edemezdi. O şeytana pabucunu ters giydirirdi. Şehzat onun şaşkın gözlerine sırıttıktan sonra, aklındaki o soruyu sordu.

"Hüseyin Berdan, kızının ölümünden beni sorumlu tutuyor muymuş?"

"Henüz bununla alakalı kulağıma bir haber gelmedi beyim. Yalnız Ahenk'i vurduracağını duydum."

Şehzat bu duyduğuyla öfkeyle atından inip Cihan'ın yakalarına yapıştı.

"Eğer Ahenk'i öldürürse Hüseyin Berdan'ı yaşatmam. Şimdi derhal git Ahenk'i bana getir. İster güzellikle al ister zorla. Ahenk'i çiftliğimde istiyorum."

Cihan aldığı emri nasıl yerine getireceğini endişeyle düşünüyordu. Hüseyin Berdan imkânı yok Ahenk'i ona vermezdi. Eğer ondan alamazsa da Şehzat Bey'i canına okurdu. Çaresizlik bedenini baştan aşağıya kuşatmış canını alırcasına ruhunu sıkıştırıyordu. Beyinin sert, kemikli elleri yakalarından düşünce onun gözlerine bakmadan arkasını döndü ve imkansızı başarmaya gitti.

Şehzat, uzaklaşan adamının arkasından bakarken cebinde titreyen telefonla odağını ona yöneltti. Cebindeki siyah telefonu çıkarıp arayan kişiye bakınca Hümeyra ve Hafsa'nın peşine taktığı adamının aradığını gördü. Heyecanlanarak telefonu cevapladı ve kulağına yaklaştırdı.

"Alo bir gelişme mi var?"

Telefonun diğer ucundaki adam heyecanlı çıkan sesini yatıştırma gereksiniminde bulunmayıp konuştu.

"Beyim, Hümeyra Hanım ve kızınızın Suriye'den Türkiye'ye geçtiğini kesin olarak teyit ettik. Hümeyra Hanım'ım Türkiye'ye gitmeden önce Suriye'de Ahmed adında yaşlı bir adamın evinde kalmış oradan ise bir şekilde Türkiye'ye geçmiş; lakin nasıl geçtiğine dair elimizde bir bilgi yok."

Şehzat peş peşe aldığı haberlerin mutluluğuyla sırıtarak adamını dinlemişti. Tebessüm dudaklarında yer etmişçesine duruyordu. Kuruyan dudaklarını ıslatıp konuştu.

"Derhal Ahmed denen adamın evine gidin. Hümeyra'nın ve Hafsa'nın Türkiye'ye nasıl geçtiklerini ancak o yaşlı adam biliyordur. Elbette Türkiye'de nerede kaldığını da..."

Adamı, emri almış ve telefonu kapatmıştı. Şehzat'ın keyfine diyecek yoktu. Dudaklarında bir ıslık tutturup siyah kuzguni atına tekrar bindi ve rüzgâra karşı olan savaşına hız kesmeden devam etti. Zafer gülümsemesi hala dudaklarındaki yerini koruyordu. Onun keyfine diyecek yokken Asgari malikanesinde Şehsuvar, karısının durmadan ağrıyan başıyla dertlenip duruyordu. Hüseyin Berdan'ın evlerine geldiğinden beri ağrısı kesilmemiş aksine artıp durmuştu. Şehsuvar, Esma'dan ilaç istemiş, Hazel'de içmişti ama pek bir faydasını gördüğü söylenemezdi. Kocasına sızlanmak için kuruyan dudaklarını ıslattı.

"Başım çatlıyor Şehsuvar. Bu nasıl bir ağrıdır böyle. Ne gözümü açmaya ne de kapatmaya, mecal bırakmıyor bende."

Şehsuvar sıkıntıyla nefes alıp verdi. Ah elinden bir şey gelseydi keşke.

"Doktor çağırdım güzelim. Biraz sonra gelir, hastalığına şifa olur."

Hazel ağrının ağırlığıyla kendisini aptal gibi hissediyordu. Etrafında ne olup bittiğini idrak etmek şu an onun için güçtü. Ne Esma'nın sürekli gelip gitmesini ne de şimdi odaya gelen Cavidan Asgari'nin homurdanan sesini anlayabilecek durumdaydı. Sürekli gözlerinin önüne birtakım yaşanmışlıklar geliyor ama onlara bir anlam yükleyemiyordu. Belli belirsiz kaynanasının sesini işitti.

"Hiç derdimiz yokmuş gibi bir de Hazel Hanım ile uğraşıyoruz. Ablasının yokluğunu aratmaz artık bize."

Şehsuvar, karısına söylenen bu sözlere öfkeli gözlerini annesine dikerek verdi.

"Rahat bırak karımı. Ablasını kaçırttığınız yetmedi. Şimdi de benim karımı hayattan bezdirip kaçırtacaksınız. O diline sahip çık artık anne."

Cavidan oğlunun keskin çıkan sözlerine alındığını belli edercesine ona baktı; lakin alınganlığını dışa vurmak yerine öfkesini kusmayı tercih etmişti.

"Sen de kendine gel artık. Karşında annen var. Ne zamandan beri annene karşı karını savunur oldun?"

Şehsuvar bu öfkeli soruya histerik bir gülüş sergileyip öyle cevap verdi.

"Abimin karısı, kaçtıktan sonra. Senin için yeterli bir cevap oldu mu anne?"

Cavidan, oğlunun ukalaca sarf ettiği sözlere tepkisini odadan çıkıp, kapıyı sertçe örterek vermeyi tercih edince çıkan gürültüden rahatsız olan Hazel'in, kulaklarını elleriyle tıkaması bir olmuştu. Şehsuvar içinden annesine söylenirken elleriyle karısının şakaklarına masaj yapıyordu. Önceden bu hallere düşeceği ona söylenmiş olsaydı muhtemelen gülüp geçerdi ama şimdi durum çok farklıydı. Önceden hatalarının farkına varmak yerine hata üzerine hata yapardı. Şimdi ise bir nevi yediği hurmalar bir taraflarını tırmalıyordu. Bu saatten sonra Hazel, ona gülsün de varsın başı ağrısın, varsın başka yeri hiç fark etmezdi onun için. Karısının kızaran gözlerine iç çekerek bakarken dışarıda kopan velvele Asgari malikanesinin duvarlarında yankılanmıştı. Ağlaşmalar, feryatlar birbiri ardına geliyordu. Şehsuvar, ilk önce ağabeyinin başına kötü bir şey geldiğini zannedip korkuyla oturduğu yataktan kalkmış sonra da aklını başına toplayıp pencereye koşmuştu. Yüreği neredeyse ağzında atıyordu. Hazel'in de ondan bir farkı yoktu. Başının ağrısını unutmuş yataktan kalkıp Şehsuvar'ın yanına, pencereye gelmişti. Şehsuvar arkasında beliren bedenin sıcaklığıyla hızla arkasını dönüp:

"Yataktan neden kalktın Hazel? Geride dur, dışarısı baya karışmış. Ben aşağıya iniyorum."

Hazel, olup biteni tam manasıyla öğrenmeden kocasını bırakmaya niyetli değildi. Onun sol kolumda tutup durdurdu.

"Neler olduğunu bana söylemeyecek misin? Yoksa yine buraya, dün gelen kızgın adam mı gelmiş?"

Şehsuvar ellerini karısının omuzlarına koyup konuştu.

"Büyük ihtimalle ama bu sefer durum daha ciddi görünüyor. Ben de tam bir şey anlamdım aşağıya indiğimde daha iyi öğreneceğim."

Hazel bu sözler üzerine Şehsuvar'ın kolunu bırakmış ve gitmesi için ona izin vermişti. Şehsuvar ellerini, onun omuzlarını sıvazladıktan sonra çekip arkasını döndü ve odadan çıktı. Merdivenlerden indikçe sesler daha da belirgin geliyordu. Acele adımlarla dışarı çıkarken karşısına korkudan gözleri dolmuş Esma çıkmıştı. Karşısına geçip gitmesini engelledi ve merak ettiği soruyu sordu.

"Neler oluyor Esma. Bu velvelenin sebebi nedir?"

Esma, kızaran gözlerini gizleme gereksiniminde bulunmadan sorusuna cevap verdi.

"Hüseyin Berdan Bey'in kızı Leyla Hanım attan düşüp ölmüş. Babası, Şehzat Bey'imi suçluyor. Cavidan Hanım, ona ne dediyse yatıştıramadı."

Şehsuvar anladığını ifade edip başını salladı ve yanından geçip dışarı çıktı. Gördüğü manzara onu dehşete düşürmeye yetmişti. Hüseyin Berdan, omuzları çökmüş, kaybının acısını belli edercesine, annesi Cavidan'a bakıyordu. Önünde ise kızı Leyla'nın cansız bedeni duruyordu. Şehsuvar'ın gözleri uzun bir süre Leyla'nın solmuş yüzünde dolandıktan sonra, gözlerini Hüseyin Berdan'a çıkardı. Gözlerinde intikam ateşinin yandığını bulunduğu yerden bile görebiliyordu. Uzaktan bakmanın manasız olduğunu düşünüp tartışan iki büyüğün yanına gitti. Evin ön bahçesi bir sürü adamlarla ve arabalarla dolup taşımıştı. Onu gören geçmesi için yol açıyordu. Annesinin yanına ulaştığında Hüseyin Berdan'ın abisi hakkında konuştuğunu duydu.

"Konuşmanın bir manası yok Cavidan. Ayaklarımın dibinde kanımdan, canımdan bir insanın cansız bedeni duruyorken konuşmak kifayetsizdir. Oğlun Şehzat, kızımın katilidir."

Cavidan, oğlunun katil olmadığını inatla bir daha reddetti.

"Oğlum katil değil. Kızın kaza ile ölmüş. Attan düşüp ölmesi neden Şehzat'ın suçu olsun. Kızının cesedini de al git. Yazık kıza, bedenini böyle ulu orta yere koyuyorsun."

Şehsuvar da annesinin sözlerini desteklercesine konuştu.

"Annem doğru söylüyor. Kaza ile olan bir ölümü abimin üzerine atmak yiğitliğe de mertliğe de sığmaz. Al adamlarını da git hanemizden."

Hüseyin Berdan yaşlılıktan çöken yüzünü ekşitip anne oğula şu sözleri söyledi.

"Ne derseniz deyin, kızımı oğlunuzun öldürdüğü gerçeğini değiştiremeyeceksiniz. Şehzat'ı bulduğum yerde gebertmezsem bana da Hüseyin Berdan demesinler." dedi ve yanındaki adamına kızını işaret edip kucağına almasını emrettikten sonra anne oğula sırtını dönüp arabasına bindi. Şehsuvar, o arkasını dönüp giderken kendi kendine söylenmişti.

"O zaman sana başka bir isim buluruz Hüseyin amca, sen merak etme."

Annesi, onun bu sözlerini duyunca koluna bir tane vurup:

"Kapa çeneni Şehsuvar. Abine yeterince kinlenmiş zaten. Bir de seni gözüne kestirmesin." dedi ve uzaklaşan arabaların ardından endişeli gözlerle baktıktan sonra, Şehzat'ı aramak için malikâneye girdi. Şehsuvar elleri siyah kumaş pantolonun ceplerinde, gökyüzüne baktı. Orası da tıpkı yeryüzü kadar karışıktı. İç çekti ve annesinin ardından malikaneye girdi. Cavidan Asgari telefonun başında, büyük oğluna ulaşmaya çalışıyordu. Anlaşılan Şehzat telefona yanıt vermiyor olacak ki Cavidan, sıkıntıyla oflayıp duruyordu. Şehsuvar, cebinden telefonunu çıkarıp abisini bir de o aradı. Telefon iki kere çaldıktan sonra ağabeyinin o sert ve karizmatik sesi kulağında çınlamıştı.

"Ne var Şehsuvar? Ne demeye arıyorsunuz beni? Annem de defalarca aramış."

Şehsuvar, ağabeyinin öfke barındıran bu sözlerine vakit kaybetmeksizin karşılık verdi. Annesi de pür dikkat onları dinliyordu.

"Ağabey! ne yaptın sen? Berdan'lar peşine düştü. Her yerde seni arıyorlar. Çiftlik evindeysen bir an önce oradan çık. Hüseyin Berdan herkesin içinde ant içti. Seni bulduğu yerde öldürecek."

Şehzat'ın yüzünde büyük bir sırıtış peydah olmuştu; lakin bunu sesine yansıtmadı.

"Ne yapmışım ben Şehsuvar! Hediye olarak gönderdiğim Ahenk, kadını üstünden atıp ölümüne sebep olduysa bunda benim ne günahım var? Dikkat etseymiş de düşmeseymiş."

Şehsuvar abisinin pişkince sarf ettiği sözlerine göz devirip o da pişkinliğe vurdu.

"Madem öyle ağabey, kaçabildiğin yere kadar kaç. Zira Hüseyin Berdan, senin söylediğinin aksine bunun bir kazadan çok cinayet olduğunu söylüyor. Aynı şekilde ben de onun gibi düşünüyorum. Ahenk'in asiliği tüm İran'a yayılmışken, durduk yere onu, Leyla Hanım'a göndermen bana hiç de masumane bir düşünce gibi gelmiyor."

Şehzat, kardeşinin sözlerine sesli bir gülüşle karşılık verdi.

"Hümeyra'nın yokluğunda onun makamına göz diken bir kadına, az bile yaptım. Onun cezasını Hümeyra'ya ait bir can verdi. Ha ister bunun için beni suçla ister Ahenk'i... Orası sana kalmış Şehsuvar Efendi."

Şehsuvar ne derse desin, abisinin bu rahatlığını bozamayacağını biliyordu. Şehzat da bu telefon konuşmasından sıkılmaya başlamıştı bu sebeple:

"Kapatıyorum artık. Berdan'lar beni bulurlarsa alırlar intikamlarını." dedi ve telefonu kapattı.

Bulunduğu ortamın kalabalıklığı şimdiden onu boğmaya başlamıştı. Yanında valizlerini tutan Cihan'a sıkıldığını gösterircesine bir bakış atıp konuştu.

"Ne zaman kalkacak bu uçak? Sabrım kalmadı artık."

Cihan aceleyle saatine bakıp:

"Kalkışa on dakika ver beyim." dedi.

Şehzat derince oflayıp yakışıklı yüzünü sıvazladı. Merak ettiği birkaç husus olduğu için tekrar Cihan'a dönüp konuştu.

"Ahenk'i ahıra sağ salim koydun değil mi? Bak ona zarar gelirse canını yakarım Cihan!"

Cihan korkuyla yutkunup beyinin sorusunu cevapladı.

"Emrettiğiniz gibi dikkatli bir şekilde Ahenk'i ahıra yerleştirdim. Başına da birkaç adam diktim."

Şehzat memnun olmuşçasına başını sallayıp gözlerini önüne dikti. Aklı peşinde, onu öldürmek isteyen adamlarda olması gerekirken karısındaydı. Ona kavuşmasına çok az kalmıştı. Birazdan uçağa binecek ve ona biraz daha yakın olacaktı. Sonrasında ise ona mutlak suretle kavuşacaktı.

Bölüm sonu ❄️

🙃 Sizce bölüm nasıldı?

😉 Karakterlerimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

😏 Hümeyra ve Hafsa şu birkaç gündür rahattılar ama bu rahatlıkları bozulacak gibi görünüyor. Bu konudaki düşünceleriniz nedir?

😏 Bunu sormalı mıyım bilmiyorum ama sizce Şehzat mı Oğuzhan mı?

Loading...
0%