@seleneduman
|
Soğuk tüm bedenini titretirken öylece oturmuş dolunayın o büyüleyici resmine bakıyordu. Yıldızlarını giyinmişti bu gece de gökyüzü. Oturduğu tepenin altındaki okyanusa baktı. Hep çok ihtişamlı ve gizemliydi. Baktıkça hem onun derinliklerinde hem kendi derinlerinde kaybolurdun. Yaşadığın hayatı gözünün önüne getirir sorgulamaya başlardın. İnsan neden sorgulamaya başlamak için derinlere sığınırdı? Geceye, gökyüzüne, okyanusa. Neden onlara bakınca kendi derinlerini katma ihtiyacı duyardı onların zaten var olan derinliklerine? Rotasını bilmeyenlerin kaybolduğu derinliklerdi bunlar. Yolunu bulanlar yalnızca gülümsemek için seyre dalardı. Onun gibilerse yalnızca kaybolurdu. Kendisini bu dünyaya ait hissetmeyenler çıkış kapılarını onlarda arardı. Oralarda bir yerlerde başka bir hayat olabilir miydi? Eğer varsa oraya nasıl ulaşılırdı? Böyle güzel sonsuzluklar hangi sırları içinde saklıyordu? Sakladıkları sırların kapıları başka dünyalara açılıyor muydu? Yoksa tek bir dünya mı vardı? İçinde bulunduğu, bulunmaktan nefret ettiği bu dünya tek gerçeklik miydi? Her türlü zorluğu çekmeye razıydı yeter ki izi, ismi ve varlığı silinsindi bu dünyadan. Sürekli aynı sahtelikte yaşıyordu. Çevresindeki bu yapaylık onu da yutup kendisine benzetecek diye korkuyordu. Korku doluydu yaşamak. Her günü başka zulümdü. Kendisini bu sahtelikten korumaya çalıştıkça daha da görünmez oluyordu. Artık varlığı ve yokluğu hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ne okulundakiler ne yetimhanedekiler varlığının farkında değillerdi. Ona bakan çoktu ama gören hiç yoktu. Korkuları esir almışken ruhunu, çığlık çığlığa yardım dileniyorken gözleri, kimse onu yaşamaya ikna etmek için çabalamıyordu. Çabalamak yerine koparıyorlardı onu hayattan. Yaşamak omuzlarında büyük bir yüktü. Gözlerinin açıldığı her sabaha lanet ediyordu. Temelli kapansınlar ve bir daha açılmasınlar istiyordu. Her gün aynı korkularla aynı rutinleri yerine getirmek istemiyordu artık. Ruhunun karmaşasına bu tedirginlikler eklenince her bir adımı başka bir yük olarak dönüyordu bedenine ve o yükler hasta ediyordu zayıf bedenini. Baştan bir sıfır başlamıştı hayata. Birileri daha ilk nefesinde terk etmişlerdi onu. Bir çöpmüş gibi atmışlardı. Daha nefes almaya yeni başladığı o gün hayatın bütün tokatlarını yüzüne yemişti. Yaşamaya çabalamak zaten bu kadar zorken bir de yalnızlığa mahkum edilmişti. Bütün bunların arasında onu en çok üzen de tanrının onu hiç sevmemiş olmasıydı. Sanki onu dünyaya getirmiş sonrada arkasını dönmüştü. Bir daha da yanına uğramamıştı. Duyduğu sayısız hakarette orada değildi. Korkuları yüzünden nefesi kesilirken orada değildi. İnsanlar ona alaylı bakarken orada değildi. Bedenine inen her darbede de yanında değildi. Sayısız kere beklemişti. Hep bir gün gelip onu kurtaracağına ve adaletin bu defa onun için ışık olacağına inanmıştı ama o adaletin gölge olan tarafında görünmez olarak kalmıştı . Bir kez olsun elinden tutar diye beklediği tanrısı onun yüzüne hiç gülmemişti. Bu gün son kez yalvarmıştı ona "lütfen" demişti. "Lütfen beni bu zincirlerden kurtar." Tabi ki o zincirlerden kurtulması mümkün değildi. O doğarken o zincirlerin içine doğmuştu en başta. Korkuları, yalnızlığı, etrafındakiler, yaşamak zorunda kaldığı o soğuk renksiz duvarlar, katlanmak zorunda kaldığı bütün o zulümler ve en önemlisi her anında onu terk etmeyen kendi karmaşasından oluşan bu zincirler ruhuna ve bedenine saplıydı. Onları kendisinden ayırmaya gücü yetmiyordu. Belki bir mucize ayırırdı onları bedeninden ve ruhundan. Bu gün doğum günüydü. Mucizeler onu terk etmeye ilk bu gün başlamıştı. Hala bir mucize beklemek yaptığı en acınası şeydi. Her zaman tek başına bu zirvede oturup dilerdi dileğini. Hep aynı şey dökülürdü dudaklarından "Başka bir evrenin benim için mümkün olmasını diliyorum. Mucizeler benim için de gerçek olsun" Yaşadığı bu dünyada bu şartlarda devam edemezdi. Onu kurtarabilecek tek şey bir tavşan deliğinden başka bir dünyaya açılacak o kapıydı. Keşke böyle şeyler sadece masallarda olmasaydı. Keşke perilerin sihirli değneği bu dünyada da bir işe yarasaydı. Boynuna dolanmış o ellerle mücadele ederken onu alıp başka bir hayata götürebilecek biri olsaydı keşke. Şimdiye kadar çok kez ölmüştü. Her seferinde tanrının ona neden hayatta kalma gücünü bahşettiğini anlamıyordu. Neden onu hayatta tuttuğunu? İşkence. Yalnızca acı çekmesinden keyif alıyordu. Çok kötü bir melek miydi de tanrı onu sürmüştü bu dünyaya ve bu hayata? Onu bu kadar kendinden nefret ettirecek ne yapmıştı sahi? Neden onu her gün yaşatırken öldürüyordu? Neden bir türlü ona kalkan o ellerde ona bakan o gözlerde can vermiyordu. Yetmez miydi? Bütün ihtişamıyla göğü yaratan, bütün derinliğiyle aşağısındaki okyanusu var eden tanrının gücü onu kurtarmaya yetmiyor muydu? Kurtarılmanın mümkün olmadığına emindi artık. Bütün bu düşünceleri arasında gözünden akan her damla yaş batıyordu tenine. Ruhundan akıyorlardı. Çıplak ayaklarını sert zemine bastırarak ayağa kalktı. Üzerindeki incecik siyah elbisesi savuruluyordu rüzgarla birlikte. Zamanı gelmişti artık. O gün orada kimliği olmayan bir kız kan ağlıyordu. İsmi gibiydi kendisi de "Karanlığın ve ölümün kederli tanrıçası 'Achlys'." Daha iyi bir isim olamazdı onu anlatacak. Buydu o. Karanlık taraftı. Bu defa korkak olmayacaktı. Bu defa ölüm olacaktı. Her şeyin başladığı bu gün her şeyi sonlandıracaktı. Tanrının onu yanına almaya niyeti yoktu. Kendisi gidecekti. En sevdiği yerde veda edecekti hiç sevmediği hayatına. Derin bir nefes aldı ve son kez baktı karşısındaki aya. Her gecekinden daha parlaktı. Işığı yüzüne vuruyordu. Bembeyaz teninden yansıyordu. Gece karası saçları rüzgarla dalgalanıyordu. Birazdan son verecekti o bedeninin yoluna. O daha bebekken güzelliğine karanlıklar bulaşmıştı ve o bu gece karanlığı temizleyecekti. Kapattı gözlerini, yumdu sıkıca. İleriye doğru birkaç adım attı. Ayağının altındaki taşların pürüzlü yüzeylerinin gittikçe küçüldüğünü hissediyordu. Birazdan her şey son bulacaktı. Gözlerini açtı. Tepenin aşağısında onu bekleyen okyanusa baktı. Kabardıkça kabarıyordu. Onu yutmaya hazırdı. Onu yutup yok etmeye. Şimdiye kadar kendi için hiçbir şey yapmamıştı. Kendi için yapacağı tek şey bu dünyayı terk etmek olacaktı. Bu kendine verebileceği en güzel hediyeydi. O gün orada kendi hayatına son veren bir kız yoktu, kendi hayatının kahramanı vardı. Sonunda kahraman olan o olacaktı. Ani alınmış bir karar değildi bu. Umutları tamamen yok olana dek her gün bir kez aklından geçirmişti ölmeyi. Arkasında bıraktığı hiçbir şey yoktu. Onun için ağlayacak tek bir kişi bile yoktu. Ellerini kendi bedenine sarılır gibi doladı. Hayata böyle başlamıştı ve böyle veda edecekti. O gün de ruhunun sahip olduğu tek şey bedeniydi bu gün de. Göz yaşlarıyla birlikte bıraktı kendini boşluğa. Kalbinin çırpınışı bedeninin her yanından hissediliyordu. Saniyeler hiç bu kadar uzun sürmemişti onun için. Süzüldükçe süzülüyordu. Yok oluşun yolu sandığından daha uzundu. Bedeni sertçe soğuk suyla buluştu. Aşağı doğru süzülmeye başladı. Su gerçekten de yutuyordu onu. İçgüdüsel olarak çırpınmak istiyordu ama yapmadı. Suyun onu aşağıya çekmesine izin verdi. Burnundan içeri giren sular genzini yakarken ciğerlerinin haykırışını duyuyordu. İçeride büyük bir savaş veriyorlardı. Bedeni onu hayatta tutmak için her türlü şeyi deniyordu. Ölüm son ana kadar acı vericiydi. Zaman durmuş gibiydi. İlerlemeyen saniyeler ölmesine de izin vermiyorlardı. Karşısında gözünü yakan derece de bir parlaklık genişlemeye başladı. Sahiden beyaz ışık diye bir şey vardı. Parlaklık genişledikçe genişledi. Işık huzmesinin arasından ona doğru süzülen birini gördü belli belirsiz. Bilinci yavaştan bulanıklaşmaya başlamıştı. Ona doğru gelen kişi ölüm meleği miydi? Yaklaştıkça yaklaştı ve o yaklaştıkça kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başladı. Bu ölümün mü yaşamın mı bir belirtisiydi? Onun ona yaklaştığı her saniyede ruhunda oluşan hisler ölmekten çok çiçek açıyordu. İnsan ölmeden önce çiçek açmaya başlar mıydı? Karşısındaki meleğin güzelliği ölmekte olan birinin hayaliyle oluşturulmuş bir ilüzyon muydu? Onun kadar güzel bir şeyi daha önce hayatında hiç görmemişti. Suyun etrafa savurduğu saçlarındaki dalgalar hayatında gördüğü en güzel dalgalardı. Gözleri, burnu, dudakları o kadar kusursuz o kadar kendisine hastı ki bir benzerine bile rastlamamıştı Achlys daha önce. Kaçıp saklanmak istediği yer sanki o meleğin bedeniydi. Yıllarca onun açlığını çekmiş gibi hissediyordu. Kafasını boyun girintisine gömüp kokusuyla kutsanınca her şey düzelecek gibi hissediyordu. Kimdi o? Onu ölümle ve yok olmayla bağdaştıramıyordu. Ölümden çok yeniden var oluştu. Ona bakan herkes tekrar tekrar yaşamaya başlamalıydı. Onu gören herkes bu şansa sahip olduğu için şükranlarını sunmalıydı. Hiç tanımadığı bu kişiyi özlemişti Achlys. Ona özlem duyuyordu. "Seni çok özledim." demek, sarılmak, öpmek istiyordu. Mutluydu, üzgündü, heyecanlıydı ve ağlamak istiyordu. Yaşadığı yıllar boyunca bu duyguları yaşamamıştı. Bu duygular son nefesine saklamışlardı kendilerini. O son nefesine saklamıştı kendisini. Veda etmeden dünyaya göstermişti yüzünü. Bu bir veda mıydı? Achlys neden daha çok bir kavuşmaymış gibi hissediyordu. Onu hafızasına kazımak, ölse bile onu unutmamak istiyordu. Zaman tekrar akmaya başlayınca gözleri bulanıklaşmaya bilinci bedenini terk etmeye başladı. Net olmayan saniyeler, bedenindeki acıyla birleştiğinde ölümün yalnızca bir adım uzakta olduğunu biliyordu ama tüm bunlar arasında ruhu en güzel halini almış, bütün çiçeklerini açmış ona son bir hediye sunuyordu. Gülümsedi. Yıllardır onu kurtarması için birini beklemişti ve o biri şimdi onu çekip koparacaktı bu hayattan. Ölüm meleğinin olayı bu muydu? Seni koparırken hayattan ruhuna çiçekler mi dikiyordu? Mezarını ilk o mu süslüyordu çiçekleriyle? Ölüm meleği onu kaçtığı o hayattan çekip çıkarırken Achlys, bir elini onun yüzüne koydu. Bütün bu büyü saniyeler içerisinde kaybolacaktı. Hayatında sahip olduğu en güzel saniyeler ölümünden bir kaç saniye öncesiydi ve o bunu yok olsa dahi unutmak istemiyordu. Gözleriyle gözleri buluştu. Onda hiç bilmediği bir tanıdıklık vardı. Ruhunda bir aşinalık. Kaybettiği şeyi bulmuş kadar heyecanlı hissediyordu. Şimdiye dek kaç kez tanışmıştı onunla? Bu kaçıncı hayatının sonuydu? Meleği onu ışık huzmesinin içinden yukarı doğru çekerken , diğer elini de kalbinin olduğu yere yerleştirdi. Tamamlanmış hissediyordu. Ruhundaki bütün boşluklar yok oluyordu. Buz gibi suyun derinliklerine ona dokunduğu yerlerden vücuduna yayılan bu sıcaklık yıllarca hissettiği hiçbir sıcaklığa benzemiyordu. Isınmıştı ruhu. Şimdiye kadar donuk olan her hücresi buzlarını çözmüştü bu yüzdendi yeni yeni şeyler hissetmesi. Orada olduğunu bilmediği bir çok duygu taşıyordu bedeninden okyanusun derinliklerine. Ruhu o tanıdık gözlerin siyahlarında tekrar başlarken yaşamaya, olanın bitenin ve olacak olanların bilincinde değildi ama hissediyordu. Hayat asıl şimdi başlamıştı onun için ya da şimdi anlam kazanmıştı. Bu bir ölümdü şüphesiz ama kimse bu ölümün başka bir yaşamın anahtarı olabileceğini tahmin edemezdi. |
0% |