@seleneisadark
|
Önümde uzayıp giden sıraya doğru bakarken, terliklerimin içinde üşümüş olan ayaklarımı içe doğru kıvırdım. Sabah, güneşin doğumuyla sıraya katılmıştım ancak geldiğimde bile sırada uzun bir kuyruk vardı, öyle ki şuan havanın kararmasına saatler kalmıştı. Hükümet bu kadar sıra oluşmaması için saat yedi sularında meydanda toplanmayı söylemişti ancak askerlerin gazabını bile göze almış insan topluluğu daha fazlaydı. İnsanların, önümde erzaklarını alıp gitmesini izlerken sonunda sıranın bana gelmesiyle kısıkça ismimi mırıldandım. ''Lena Aydoğan.'' dedim. Bana kısaca bakan turuncu kıyafetli asker, ismimi bulup üzerine çizik atarken yandaki adama işaret verdi. Adam ve asker göz göze geldiklerinde bir süre bakışmışlardı. Daha sonra, adamın işaretiyle erzakları bana verirken bir şey demeden arkamı dönerek eve doğru adımladım, bir sorun oluşmadan evime gitmek istiyordum. Tahtadan yapılmış evin içine girerken, terliklerimi kenara koyup hemen perdemi çektim. Babamla yıllar önce yapmış olduğumuz evin altında olan çukuru açmak için tahtaları sökerken, elimden geldiğince hızlı davranmaya çalışıyordum. Verilmiş olan erzaklardan kullanacaklarımı kenara koyarken kullanmayacaklarımı çukurun içine koyarak tahtaları geri yerine koydum. Babam, yıllar önce bu çukuru bize verilen erzakları korumak için yapmıştı. Ve şimdi ona bunun için teşekkür ediyordum. Evde tek yaşamamdan dolayı etrafı gözetleyen insanlar aynı zamanda erzaklara da bakıyordu ve ben bu bakışları okuduğumdan dolayı bunları korumak zorundaydım. Çukurun ağzını tahtalarla tekrar kapatarak kenardaki koltuğa doğru adımlayıp oturdum. Tahta evde sadece salon ve bir mutfak bulunuyordu. Çıkmadan toplamış olduğum eve göz atarken, örgülü siyah saçlarımı çözerek belime dökülmesini sağladım. Evde yalnız olmamın sebebi artık yanımda babamın da olmamasıydı. Annem beni doğururken bu dünyadan göçüp gitmişti ve ben babamla yalnız büyümüştüm. Bazı zamanlarda babamı bana dolu gözlerle bakarken görüyor, bazen de pencere kenarında aldığı içli nefeslerle annemin adını dudaklarının arasından fısıldarken yakalıyordum. ''Ceylan'ım.'' diyordu babam. Kartal'ın Ceylan'ı diyordu herkes annemden bahsederken, bu babamın yüzünde ufak bir tebessüme yol açarken benim gözlerimi hüzne boğuyordu. Kartal'ın Ceylan'ı yoktu artık, onun Ceylan'ı bir Lena uğruna Karal'ından vazgeçmişti. Ancak babam bir kere bile bana kırgın gözlerle bakmamıştı bundan dolayı. Her daim yüzünde gözlerine kadar ulaşan bir gülümseme ile bakardı bana. ''Geride bıraktığı hediyeme gözüm gibi baktım ben. Sakın üzülme benim güzel kızım, annenle birlikte olacağım artık. Buna sevindiğim için sakın darılma bana, Gözüm arkada kalmayacak şeilde yetiştirdim seni ben. Her daim güçlü ol.'' diyerek son sözlerini aktarmıştı bana oturmuş olduğum koltuğun üzerinde yatarken. Onun söylediklerini zihnimin derinliklerine o denli kazımıştım ki, bedeni toprağın içinde kaybolurken çoğu duygularımın da üzerini örtmüştüm. Kapattığım perdeyi tekrardan açarken, düşünüyordum. Dışarıda evimin içerisine göz ucuyla bakan inanlar ve askerlerden dolayı aralamıştım perdeyi. Bir de devriye gezmeye başlayan askerlerin göz hapsine girmek istemiyordum. Tahta kapımı aralayıp içeri giren arkadaşım Aylin'in telaşlı halleriyle kaşlarımı çattım. ''Lena, bu sene erzakları neden erken verdiklerini duydun mu?'' dedi içeri adımlayıp terliklerini ayaklarından çıkarırken. ''Hayır duymadım neden ki?'' ''Bu sene, adak olacak kişiyi hemen istiyorlarmış. Bundan dolayıymış hükümetin erken dağıtımı.'' diyerek yanımdaki koltuğa oturup mavi gözlerini benim koyu kahve gözlerime dikti. ''Senden duydum, bende. Peki ne zaman olacakmış?'' dedim yüzüne bakarken. Yüzümde onun gibi tedirgin bir ifade oluşmuştu, kimse sonunun ne olacağını bilmediği bir yere gitmeyi istemezdi. Biz de onlardan biriydik. Adak olarak sunulan kişilerin nereye gittiğini hiç kimse bilmezdi, ailesi bile bilmezdi. Sadece, her sene bir gecenin sabahında uyandığımızda o kişiyi bir daha görmezdik. Bazen bağıran ailelerden, bazen ise bir lütufmuş gibi konuşan insanlardan öğrenirdik onun adak olduğunu. Adakların neye göre seçildiğini, halktan kimse bilmezdi. Bildiğimiz tek şey, sadece genç kızların adak olduğuydu. Tedirgin gözlerle, fısıldayarak konuşmaya devam etti Aylin, ''Bilmiyorum ama herkes bu gece olacağını söylüyor.'' Gözlerimi ondan ayırarak, dışarıda olan askerlere baktım. Birkaç tanesi evin etrafında buraya doğru bakarken boğazıma bir yumru oturdu. Ellerimi ovuştururken, yanımda oturan Aylin'e dönerek sıska bedenine kollarımı doladım. Burada kimin bedeni sıska değildi ki? Bedeninde hissettiğim kısa afallamanın ardında o da bana kollarını doladı. Titrek sesiyle konuştu, ''Lena yapma böyle.'' dedi. İçime derin bir nefes çekerken konuştum, ''Ne olacağını ikimiz de bilmiyoruz. Akıtma göz yaşlarını.'' derken, ondan kollarımı ayırarak gözünden akan bir damlayı sildim. Gözlerimi gözlerinden ayırırken yerdeki yamuk tahtaya değdi kahvelerim. ''Eğer, yarın uyanırsan da ben burada olmazsam bu tahtayı açıp içindeki erzakları al.'' diyerek elimle yamuk duran tahtayı gösterdim. ''Benim olmadığımı senden başka kimse fark etmez zaten.'' Mavi gözlerindeki sular çoğalırken bana bakarken kafasıyla onayladı. Teselli sözcüğüne gerek yoktu, ''Seni seviyorum.'' diye fısıldadı. Ona cevap vermedim, belki sabah uyandığımda o ya da ben bu evrende olmayacaktık. Ancak insan hissederdi. Aylin'i evden gönderdikten sonra yemek yapıp yemiştim. Açık saçlarımı aynalı tarağınla tararken, karanlık çoktan tüm şehri kucaklamıştı. Kapımın aralanmasıyla oraya doğru döndüm. Sabahın aksine, siyah kıyafetlere bürünmüş olan askerler bana doğru bakıyordu. Gecenin karanlığına bürünüp kaybolmak için üstlerindeydi bu renkler belli ki. Derinde yutkunup elimdeki tarağı koltuğun üzerine bırakıp oturduğum koltuktan kalkarken konuştum. ''Sanırım bu yılki adak, benim.'' dedim içlerinde tanıdık yüzler de olan dört askere doğru bakarken. İkisi kafasını yavaşça onaylarken benden gözlerini kaçırırken, diğer ikisi yüzüme ifadesizce bakıyordu. Kaçışım yoktu, hoş bu evden başka gidecek bir yerim de yoktu ya. Bu akşam bu evde son yemeğimi yemiş, son kez saçlarımı taramış, son kez babamla vedalaşmıştım. İfadesizce bakan kişi bir adım geriye giderek kapının önünden tamamen çekilmişti. Kapının eşiğinden geçip dışarıya doğru adımladım. Tanımadığım iki yüz bana bakmadan önüme geçerken, tanıdık yüzler yanıma geçerken adımlamaya başladık, nereye gideceğimi bilmeden. Konuşmadan, sessizce ilerledik yollarda. Meydanın dışına çıkmış ormanlık alana doğru geçmiştik. Ayağımda akşam üzeri de giymiş olduğum terliklerle karanlık olan ormana adımlarken, bedenimi hafif bir titreme esir aldı. ''Üşüdün mü?'' dedi yanımda yürüyen asker. Başımı ona çevirdim yürümeye devam ederken. ''Biraz.'' dedim. Üzerimde ince bluzum ve hırkamla üşümüştüm. Sadece ben böyle değildim, Cephe'de herkes böyleydi. İnsanlar bazen yiyecek yemeği bulamazken, giyecek kıyafetleri olmazdı. Asker üzerinde olan hafifçe kalın siyah ceketi çıkarıp bana doğru uzatırken konuştu. ''Al, giy yolumuz daha uzun.'' dedi. Sözleriyle önümüzde yürüyen iki kişi bize göz ucuyla bakarken, bir şey demeden önlerine dönmüşlerdi. Ona itiraz etmeden elinden ceketi alıp giydim. İçine sinen sıcaklığa hemen alışıp, kollarımı ceketin üzerinden bedenime doladım. Ona bir bakış atıp önüme dönüp yürümeye devam ettik, ne kadar yürüdüğümüzü bilmiyorum. Ancak ay tepede kendini gösterirken, biz de etrafında insanlar olan uçuruma doğru gelmiştik. Ellerinde ışıklandırma tutan askerle çevrili bir çok genç kız vardı olduğumuz yerde. Yaklaştıkça, kızların hepsinin birbirine tedirgin bakışlar atarak beklediğini gördüm. Yanında ışıklandırma tutan bir adam, oturan bir askerin önünde onu aydınlatırken ayaklarımız onların önünde durdu. Önümde yürüyen adamlardan biri bana kısa bir bakış atarak konuşmaya başladı. ''Lena Aydoğan, yaş yirmi iki. Hiçbir zorluk çıkarmadan geldi efendim.'' dedi. Onda olan gözlerimi oturan adama doğru çevirdim, gecenin karanlığında parıldayan gözlerle beni süzerken eline yeni fark ettiğim kalemi alarak dizinin üstünde olan kağıttan bir şeyin üstünü karaladı. Liste mi yapmışlardı? Ona ifadesiz gözlerle bakarken ismimin olduğu kısmı çizmiş olacak ki, gözlerini üstüme doğru çevirmişti. Parıldayan gözleri, üzerimde olan siyah cekete barken kaşlarını çatarak arkama bakmıştı. Bakışlarını takip ederken, bana ceketini veren adama baktığını görmüştüm. Ona kısa bir bakış attıktan sonra derin bir nefes alıp, gözlerini tekrardan gözlerime doğru çevirmişti. ''Geçin.'' diyerek gözlerini benden ayırıp önündeki kağıda bakmaya başladı. Ne olacağını bilmeden, yavaşça uçuruma doğru adımladık. Benim gibi buraya adımlayan kızlar da etrafa bakışlar atıyordu. Her bir adımında kızların hepsini ezberlemiştim. On üç. Tam on üç beden, on üç genç kız buradaydı benimle beraber. Gözlerimi onlardan ayırarak, hafifçe uçurumun dibine doğru bir bakış attım. Dibinin bile görünmediği uçuruma savrulacaktı belki de bu titreyen bedenlerimiz. ''Vakit geldi.''dedi, biraz önce oturmuş olan adam. Artık ayakta, ellerini arkada birleştirmiş askerlere doğru bakıyordu. Sözleri duymamla, ellerim üzerimdeki ceketi çıkarıp yanımdaki askere uzatmıştı. ''Senin burada benden daha çok ihtiyacın olacak.'' Sözlerimle afallayark cekete bakarken, ellerimi sallayarak ceketi almasını istedim. Belki bu gece üşümüş olan bana, bu ceketi verirken ceza alacağını biliyordu ama yine de ceketi bana uzatmıştı. Bu gece ilk kez dudaklarımın üzerinde gerçek bir gülümseme oluşurken, ceketi ellerimin arasından almıştı. Sırtımı onlara çevirip, önümde uzanan boşluğa doğru baktım. Avuç içlerim gerginlikten terleme başlamış, bedenimi soğuktan ya da korkudan titreme esir almıştı. Sessizlik ve boşluğun içinden çığlık sesi duyulurken oraya dönmeme kalmadan sıtımdan uçuruma doğru itilmiştim. Bedenim boşluğun içinde savrulurken gözlerim korkudan irileşmişti. Uçurumun başındaki askerler, aşağı doğru savrulan bedenlerimize bakıyorlardı. Halen savrulurken, bedenim şoktan kaskatı kesilirken, bedenim dönmeye başladı ve saçlarım kırbaç gibi yüzüne çarpmaya başladı. Gözlerimin önüne serilen, girdabı andıran boşluğun içine savrulurken yaşlanan gözlerimi sıkıca yumdum. Normalden daha uzun süren savrulmanın ardından, bedenim zeminle buluştu. ''Ha, ıh.'' derken, kapalı olan gözlerimi aralarken etrafıma doğru baktım. Olduğumm yer ormanı andıran ağaçlarla çevrili toprak alandı. Yanımda uçuşan bedenler burada değildi, karanlığın aksine ağaçların bazılarında asılı titreşen alevlerle etrafıma bakmaya devam ederken ayağa doğru kalktım. Kısaca etrafımda dönerken, ayaklarımı bastığım yer yeşilliklerden ayrılmış düz zemindi. Fazla adrenalinden hızlı soluklarım devam ederken, etrafta duyduğum hışırtı sesleriyle gözlerim korkuyla titreşti. Gözlerimin önüne serilen ağaçların dallarının savrulmasıyla, sürekli gözlerimin yönü sürekli değişiyordu. Bir anda oluşan sessizlikle, tedirgince bakındım ağaçların arasına. Arkamdan gelen sesle oraya doğru dönerken, bedenimi esir alan titreme ayaklarımın geriye doğru gitmesine neden oldu. Bir iki adım gerileyen ayaklarım daha fazla titreyen bedenimi taşıyamamış, yere çökmemi sağlamıştı. Dizlerim yerle buluşurken gözlerim, adım adım bana doğru yürüyen gri kurda doğru çevrildi. Kurt, kocamandı. Bir insanın üç, belki de daha fazla kata sahip olan bedeni önümde durdu. Gözlerim ve bedenim korkudan titrerken, gözlerimi bedeninden ayırarak gözlerine doğru çevirdim. Gözlerim, gözleriyle buluştuğunda kırmızı olan gözleri yayılarak beyazını da ele geçirip tüm gözünün kırmızıya çevrilmesini sağladı. Gördüğüm şeyle daha da korkarken, korkudan ağzımdan kaçan hıçkırıkla ellerimle ağzımı kapattım. Duyduğu sesle titreşen kulaklarına kayan gözlerimden bir damla yaş akıp giderken, gözleri tekrardan normal kırmızıya döndü. Ön ayaklarından birini öne atıp, başını ileriye uzatarak siyah saçlarımın arasında kaydırdı burnunu. Sadece kafasını bana yaklaştırmışken, gözleri halen gözlerimin içine bakarken burnu saçlarımın üzerindeydi. Bu bakışmaya son veren, korkuya daha fazla dayanamayan bedenim oldu. Titreyen bedenim yana doğru düşerken, bedenim toprak zeminle ikinci defa buluşmuştu. Gözlerim de kapanırken sessizliğin içinde kırılma sesleri duydum. Daha sonra bilincim kapandı. |
0% |