Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm: “Yalan”

@seleneisadark

Yalanlar.

 

İnsanlar her daim yalan söylerdi, kimi buna küçük pembe yalan dese de, yalanın doğru olmadığı kesindi. Ben buraya, bu kasabaya gelirken büyük Bey konağına türlü türlü yalanlar sıralamıştım. Buna, yaşlı ve yorgun Cemal Amca dahil olmuş, belki de küçüklüğünün ilk adımlarını attığı bu topraklarda, kendi kasabasında, benim yalanlarım için yüzü yere eğilmişti.

 

İçten içe kimse bu yalanımızı bilmese de, onun kendi içinde verdiği savaşı yüzüne bakınca anlıyor ve kendi konağına doğruyu söylemediğine dair olan tırmayalıcı hissi, içini delik deşik yapıyordu.


Bense, hep yalan söylerdim. Bu benim için alışkanlık edindiğim ancak hoşnut olmadığım bir huydu.

 

Önümdeki sehpada duran yemeklere bakarken, bu yalanlarımdan biri önüme doğru uzanmış ve metal, soğuk kaşığı kavramamı sağlamıştı. Onun bakışlarının ağırlığını yüzümün sol tarafında hissediyordum, göz ucuyla oraya bakarken yoğurttan bir kaşık alıp dudaklarımın arasına götürdüm.

 

Kalın dudaklarımdan geri çekilen metal soğukluk, ağzımın içinde dağıldı. Diğer bir kaşık için yoğurt kasesine daldırdığım kalıkla derin bir nefes alırken, ağzımın içindekini zorlukla yuttum. "Eğer yiyemiyorsan zorlama, bu defa miden bulanabilir."

 

Onun sesinden duyduklarımla rahatlarken, metal kaşığı tepsinin içine doğru indirdim. Dudaklarımın kenarında kırık bir tebessüm oluşurken, ona doğru döndüm. "Kusura bakmayın Savaş Bey, ilk günden size fazlaca sorun çıkardım."

 

"Benim için sorun değil, zira sizin sağlığınız daha önemli." Koyu bakışları yüzümde gezinirken, açık renk gözlerimi yukarı kaldırarak yüzüne çevirdim. Yüzünde yer edinen siyah sakalları, adem elmasına kadar devam ediyordu. Onu inceleyen bakışlarımı, yüzünde gezdirdim.

 

"Adınızı öğrenebilir miyim? Size hitap etmek adına en azından,"

 

"Aden, adım Aden. Aslında iki ismim var, diğeri de Asi. Bu ismi, annem bana fısıldamalarını istememiş ancak babam baya bir diretmiş. Annem de asi bir tavırlara sahip olacağımdan epeyce korktuğu için istememiş zaten," konuşmam hız kesmeden devam ederken, o sandalyesinde geriye doğru yaslanmış ve bana doğru bakıyordu.

 

Detay, diye fısıldadı içimdeki Asi. Yine dudaklarının arasından fazlaca detayı vurguluyorsun. Koyu gözlerinin içinde olan yoğun bakışlarla tedirgin olurken mırıldandım. "Öyle yani."

 

"Anlıyorum, Aden. Asi."

 

Adımı ayrı ayrı vurgulayarak söylerken çık kahvelerim ondan ayrılmıyordu, kalın dudaklarını aralayarak konuşmaya devam etti. "Ben de Savaş, benim de bir diğer adım Yiğit. Babam, ilk adıma rağmen diğer bir adımın güçlü olmak istemesinden bu adı bana katmak istemiş."

 

Yapmış olduğu, konuştukları, beni rahatlatmak için miydi? O böyle bir adam mıydı? Söyledikleriyle kaşları çatılırken, boğazını temizledi. "Neyse, bu evde yeğenim olan Ömer'e piyona dersleri vermek için bu konağa davet ettim sizleri Aden Hanım. Bizim ricamıza kulak verip geldiğiniz için, müteşekkiriz.

Ömer bir hayli zor bir çocuktur, ona ailesi ile ilgili sorular sormamanız tek ricam. Haylaz bir çocuk olduğu da doğrudur ancak sizin kişiliğiniz ona gayet uyum sağlayacaktır," bakışlarını üzerimde dolaştırdı. "ki buna şüphem dahi yok."

 

Sözleriyle gözlerim kıvrık kirpiklerimi kırpıştırırken, kişiliğim hakkında olan anlamadığım yorumunu düşündüm. Haylaz mı demek istemişti Savaş Yiğit bana? Bunu bu kısa zaman diliminde nasıl anlamıştı ki?

 

"O zaman hızlıca Ömer'in yanına doğru gidelim. Ben de buradayken, en azından tanışmış olursunuz."

 

Kafamı onaylarcasına sallarken, onun ayağa kalkan iri bedenini takip ettim. Mavi kalın kayışlara sahip elbisem ve giymiş olduğum beyaz terliklerimle, onun beyaz gömleği ve siyah kumaş pantolonun altına giymiş olduğu kunduralarla kapıya doğru adımladık. Masanın arkasından çıkan iri bedeni, hızlıca önümdeki kapıya doğru uzanıp kapıyı araladı. Bakışlarım ona dönerken, eliyle benim geçmemi isterken ona ufak bir tebessüm edip araladığı kapıdan çıktım. Hızlı hareketinin nedeninin, bana kapıyı açmak için olduğunu anlarken içimdeki ses fısıldadı.

 

Nazik, o nazik bir adam.

 

Kapı ardımdan kapanırken, onun da bedeni dışarı çıkmış önümde adımlamaya başlamıştı. Benim bir hayli uzun olan boyuma rağmen, Savaş Yiğit'in yanında kısalmış olan boyumla onu takip ettim. Önüne gelmiş olduğumuz cilası beyaz olan kapıya doğru bakarken, ciğerlerimin içine derin bir nefes çektim.

 

Aralanan kapıyla, içeriye doğru bir adım attım, ardımdaki beden de beni takip etmişti. Onun yanımdaki varlığı, kalbimde sonsuz döngüye bağlayan bir çarpıntıya sebebiyet verirken, bedenim de bir hayli gerilmişti. İçeriye göz gezdirirken, Savaş Yiğit'in odasında olan masanın bir benzerinin burada olduğunu ve küçük Ömer'in o masa başında oturduğunu gördüm.

 

Küçük beden, ardını dönüp kapının önündeki iki bedene bakarken, açıklıklarımla hızlıca göz gezdirdim ona. Mavi gözleri, berrak bir deniz gibi sakinken arkamdaki bedeni görünce sevinçle dalgalanmıştı. "Amca!" diyerek oturduğu yerden hızlıca kalkıp, Savaş Yiğit'e doğru koşmuştu.

 

"Geldin!" diye devam etti o çocuksu sesindeki neşeyle. Savaş Yiğit eğildi ve küçük bedene kollarını doladı. Birbirinin tıpatıp aynısı olan kıyafetlerle bedenleri, kenetlenmişti. Gözlerim onların sarılmış bedenlerindeyken, kısa bir süre sonra mavi gözler beni fark etti.

 

"Bu kim amca?" Dalganan gözleri bana bakıyorken, sorusu amcasına yönelikti. Mavilikler halen bendeyken küçük bir tebessüm yolladım ona. Odada duyulan, gür ses yankılanırken bunun karşımdaki küçük bedende kısa bir şaşkınlığa sebebiyet verdiğini anladım. "O senin yeni piyano öğretmenin."

 

Savaş Yiğit başka bir şey demezken, kollarını küçük bedenden ayırıp ayağa kalktı. Bu defa o uzun boyula ayakta dikilmişlen, ben yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm. Karşımdaki bedenle yüz yüze gelirken durdum. Mavi elbisem dalgalanarak parke zeminin etrafını örtmüştü. "Merhaba." Kısık sesli konuşmam, onu ürkütmememek içindi.

"Merhaba," derken gözleriyle amcasına kısa bir bakış atmış ve bana tekrardan dönmüştü. Ben bakışlarımı ondan ayırmazken, "Adınız nedir küçük bey?"

 

"Ömer."

 

Biraz önceye, amcasıyla konuşmuş olduğu ses tonuna nazaran, şimdiki sesi buzullarla kaplıydı. Derince yutkunurken, onun sivri, soğuk sarkıklarına konuştum. "Benim adım da Aden." Mavilikleri, uzun açık renk saçlarımda gezinirken yutkundu. Ellerim istem dışı saçlarıma giderken, onun bakışlarının bende gezinmesiyle yaptığımı fark edip elimi indirdim. Gözlerinde gördüğüm kısa bir afallamanın ardından, bakışlarını benden çekti.

 

Hafifçe öne doğru eğdiğim yüzümde, saçlarım sağ omzumdan dalgalanarak dökülürken, uçlarına sürmüş olduğum koku süzüldü burnuma. Gül, kırmızı yapraklarını ezerek elde edilen gül yağı kokusuydu bu. Bu evde buram buram almış olduğum koku, bedenime de kazınmıştı. Bakışlarımı ondan çekip Savaş Yiğit'e çevirirken, biraz önceye nazaran soğuk bakışları duraksamama neden oldu.

 

Eğer Bey konağında çalışmazsan ne yapacaksın Aden? Kim Bey konağında çalışmak için gelmiş ama çalışamamış birine iş verir ki?

 

Kimse vermezdi, annemin dillere destan ederek anlattığı, geldiğimiz tüm kasabanın kadınlarına kısık sözlerle aktardığı kelimeler yüzünden, bu iş için gelmiş olduğum yerde Bey konağının kapısına adım atmadan gidersem, kimse çalışmam için gereken işi bana vermezdi.

 

Ayağa kalkarken, titreyen dizlerimle ona yaklaştım, ellerim birbirine kenetleniş ve sımsıkı sarılıyordu. "Eğer, sizin de izniniz olursa, Ömer ile bir süre yalnız kalmak isterim. Bu yakınlaşmamız için daha iyi olur diye düşünüyorum." Koyu gözleri, benim ve ardını dönüp sandalyesinde çoktan oturmuş olan küçük bedende gezinirken, derin bir nefesi ciğerlerine çekip kafasıyla onayladı.

 

O, usulca kapıdan çekip çıkarken, adımlarım küçük çalışma masasının olduğu yere doğru gitmişti. Ancak, kenarda gördüğüm siyah piyano ile beyaz terlikleri geçirmiş olduğum ayaklarımı o yöne doğru çevirdim.

 

Önündeki, bir çocuğa göre yapılmış olan küçük mavi koltuğa bedenimi bırakırken, bir yetişkin piyanosuyla karşı karşıyaydım. Tuşların üzerinde olan siyah kapakçığı kaldırdım. Ömer, odada olan varlığımı biliyor ya da hissediyordu ancak bu yöne doğru dönmemişti.

 

Bakışlarımı onun küçük ancak sert duran sırtında gezdirirken, beyaza boyadığım tırnaklarımla tuşlarda gezdirdim parmaklarımı. Çalmadan skince dokunurken bu piyanonun ardında bıraktığı notaları keşfetmeye koyuldum. Gözlerim usulca kapanıp, ellerim tuşlara naiflikle dokunduğunda, bu defa notalarla dans ediyor ve çıkardıkları eşsiz sei dinliyordum.

 

Özgürlük, uzun zaman önce kaybettiğimiz şeydi belki de önümüzde duran bu siyah, beyaz tuşlar.

 

Ellerim tuşların üzerinde gezinmeye devam ederken oldukça yavaştım, sağ elim belki isteyerek belki de yavaşladığından, duraksayarak bir notayı es geçti. "Do'ya basmadın." Hızlıca konuşan sesle, notaların dans etmesini durdurdum.

 

Ellerim, tuşların üzerinde durdu, soğuk ve metal olan tuşlarda beklerken gerçekliğe tekrardan dönmüştüm. Gözlerim ahenkle açılırken, dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. "Ah, öyle mi?" derken bakışlarımı ona çevirdim.

 

Kafası bana doğru dönmüş, oturduğu sandalyeden kalkmamıştı. "Evet, o notayı kaçırdın."

 

"Ama bana bunu öğretmişlerdi, yanlış mı öğrettiler?" Kaşlarım çatılırken, anlamadığımı yüzümde gösteren bir ifade vardı. "Yanlış öğretmişler."

 

Kafasını bilmişlikle sallarken, gözlerinde inatçı bir ifade vardı. "Ama ya bana doğru öğretmişler de, sana yanlış öğretmişlerse o zaman ne olacak?"

 

"Hayır, amcam öğretti bana bu parçayı. Yanlış olamaz." Sarı kaşları çatılırken, sinirli bir yüze sahipti. Amcası, Savaş Yiğit piyano mu çalıyordu? Dudaklarımı üzgünce bükerek, gözlerimi halen üzerinde tuttuğum tuşlara çevirdim. "O zaman ben hep yanlış mı çalışıyordum? İnsanlar ya arkamdan bu nasıl öğretmen, bir parçayı bile çalmayı beceremiyor derlerse. Hii, ne yaparım ben o zaman?"

 

Küçük bedeniyle içine derin bir nefes yolladı, kısa bir sürenin ardından bezmişlikle dolu bir ses duyuldu. "Üzülme, öğretirim sana ben." Gözlerimi irice açıp, yüzüne beklentiyle baktım. "Öğretir misin gerçekten?"

 

"Öğretirim, merak etme." Yanıma doğru adımlayıp, oturmuş olduğum koltuğun köşesine yerleştirdi bedenini. Kafamı ona doğru yaklaştırırken fısıldadım. "Ama kimseye söyleme tamam mı, diğerleri bilmesin bu durumu."

 

Neden böyle söylediğimi anlamış gibi kafasıyla onaylarken, gözleri tuşlarda gezinirken mırıldandı. "Söylemem merak etme."

 

"Peki." Konuşmak için araladığı dudaklarıyla, ellerimi yüzüme atarak kısıkça mırıldandım.

 

"Ama ben karşılıksız bir şey yapılmasından hiç hoşlanmam, benim de sana bir şey öğretmem gerekiyor." Kafasını bana doğru kaldırırken, sarı kaşları halen çatıktı. Buzullarla kaplanmış ifadesi bir kenara çekilmiş, bir çocuğun sahip olması gereken somurtkan yüzü olduğu yerde duruyordu.

 

"Ne öğreteceksin ki?"

 

"Aslında, benim çok iyi bildiğim bir parça var. Bunu da bana dayım öğretmişti, bende sana bunu öğretirim olmaz mı?" Bu defa sesimi yükseltip, heyecanla konuşurken, dişlerimi göstererek gülümsedim ona.

 

"Hatta bak çalayım sana." diyerek, bu defa hızlıca gezdirdim parmaklarımı tuşlarda. Biraz önceki yavaş parça, küçük bir çocuğun çalabileceği bir nota aralığında iken bu defaki oldukça hızlı ve bir yetişkin piyanistin elinden çıkmış notalardı. Kısa süren bir nakaratın bitmesiyle ona doğru dönerken, çaldığım parçaya duyduğu merak mavi gözlerine yansımış, berrak bir suyla bana doğru bakıyordu.

 

"Çok güzelmiş!"

 

İçine derin bir nefes çekerken, küçük bir çocuğun saflığıyla bakan gözlerinden gözlerimi utançla kaçırdım. Belki Ömer bu notaları oldukça geç öğrenecekti, ben burda değilken çalacaktı ancak şuanda benim burada kalmamı garantiliyecek bir bakışa sahipti yüzü. Beklenti. Her ne kadar onu kandırmış olsam da, bundan pişman değildim.

 

"İşte, bende sana bunu öğreteceğim. Ama bununla bağlantılı bir kaç parçayı öğrenmen ve çalman gerekiyor önce. Yapabilir misin?"

 

"Yaparım ki!" Gülümsemem gözlerimin kısılmasına yol açtı. O yüzüme, ben her şeyi yapabilir bakışıyla bakıyordu. "Tamam o zaman. Ama benim bugün gitmem gerekiyor, yarın geldiğimde öğretelim birbirimize olur mu? Ömer."

 

Küçük bedeninin bir anlığına sarsılır gibi olduğunu gördüm. Gözlerindeki meraklı ifade bir köşeye çekilip, yerini tekrardan buzullara çevirirken burnundan bir nefes vererek, hızlıca ayağa kalktı ve ayaklarını yere sertçe vurarak sandalyesine geri oturdu.

 

Şaşkınlıkla yaptığını izlerken, suskundum. O yaralı bir çocuk, yalanlarınla onu kandırdığını belki de anlamıştır. İçimdeki ses bana fısıldarken, şaşkınlığımı silerek yüzüme titrek bir tebessüm kondurdum. Ayağa kalkıp kapıya doğru adımlarımı sıralarken, gözlerim kaçamak bakışlarla ona tutunuyordu. "Yarın görüşürüz."

 

Bana cevap vermeden elindeki kalemi oynatırken önüme dönüp, kapıyı araladım. Bakışlarım halen onun sırtındayken, içime çöken derin bir hüzün dalgası kıyısında sakince bekliyordu. "Pek iyi geçmedi sanırım."

 

Ensemde hissettiğim nefesin ardından gelen soğuk sesle ardımı dönerken sırtım kapıyla buluştu. Korkuyla irileşen gözlerim önümdeki bedene bakarken, bir elimi kalbime doğru götürdün.

 

"Ödümü kopardınız, Savaş Bey." Eğilmiş sırtıyla, yüzü yüzüme çok yakınken, burnundan verdiği kor kadar yakıcı nefesi yüzüme vuruyordu.

"Tek konuşmanız, pek bir fayda etmedi anlaşılan."

 

Burnuma dolan, birbirine karışmış olan gül kokusuyla nefeslenirken ellerimi aşağıya doğru indirmiştim. Kısılan koyu gözleriyle beyaza boyadığım tırnaklarıma dikkatle bakarken, bedenini dikleştirerek benden bir adım geriye çekildi. Onun uzaklaşan adımıyla, boğazımdaki sahra çölü gibi olan kuruluğu gidermek adına yutkundum. "Yarın geleceğimi söyledim." Gözlerimi kaldırıp gözlerine bakarken, elim çoktan diğer elime kavuşmuş ve sımsıkı sarılmıştı. Bakışları ilk geldiğim ana göre daha soğuk ve daha mesafeliydi, buna ben mi sebep olmuştum? Belki de yalanlarım.

 

Gözleri mavi elbisemde dolaşırken, adem elması aşağı yukarı hareket etti. "Peki. Sizi aşağıda bekliyor Cemal, hem o bırakır hem de yarın sabah o alır." Sözlerine itiraz etmeden başımı sallarken, o bana ardını dönerek uzun koridorda kendi odasına doğru yola çıkmıştı. Onun bana doğru dönmüş olan sırtıyla, ellerim birbirinden ayrılırken ayaklarımı merdivene doğru hareket ettirdim. Merdivenin sonuna geldiğimde, Cemal Amca beni yüzünde bir gülümseme ile orada bekliyordu.

"Hadi gidelim Aden kızım."

 

Konuşurken hareket eden pala bıyıklarına bakarken kafamı onaylarcasına salladım. O eğilip, yıpranmış kundurayı ayağına geçirirken, benim önüme de beyaz topuklularımı indirmişti. Kapalı olan salon kapısına bir bakış atarken, yükselen kahkaha ile ellerim titremeye başladı. Titreyen ellerimle, bileğime yılan misalı dolanan kayışı bağladım.

 

Cemal Amca kapıyı aralayıp dışarı attı bedenini, bende onun adımlarını arabaya doğru takip ederken sırtımı yakıp kavuran iki göz hissettim. Bu gözlerin sahibini biliyordum, bu gözlerin sahibini hissediyordum. Aracın kapısını aralayıp içine yerleşirken, biraz öncenin aksine hızlıca ayrıldı Bey konağından siyah otomobil.

 

"Sen fenalaşınca, korkuttun bizi kızım. Bir dahakine açsan açım ben de, çekinme bizden emi?"

 

Gözlerim akıp giden yollardayken, yüzüme mutlu ifademi maskeleyip konuştum, "Söylerim Amcam, merak etme sen."

 

O, kafasını tatmin olmuş gibi sallarken geçip giden yolda konuşmadım daha fazla. Yorgunluğuma vermiş olduğu suskunluğumla, Cemal Amca da tek kelime etmedi bana. Ona bu yüzden müteşekkirdim, zira ona açıklayacak kelimelerim, yalanlarım tükenmişti.

Kapının önüne gelirken, beni sabah yine buradan alacağını ve mutlaka kahvaltı yaparak evden çıkmamı tembihlemişti. Ona bir daha aynı korkuyu yaşatmamak adına ben de kendimi tembihlemiştim. Onunla gülerek vedalaşırken dış kapıyı, sabah bir kopyasını çıkardığım anahtarımla açtım.

 

Evin içinde beni karşılayan sessizlikle, babamın ve annemin çoktan uyuduğunu anlamıştım. Ayakkabılarımı ayağımdan çıkarırken, merdiven basamağına adımımı atıp yukarı adım atmaya başladım. Odamın kapısının önüne gelirken ardımdan duyduğum sesle duraksadım.

 

"Geldin mi, süslü bebek?"

Loading...
0%