Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm: “Yanmış Bedenler ve Silinmeyen İzler”

@seleneisadark

 

"Söylesene, anlatsana Aden."

 

Dudaklarının arasından fısıltıyla çıkan kelimeleri sadece karşısındaki beden duymuş ve ona ifadesiz gözlerle bakmaya devam etmişti. Mavileri yaşlarla ıslanmış ve irice açılan genç kız, karşısında duran bedene bakarken titriyordu. Uzun sarı saçları omuzlarından aşağıya dökülürken, yağmurun etkisiyle her bir saç teli bedeniyle bütünleşmiş ve onu sıkıca saran bir örtüyü andırıyordu.

Belki de yağmurun altında uzun süredir durduğundan soğuk hava kemiklerine kadar titretmeye yetmiştir. Etrafında oluşan kalabalıktan duyduğu fısıltılar git gide çoğalırken, karşısındaki bendenin dudaklarının arasından çıkacak olan bir kelimeyi duymak istiyordu, duymalıydı. Buna ihtiyacı vardı.

 

Bedenine çarpan her bir damla, ona bir kırbaç darbesi indiriliyor gibiyken, elbisesi omuzlarından aşağıya düşmüştü. Yüzünde, şişen göz kapakları uzun zamandır ağladığının göstergesiydi. Ama akıttığı her bir damla, düşen yağmur damlalarına karışmış ve yüzünden yavaşça süzülerek yok olmuştu.

 

"Desene öyle bir şey yok diye!"

 

Biraz öncenin aksine, bağırarak, yüzünün kızarmasına neden olacak bir şekilde kurduğu cümleyle, karanlıkta ayakta duran şeytanın fısıltıları son bulmuştu. Gecenin karanlığımda, siyaha bürünmüş gökyüzünde, bedenlerini aydınlatan sokak lambaları değildi. Bir çok yanan evin ışıkları altında, yanında durdukları arabanın farları ikisinin de yüzünü aydınlıkta bırakıyordu.

 

"Var."

 

Fısıltıyla çıkan kelimenin ardından, sessizliğin hakim olduğu sokağa, ucu ateşlenmiş ve fitili yanmak üzere olan bir bomba bıraktı Aden. Açık kahve gözleri, karanlıkla bütünleşmiş gibi koyulaşmaya başlarken, dudağının kenarından akan kanlar bir nebze kurumuş olsa da tekrar konuşmasıyla kırmızılığın tekrardan gözler önüne serilmesine neden olmuştu.

"Var, öyle bir şey var."

 

🗝️🗝️

 

Göğüs kafesimi delip geçen hisler, daima benimle, hazır biçimde hazır ol da bekliyordu. Çoğu zaman onları, hislerimi zapt etmekte zorluk çekiyordum. Duygular benim için sonsuza kadar kilitli kapılar ardında saklanması gereken şeylerdi.

Nedeni, belki de benim hislerimi daima en uç seviyede yaşıyor olmamdı.

 

Eğer ağlarsam bu, göz pınarımdaki tüm gözyaşlarımı kurutana kadar sürerdi, eğer kahkahalarla gülersem bu nefesimin soluk borumda tıkanmasına neden olacak kadar devam ederdi. Ama ben, buna rağmen yaşamaya devam ederdim. Ve ben, yalan söylerdim. Doğruları ise hiçbir zaman söyleyememiştim.

 

"Geleceğini bilmiyordum." Elim, kapının kolundan ayrılırken ayaklarımı ona doğru döndüm. İrislerim, onu görmenin şaşkınlığı ile büyümüştü ve yanıma doğru düşen elim titremeye başladı. "Eğer bilseydim, daha erken gelmeye çalışırdım."

Yüzüm yanmaya başladı, bu belki de bir yangının başlangıcıydı. Ya da o yangın çoktan kül olmuş ve sıcaklığı benim bedenimde daima bir iz gibi taşımam neden olmuştu.

 

Onu görmek, bedenimde tarifsiz bir duyguya neden oldu. Mina Çağlayan benim için bir devrimdi, yeni bir çağın başlangıcı ve göğüs kafesimde depreşen acı yüklü yangının sebebiydi. Biz, birbirimizi mahveden iki kuzeni iki arkadaş ve iki yangındık.

 

"Sorun değil, biraz konuştuk Ahmet Amcayla." Mavi gözlerini, üzerimdeki elbisede gezdirirken, biraz önceye nazaran, gözleri ifadesizliğe bürünmüştü. Bunun sebebi ne idi? Üzerimdeki elbisenin mavi olması mı yoksa üzerimde bir elbise olması mı?

 

"İyi o zaman. Annem sana yatacağın yeri gösterdi mi? Eğer göstermediyse, ben sana yardım edeyim. Kıyafet falan." Kahvelerim onun bedeninde dolaşırken, ellerim sımsıkı mavi elbiseme tutunmuştu. Onu her gördüğümde böyle olmak zorunda mıydı? Göğüs kafesimin içinde hissettiğim şiddetli çarpıntı ve ağrı onun için miydi yoksa benim için mi?

 

Mavi gözleri üzerimde dolaşırken, orada durdu. Göğüs kafesimin altında gezinen gözleri bir boşlukta usulca süzülen anılarla beraber gezinmeye başlarken, "Gösterdi odamı, uyumak için kıyafet de verdi. Ama sohbet edelim biraz istiyorsan."diyerek hüzünle fısıldadı.

 

Belki buna hakkım yoktu, asıl onun beni görmemesi gerekti ama yine de ona bakarken zihnimin içine dolup taşan anılarla mücadele etmek istemiyordum.

"Ben.. benim yarın işe gitmem gerekiyor, o yüzden erken kalkacağım. Yarın konuşuruz olur mu Mina?"diye konuştum yutkunurken.

 

Gözlerini oradan çekerken, ışığıyla aydınlanan koridora doğru bakıp kafasıyla onayladı, sarı saçları toplanmış siyah elbisesinin kapattığı boynuyla orada duruyordu. Benim de gözlerim ondan ayrılırken "İyi geceler." diyerek kapıyı açarken, odaya girip ardımdaki bedene bakmadan kapıyı kapadım.

 

Kapılar, bir kez daha kapandı.

 

Elim kapı kolunda asılı dururken, alnımı soğuk tahtaya yaslayarak, birkaç saniye öncesinde almadığım, alamadığım nefesleri hızlıca içime çekmeye başladım. O, benden nefeslerimi bile çalan kadındı.

 

Uzaklaştığını duyduğum adım sesleriyle, geriye doğru çekilerek alnımı kapıdan uzaklaştırdım. Onu, burada görmeyi beklemiyordum. Ondan uzaklaşmak için buraya gelmişken, beni takip etmesini asla beklemiyordum. Çözülmesi gereken sorunları konuşmak, çoktan sönen yangının külleriyle bakışan bedenimi, sıcak küllere kazımak mıydı niyeti?

Üzerimi değiştirerek, hızlıca yatağa girip gözlerimi kapattım.

 

Yeni bir sabaha gözlerimi açmış, odamda giyinirken aşağıdan gelen tıkırtılara kulak kabartmıştım. "Ne iyi ettin de geldin Mina kızım. Ben de Aden'im alışamaz diye çok korkuyordum, senin varlığın en azından biraz olsun rahatlatır onu." Annemin söyledikleriyle, ellerim krem rengi elbisemin düğmelerini iliklerken duraksadı. Titrek soluklarla nefes alırken hızlıca düğmelerimi ilikleyerek aşağıya indim.

 

"Kahvaltıyı mı hazırladınız?"diye mırıldanırken, gözlerim donatılmış olan masada gezindi. Cümlemi onaylayan mırıltılar annemden gelirken, babamın bedeninin burada olmamasıyla onun odasında uyumaya devam ettiğini anladım.

 

"Sen yemek yedikten sonra mı çıkacaksın annecim?" Gözlerim masadan ayrılıp çoktan yanıma adımlamış anneme çevrilirken, kafamı onaylarcasına salladım. Kırışmış yüzünde bir gülümseme ile bana bakarken, "İyi o zaman hep beraber kahvaltı yaparız. Oturun hadi, çayları koydum ben."diye devam etti konuşmasına.

 

Yapay bir gülümseme sunarken, masaya geçip sandalyeme oturdum. Çayların doldurulduğu bardağım önümde dururken, kan kırmızısı rengindeki yansımamı görebiliyordum. ''Mina kızım, al bunların da tadına bak.'' Derin bir nefes alırken annem yapmış olduğu hamurdan bir kaç pişiyi tabağıma koymuştu. Gözlerimi ondan çekerken, tabağıma zeytin ve peynir de aldım. ''Siz küçükken ne oyunlar oynardınız, hangi ara bu kadar büyüdünüz ki?''

 

Annemin amacı belki de akıp giden yılların hüzünlü konuşmasını yapmaktı ama ben o yılların izlerini konuşmak istemiyordum. Ağzımdaki lokmalar büyümeye başlarken, onları çiğnemekte zorluk çekiyordum. Bu yutmamı da zorlaştıracaktı. Geçmiş, boğazımda daima büyümesini engellediğim bir acı tohumu olarak orada kalacaktı.

 

''Büyüdük ama işte, ne zaman olduğunu biz bile anlamadık Birgül Yenge.'' diyerek yanıt verdi ona. Bana değen gözlerini hissediyordum ancak ona bakmadım. ''Öyle kızım öyle. Sen okuyacak mısın burada?''


''Evet okuyacağım, hemşirelik.''


Gözlerimi yukarı doğru kaldırıp anneme bakarken, onun gözleri karşısındaki bedene bakıyordu. Ona bakan gözleri hüzün ve şefkat doluydu. Bu yutkunmamı zorlaştırırken, yapmış olduğum her bir eylem gözlerimin önünde oynamaya başaldı. Gözlerimi tekrardan tabağıma çevirirken, iki parça kalmış olan peyniri ağzıma doğru attım. ''İstersen seni Aden götürsün bugün, yabancılık da çekmezsin. Ne dersin kızım?''

 

Ellerim olduğu yerde duraksarken, ikimizin dışarı çıktığını düşündüm. Bu benim için, onun için, ikimiz için de bir yıkım olurdu. ''Yok, ben tek gitsem daha iyi olur. Hem Aden'in de ilk iş günü, geç kalmasın.'' İfadesiz bir sesle kurduğu cümleler, beni rahatlatmıştı. Dünün aksine bugün yalnız kalma ve konuşma fikrinden vazgeçmiş görünüyordu.

 

Açık kahvelerimi ona çevirerek bakarken, gözlerini anneme çevirmiş ve tabağındaki yiyeceklerde çatalını gezdiriyordu. Nasıl burada bizimle, benimle oturabiliyordu? Zihnimin derinliklerine kazınmış, ucu keskin bıçakla kazınan hatıralar bana bu kadar acı veriyorken o nasıl bu kadar ifadesiz ve bu kadar rahat oturabiliyordu benim yanımda? Ben, o küçük acıyla boğuşurken onun bedeni bir zelzeleye kapılmıyor muydu?

 

Bana çevrilen mavi gözlerle duraksarken, bana baktığının bilincine varıp küçük bir tebessüm sundum ona. Tebessümüme aynı ifadesizlikle bakarken, gözlerini üzerimden çekti. Çalınan kapı zili ile sandalyemi hızlıca geriye iterek ayağa kalkarken, kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledim. Açılan kapı ile görüş alanıma giren Cemal Amcaya gülümseme ile baktım. ''Günaydın Aden kızım, hazırlanmışsın iyi iyi.'' dedi gözleri üzerimde dolaşırken.

 

''Günaydın Amca da, gelsene içeri kahvaltı yapalım.'' dedim kapıyı sonuna kadar aralarken. ''Yok kızım gelmeyeyim hiç, sen de kahvaltını bitirdiysen gel biz Bey'imin yanına gidelim.'' Hızlıca kelimelerini sıralarken ona doğru kafamı onaylarcasına salladım.

 

''Cemal, gelsene içeri pişi yaptım, yersin.'' Ben ayakkabımı giyerken konuşan annemin sesiyle kafamı kaldırırken, o halen masada oturuyordu. Yalnız. Ona bakarken, sol göğsüme oturan acıyla gözlerimi ondan çektim. ''Yok Birgül, gidelim biz. Beyim de bekler zaten, onu daha fazla bekletmeyelim.'' dedi.

 

Adımlarımı Cemal Amcanın yanına doğru atarken, annemle vedalaşarak arabaya doğru ilerledik. Siyah arabanın ön koltuğuna geçtiğimde, Cemal Amca konuşmaya başladı. ''Seni sevmiş bizim küçük Bey.'' Şaşkın bakışlarımla ona doğru dönerken, ''Sevmiş mi, bir şey söyledi mi benim hakkımda?''

 

Sözlerime keyiflenen yüzüyle gülen Cemal Amca, ''Dedi ki, üzülmesin diye ona bir kaç şey öğreteceğim.'' diyerek konuştu. Kahkahalarla gülerek ona bakarken, ben de konuştum. ''Demek üzülmemem için öğretecekmiş, küçük adama bak sen.''

''Ama senden bahsetmesi bile seni sevdiği anlamına gelir kızım. Kolay şeyler yaşamadı, halen yaşadıkları da kolay değil ya.''


Her bedenin kendi hikayesi ve anısı vardı. Yaşın sadece rakam olduğu, insanın zihninde taşıdığı anılar ve acılardan anlaşılıyordu.

Gözlerim ona çevrilirken, ''Neler yaşadı ki?'' diyerek merakla konuştum.

 

''Başında bir ana, bir ata olmadan yaşanır mı ki kızım. Senin dallarını budayan o el, dallarını kökünden koparıp kesen o else ne yapabilirsin, ne kadar yaşayabilirsin? Küçük Bey de o yüzden bu kadar bağlıdır Savaş Beyime. Başka kimsesi olmadığından, dallarına sahip çıkılmadığından.'' dedi.

 

Gözlerim ondan ayrılıp cama doğru çevrilirken ne o konuştu ne de ben, akıp giden yollarda kendi anılarımızda boğuştuk ikimiz de. Hızlıca arabayı sürerek bir kaç dakikada Bey Konağına gelmemizi sağladı Cemal Amca. Konağın kapısını yine Leyla açmış ve içeri doğru adımlamamızı sağlamıştı. Cemal Amca bu defa benimle yukarı çıkmamış Savaş Bey'in beni dün olduğu gibi çalışma odasında beklediğini söyleyerek, mutfağa geçmişti.

 

Onun bu güveni bana değil de Savaş Beye olduğundan emindim, zira bir erkeğin ve kadının aynı odada olmasının onun içsel çatışmasının en büyüğü olduğunu biliyordum.

 

Ayağımdaki beyaz terliklerle yukarı doğru adımlarken, krem elbisem de ona eşlik eden bir görüntü sunuyordu. Çalışma odasının kapısının önüne geldiğimde yüzüme bir gülümseme katarak kapıyı tıklattım.

 

''Gelebilirsin.'' Gelen komutla beraber, kapıyı aralayıp içeri geçerken odada gözüme çarpan ilk şey, vazoda olan kırmızı güllerdi. Dün masada oluşan boşluğu, şimdi varlığı ile görsel bir şölen sunan kırmızı güller, masada baş köşeye yerleştirilmişti.

 

''Ayakta kalmayın, oturun.'' diyerek konuşan gür sesle, gözlerim kırmızılıktan ayrılıp masanın önündeki koltuğa çevrildi. Dün oturduğum koltuğa tekrardan geçerken, ona bakmadan hızlı adımlarla ilerlememi sağladı.

 

''Dün ani gelişen rahatsızlığınız nedeniyle konuşamadık, bugün daha iyisinizdir umarım.'' Gözlerimi masadan ayırarak ona bakarken, koltukta ellerini birleştirmiş bir şekilde bana baktığını gördüm.

 

''Ya da en azından, kahvaltı yaptığınızı düşünüyorum.'' derken dudağının kenarında alaylı bir kıvrım oluştu. Aslında, ellerimi masaya yaslayarak yüzüne haykırmak istedim, gözlerimin kararmasını sağlayan şey açlık değil senin o lanet olası güzel yüzün. Ancak bunun yerine, ona bakarken tebessüm ettim. Bugün gerçek yüzünü gösterecekti demek, ha. ''Evet, kahvaltı yaptım. İnce düşünceniz için teşekkür ederim.'' diyerek sabırla konuştum.

 

''Anlıyorum, o zaman dün konuşmadığımız ayrıntıları konuşabiliriz. Ömer'in sadece piyona öğretmeni olacaksınız, onunla dolaylı olsa da başka dersler hakkında konuşmanızı istemiyorum''

 

Derin bir nefesi ciğerlerine doldururken, elinde olan kalemi döndürerek konuşmaya devam etti. ''Bunu sizin için değil, daha çok Ömer'in gelişimini etkilememesi adına rica ediyorum. Eğer sizinle matematik ya da genel kültür gibi konular hakkında konuşursa bu defa sizin bütün derslerinde ona yardımcı olmanızı bekleyecektir.''

 

Sözlerini onaylayan mırıltılar çıkarırken konuşmasına devam etti. ''Ancak bu onunla iletişim kurmayın demek değil, aksine onunla her şey hakkında sohbet edebilirsiniz. Onun dış dünyayla olan iletişimi kesmek niyetinde değilim.''

 

Yüzümdeki ifadesizliği korurken, içimden haykırdım. Sen onunla genel kültürden bile konuşmamı istemezken nasıl dış dünya ile ilgili bir sohbet başlatabilirim ki, ahmak herif.

''Ömer hem benim için hem de bu konakta bulunan her bir birey için önemli. Zihnine doğru yapacağınız her bir konuşma, onun için verdiğimiz mücadeleye ve iyi olması için gösterdiği kendi mücadelesine bir yıkım oluşturabilir. O yüzden kelimelerinizi ona karşı dikkatle ve özenle seçmenizi rica ediyorum, bizler de onunla konuşurken aynı özeni ve dikkati gösteriyoruz.'' dedi. Sözlerini devam ettireceğini aralanan dudaklarından anladım.

 

''Ama, ona ailesini sormayın. Ya da herhangi başka bir üyeyi, onun vasisi benim bu yüzden sadece benimle irtibat halinde olursanız sevinirim.'' derken koyu gözleri ifadesizce açık kahvelerime bakıyordu. ''Sizin bir sorunuz var mı acaba? Ya da arzunuz?''

 

Aile.

 

Asla sormamı istemediği, belki de içten içe o küçük bedenin konuşmak istediği ama varlığını bile bilmediği bir şey hakkında ne konuşacağını bilmediği o kavram. Eğer ona anne kelimesini söylersem belki de mavi gözlerini merakla bana dikerek, o çocuksu ses tonuyla ''O ne?'' diyerek konuşurdu.

 

Kafamdaki düşünceleri duraklatarak kalın ve pembeye boyadığım dudaklarımı araladım. Yaralı çocuklar, yetişkinler için yararlı çocuklar olmazlardı.

 

''Aslında dersler haftada kaç kez olacak acaba?'' diyerek yutkundum. Tanıdık sahneler, odanın içinde oynamaya başlarken gözlerimi kırpıştırarak bu görüntüyü yok etmeye çalıştım.

 

''Haftada beş gün şeklinde olacak, saat aralığını siz belirleyebilirsiniz.'' dedi.

 

''Peki yaşını öğrenebilir miyim?'' diyerek gözlerimi güzel yüzünden ayırdım.

 

Gözümün önünde ona bakarken daha önce fark etmediğim, sanki hep onunlaymış ve hep benimleymiş gibi duran yangının külleri uçuşuyordu. ''Dört, dört buçuk.'' derken duraksamış ve devam etmişti.

 

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken, bunu beklemiyordum. Demek ki yaşına göre gelişmiş bir çocuktu. Bedeni uzamış, kemikleri gelişmiş ancak zihnindeki oluşan çatışma, kavrayamadığı bir çok eylem halen orada onunla beraber duruyordu. O, küçüktü.

 

Kafamla onu onaylarken, kırmızı güllerin varlığı kendini tekrar görüş alanıma sokmuştu. ''Anlıyorum, o zaman ben Ömer ile konuşarak bugün hakkında daha detaylı bir plan oluşturur ve akşam size iletirim Savaş Bey.'' diyerek ayağa kalktım.

Üzerimde gezdirdiği gözleri ile, bana bakıyorken beyaz gömleğinin süslediği yanık teni de benim görüş alanımdaydı. İfadesiz yüzü kalın dudaklarının sol köşesi kıvrılmasıyla yok olurken, keyifle konuştu.

 

''Sizinle anlaşabildiğime ve soru sormamanıza sevindim Aden Hanım. Umarım bundan sonra da böyle olur.'' diyerek konuştu.

 

Sorular, aslında insanın zihninde her zaman bir başkasının eylemini merak ettiğini ve istemsizce zihnimizde dönüp duran meraklı sözcükler elbette bende de vardı. Ancak sorularımı ilk günden, dün kötü bir izlenim bırakmışken kurmak istemiyordum. Bunu, o da biliyordu. Karşımdaki uzun, güçlü ve dik duran beden sandığımdan daha zeki ve kelimelerle arası iyi olan biriydi.

 

''Ah, umarım öyle olur.'' diyerek sahte bir gülümseme sundum. Koyu gözlerinde keyifli parıltılar oluşurken, yüzümde oluşan her bir ifadenin sahteliğini biliyordu. Biliyor ve bundan oldukça keyif alıyordu. Eli ile kapıyı gösterirken bedenini masanın arkasından çıkarmadı. Dün yapmış olduğu nazik tavır dünde kalmış ve bugün olması gereken, o güçlü tavrına ve Beyliğine dönmüştü.

 

Adımlarımı kapıya doğru çevirdiğimde, uzun saçlarım her bir adımında sırtımda dalgalanıyordu. Gözlerinin ağırlığı sırtıma düşmüş, kapıya yaklaşan her bir adımımda daha da yük bindirmişti. Bu adam, Savaş Yiğit her ne kadar söylendiği gibi mert ve delikanlı olsa da içten içe elindeki güce bağımlıydı. Her ne kadar bu güç onu tüketecek gibi görünse de, onu ruhuna kazımış ve gücün ona itaat etmesini sağlamıştı.

 

Kapıyı aralayıp bedenimi odanın dışına attığımda, bedeni sandalyesine kurulmuş ve avına gözlerini dikmiş avcı edasıyla bana baktığını gördüm. Kapanan kapıyla onun bana olan bakışları son bulurken, derince yutkunarak gözlerimdeki ifadeyi kendi benliğime, hırçın bir ifadeye dönüştürdüm. Kapalı kapıya bakarken, dudaklarımın arasından sert bir soluk vererek küçük bir tıslama çıkarırken saçlarımın sertçe dalgalanmasına sebebiyet verecek şekilde hızlı adımlarla yürüyüp Ömer'in odasına ulaştım.

 

Hafif aralık duran kapıdan sesler duyulurken, kaşlarımın ortasında bir çizgi oluşmasını sağlayacak bir çatma ile adımlarımı kapının önünde durdurdum.

 

''Ömer, ne uslu bir çocuksun sen. Savaş Bey de çok sevecek seni, bu uslu tavırlarını ona da söyleyeceğim hiç merak etme tamam mı?'' derken alaylı bir adamın sesi duyuldu. Kaşlarım daha da çatılırken bir adım yaklaşarak, kapının ardındaki görüntüye baktım.

 

Ömer ayakta ve sırtı kapıya dönük bir şekilde dururken, önündeki beden eğilmiş bir halde ona doğru bakıyordu.

 

''Hadi yap Ömer, merak etme sen göstermesen de ben söyleyeceğim Savaş Bey'e. Hem son günlerde sana nasıl daha yakın fark etmedin mi?'' diyerek bir çocuk için ikna edici bir şekilde konuştu. O küçük bedenin tek temennisi rol model olarak aldığı amcasının sevgisiyken, bunu kullanmak isteyen kirli fısıltılar vardı.

 

Ömer'in neyi yapması gerekiyordu, bu kapının ardında olan ve daha önce kimsenin görmediği kaç gerçek vardı?

 

Ayakta duran bedenim titremeye başlarken, küçük bedenin sırtı dik ve kendinden emindi. Bu görüntü karşısında duran kendinden yaşça büyük kirli zihni memnun ederken, Ömer'in hareketlendiğini gördüm. Siyah pantolonu üzerine giymiş olduğu beyaz gömleğinin sardığı kollarıyla, yanlarında duran ellerini kaldırdı. Gözlerimin bana sunduğu görüntüde Ömer'in bedeni sallanmaya başlarken uzun saçlarıyla yüzünü kapatmış ve titreyen elleriyle bileklerine sarılmış kıza dönüştü.

 

Biraz önce ardımda bıraktığım beden bana telkinlerde bulunurken, bu görüntüyü biliyor muydu. Zihnine acımasız hiçbir darbenin inmesini istemediğini ve onunla olan konuşmasında seçtiği her bir kelimenin zihninde tekrarlarla oluştuğunu ben biliyorken, o bu görüntüyü biliyor muydu? Zira artık darbelerin çarpmak istemediği zihne, sayısız cam kırıkları saplanmış ve belki de o cam kırıkları zihninin derinliklerinden çıkarak bedeninde yer edinmişti.

 

Dudaklarım istemsizce açılırken, bir kaç defa açılan dudaklarımın arasından bir sesin firar etmemesi için ellerimi ağzımın üzerine doğru kapattım.

 

Adam, Ömer'in önünde eğilirken gözlerinde gizlemediği veya gizlemeye gerek duymadığı bir haz ve acımasız parıltılarla ona doğru bakıyordu. Ömer, hafifçe yan dönerken beyaz yüzünde neyden olduğunu bilmediğim bir kırmızılık duruyordu. Küçük yüzündeki sarı kaşları çatılmış havaya kaldırdığı koluna doğru bakıyorken, mavi gözlerinin içinde kararsızlık ama aynı zamanda bir kararlılık vardı.

 

Biraz önce görmediğim ayrıntıyla göğüs kafesim tekrardan acıyla dolmaya başladı.

 

Elinde ucu keskin bir metal parçası dururken, sol kolundaki beyaz gömleğinin kolu dirseğine kadar katlanmıştı. Orada daha önce birçok kez yapıldığını gösteren derin ve kabartılı çizikler varken o metal parçasını koluna başka bir iz için yaklaştırıyordu. İzler bütün bedenlerde hüküm sürerdi. Kimi zaman kendi başlattığımız bu izlerin, kimi zaman başkasının memnuniyetini taşırdı. Göğüs kafesimin altındaki iz, sızlarken burun deliklerim ciğerlerime almak istediğim nefes için genişledi.

 

Çocuklar, bu dünyada nadir olan o masum varlıklar kirli zihinlerin bir parçası haline getirilmek üzere, sanki yetişkinlerin elinde oynamak istedikleri bir oyuncakmış gibi var oluyordu.

 

Dün onunla nasıl konuştuğum zihnimde yer edinirken, o masumiyetin ardında ve mavi ifadesiz gözlerin ardında oluşan acıyı hissettim. Ruhunda yer edinen acıyı ve ruhunda var olan boşluktan faydalanmak isteyen o zihnin daha öncelerde gördüğüm o görüntünün bir yansıması gibi gözlerimin önüne serilmişti. Nefeslerim hızlanırken bir kaç adım geriye doğru giderek, kapıdan uzaklaşmayı hedefledim. Fark etmediğim ancak yan tarafta masanın üzerinde duran vazonun yere düşerek parçalanması ile kirli sesin içine karışan keskin vazo parçaları duraksamama neden oldu.

 

''Kim var orada?'' diyerek konuşan ses ile, duraksayan zihnimle hızlıca düşündüm. Yüzüme bir gülümseme katarak, kapıya doğru tekrardan adımladım. Dudaklarımın kenarı kıvrılırken, o kıvrımların titremesini durdurmak adına tırnaklarımı avuç içime doğru batırdım.

 

Birkaç hışırtının ardından odanın içine girdiğimde, adam ayakta durmuş ve yanında kollarının manşetleri örtülmüş, düzgün bir şekilde duran Ömer ile bana doğru bakıyordu. Mavi gözleri dün bıraktığımın aksine ilk gördüğüm o ifadesizliğe bürünmüşken, daha önce gördüğüm o gözlere çok benzerken titreyen nefeslerim sekteye uğradı.

 

''Lütfen Aden, kurtar beni. En azından deneyelim, ha.''

 

Ses, zihnimde yankılanırken, o ses önümdeki görüntüyle bütünleşti. O keskin metali tutan mavi gözler artık bu sabah gördüğüm gözlerdi, küçük bedenin arkasında ayakta durmuş beden onun arkasında dikilirken, bir elini sol omzuna koyarken yaşlarla ıslanmış ve kurumuş kan lekeleri olan yüzünde daha önce yer edinen ama şimdilerde hiç görmediğim o gülümsemeyi sunmuştu. ''En azından deneyelim.''

 

''Ben, Ömer'in yeni piyano öğretmeniyim. Sakarlık için kusura bakmayın, sadece bir kez geçtiğim koridor beni yanılttı.''

 

Kelimeler dudaklarımın arasından çıkarken, yalan konusunda bu kadar tecrübeli olmak beni mutlu etti. Bu bugün için ve geriye kalan günler için beni kurtaracak, Ömer'i kurtaracak olan tek şeydi.

Adamın bakışları üzerimde hızlıca yanıma doğru adımlarken bir elini öne doğru uzatırken konuştu.

 

''Merhaba, ben de Ömer'in adabı muaşeret öğretmeni Sinan Yekman.'' Önümde bana uzatılan ele doğru bakarken, midemden boğazıma doğru yükselen asitli bir sıvı hissettim. O el, daha önce bir çok kez küçük bedenin önüne doğru uzatılmış ve bana doğru konuşan bu ses bir çok kez Ömer'in kulaklarına kirli fısıltılar sunmuştu.

 

Üzerimde hissettiğim iğrenç bakışların etkisi ile, ben de elimi öne doğru uzattım. ''Memnun oldum Sinan Bey, umarım iyi anlaşırız.'' dedim.

Gözlerim gözlerine tutunmuşken, soluk ela gözlerinde duran yansımamı görebiliyordum. Yansımam yüzünde gülümseme ile dururken, içimdeki Asi konuşmaya devam etti.

 

''Memnun oldum Sinan Yekman, bugün benimle hiç tanışmamayı dileyecek ve çocuk ya da yetişkin fark etmeden başka bedenlere uzattığın her bir elin, kirli zihnine alet ettiğin her bir düşüncenin yansımasını kendi bedeninde göreceksin.''

Merhabaa güzelliklerimmm ;)
Bölümü beğendiniz mi?

Sizce Asi'nin planları neler?

Savaş Yiğit'in, Ömer'e olanlardan haberi var mı?

Eğer haberi yoksa bile öğrendiğinde, Sinan'ı neler bekliyor?

Ve Sinan.. o nasıl bir adam?

Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayınızzz.

Beni takip etmeyi dee;)

İnst: seleneisadark

Seviliyorsunuz.

 

Loading...
0%