@seiizy
|
NAR ŞARABI Sabahın ilk ışıkları yeni yeni ufukta belirmeye başlamışken, taş kulelerdeki ağır çanlar, ritmik ve yankılı bir şekilde çalmaya başladı. İnce ve tiz ses, şehrin dar sokaklarına, köhne evlerin arasına, taş duvarların ardına kadar süzülerek yayıldı. "Saraya gideceğim ve kıyafetlerimi neden yıkamadın? Biliyorsun, sarayda biraz özenli olmak istiyorum." Garip bakışlarımı ona bir anlık yöneltmiş, onun kendi kendine homurdanışına aldırmadan yerdeki ağır yorganları katlamaya dönmüş, derin bir nefes almıştım. "Sarayda yaptığın şey bahçe işleri neden bu kadar özenli olmak istediğini bir türlü kestiremiyorum?" Yer yatağımı düzgün bir şekilde topladıktan sonra, odanın sonundaki eski tahta pencereyi açtım. "Elena, beni duymamazlıktan gelme, lütfen bunları bugün dere kenarında yıka." Pencereden dışarı doğru kenara tutunmuş, ayaklarımı hafifçe kaldırmıştım. Dışarıda fırıncının kızı bana yakın bir mesafeden el sallayarak iyi dileklerini sunmuş, ona gülümseyerek karşılık vermiştim. Kardeşimin içerideki bağırmaları yüzünden bu mayhoş duygu yarıda kalmış, gözlerimi kısarak arkamı dönmüştüm. "Tamam, yıkayacağım. İki güne kıyafetlerin temiz ve kuru olacak. Şimdi evden çıkmaz isen azar işiteceksin." Başını sallar sallamaz şapkasını alarak, saraya gittiğini tüm eve duyurup çıkmıştı. Erkek kardeşim William fazlasıyla düzene takıntılı bir erkekti; belki de üç tane ablası olduğundan dolayıydı. Yere attığı elbiselerini küçük bir kovanın içine koymuş, geceliklerimi değiştirmek için yan odaya ablalarımın yanına geçmiştim. Krem bir elbise giyeceğim sırada büyük ablam onu yarın giyineceğini söyleyince kenara koymuş, lacivert elbiseyi alarak odama geri gelmiştim. Pazardan kendime düzgün bir kumaş alıp, ablama bir elbise diktirmem gerektiğini kafama not almıştım. "Ben de saraya gidiyorum. Bugün atlarla detaylı ilgileneceğiz, geç kalabilirim. William'ın kıyafetleri odamda kovanın içinde, biriniz yıkayabilirse çok minnettar kalırım." Büyük ablam Millie başını sallarken derin bir nefes almış, gülümsemiştim. Çıkmadan önce mutfaktan kendime taze ekmek bölmüş, biraz da içine yeni toplandığı belli olan bahçe domateslerden doğramıştım. Ekmekten dışarı çıkar çıkmaz koca bir lokma almış ve sarayın yolunu tutmuştum. etraf bir hayli kalabalık ve insanlar tatlı bir telaş içindeydiler. Saraya yaklaşınca ilerideki yolda yakın arkadaşım Laurel'in beni beklediğini görmüş, gülümseyerek elbisemin eteğini biraz kaldırıp, yanına koşturmuştum. Laurel ellerini beline koymuş kaşlarını çatmıştı. "Güzel günleriniz olsun hanımefendi demek isterdim, lakin bu koşuşturmaca bir hanımefendiye yakışmıyor Elena." Kahya'yı taklit ettiğini anlamak zor değildi. Gülmemi bastırarak sarayın arkasına doğru ilerledik. Atların yanına geldiğimizde koca bir gülümseme ile ahır sorumlusuna selam vermiştik. Paul bize dönüp hoşnutsuz bir şekilde mırıldanmıştı. "kızlar geciktiniz. bahar festivali bir kaç gün sonra ve bizim hala temizleyemediğimiz koca bir ahır aynı zamanda atlar var" haklı olduğu için sessizce başımızı sallamakla yetinmiştik. Ardenia, ihtişamlı kaleleri ve zengin kültürüyle ünlü bir krallıktı. Her bahar, yazın gelişini kutlamak için düzenlenen büyük festival, krallığın dört bir yanından ve hatta uzak diyarlardan gelen insanları ağırlardı. Festival, yalnızca doğanın yeniden doğuşunu kutlamakla kalmaz, aynı zamanda krala olan bağlılık ve minnettarlığın bir ifadesi olarak da büyük önem taşırdı. Zira kış boyunca krallığın toprakları, kralın adil yönetimi sayesinde bereketli kalmış, halk refah içinde yaşamıştı. Bu şenlikte, şehir meydanı rengarenk çiçeklerle, bayraklarla ve kralın Grifon armasıyla süslenirdi. Geleneksel kıyafetleri içinde halk, krallığın eski destanlarını yeniden canlandıran gösterilere katılırdı. Şövalyeler, krala olan sadakatlerini sergilemek için düzenlenen turnuvalarda at biner, kılıç kuşanırdı. Meydandaki pazar yerinde, farklı diyarlardan gelen tüccarlar mallarını sergiler, baharatlar, kumaşlar, mücevherler ve egzotik meyveler alınıp satılırdı. Geceleri ise, şenlik ateşleri etrafında toplanan halk, ozanların çaldığı lütufkâr şarkılar ve epik hikâyeler eşliğinde dans ederdi. Krala sunulan hediyeler arasında, bereketli bir hasat dilekleriyle mektuplar, dolu meyve sepetleri, işlemeli kumaşlar ve nadir bulunan hazineler yer alırdı. Bu festival, krallık halkının birlik ve dayanışma içinde olduğunu, kralın gözetimi altında barış ve refahın daim olacağını tüm dünyaya göstermek için bir fırsattı. Ardenia'nın taş sokaklarında yankılanan kahkahalar, kılıç şakırtıları ve müzik sesleri, bu toprakların ne kadar zengin bir geçmişe sahip olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Baharın coşkusu, kralın adaletine duyulan minnetle birleşerek, her yıl bu festivali daha da unutulmaz kılardı. Bir başıma ahırın ortasında festivali hayal ederken, Paul omzuma hafifçe dokunup beni kendime getirmiş, ahırın en son bölümünde duran atları işaret etmişti. Gözlerim o yöne kaydığında, Kasırga’yı fark ettim. Friesian cinsi bu at, sanki karanlık bir gölge gibi duruyordu; uzun, dalgalı yelesi, boynunu süpürürken parlak siyah tüyleri ahırın loş ışığında hafifçe parlıyordu. Kaslı bedeni, güç ve zarafeti aynı anda yansıtırken, gözlerindeki huzursuz parıltı beni uyardı. Paul : "Kasırga bu aralar çok huzursuz. Ona dikkat etmelisiniz; o güçlü bedeniyle size zarar vermesini istemem." "Merak etme Paul. Bu işte yeni değilim ve küçüklüğümden beri Kasırgayı tanırım." Görkemli atın yanına vardığımda huzursuzluğunun sebebini fark etmiştim bile.. "Yanlış nal ayarı.." derin bir iç çekip, Kasırganın boynuna dokundum elim siyah ipeksi Yelesinde geziyordu. Usul usul sevdiğim at rahatlıyor gibiydi. Ona güven verip sekinleştrimeliydim ki, bir kaza olmasın Zira Kasırga Veliaht Prensin Atıydı yanlış yaptığım bir şey bana ağır ödetilebilirdi. Kasırga boynunu aşağı doğru eğmiş yüzüme nefes vermişti. Huzursuz olduğunu fark ettiğimi anlamış yardımımı bekliyordu. Durumu Paula anlatmış, gerekli malzemeleri ahır deposundan alıp, tekrar Kasırganın yanına gelmiştim. Paul ve ben Kasırgayı Tutucuya yerleştirmiş, ön bacaklarını destekleyici ile yukarıda tutmuştuk. Görkemli at sessizlikle iyileştirilmeyi bekliyor beni bi hayli şaşırtıyordu. sol ön toynağındaki eski nalı çıkartmak için bir hayli nazik davranıyorduk. Nal Kasırganın ayağını çok sıkmış, muhtemelen bacağını ağrıtmıştı. paul bana dönüp mırıldandı. "Hiç farketmemişim bu kadar sıktığımı ve sen 2 dakika içinde durumu fark ettin. Tıpkı Baban gibi Yeteneklisin teşekkür ederim Elena." Yüzümde kocaman bir gülümseme belirirken, babamın krallığın ahır sorumlusuykenki zamanlarını düşündüm. Eski zamanlarda, krallığın geniş ahırlarına hükmeden, atların ve diğer hayvanların bakımını üstlenen babam, bu işin ustasıydı. Her ne kadar krallığın prestijli görevlerinden biri olsa da, o bu görevdeki başarısını sadece atlarla sınırlı tutmazdı. Onun bilgi ve becerisi, yalnızca atları değil, krallığın dört bir yanındaki birçok hayvanı iyileştirmeye de yetmişti. Babamın ellerinden geçmiş bir at veya iyileştirdiği yaralı bir hayvan, eskisinden de daha iyi olurdu. Şimdilerde ise yaşlılığından bu işi yapamaz olmuş, sadece şifalı ilaçları yapıyordu. Paul eski nalı çıkarttıktan sonra kibarca atın sol ön ayağına babamın geliştirdiği ağrı kesici merhemi sürmüştüm. At, nalı çıkarttığımızdan beri daha sakin davranıyor, nefes alıp vermesini sakinleştiriyordu. Artık kişnemeleri durmuştu Bu iyiye işaretti. Yeni nalı yerleştirip, yeterli sıklıkta olup olmadığını kontrol etmiştim nal tam oturmuştu. Kasırgayı tutucudan çıkartıp, ahırdan dışarı çıkartmak için Eyerini yerleştirmiştim. Kasırga bana teşekkür edercesine heybetli başını omzuma dokundurup orada bir süre durduğunda derin bir nefes almıştı ve bende yelesini sevmiştim. "Rica ederim oğlum.. Sıkıntı yok geçti." eyerinden tutup, ona yön vererek ahırdan çıkarttığım anda Kasırga Ahırın avlusunda koşturmaya başlamıştı. gülümseyerek onu izliyordum. başımı Ahırın yan tarafına çevirdiğim sırda Laurel elinde ağır olduğunu düşündüğüm bir kova ile bana doğru yaklaşıyordu. "Elena iki kova daha var ileride bana yardım eder misin ahırdaki sular bitmiş !" dediği gibi yanına gitmiş, Koca Su tankının oradaki Kovalardan birini kaldırıp, ahırın içine bırakmıştım. "Lu kovayı buraya bırakıyorum. Kasırgayı içeri alıp, yardıma geleceğim çünkü ayağını fazla zorlamasa daha iyi olur." Laurel beni başıyla onayladıktan sonra genç atların sularını doldurmaya dönmüştü. İsmini kısaltmamdan hiç hoşlanmasada artık buna alışmış, eskisi gibi mızmızlanmıyordu. kenardaki yemlerin olduğu depodan iki havuç almış, Kasırganın yanına dönmüştüm. Ahır avlusunun kenarındaki çit yerin olduğu kısıma bir iki tane tahta kutuyu üst üste koymuş,merdiven görevi sağlamıştım üzerine çıkıp, Kasırganın yanıma gelmesi için yüksek sesle ıslık çalıp, elimdeki havuçları ona göstererek sallamıştım. Bana doğru gelirken bacağında bir sorun kalmadığı için derince soluklanmıştım. Elimdeki Havucu bir hamlede kapmış usulca yiyordu. eyerini tuttuğum sırada Ağır ve derin bir ses, etrafı sarhoş eden bir yankı gibi yayıldı. "Daha iyi görünüyor." “Evet, daha iyi olacak...” dedim, sesin geldiği yöne doğru dönerken. Yüzümdeki ifade, bir anlığına şaşkınlığa dönüştü. Ellerimi hızla önümde birleştirdim ve başımı eğdim, ne yapacağımı bilemez bir durumda kalakaldım. Veliaht Prens, sarsılmaz bir kararlılık ve soğuk bir üstünlükle bakışlarını üzerimde yoğunlaştırdı. Kara zırhının koyu renkleri, onun ciddiyetini ve otoritesini vurguluyordu. Gözleri, keskin bir şekilde dikkatli ve yorumsuz bir şekilde gözlerimi taradı. Ortamın soğuk ve sessizliği, prensin etrafında görünmeyen bir kuvvet alanı oluşturmuş gibiydi. Bir yargıç gibi, her hareketimi, her ifademi dikkatle inceledi. O an, kendimi adeta bir mahkum gibi hissettim, prensin soğuk ve acımasız bakışlarının altında. Sözlerinin yankısı, üzerinde bir ağırlık bırakmıştı ve ben, bu sert varlık karşısında kendimi küçücük bir çocuk gibi hissettim. "Prensim Affedin.. " .
|
0% |