@seleneisadark
|
Yaralar, benim tanımımla ruhumuzda kalıcı izler bırakan ve bedenimize mühürle kazınan o derin acılardı.
Ömer Ares Dalkıran, küçük bedeninde taşıdığı izlerin farkında değildi kanımca, zira eğer kendi bedeninde yarattığı her bir izin ruhunda yarattığı zelzeleyi bilseydi ve her yeni yaşında o çiziklerin arasından akan irinlerin her bir duyguyu yeni yaşı gibi geride bırakacağının farkında olsaydı bunu yapmazdı.
''Savaş Bey bana hemen başlayabileceğimi söylemişti, programı oluşturmak adına kabul etmiştim. Sizin dersiniz bitmemiş miydi?'' Onun gözlerine bakarken, bulanık ela gözlerinde kendi yansımamı görebiliyordum.
''Ah biz de yeni bitirmiştik, siz başlayabilirsiniz. Ben de o sırada aşağıda kahvaltımı yaparım.''
Bana doğru kurulan cümlelere kafamı sallarken, piyanonun başına doğru adımlamaya başladım. Onun bakışlarını arkamda bırakırken, kulağıma dolan ayak seslerinden onun da odanın kapısına doğru adımlamaya başladığını duydum.
''Bu arada, verdiğim ödevi kontrol edeceğim. Eğer ödevin kusursuz olursa Savaş Bey'e bundan bahsedeceğimden emin olabilirsin.'' diyerek konuştu. Yüzümü onlara doğru çevirdiğimde, Sinan Yekman'ın adımları kapının önünde duraksamış ve bedenini Ömer'e doğru döndürürken sakin yüz ifadesiyle, bir öğretmenin öğrencisine verdiği ödevi uyarmak için olan o sakin yüz ifadesine sahipti. Biraz önce kapıda, gözlerimin önüne sürülen gerçekler olmasaydı bu yüz ifadesini gülümseyerek izler ve daha sonrasında bunu unutmaması için Ömer'i tembihlerdim.
Yüzümde bir gülümseme ile ona bakmadım, bakamadım. Onlara bakarken gözlerimde başlayan yangın, tüm bedenimi küle çevirirken düz bir ifadeyle önümde sergilenen gösteriyi izliyordum. İfadesiz yüzümle, onun benim hakkımda olan düşüncesi büyük ihtimalle diktatör bir öğretmen olarak tanımlanacaktı.
Diktatör, öğrencisiyle yeterince ilgilenmeyen ve dersi bittiği an bu kapının ardında ona, öğrencisine, Ömer'e sırtını dönecek olan bir kadın olarak hafızasında yer edinecektim.
Bakışları bana doğru dönerken, yüzümdeki ifadeden memnun kalmış bir edayla dudağının kenarında bir kıvrım oluştu. Kumrala yakın saçlarıyla bezeli kafasıyla bana veda eder gibi bir selam verirken, yaptığı harekete dönüt olarak ona dümdüz bakmaya devam ettim, bununla beraber o da odanın kapısının ardına doğru adımlarını sıraladı. Kaybolan bedeni ile piyanonun önüne götürdüğüm bedenimi hızlıca kapıya doğru çevirerek kapıyı örttüm.
Kapılar, bir kez daha kapandı.
Kapanan kapı ile beraber, bir kaç nefesi hızlıca dudaklarımın arasından hızlıca bırakırken son kez nefeslenmemle yüzümde minik bir gülümseme oluştururken Ömer'e doğru döndüm. Bana bakan boş mavi gözlerle, yüzümdeki gülümseme titredi. Boş ve sıkıcı bir tiyatroyu izler gibi bana doğru bakıyordu. Buna rağmen, içi boş gözlere, bedenimi titreten gördüklerime, acının hüküm sürdüğü odaya bakarken, ben aynı odanın içinde Ömer'e dudaklarımın üzerinde titreyen ancak varlığını koruyan bir gülümseme sundum.
''Nasılsın Ömer?'' diye konuşurken önüne doğru yürüyüp, dizlerimi kırarak yüzlerimizi aynı hizaya getirdim. Yüzümde gezinen gözleri, benden uzaklaşırken gözlerini siyah cilalanmış görüntüsüyle parıldayan piyanoya çevirdi. ''İyi.''
Dudaklarının arasından üç hece, tek kelime olarak çıkan ses kulaklarıma ulaştığında duraksadım. Açılan ağzımla derin bir nefes alırken, bakışlarım yüzünden ayrılmıyordu. ''İyi misin, tesadüfe bak ben de iyiyim. Neden biliyor musun?''
Piyanoya doğru çevirdiği bakışları orada gezinirken, beyaz gömleğinin sardığı küçük omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Çünkü, Savaş Bey bugün bana sana ders verebileceğimi söyledi. Ve ben de buna çok sevindim.''
Ömer Ares, yaralı bir çocuktu. Bedeni daha önce izlerle kaplıyken, o minik ellerin kendi bedeninde oluşturmadığı yaraları onun için Savaş Yiğit, amcası, arasında kan bağının bulunduğu tek kişi olamayan ama kalbinde sonsuz bir bağın oluşturduğu o adam sarmıştı.
Ben de bunu, onu kazanmak için kullanacaktım. Bu durumdan kesinlikle keyif almıyordum ama yine de önümde kullanabileceğim bir durum olduğundan memnundum. Ve istediğimi de almıştım zaten.
Mavi gözlerindeki boş bakışlar yerine, ufacık merak tohumu serpiştirilen bakışlarla bana döndüğünde dudaklarımın kenarındaki kıvrım daha da büyüdü. Yüzümde gezinen gözlerle, ''Ne dedi ki amcam sana?'' dedi.
Böyle bir şeydi işte. Bir çocuğun konuşmak istediği tek konuyu, bir kişi konuştuğunda ya da dudaklarının arasından kaçırdığında o bir kişi bunu fark eder ve bunu kullanmaktan asla çekinmezdi. Sinan Yekman, nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde Ömer'e amcasının konusunu açmış, ismini dudaklarının arasından zikretmişti.
O zaman, Ömer saf bir merakla Sinan Yekman'a doğru konuşmuştu. Nasıl demişti, amcamla o nasıl konuştu, belki de sabahın erken saatlerinde benim görmediğim bedeni o nasıl gördü ve onunla sohbet edebildi?
Kafasının içindeki bu düşüncelerle sorduğu sorularla, Sinan Yekman'ın radarına girmişti. Bu evde Savaş Yiğit Dalkıran haricinde kimsenin varlığını kabul etmeyen bedenin varlığın dikkatini bu şekilde çekmişti o adam, bununla beraber kafasında kurduğu onlarca senaryodan ve planlardan bazılarını kullanmıştı. Bundan hiç de çekinmemişti. Daha sonrasında, kendi zihnini ve yarım ruhunu tatmin etmek için dört yaşında, dört buçuk yaşında olan kişiyi kullanmıştı.
Bunlar benim kafamda, bir kaç saniye önce kurduğum teorinin ilkiydi, diğer teorim ise şuanlık doğru olmadığını düşünmediğim bir varsayım olarak kalacaktı. Belki gerçek belki de asılsız olan diğer teorimi geri kalan saatler gösterecekti.
''Amcan bana, senin benimle piyano çalmayı kabul ettiğini ve bu yüzden de artık bu evde beraber piyano çalacağımızı anlattı bana.'' dedim. Mavi gözlerini parkeli zemine doğru çevirirken dudakları büzülmüştü. ''Başka bir şey demedi mi?'' dedi.
Sorusuyla yutkunurken düşündüm. Bir çocuğun en sevdiği kişi olsaydınız ve bu kişi başka biriyle sizin hakkınızda konuşacak olsaydı bu ne olurdu? ''Sen uslu bir çocuksun Ömer.'' diyerek fısıldanan kelimeyle beraber kalın ve kurumuş dudaklarım aralandı. ''Senin çok çalışkan bir çocuk olduğunu, her şeyi hızlıca öğrenecek kadar zeki biri olduğunu da söyledi.'' derken her bir kelimemde, yere eğilmiş kafasına rağmen gördüğüm bir gülümseme oluştu dudaklarında. Diğer teorim..
''Ah, bu arada, Sinan Bey'in sana verdiği ödev çok zor bir ödev mi Ömer? Belki sana yardım ederim ve Sinan Yekman da, Savaş Bey'e daha güzel şeyler söyler.'' dedim.
Onu kandırıyordum, küçük aklını ve masumiyetini her ne kadar iyi bir çaba için kullanıyor olsam da, onu kandırmış olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. ''Şey, ben..'' derken bakışlarını yerden ayırarak yüzüme doğru çevirmişti, ona halen aynı gülümseme ile bakıyorken tereddütlü ifadesi ile üzülmüş gibi bir derin bir nefes aldım.
''Tabi sen bilirsin, ben senin için söylemiştim. Eğer ödevini bana söylemek istemiyorsan yardım edemem.'' dedim. Ona doğru olan konuşmamın ardından bana bakarken, gözlerindeki ifadenin bir buz parçasıyla parçalandığını gördüm.
''Söyleyeceğim, söyleyeceğim ama sen bunu Sinan Öğretmenime söyleme tamam mı? Eğer öğrenirse üzülebilir.'' dedi. Yüzümdeki gülümseme dudaklarımın üzerinde asılı kalırken, şaşkın maskemi takındım. ''Neden ki? Ödevini söylemen onu neden üzsün ki?'' dedim. Dudaklarını birbirine bastırırken cevap verdi.
''Çünkü ödevler, kendi başına yapılması gereken özel ve bireysel bir şeydir. Eğer birine bunu söylersem ya da yardım alırsam onu kendi başıma yapmış olmam, bundan dolayı da bu hem öğretmenimi hem de amcamı üzebilir.'' Kendi başına yapması gereken.. Özel ve bireysel..
Boğazıma bir yumru otururken, açık kahve gözlerimin sulanmasıyla onları örttüm. Bu kadardı işte. Bir çocuğu kandırmak, bu kadar kolaydı. Ona bazı şeylerin gizli kalması ve kendi başına yapılması gerektiği söylendiği, bunun hem o adamı hem de amcasını mutlu ettiğini söylemek yeterli geldiği için Ömer o şeyi, ödevini gizli tutmuştu.
Hem de ne olduğunu bilmeden.
''Tamam o zaman, söylemem.'' derken örttüğüm gözlerimi açmıştım. O da yüzüme artık bir gülümseme ile bakarken, odasında olan tahtadan komidinine doğru yürüyerek en alttaki çekmesini açtı. Küçük elini çekmeceye uzatırken, arkada bir yetişkinin ulaşamadığı bir mesafede olan o ucu keskin demir parçasını görüş alanıma sundu.
Keskin demirin görüş alanıma tekrardan girmesi ile beraber, yüzümdeki ifade hissizleşirken onun küçük adımlarının her birini bana doğru atmasını izliyordum. Attığı bir kaç adımdan sonra, tekrardan bedenimin önüne gelmiş ve bir elindeki küçük demir parçayı tutarken o kolunu kavrayarak bileğindeki manşetleri küçük parmakları ile kavramıştı.
Dizlerimdeki güç azalırken, ayaklarımın beni daha fazla taşıyamamasından dolayı dizlerimin üzerine doğru, parkeli zemine doğru düştüm. Karşımdaki beden işine odaklanmış bir edayla bunu fark etmezken gözlerimin önüne serilen ifadesizliği izlemeye başlamıştım.
Ömer o manşetleri çözdü, daha sonrasında bir kaç katlama ile gözlerimin gördüğü görüntü dudaklarımın aralanmasına yol açtı. İnce ve küçük bileğinde sayısız kesik izleri vardı. Bazıları henüz yeni ve kabuk bağlamışken bazıları ise kabartıların oluşacağı kadar eskiye uzanıyordu. ''Biz de onun zihnine darbe indirmek istemediğimizden kelimeleri özenle seçiyoruz.''
Koca konakta sayısız insan varken, konakta önemli olarak görülen bu çocuk bedeninde nasıl olur da bu izleri fark etmezlerdi?
Diğer teori..
Biri için özenle seçilen kelimeler varken, başka biri için kirli kelimelerin darbeleri olabiliyordu. ''Buraya yeni bir iz kazımam gerekiyor. Ama bu canımı acıttığı için yapmak istemiyorum bazen.'' dedi. Bazen.. Elimi uzatırken, beyaz ojeli parmaklarımı kabartıların üzerinde gezdirdim. ''Sen, ne zamandır bu ödevleri yapıyorsun Ömer?'' Sarı kaşlarını hafifçe çatarken, büzülen dudakları ile mırıldandı. ''Bilmiyorum ama bir süredir.''
''Benden bunu gizlememi istedin ama bunu başkaları da görmüyor mu Ömer? Ödevlerin..'' derken yutkundum. ''hemen fark edilebilecek bir yerde.'' Gözlerim yüzündeyken sorumu yanıtladı. ''Sinan Öğretmenim, artık büyüdüğümü ve mahrem olduğu için bedenim kıyafetle örtülü değilken başka birinin görmesinin uygun olmadığını söyledi. Sadece öğretmenler görebilirmiş.'' dedi. Kafamla onu onaylarken, ''Peki neden verdi bu ödevi, sana ne yararı olacakmış bahsetti mi?'' dedim.
''Bu ödev, benim tüm acılara rağmen büyüdüğümü gösteren bir ödev olacak.'' derken yüzünde bunun mutluluğunu taşıyordu. Ömer Ares Dalkıran dört, dört buçuk yaşında olmasına rağmen bunu göstermeyecek bir zihin olgunluğuna sahipti.
Bir kaç saniye o izlere doğru bakarken, ikimiz arasında geçen konuşmanın ne kadar sürdüğünü bilmiyordum. Titreyen ellerimle kollarını katladığı gömleğin manşetlerini indirip iliklerken, büzülen dudaklarıyla hızlıca konuştu. ''Ama ödevime yardım etmedin ki.''
''Ödevine ben yardım etmeyeceğim de ondan, bu ödev senin büyümeni de etkileyen ve upuzun yıllara dayanan bir ödev olduğu için hadi bunu amcanla beraber yapmalısın.'' dedim. Sözlerimle beraber duraksarken, fısıltıyla konuştu. ''Ama Sinan Öğretmenim amcamın şimdi öğrenmesini istemiyor. Büyüdüğümde ve amcam kadar kocaman olduğumda öğrenmesini istiyor.'' dedi.
Burnumdan bir nefes verirken, Asi kulağımın arkasında konuştu. Şimdi öğrenmesini istemiyor çünkü canından bile çok değer verdiği küçük yeğenin bedeninde ve ruhunda çizikler oluştururken bunu kimsenin bilmesini istemez.
Büyümesini istemişti çünkü sen büyüdüğünde o çoktan bu konaktan ve bu kasabadan gitmiş olacaktı. Belki şimdi gitsem ve bunları göstersem Savaş Bey bana inanmazdı. Ama eğer Ömer'i burada bırakırsam Sinan Yekman bu odaya tekrar gelir ve benim yokluğumda inandırıcı ve zehirli sarmaşıklarla kaplı o sözlerini tekrardan ruhuna dolardı.
Elini tuttuğum bedenin adımlarını kapıya doğru götürürken mırıldandım. ''Emin ol amcan, senin bunları gösterdiğin an, ona güvendiğin için olan mutluluğundan sana sımsıkı sarılacak. Zira Savaş Bey'in en çok istediği şey senin ona olan sonsuz güvenin ve sevgin.''
Adımlarımızı kapının önüne doğru attığımızda aşağıda, merdivenlerin başında Leyla ve o adamın konuşmaları kulağıma doldu. Bunu umursamadan ilerleyen adımlarımız uzun koridoru arşınlarken, her bir adımımda elime dolanmış eli daha sıkı kavrıyordum. Bu onun canını yakmayacaktı ancak benim ondaki, yanındaki varlığımı kanıtlayacaktı. Hem ona, hem de bana. Yanımda keyifle adımlayan küçük bedenin varlığı, içimdeki karmaşanın artmasını sağlarken kulağımın hemen dibinde konuşan ses yutkunmamı sağladı. Diğer teori..
Savaş Bey'in odasının önünde duran adımlarımla, yanımdaki beden de adımlarını durdurmuş ve meraklı gözlerle kapıya doğru bakmıştı. Son sözlerimden sonra ruhunun amcasının istekleri ile çırpındığını biliyordum, orada karanlık kuytu bir köşede duran derin kesiklerle kaplı ruhu ona söylenen istekleri gerçekleştirmek üzere çırpınıp duruyordu. En azından ilk teorime göre bu böyleydi. Ona çevirdiğim gözlerim ile üzerinde hissettiği bakışların ağırlığı ile bana dönerken, dudaklarımın kenarını kıvrılarak güven verici bir gülümseme sundum. Aynı gülümseme onda da oluşurken diğer elimi havaya kaldırarak kapıyı üç kez tıklattım.
''Gelebilirsin.'' diyerek duyulan komutla beraber, tahta kapının üzerinde duran soğuk metal kapı kolunu kavrayarak açtım.
Elini tuttuğum bedenle beraber içeri girdiğimizde, arkamdaki kapıyı da kapatmıştım. İri beden, masanın başındaki büyük koltukta oturmuş önüne serdiği onlarca kağıtları inceliyordu. Yan yana gördüğü iki bedenin şaşkınlığını hissediyordum, üzerimizde gezinen yoğun bakışları birbirine dolanan ellerimize çevrildiğine anlık da olsa yüzünde bir duraksama oluştu.
''Merhaba Savaş Bey, umarım rahatsız etmiyoruzdur.'' derken gözlerimi ondan ayırarak masanın üzerindeki kağıt yığınında gezdirdim, sabah masanın baş köşesinde olan güllerin varlığının emaresi şimdi yoktu. ''Aslında biraz işim vardı.'' derken koyu bakışlarını benden ayrılıp Ömer'e döndü. ''Gel bakayım amcanın kucağına, aslanım.'' dedi.
Her ne kadar yoğun olsa da, yeğenine ayıracak saliseleri olsa da bunu esirgemeyecek kadar merhamet doluydu. Elimden ayrılan sıcak ve küçük el hızlıca masanın arkasına doğru adımlayarak iri bedenin kucağına yerleşti. Mavi gözleri masanın üzerindeki kağıt yığınında dolaşırken, merakla ve şevkle parıldayan mavi gözlere çevrilen koyu gözlerin sahibi kalın dudaklarını araladı.
''Piyano sesi duymadım, yoksa senin canın bugün notaların arasında gezinmek istemiyor mu?'' derken, dizinin üzerinde oturan minik bedenin sarı saçları sevgiyle okşadı. Bir dizinin üzerine oturttuğu bedenle, orada dururken odanın ortasına doğru bir kaç adım daha attım. Bana dönmeyen gözlerle konuşmaya başlarken, ''Aslında Ömer, Sinan Bey'in uzun zaman önce verdiği bir ödevi yapıyor Savaş Bey.'' dedim.
Sözlerimle, Savaş Bey'in bakışları bana dönmezken koyu harelerindeki şefkatle Ömer'e bakmaya deva etti. ''Ve bu ödevi uzun zamandır yapmak, ona bazen acı verse de devam etmiş buna. Çünkü..'' diyerek son kelimemdeki titremeyle duraksarken Savaş Bey'in bedeni de duraksamıştı. Ömer'in saçlarını okşayan el anlık da olsa dururken, iri elini kafasından omuzlarına doğru götürerek minik bedenin başının güven dolu göğsüne yaslanmasını sağladı.
''Çünkü, sizi mutlu etmek istemiş. Ben de bugün bu ödevi size söylerse, onun size olan güveninden mutlu olacağını söyledim.'' dedim. Koyu hareleri bana dönerken, yüzündeki ifadeyi tanımlayamazdım. Öyle hiçlik dolu bakışlara sahip olmuştu ki saniyeler içinde, bu hızı ben bile kavrayamamıştım. Yüzünü örttüğü bedenin elleri göğsüne sarılırken, ''Evet amca ben de Aden'in söylediği gibi, sana ödevimi göstermek için geldim.'' dedi. Düz ifadeyle bana bakan sert çehreye açık kahve gözlerimle bakarken ellerimi birbirine sıkıca kenetledim, derin yutkunması ile hareket eden adem elması ile konuştu. ''Göster hadi amcacım.''
Ömer, kafasını yasladığı göğüsten kaldırırken neşeli sesiyle konuştu. ''Aslında sana, ben kocaman olduğumda bunu göstermem gerekiyordu Sinan Öğretmenim öyle söyledi bana. Ama Aden şimdi görmenin daha iyi olduğunu düşündü.'' derken, eliyle bileğinin sardığı manşetleri çözmüştü. Ömer'in söylediği her bir kelime ile çenesi sıkıca birbirine kenetlenmişti. Ömer'in kıvırdığı beyaz gömleğinin açığa çıkardığı ucu birbirine değen sayısız kesik izleri, beyaz teninde görünürken odaya sessizlik hakim oldu. Odada duyulan tek ses, Savaş Bey'in aldığı sert soluklardı.
Yüzünde hiçbir duygu belirtisi oluşmazken iri elini kaldırarak küçük kolunu tuttu, diğer eliyle her bir kabartının üzerinde parmağını gezdirdi. İfadesiz yüzüne bakarken haykırmak istedim, nasıl olur da benim bir gün içinde fark ettiğim şeyi sen uzun zamandır fark etmezsin? Hiç mi odanın önünden geçmedin, hiç mi derste ne yaptığını sormadın ve hiç mi ona verilen ödevlerin ne olduğunu merak etmedin? Bana hemen anlatan bu küçük beden sana anlatmaz mıydı olanları? Diğer teori.. kulağımın arkasında bana fısıldanan kelimelerle gözlerimi kırpıştırırken bunu geri plana doğru ittim. Yüzüne doğru haykırdığım sahneler zihnimde belirirken bunların hiçbirini yapmadım, yaptığım tek şey onun aksine yüzümde bir gülümseme ile birbirine tutunmuş bedenlere doğru bakmak oldu.
Ömer'in titreşen mavi gözleri bana dönerken, çocuksu zihni ile amcasının konuşmamasından dolayı neler düşündüğünü tahmin etmek zor değildi, bu yüzden daha büyük ve daha güven verici bir gülümseme sunarak ona bakarken konuştum. ''Savaş Bey, Ömer'e bir şey söylemeyecek misiniz?''
Bir transtan çıkar gibi titreyen bedeni ile koltuğun üzerinde otururken koyu harelerindeki sarsıntıyı yok ederek, harelerini Ömer'in üzerine düşürdü. Benden ayrılan mavi gözler Savaş Bey'in üzerine düşerken, doğrudan iri bedenin gözlerine bakmayarak göğsüne indirdiği sakin gökyüzü ile konuştu. ''Mutlu olmadın mı amca?''
İri bedenin gözlerinde bir çok duygu kendini gösterirken, yüzünde hiçbir duygunun emaresi okunmuyordu. İri elleriyle kavradığı kolu yukarı kaldırırken, kafasını yaklaştırarak kalın dudaklarını izlerin üzerine bastırdı. Dudakları arasından çıkacak olan bir haykırışı ya da fısıltıyı bekliyordum lakin bunu beklemiyordum. Dudakları kabartının üzerinde dururken, koyu harelerini göz kapakları ile örterek geçirdiği duygu karmaşasının görünmesini engelledi.
''Bunu sana o mu yaptı?'' derken, sesi bir çocuğun derin ızdırabına şahit olmuş o adamın izlerini taşıyordu.
''Hayır amca, ödevleri kendi başına ve yardım almadan yapmalısın. Ben de öyle yaptım.'' diyerek coşkuyla konuşan minik beden, Savaş Bey'in sarsılmasına yol açtı. Ödev... Bu kelimenin altında gerçekleşen kirli eylemin hüküm sürdüğü o minik koldaki derin izler, ben şahit olamasam da onun bedeninin ve ruhunun sarsılmasına yol açmıştı.
Kapalı gözlerini araladığında, gördüğüm gözlerindeki irislerin daha da büyümüş olduğuydu. Koyu harelerinde büyüyen karanlık, bu evdeki o adamın geleceğini ve geçmişini sararak yok olmasını sağlayacaktı. Bundan emin olacaktım.. ''Anlıyorum, anlıyorum evet, ödevler.'' demişti koyu gözleri kabartıların ve yeni kurumuş kanlarla kaplı olan izlerin üzerinde dolaşırken.
''Aden Hanım rica etsem, Leyla'yı çağırır mısınız? Ömer'e sabah kahvaltısında içtiğimiz portakal suyu için yardım etsin. Biz de o sırada sizinle ödevler hakkında daha detaylı konuşuruz.'' dedi.
Eliyle Ömer'in kafasını tekrardan göğsüne bastırdığında bakışları bana dönmüştü. Arkamı dönerek kapıya doğru adımlayacağım sırada, aklıma gelen detayla duraksarken ona doğru döndüm. Elimi kaldırarak onu, onun bedenini işaret ederken aynı zamanda ses çıkarmadan dudaklarımı da oynatıyordum. ''Sen,'' dedikten sonra Ömer'i işaret etmiştim. ''Ona,'' Koyu harelerin üzerindeki kaşlar şaşkınlıkla havalanırken devam ettim. ''Sarıl.''
Kollarımı birbirine dolayarak kendi bedenime kısaca sarılıp bırakırken gözlerimi kocaman açarak, işaret ettiğimde avuçları arasındaki kolu serbest bırakarak düşmesini sağladı. Beyaz gömleğinin sardığı kolları kaldırarak küçücük bedene kollarını dolarken gözleri üzerimden ayrılmadan derin bir nefes alırken göğsünün şişmesine neden oldu.
Tatmin olmuş bir yüz ifadesi ile ona ardımı dönerek, kapıdan çıktığımda Sinan Yekman'a ait olacak olan o yangının başlamasına neden olacak olmanın memnuniyetini her zerremde taşıyordum. ''Leyle, Leyla!'' diye bağırarak merdivenin başına geldiğimde merdivenin başından duyulan hızlı adım sesleri ile duraksadım. Leyla'nın temiz yüzü ve önlerindeki perçemlerini bıraktığı yazmasıyla örttüğü siyah saçları görüş açıma girerken dudaklarımı tekrardan araladım. Üzerine giydiği yeşil düğmeli elbisesi, elalarını daha da ön plana çıkarmıştı. ''Ömer ile beraber sabah kahvaltısına portakal sıkar mısın?'' derken gözlerimi canlı ve parıldayan ela gözlerinde gezdirdim.
''Tabi yaparım Küçük Bey'im ile beraber.'' derken bana düzgün dişlerini gösteren bir gülümseme sundu. Aynı gülümseme bende de oluşurken anlık duraksayan zihnim ile tekrardan konuştum. ''Ama yalnız olun. Sinan Yekman burada değil mi, Ömer'in odasında Savaş Bey'i beklesin onunla konuşmak istiyormuş.'' derken gözlerimi gözlerinden ayırmadım.
Leyla'nın gözleri gözlerimden ayrılmazken, çarklarının birbirine vurduğu zihni ile idrak ettiği düşünceler yüzündeki gülümsemeyi sekteye uğratarak yok olmasını sağladı. Benim yüzümdeki gülümseme yerini korurken, dudaklarımı birbirine sıkıca bastırarak kafamla Savaş Bey'in odasını işaret ettim.
Benim adımlarımın yanında yürüyen Leyla'nın adımları ile beraber arşınladığımız o uzun koridorun bir kenarında kırık vazo parçaları halen yerini koruyordu. O vazo parçasını kimse kaldırmamış, kimse ortalığı toparlayarak görünen izlerin kaybolmasını sağlamamıştı.
Buna rağmen, ikimizin de adımları duraksamazken Savaş Bey'in odasının önüne geldiğimizde bu defa tıklatmadan araladım o soğuk metalin asılı olduğu tahta kapıyı. Adımlarımızı odanın içine doğru attığımızda, onlar biraz önceki görüntüsünü bozmamış ve oldukları yerde birbirlerine sıkıca sarılmaya devam etmişlerdi.
Savaş Bey Ömer'in bedenine sıkıca sarılmışken, küçük beden mavi gözlerini kapamış ve dudaklarında asılı olan kocaman gülümseme ile iri bedenin kucağında küçücük kalmıştı. Küçük elleri Savaş Bey'in göğsünün üzerindeyken, parmakları bazen göğsünü dürtüyor ve daha sonrasında bir kıkırdama ile parmaklarını birbirine sıkıca kenetliyordu. Bunu bir oyun haline getirmişti.
Ömer'in beyaz gömleğinin kolları indirilmiş ve manşetleri tekrardan sıkıca örtülmüştü. ''Amcacım sen şimdi kahvaltı için bize portakal suyu hazırla, biz de o sırada öğretmenin ile birazcık konuşalım olur mu?'' derken kafasını hafifçe eğdi. Siyah saçlarının tepesi görüş alanımda iken, küçük beden gözlerini açarak kafasını kaldırarak amcasına baktı. Ayakta dikilmiş olan bedenlerimizden sesler duyulmuyordu.
''Tamam amca.'' diyerek, amcasının kucağından indi. Kapının önünde duran bedenlerimize yönelirken bakışlarının üzerimde dolaşması ile ona koca bir gülümseme verdim. Açık kahve gözlerimin içine bakarken, ''Bak amcam bana sarıldı, ona güvendiğim için sarıldı.'' dermişçesine bakıyordu.
Onunla olan kısa süreli bakışmamız Leyla'nın elini kavrayıp uzaklaşmasıyla kayboldu. Leyla, odaya geldiği gibi sessizce çıkıp gitti. Kapanan kapı sesinin ardından, açık kahvelerim Savaş Bey'in koyu harelerine çevrilirken bana doğru acımasızlıkla baktığını gördüm. Zihninin içinde ne düşündüğünü bilmiyordum ancak gözlerine ulaşan acımasızlığın bana olmadığını biliyordum.
''Sen..'' diyerek bana bakarken sıkılı dişlerinin arasından konuşmakta güçlük çekti. Biraz önce konuşmamasının nedeni, Ömer'i korkutmamak içindi sanırsam. ''Sen bunu nasıl fark ettin?''
Sen bunu nasıl fark ettin?
Sen, bir günde bunu nasıl fark ettin? Benim ne zamandır olduğunu bilmediğim o görüntüyü sen nasıl olur da fark edebildin, fark ettin? Demek istediği bu olabilir miydi? Benim de onun yüzüne haykırmak istediğim şey buydu.
İri bedeni ile ayağa kalkarken, ellerini siyah saçlarının arasından geçirerek hırsla soludu. ''Nasıl lan, ben nasıl da..'' Cümlesini tamamlamasına engel olan duraksayan bedeni olmuştu. ''Ömer'in odasının önüne gelince, bazı sesler duydum. Kapının aralık olmasından dolayı da gözlerime serilen görüntüyü engelleyemedim Savaş Bey.'' diyerek ayaktaki bedene doğru konuştum.
Titreyen bedenine bakarken, açık kahvelerim biraz öncenin aksine ifadesizlikle ona tutunmuştu. Kalın dudaklarım aralanırken, ''Nasıl olur da, bunu..'' diyerek konuşacakken, işaret parmağını bana doğrultarak sertçe konuştu. ''Sakın, sakın o cümleyi tamamlama.'' dedi.
Ona bakarken, burnumdan alaylı bir nefes vererek bakışlarımı pencereye doğru çevirdim. Konuşmamı istemediği gerçekler kendi içinde birikerek göğsünden başlayan yangının zihninde küle çevrilmesini sağlayacaktı. Pencereye çevirdiğim gözlerimin gördüğü şey ile, p kaşlarım çatılırken, ''Kaçıyor, gidiyor Savaş Bey!'' diyerek parmağımla pencereyi işaret ederek bağırdım. Sözlerimle üzerimde olan gözleri pencereye çevrilirken, Sinan Yekman'ın bedeninin beyaz araca binmesine tanık olduk.
''Siktir oradan, o işgüzar piç bir yere gidebileceğini sanıyorsa çok yanılıyor.'' diyerek, pencerenin önüne adımlarken elleriyle sertçe camı açarak bağırdı. ''Sinan Yekman bu konağın dışına tek adım atmayacak duydunuz mu beni?!'' Gözlerim irice açılırken, bende adımlarımı yanına doğru atarken o kafasını camdan dışarı çıkarmış ve boyun damarlarının belirgin olacağı şiddetle haykırmaya devam etmişti. ''Tutun o şerefsizi'' derken parmağıyla beyaz arabayı işaret ederken, bende pencerenin önünde dururken parmak uçlarımda yükselerek o tarafa doğru baktım.
Siyah şalvar giymiş yaklaşık yirmi adam koşarak arabanın etrafına sarılmışken, Sinan Yekman'ın arabasının motorunun bağırtısı duyuldu. Beyaz arabanın önünde duran koca bedenlere aldırmadan tekerleklerini hareket ettirmeye başlarken, bu eylemi elindeki çapayı ön tekerine saplayan bir adamla yok oldu.
Yanımdaki bedenin kolu koluma temas ederken iki elini ve başını pencerenin dışına çıkarmış olması nedeniyle bunun farkında olmadığını anladım. Bende merakla oraya doğru bakarken, dişlerimin görünmesine sebebiyet verecek bir gülümseme ile izledim önümdeki olanları. ''Geliyorum lan, bekle lan beni!'' diyerek konuşunca, sesinde hırslı bir çocuğun tonu vardı. Kafasını pencereden ayırarak, odaya sokarken iri bedeninin bana çarpması ile dışarıyı daha net görmek için parmak ucuma yükselen ayaklarım birbirine takılırken arkaya doğru yalpalandım. Savaş Yiğit, bir elini uzatarak belimi sıkıca sararken bedenimi göğsüne doğru sertçe çekti.
Titrek harelerim onun koyu bakışlarında iken, gözlerinden taşan yoğunluk avuç içlerinden sırtıma doğru yayılıyordu. Biraz önce Ömer'in parmaklarının gezindiği sert göğsü benim göğüs kafesimin üzerindeyken, nefes almayı bile unutmuştum. Kalın dudaklarım aralanırken gözlerime tutunmuş bakıları oraya, aralık dudaklarıma doğru düştü. Bununla beraber dudaklarımı sıkıca birbirine bastırırken, ısınan yanaklarımla beraber titreyen ellerimi kaldırarak göğsüne koyarak ittim.
Hafif olan temasımla beraber, parmak uçlarıma akan sıcaklık onda da peyda olurken gözlerinde anlayamadığım bir ifade ile bana baktı. Biraz önce, Sinan Yekman'ı yakalamak için olan bağırtısından dolayı esmer yüzünde halen bir kızarıklık mevcuttu. ''Ben, o şeyin yanına gideyim.'' diyerek elini ağzının önüne götürerek hafifçe öksürdü. Bende yutkunurken başımla onu onayladım. Saçlarım savrulmanın etkisi ile karışmışken, ben de parmaklarımı saçlarıma götürerek tellerini birbirinden ayırdım. Bakışları orada bir kaç saniye dururken, rugan siyah ayakkabıları ile kapının önüne doğru adımladı. Derin bir nefesi ciğerlerime doldururken, önümdeki geniş omuzlara bakarak bende onun adımlarını takip ettim. Kapıyı aralayarak dışarı çıkan bedeniyle, bir adım arkasındayken beyaz terliklerimin çıkardığı sesi duymuş olacak ki bana doğru döndü.
''Sen nereye?'' diyerek sorarken, bu soruyu beklemediğimden olan afallamam ile gözlerimi kırpıştırarak konuştum. ''Ömer'in yanına.'' Başını onaylarcasına sallarken, tekrardan önüne doğru dönerek merdivenlerden aşağı inmiş ve dış kapıya doğru yürümeye devam etmişti. Benim adımlarım, onun aksine mutfağa doğru yol alırken bugün duyduğum başka bir konuşma sesleri ile adımlarım durdu.
''Bak böyle yapacaksın, Leyla. Her şeyi ben gösteremem ki, sen de öğren artık bir şeyler.'' diyerek konuşan Ömer dudaklarımda bir tebessüme yol açtı. Küçük adamlar, kendinden başka her şeyi bildiklerini sanırlardı.
Leyla'nın duyulan kıkırtısının ardından sesli bir öpücük sesi ona eşlik ederken Ömer'in sitemli konuşması kahkaha atmama yol açtı. ''Ya Leyla, sulu sulu öpme beni ya.'' Mutfağın içine doğru yürürken, Ömer'in ayağının altında tahta bir tabure vardı ve boyunun tezgaha ulaşmasına yardım ediyordu. Leyla yanında durmuş, ikiye böldüğü portakalları küçük bedenin önüne koyarken ikisinin sırtı bana dönüktü. Leyla'nın kafası Ömer'e yaklaşmıştı ve kızarmış küçük yanağında gördüğüm bir ıslaklık vardı.
''Tamam Küçük Bey'im, siz nasıl isterseniz.'' derken, alaylı bir ton vardı. Bu Ömer'i küçük gördüğünden değil, onu tatlı bulduğundan olsa gerekti. Onlara doğru attığım adımlarla konuştum. ''Ne yapıyorsunuz bakalım?''
Üzerime doğru çevrilen gözlerle, bakışlarım ikisi arasında gezindi. ''Aden, bak bir sürü sıktım portakal. Leyla da yardım etti bana.'' Neşeyle olan konuşmasından bende mutlu olurken, kafamı önüne doğru yaklaştırarak bir sürahi dolusu sıkılan portakal sularına baktım. ''Aferin size o zaman.'' derken, aslında onun Leyla'ya daha çok yardım ettiğinden emindim.
''Amcam nerede gelmeyecek mi?'' diyerek mavi gözlerinin içindeki parıltı ile konuşurken, gözlerim bir anlığına da olsa Leyla'nın bakışlarına doğru döndü. Bana bakan ela gözler sorgu doluyken, yutkundum. ''Gelecek, gelecek de sofra tamamen hazır olsun sonra çağırırız biz onu.'' Bana bakan iri mavi gözler, sorgusuz sualsiz dediğimi kabul ederken gözlerimde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum. Bir çok duygu bedenimde birbirine karışmış, zelzeleye neden olmuştu.
Küçük parmakları ile başka bir portakalı kavrarken, yanıma doğru gelen Leyla ile ona baktım. Ömer'e kısa bir bakış atarak kulağıma doğru eğildi. ''Aden, ne oluyor bilmiyorum ama sana bir şey olacak mı?'' Derin bir nefes alırken ben de fısıldayarak konuştum. ''Bana değil ama bu evde gerçek benliğini gizleyerek yaşam süren o iğrenç varlığa bir şeyler olacak.''
''Cin mi var evde?'' diyerek ela gözleri irice açılmışken, kafamı ondan uzaklaştırırken bende irice açtım gözlerimi. ''Ne cini Leyla gözünü seveyim.''
''İğrenç varlık diyorsun, gerçek benliğini gizliyor diyorsun.'' derken gözlerimin içine korku ile baktı. Aslında Sinan Yekman da bir tür cin olabilirdi, sayısız göz üzerindeyken bile yaptıklarına bakılırsa bu evden korkusuzca yok olup gidebileceğini düşünüyordu.
''Yok cin değil, başka bir şey. Ben söylerim sana.'' derken göz ucuyla tezhahın önünde duran bedene doğru bakmıştım. Onun da bakışları baktığım yöne doğru çevrilirken kafasıyla sözlerimi onayladı. Kafasının içinde dönüp duran onlarca senaryoyu biliyordum ama şuan onları açıklayacak vaktim yoktu. Çünkü içimde yaşadığım duygu seli bunu anlatacak güce sahip olmadığımın en büyük göstergesi idi.
''Leyla, anneme bakar mısın rica etsem? Sanırım biraz ağrısı var.'' diyerek mutfağa doğru konuşan ses ile, ikimizin bedeni birbirinden uzaklaşırken bakışlarımı kapının girişine doğru çevirdim. Yan dönmüş bedenin sol tarafı görüş alanımdayken, Ömer'in büyümüş haline bakıyor gibiydim. Kapının önünde dikilen uzun bedenin sarı saçları varken, beyaz teni ve yeşille karışan mavi gözleri görüş alanımdaydı.
Üzerinde hissettiği yoğun bakışlardan olsa gerek, tamamen görüş açıma giren yüz ile sarsıldım. Yüzünün sağ tarafı, göz kapakları da dahil olmak üzere yanık izi ile kaplanmıştı, sağ gözünün içi beyaza boyanmışken görüşünü kaybetmiş olduğu gerçeği yutkunmamı sağladı. Nasıl, bu nasıl..?
Üzerinde siyah bir body ve eşofman benzeri bir kıyafet varken ayağındaki terlik bile siyahtı. Gözlerimi kırpıştırırken bir kaç saniye üzerinde gezinen gözlerin varlığı ile bana doğru dümdüz bakmaya devam etti. ''Tabi Bey'im, ben gider bakarım hemen.'' diyerek konuşan Leyla, Bey dediği kişiye doğru gülümseyerek konuşmuş ve kapıda Savaş Bey'den bile daha iri olan bedenin yanından usulca geçerek gitmişti. Mutfakta üç kişi dururken, gözlerimi Ömer'e doğru hafifçe çevirirken onun da bakışları babası olduğunu düşündüğüm adama çevrildi. Adama tekrardan bakarken, parmaklarımı birbirine dolayarak dudaklarımı araladım.
''Merhaba.'' Gözlerimde hiçbir duygu belirtisi oluşmaması için ifadesizce konuşurken o da bana aynı ifadesizlikle bakmıştı. Ancak onun mavi gözlerinin içinde daha önce görmüş olduğum o boş ve hissizlik hakimdi.
Bakışları benden ayrılırken, mutfağın kapısından çıkarak gitti. Beni görmezden gelen adamın boşluğuna bakarken çocuksu ses tonu konuştu. ''Bu portakalları ne yapalım peki Aden?'' Umursamaz ses tonu, diğer teori..
Açık kahvelerim ona dönerken, kenetlenmiş parmaklarımı birbirinden ayırdım. Küçük bedenin kafası sıkılmış boş portakal kabuklarına bakıyorken dudakları büzülmüştü. Belki de çiziklerle dolu ruhuyla o boş portakallara bakıyorken, benim gözümde boş portakal kabuklarıyla aynı göründüler.
Bu beni, mahvetti. Zira küçük bir varlığın içi boş, ezilmiş ve bükülmüş portakala benzemesi ruhunda taşıdığı boşluk, ezilmişlik ve bükülmüşlük hissinin bir yansıma olduğu gerçeği acımasızcaydı. ''Bence onları artık atabiliriz, böylece yeni portakalları alacak alanımız açılmış olur.'' dedim. Sözlerim üzerine kafası bana dönerken, ''Peki ya çürük portakallar gelirse evimize?'' dedi. Onun yanına doğru adımlayarak kenarda duran çöpün kapağını kaldırdım ve her bir portakalı siyah poşetin karanlığına gönderdim. ''Eğer bize çürük portakallar gelirse biz de o çürük portakalların temiz kısmını yeriz ve diğerini çöpe atarız. Bazen, bazı meyvelerin hemen çürümesi normaldir ama unutma Ömer, hiçbir meyve dalından koparılmadığı sürece sağlamdır.'' dedim.
Onun da minik elleri benim gibi hareketlenirken, sözlerimi anladığını biliyordum. O, Sinan Yekman'ın kirli zihnini anlamıştı, anlamış ama buna rağmen o adamı engellememiş ya da birine anlatmamıştı. Gözlerimi minik bedenine doğru çevirirken, belki onun anladığı ama benim anlamadığım diğer teorim geçti zihnimin kuytu köşesinden.
Bir nedenden dolayı o, Ömer Ares Dalkıran hissizdi ya da hissizleşmişti. Ve sahip olabileceği tek duyguya, acıya, bu duygu acı da olsa buna sıkı sıkıya tutunmuştu. Ömer bugün, Sinan Yekman ile olan konuşmasında bilerek o kapıyı açık bırakmıştı, bilerek kapıyı aralamış ve benim her şeyi görmemi sağlamıştı. Çünkü Sinan Yekman onu kullanmıyordu, Ömer Ares Dalkıran, |
0% |