Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm: “Tuğlaların Ardına Sıkışmak”

@seleneisadark

Önümde adımlayan adama bakarken, sayısız düşünce geçiyordu zihnimden. Sanrım ilk düşüncem, neden sorusu olmuştu.

 

Eğer bana bu kadar ilgi duyuyorsa, neden bana evlenme teklifi etmiyordu? Bu soruyu sormasının istemem, bunu beklediğim için mi yoksa gerçekten bu sorunun devamını merak ettiğim için mi böyleydi bilmiyorum. Belki, ben de bu dünyaya ayak uydurmuş ve her kız gibi evleneceğim o günü bekliyordum.

 

Ama bunu yapacak kişinin o olmasını istiyordum.

 

''Hey, bu adam daha ne kadar etrafımızda olacak?'' Gonca'ya doğru çevirdim gözlerimi, ''Bilmiyorum ki, neden?''

 

''Geriliyorum yanında, bakışları oldukça ifadesiz bakıyor ya ürperiyorum bana her bakışında.'' Gözlerimi bu defa toprak zemindeki adım izlerine çevirdim. Onun adım izlerine. ''Ben gerilmiyorum.'' Kısıkça mırıldandığım kelimeleri sadece ben duymuş gibiydim çünkü Gonca kafasını arkamızda konuşan Dila'ya doğru çevirmişti.

 

Dila her ne kadar Safir'in yanında adımlıyor olsa da, onun yanında oldukça sessiz bir hal alıyordu. Safir'in konuşma çabalarını sessizlikle karşılıyor ve çoğu zaman da duymamış gibi yapıyordu. Bunu anlayan Safir, artık ona sorular sormak yerine kendinden bahsetmeye başlamıştı.

 

Gonca'nın duraksayan bedeni arkamızdaki ikiliye doğru döndüğünde, benim adımlarım hızlıca birbirini tekrar ederek Yakut'a ulaşmıştı.

 

Yanına ulaştığımda derin bir nefesi ciğerlerine doldururken, ıslak toprak kokusu ciğerlerine dolmuş olmalıydı. ''Nereye gidiyoruz?'' Bakışlarımı önümde tutarken, içimde onunla konuşmak isteyen küçük kız çocuğunu durduramıyordum. Onunla konuşmak istiyor, onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordum.

 

''Ormanda küçük bir işletme var oraya doğru gidiyoruz.''

 

''Hmm,'' derken dudaklarım öne doğru büzülmüştü. Sessizliği bozmak adına bir çok kelime söylemek istiyordum ancak attığı adımları sessizlikle devam ettiriyordu. Buna rağmen içimi delip geçen hisse kulak kesilerek tekrardan konuştum. "Nida'yı da hiç göremedim." diye kısıkça mırıldandım.

 

"Öyle mi oldu?"

 

"Evet, biraz öyle oldu."

 

"Gelir bir kaç güne toplu eve, orada görmüş olursun."

 

Kısa kısa verilen cevaplarla gözlerimi kısarken kaşlarımı çattım. Adımlarımı durdurup ona doğru dönerken, "Neden böyle davranıyorsun?" dedim. Neden içimde seninle konuşmak isteyen kız çocuğunu görmezden geliyorsun?

 

''Nasıl davranıyorum?'' diyerek bana çevirdi gözlerini. ''Böyle işte, garip...'' dedim fısıldarcasına. Ellerimi birbirine kenetleyerek parmaklarımı sardığımda alttan bakışlarla ona bakıyordum.''Bu seni üzdü mü? Sana garip davranmam seni rahatsız mı ediyor?''

 

''Ben..'' dedim bana doğru adım adım yaklaşan iri bedene. Her bir adımında benim adımlarım geriye doğru çekilirken sırtımın sert ağaç kabuğuna çarpması ile durdum, onun adımı da parmak uçlarıma temas edecek kadar yakınımda dururken, boğazımdan sert bir yutkunma geçti.

 

''Sen?'' Soru sorarcasına kaldırdığı kaşları ile konuşurken, gözlerim kan kırmızısı gözlerindeydi. ''Ben garip hissediyorum. Sen bana böyle davranınca.'' Mırıldanırcasına konuşmam ikimizin de kulağına ulaşırken, huysuz bir ses tonu hakimdi o konuşmada.

 

''En azından yalnız değilmişim.'' Gözleri her zaman olduğu gibi yüzümde keşfe çıkarken devam etti. ''Sadece seni anlamaya çalışıyordum, nasıl biri olduğunu.''

 

''Bunu benimle konuşmayarak mı anlamaya çalışıyordun?''

 

''Evet, sanırım öyle. Bu senin için garip mi?''

 

''Evet, genelde insanlar konuşarak birbirlerini tanımaya çalışır.'' dedim. ''Neyse ki insan değilim değil mi?'' dedi bana doğru yaklaşırken. Yanımızdan geçip giden Safir hafifçe sırıtınca, bakışlarım ona doğru kaydı. ''Neden ona bakıyorsun?'' Gözlerimi kırpıştırarak ona doğru bakarken, bakışlarımı üzerinde tutmadan başka bir yere doğru çevirdim.

 

''Ben tam önünde duruyorken bana bakmak yerine neden diğerlerine bakıyorsun? Neden beni görmüyorsun?'' diye konuşurken sesinde bana sitem eden bir ton vardı. ''Ben, bakamıyorum ki.'' Parmağımın kenarında hafifçe kalkmış olan eti soyarken, elimin üzerinde hissettiğim ıslaklıkla kanadığını anladım.

 

Elime doğru kayan bakışlarım, parmaklarımın üzerinde hissettiğim büyük ellerle duraksadı. Kanayan noktaya doğru işaret parmağını bastırırken ifadesizce konuşmaya başladı. ''Neden bakamıyorsun? Gözlerim yüzünden mi? Ya da yüzümdeki iz yüzünden mi?'' dedi.

 

Her kanayan izin gölgesinde bekleyen bir ruhun açtığı yara yüzündeki izin sebebiyeti olurken, nasıl olur da ona çirkinsin derdim?

 

Bakışlarını artık ellerime doğru indirmişken içime panik dalgası vurdu. ''Hayır tabi ki, o yüzden değil. Gözlerin çok güzel ve yüzündeki izin..'' derken son cümlelerimde duraksamıştım. Gözlerini gözlerime doğru çevirirken, gözlerinde konuşmama devam etmemi bekleyen o bakışlar yerinde duruyordu.

 

Bakışlarımı pürüzlü yara izine doğru çevirdiğimde, bunu kurda dönüştüğünde mi yoksa insan hali ile aldığını merak ettim.

 

Sol kaşından başlayarak düz ilerleyen pütürlü iz, elmacık kemiğine kadar ulaşıyordu. ''Bence güzel duruyor.'' diye fısıldadım. Gözlerimi gerçeği söylediğimi anlaması için gözlerinden ayrılmazken kalın dudaklarının bir kenarı kıvrıldı. Tek yöne kıvrılan dudakları benim de yüzümde bir gülümsemeye neden olurken devam ettim.

 

 

''Ayrıca, sadece sen buranının liderisin ve sana bakmamam gerekiyormuş gibi düşündüm.''

 

''Bunu sana düşündürten ne?''

 

''Diğerlerinin böyle yapması.'' dedim omzumu silkerken. ''Ama sen diğerleri değilsin, değil mi? Sen, Lena'sın.'' dedi. Boşta kalan elini yüzüme doğru uzatarak önüme doğru düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına doğru attı. ''Evet, Lena'yım.'' Kelimelerimi onu tekrar ederek kurarken, mırıldanmaya devam ediyordum.

 

''Evet, bu yüzden de sana sonsuz izin var.'' Adem elmasını hareket ettiren bir yutkunma boğazından geçerken devam etti. ''Hem de, her konuda.'' Sözlerini yazılı olmayan bir kanunu dile getirir gibi kurarken yine o bakışlarla gözlerime doğru bakıyordu. ''Peki ya eşin geldiğinde, o zaman ne olacak?''

 

Dudaklarımın arasından çıkan kelimeleri ikimiz de beklemiyorduk. Onun gibi ben de duraksarken bunu ikimiz de beklemiyorduk. Burnundan nefes vererek güldüğünde, ''Özür dilerim, ben öyle demek iste...''

 

''Hey, sorun yok. İstediğini söyleyebilirsin. Bu ben olsam bile, sen istediğini söyleyebilirsin.''

 

Açık kahvelerim gözlerinde doğru bakıyorken, iri avuçları saç tutamımdan ayrılmıyordu. Peki neden? Benim neden sonsuz iznim vardı? Gonca'nın söylediği gibi gerçekten de onun eşi ben miydim?

 

Kulağıma doğru gelen anlayamadığım fısıltılar ile gözlerim omzunun üzerinden arkaya doğru kayarken orada esen ağaç dallarından ve kımıldayan yapraklardan başka kimse yoktu. Devam eden fısıltılar, dikkatimi dağıtırken belirgin hale gelen kelimelerle dudaklarım aralandı. ''Söyle Yakut, yalanlarla çevrilmiş dört bir yanında tek doğrun O iken fısılda bana gerçekleri.''

 

Kelimeler dudaklarımın arasından çıktığı anda öne doğru yalpalayan bedenim ile, belime doğru sarıldı kolları. Gövdemi sert göğsüne doğru yaslarken, onun göğsünde soluklandım. Sözler benim dudaklarımın arasından çıkarken, kelimeleri dile getiren kişi ben olmamıştım.

 

Belime doğru sarılan kolları sıkılaşırken, söylenen her kelimenin başka bir yalanı doğurduğunu anladım. Fısıltılar her ne kadar bana anlaşılabilir kelimeleri aktarmıyor olsalar da, başka birine doğru aktardıkları kelimeler gerçeklik izlerini taşıyor gibiydi.

 

''Bu da ne?'' diye fısıldarken, ellerimi sert göğsüne yaslayıp kafamı kaldırarak yüzüne doğru baktım. ''Fısıltılar Lena, fısıltılar.'' Mırıldanırcasına kurduğu kelimelerle beraber bakışlarını ileriye doğru çevirdi. ''Tüm bu olanlar da ne, bu kelimeler?''

 

''Bunlar..'' Dişlerini sıkıca birbirine sıkıca birbirine kenetlerlerken bakışları arkamda kalan ormandaki ağaçlardan ayrılmıyordu. ''Bunu ben açıklayamam, senin öğrenmen gerekiyor.'' Bana bakmadan kollarını belimden ayırırken elimi tutarak hızlı adımlarla ilerlemeye başladı.

 

Elimi kavrayan iri eli, sıcaklığını avuç içlerime doğru aktarıyordu. Arkamda kalan ormana doğru bakarken, ağaçların arasında gördüğüm karartıya doğru gözlerimi kısarak baktım. Zihnime dolan fısıltılar artarken, ilerleyişimizle bakışlarım oradan ayrıldı. Konuşmadan geçen sürede söylediği işletmeye doğru gelmiştik.

 

İşletmenin arkasına doğru yürüyen adımlarımızda, küçük bir evi andıran görüntüsünde bir çok insanın orada olduğunu gördüm. Koltuklara oturmuş birçok beden görüş hizamda iken, bazılarının gövdesi çıplaktı ve bazıları da her yerini tamamen örtmüştü. Ama bu insanlar, toplu alanın orada olan insanlardan oldukça farklı görünüyordu. Daha... özel gibilerdi.

 

''Hepsi kurt mu?'' diye sorarken, ellerimiz hala birbirine kenetliydi. ''Hayır, başkaları da var.'' Açıklama yapmadan ileriye doğru yürürken devam etti. ''Ama sen sadece kurtlar, özellikle Yakut'ları öğrensen daha iyi, güzel Lena.''

 

Bu dolaylı yoldan da olsa bir açıklama sayılırdı değil mi? Eşi olduğumun açıklaması..

 

Dudaklarımın üzerinde bir gülümseme belirirken, evin arkasına ulaşmıştık. Safir'in ve kızların oturduğu geniş koltuklar kırmızı renkteyken, önlerinde duran sehpanın rengi parlak siyaha boyanmıştı. Üzerinde ne olduğunu bilmediğim içecekler her birinin önünde bulunurken bize çevrilen gözlerle, kırmızı koltukların birine doğru yan yana oturduk.

 

''Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım. Daha önemli işleriniz olduğunu düşünmüştüm.'' Safir'in ima dolu sesi ile yanaklarım kızarırken, başka yöne doğru baktım. Boş alanda gezinen gözlerim evin kapısından buraya doğru yürüyen bedene takılırken duraksadı. Sivri kulaklara sahip olan bir.. yaratık buraya doğru yaklaşırken onu incelemeye koyuldum.

 

Boyu ve geriye kalan her şey normal bir insan görüntüsünde iken, saçlarının arasından çıkan sivri kulaklar bir insandan oldukça farklı olduğunun kanıtıydı. Pürüzsüz teninin üzerinde mavi gözleri ve ince dudakları vardı, sarı uzun saçları ile adım adım önümüze doğru yürürken rüzgarın etkisi ile saçları uçuşmaya başladı.

 

O çok güzeldi. Bir erkek olduğunu onu incelememin son saniyelerinde anlarken, güzelliği gözlerimi kör edecek kadar ışık doluydu. Onda olan bakışlarım kulağımda hissettiğim nefesle sekteye uğradı. ''Dikkatli bakışların tekrardan başka birinin üzerinde, bu hiç hoşuma gitmiyor.''

 

Kafamı yan tarafa doğru çevirirken, burnu burnuma doğru sürtündü. Tenim alev alırken, gözlerinin harelerinde alevler belirmeye başladı ancak dudaklarımın arasından çıkan nefesin yüzüne doğru vurması ile kırmızılığına geri döndü. ''Başka bir tür mü?''

 

''Evet, öyle. Bir elf ve havvakızının birleşimi.''

 

''Ah, demek iki farklı türün birleşimi böyle görünüyor.'' dedim fısıldayarak. Nefesimin tekrardan yüzünü yalaması ile kan kırmızı harelerinde siyahlıklar görülmeye başlarken kafasını geriye doğru çekti ve benden hafifçe uzaklaştı. ''Genellikle daha farklı sonuçlanır.'' Fısıltısı kulağıma ulaşırken neyi ima ettiğini anlamadım ancak bunu sormadım da. Ona doğru dönerken devam etti.

 

''Elfler bizden oldukça farklıdır ve büyüleyici bir zarafetle doludur. Eğer doğuran kişi bir havvakızı ise, büyüleyici güzellik içten içe onu tüketmeye başlar. Annenin tüm güzelliğine kendine çeker ve içten içe yok eder. Buna dayanamayan anne ölür, tabi karnında taşıdığı yavrusu ile beraber.''

 

Sözleri kanımın donmasını sağlayan kelimeler içerirken, hafifçe titredim. ''Tabi kurtlarda böyle bir şey yok. Biz sizlerle oldukça uyumluyuz Lena.'' Bana doğru kurduğu kelimelerle yanaklarım kızarırken, ima edilen şeyi çoktan anlamıştım bile.

 

Kaşlarımı kaldırarak yüzüne doğru bakarken devam etmesini bekledim ancak devam etmedi. Bunu yerine yanına ulaşmış olan siyahlar içindeki adama bir şeyler söylemeye başladı. ''Hey, işi mi pişirdiniz?'' Gonca'nın sesi yan tarafımdan fısıltıyı andırır gibi çıkarken hızlıca konuştum.

 

''Ne, tabi ki hayır.'' derken, yanıma oturan Gonca'ya çevirdim bakışlarımı. Gözlerim söyledikleri ile hafifçe irileşirken bakışlarımı Yakut'a çevirerek söyleneni duymamasını diledim. ''Neden geciktiniz peki?''

 

''Konuşuyorduk sadece.'' Gözlerini devirirken telaşlı halime aldırmadan devam etti, ''Konuşurken, ağzı seninkinin üzerinde miydi?'' Ellerimi telaşlar kaldırarak, daha fazla konuşmaması adına dudaklarının üzerine koydum. ''Sus artık, yok öyle bir şey.'' dedim.

 

Parmaklarını bileğime doğru dolayarak, çekiştirince serbest bıraktım. ''Bunun bugün olmaması hiç olmayacağı anlamına gelmiyor ama değil mi? Eninde sonunda olacak.'' Bana doğru yaklaşırken bu defa fısıldadı. ''Ne de olsa siz eşsiniz.''

 

''Ben senin kadar emin değilim.'' Bakışlarımı çevrede gezdirdim. ''Neden benim kadar emin değilsin? Adam etrafında pervane gibi dönüyor.'' diye fısıldarken bana doğru baktı.

 

''Sana göre öyle, eğer eş olsaydık beni gördüğü ilk anda evlenme teklifi ederdi. Unuttun mu, kurt kuralları.''

 

''Hey,'' Safir'in sesi Gonca ile olan konuşmamızı bölerken, onun yayvanca oturmuş bedenine doğru çevirdim açık kahvelerimi. ''Bir diğer kurt kuralı da ne biliyor musun? Çok net işiten kulaklar, hem de her bir kelimeyi.''

 

Kafasını öne doğru uzatarak ve bir kaşını kaldırarak kurmuş olduğu kelimelerle tüm bedenim dondu.

 

Gözlerim tekrardan irileşirken, kafamı Yakut'a çevirmeden Gonca'nın omzuna doğru gömdüm. ''Öldür beni, beni şuan öldür.'' diye fısıldadım. ''Hey, bunu da duyduk.'' Safir alaylı ses tonu ile konuşmasına devam ederken, mırıldanırcasına tıslayarak kafamı yok olmak adına daha sert bastırdım arkadaşımın omzuna.

 

''Kes şunu.'' İfadesiz ses tonu ile konuşan Yakut'a aldırmadan orada olan tüm konuşmaları, kafamı Gonca'nın omzuna gömerek geçirdim. Toplu eve dönerken, adımlarımı Gonca'ya ve Dila'ya uygun şekilde atıyordum. Şey, bu yaptığım bir nevi beni Yakut'tan uzak tutmak içindi sanırım.

 

''Lena, konuşalım mı?'' Yakut'un sesi arkamdan gelirken, benve kızların adımları duraksadı. Dila kaşlarını kaldırarak bana bakarken gözlerinde haylaz parıltılar vardı, ona doğru dönmek için gururumu bir araya toplamaya çalışırken derin bir nefes aldım. ''Hey, o soru cümlesi mi kurdu az önce?'' Safir'in sesi tüm gün olduğu gibi tekrardan yankılanırken, benim akışlarım Yakut'a doğru çevrilmişti bile.

 

Bana beklenti ile bakarken, bu yaptığının kendisi için de bir yenilik olduğunu görebiliyordum.

 

Sert bakışlarının altına, sert kabuğunun içine gömülmüş ve beni kırmamak için çabalayan adamı belki de sadece ben görüyordum.

 

Gonca yandan işaret parmağı ile beni dürtmeye başlarken, ondan uzaklaşmak adına öne doğru bir adım attım. Bu yaptığım, Yakut'a daha da yaklaşmama neden oldu. Başkasından uzaklaşmak için attığım her bir adım beni önümdeki bedene yaklaştırıyordu.

 

''Siz gidin, ben dönerim.'' Sözlerimi kime söylediğimi bile bilmeden boşluğa doğru kurarken, benim yanına yaklaşmamı bekleyen bedene doğru adımlayarak yanındaki yerimi aldım. Sanki her zaman yerim burasıymış gibi, onun yanında, sıcak gövdesine sarılı halde durmakmış gibiydi.

 

Ormanın içine doğru yürürken, sessizliği bozarak ''Sanırım kafanı karıştıran bazı şeyler var.'' dedi. Sözlerini Gonca ile konuşmamızdan dolayı kurduğunu anlarken yüzüme doğru bir ateş dalgası yükseldi. Gerçekten de, yanımdaki adamın neden bana evlenme teklifi etmediğini sorgulamıştım ve o bunu duymuştu. Daha utanç verici az şey vardı.

 

''O sözlerimi duyacağını unuttum.'' Adımlarını önündeki çalılığa doğru atarken, geriye doğru baktım. Evi artık görmüyordum ama evden uzaklaşacak kadar adım atmamıştık bile. Kafamı hafifçe sallarken, bu evrende şekil değiştiren varlıkların olduğunu hatırlattı kendime . Şaşırmam gereken en son şey belki de buraya ne kadar kısa sürede gelişimiz olmalıydı.

 

Onunla ilk tanışmamızın olduğu yere doğru geldiğimizde, masanın etrafında olan ışıklandırma hala orada duruyordu. Işıklandırmanın aydınlattığı sofranın üzerinde yemekler görünürken, masanın başındaki sandalyeyi çekerek oturmamı işaret etti. Dudağımın kenarında bir gülümseme oluşurken, ilk geldiğimin aksine benim için çektiği sandalyeye oturdum

 

Yanımdaki yerini alırken dudaklarını araladı. ''Acıkmış olabileceğini düşündüm.'' Gözlerim sofranın üzerinde gezinirken küçük bir teşekkür fısıldadım. Yemeğimizi sessizlik içinde yerken, sona doğru yaklaştığımızı biliyordum.

 

Bugün, bazı şeyleri öğrenecektim. Öğrenmem gereken bir çok şey olduğunu biliyordum, belki bugün öğreneceklerim geri kalanların yarısı kadar bile değildi.

 

''Merak ettiklerin güzel Lena, onları bana sorabilirsin başkasına değil. Bunu sen de biliyorsun.'' Dudaklarının arasından çıkan kelimeler göğüs kafesimde yersiz bir sinire ev sahipliği yaparken dişlerimi sıkıca birbirine kenetledim.

 

Çatalını tabağının üzerine doğru bırakırken, gözleri yüzüme doğru çevrildi. Sesinde inkar edemeyeceğim baskın bir ton varken, bunun kurt olması ile ilgili olduğunu hissediyordum. Belki de benim her şeye iznim olacağını söylerken, doğruları söylemiyordu.

 

''Nasıl yani?'' Kaşlarımı çatarak yüzüne doğru bakmak için kafamı yukarı doğru kaldırdım. Yüzünde eğlenen bir ifade varken, parmağı ile dudağının kenarını kaşıdı. ''Benimle ilgili olan şeyleri benimle konuşmalısın, bir başkası ile değil.'' dedi.

 

''İstediğim kişi ile, istediğim şeyi konuşabilirim.''

 

''Hayır, bunu yapamazsın.'' Kırmızılıkları alev almaya başlarken, içimde dönmeye başlayan fırtınaya dikkat etmedim. ''Yapabilirim.''

 

''Ah öyle mi? Peki bunu yapabileceğini kim söyledi? İstediğin şeyi yapabileceğini sana kim söyledi?'' dedi fısıldarcasına konuşurken. Ses tonundaki kısıklığına rağmen hissettiğim akıl almaz baskı toprağın altına gömülmemi sağlayacak türdendi.

 

''Sen söyledin.'' dedim alayla, ona bir adım yaklaşarak önünde durduğumda kafamı kaldırarak yüzüne doğru baktım. ''Unuttun mu, her şeye iznim olduğunu bana sen söylemiştin.'' diye devam ettim fısıldayarak. Kelimeler dudaklarımın arasından büyük bir keyifle çıkarken, yüzümde ona meydan okur gibi bir ifade vardı.

 

Alevle parıldaya bakışları karanlığın içinde bir ışık gibi parıldarken, hafifçe dinginleşerek sakinlik dolu kırmızılığına geri döndü. Kafasını eğmeden bakışlarını indirerek konuştu. ''İşte, bu.''

 

''Ne diyorsun, açık konuş.'' diyerek üzerinde gezinen bakışlarımla yüzüne doğru hırlayarak konuştum. Her bir zerresinde gezinen kahveliklerim aşağılma ile doluydu. ''Bu sen değilsin Lena, bu Fısıldayan.'' dedi bana doğru.

 

Sözleri zihnimin duvarlarını sarsarken, duvarları örten tuğlaların yerinden oynadığını ve hatta bir kaç tanesinin yere düşerek karanlığın içinde, zihnimin derinliklerinde kaybolduğunu hissettim. ''Ben.. özür dilerim.''

 

Bir adım arkaya doğru atarken, sanki bedenimin bilincini yeni kazanmıştım. ''Bana ne oldu bilmiyorum.'' Kafamı hızlıca sallarken, göz pınarlarımı doldurarak taşan gözyaşlarımın çoktan yanaklarıma doğru süzüldüğünü yüzümde hissettiğim ıslaklıkla anladım.

 

''Hey, sorun yok. Tamam sorun yok Lena.'' Bana doğru uzanan kollar gövdeme sıkıca dolanırken, kafam sert göğsüne yaslanmıştı. Bir kaç dakika içinde yaşanan olaylar, tüm zihnimi ve bedenimi alt üst ederken yaslandığım kişi bana bunları yaşatan kişi olmuştu.

 

Bana bunları yaşatırken görmek istediği şey neydi? Neyi vurgulamak için zihnimi parçalara ayırarak kendi benliğimi yok etmişti?

 

''Bunları sen söylemedin, biliyorum.'' diye devam etti saçlarımı okşayarak. Ellerinden saçlarımın uçlarına doğru uzanan şefkat beni geçmişe doğru götürürken, anılarımın içinde bir yolculuğa çıkar gibiydim. Şimdiki zaman çoktan geçmişle karışırken, kulaklarıma dolan sesler birbiri ile harmanlanmıştı.

 

Bir an için babam saçlarımı okşuyor ve bana o kelimeleri fısıldıyordu. ''Sorun yok Lena, bunları sen söylemedin. Ona sen zarar vermedin, bunu biliyorum benim güzel kızım.''

 

Daha sonrasında gerçekliğe dönerek Yakut'un saçlarımı okşadığını görebiliyordum. ''Bana neler oluyor böyle?'' Dudaklarımın arasından fısıltıya çıkan kelimelerle, yaslı olduğum beden bana kollarını daha sert doladı. ''Anlat bana Yakut, bana neler oluyor?'' dedim bu defa ondan ayrılarak.

 

Yaşlarla ıslanmış yüzüm yüzüne doğru bakıyorken, akan burnum ve kızarıp şişen dudaklarımın yansımasını gözlerinde görebiliyordum. Gözlerinin içinden bu defa birbirne kenetli ellerde ikimizin görüntüsü oluşurken, ellerimi tişörtüne sararak kendime doğru çektim. Yaptığım hareketle birlikte, gözleri benim gözlerimin hizasına gelirken orada oluşan gülümseyen yüzlerdeki yansıma titreşerek kayboldu.

 

Elleri yanaklarıma doğru yükselirken gözlerini kapadı. ''Hey Lena, kendine gel.'' Gözlerimi kırpıştırırken, ''Aç gözlerini, aç gözlerini Yakut.'' dedim haykırırcasına. Bu defa benim sözlerimde ucunu doğrultmuş bıçağın keskinliği vardı.

 

Onun gözlerini açmasını ve biraz önce görmüş olduklarımın devamının yansımasını izlemek istiyordum. Az önce kontrolümü tamamen kaybetmişken, şuanda tüm kontrol tekrardan benim elime geçmişti. ''Hayır Lena, dur. Bunları izleyemezsin.'' Benim haykırışıma ek olarak onun sakinlikle fısıldayan ses tonu kulaklarıma ulaşırken onu dinlemedim.

 

Ellerim kollarına sarılıp onu sarsarken, bileklerime dolanan eller beni kendi bedeninden uzaklaştırdı. ''Kes şunu, beni dinle.'' dedi ellerimi önümde tutarken. ''Sakinleş, kontrolü eline al.'' diye devam etti sert bir ses tonuyla.

 

Konuştuğu kişi ben değildim. O hükmetmek için otoriter ses tonunu kullanırken, benim olmadığım başka biri o ses tonunu hiçe sayarak kendi istediğini yapmak için benim bedenimi konak olarak kullanıyordu.

 

Sarsılan bedenim bana telkinlerde bulunması ile bir kaç dakika içinde sakinleşti. Tüm kontrolü ele aldığımda kendimi dizlerimi üstünde ve ellerim Yakut'un kollarına asılı halde buldum. Gözlerini kapatmış bir halde önümde dizlerinin üstünde iken, bakışlarının ağırlığını üstümde hissedebiliyordu.

 

Sanki kapalı gözlerinin ardında hala beni izleyen alev dolu bakışlar olduğu yeri koruyor ve beni gözetliyordu.

 

Hıçkırıklarım tekrardan baş göstermeye başlarken derin bir nefesi ciğerlerine doğru çekerek saçlarımın üzerine ağır nefesini bıraktı. ''Hey, geri döndün mü?'' Fısıltısı kulağıma ulaşırken, üzerinde olan siyah tişörtünün yer yer yırtıldığını gördüm. Omuz hizasında kanayan bir yarası gözlerimin önünde hızlıca tekrardan iyileşirken, yırtılan yerlerden ona zarar verdiğimi ancak bunların saniyeler içinde iyileştiğini fark ettim.

 

Bunu onu çekiştirirken ya da sarsarken benim tarafımdan yapıldığını biliyordum, titreyen ellerimi uzatarak yırtık parçaları birbirine doğru uzatmaya çalışırken yaptığım şeyi izlemeye koyuldu.

 

''Sanırım benden daha fazla yırtıcı olduğunu anlamış olduk.'' Sözlerine karşın dudaklarımın arasından daha büyük bir hıçkırık kaçarken kısıkça güldü. ''Bana bir tişört alırsan her şey hallolmuş olur.''

 

Bakışlarımı gözlerine doğru kaydırırken, yalvarırcasına çıkan ses tonumla konuştum. ''Bana anlat, lütfen. Her şeyi bilmeye ihtiyacım var.'' dedim ona doğru. Dizlerinin üzerine çökmüş bir halde iken bile bana göre oldukça iri bir bedene sahipti. Biraz önce bu iri bedenin gücüne rağmen ve beni kontrol altına almaya çalışmasına rağmen onun kıyafetini parçalamıştım.

 

Zihnimdeki tuğlalar yıkılmayı bırakarak dinginliğine kavuşurken beni ayağa kaldırdı. Masaya doğru yürümeye başlarken, beni tekrardan baş köşeye oturturken önümde dizlerinin üzerine çöktü.

 

''Arkadaşına neden evlenme teklifi etmediğimi sormuştun ya hani, güzel Lena'm.'' Bir elini öne doğru uzatarak yanağıma doğru yasladığında devam etti. ''Sana evlenme teklifi edemem.''

 

Söyledikleri zihnimde tuğlaların tekrardan yıkılmasına sebebiyet verecek iken, gözyaşlarım kendiliğinden akmaya devam etti. ''Ben anlamıyorum.'' Kelimeleri usulca fısıldayarak söylerken, gerçekten de sözlerini anlamadığımı bilmesini diledim.

 

Sözlerini, yaptıklarını, tüm olanları, kontrolümü kaybetmemi.. Tüm olan şeyleri anlamadığımı, bunları kendi içimde ve zihnimde burada normal olduğunu haykırdığımı ancak buna rağmen ayakta durmak için onca çabama rağmen tüm olanları sindirebilmem artık mümkün görünmüyordu.

 

''Sana evlenme teklifi edemem çünkü sen bir havvakızı değilsin Lena.'' Gözlerini gözlerime dikmiş bir halde bana bakarken, devam etti.

 

''Sana evlenme teklifi edersem ve mihraba ulaşırsak bu evlilik kutsanmaz. Çünkü tüm sözlerin doğru olması ve kanının kanıma karışması gerekiyor. Ancak sen bir havvakızı değilsin.''

 

''Ama benim annem, ben Cephe'de doğrum.'' Sözlerimi koca bir boşluğa doğru haykırırken yanağıma uzatılmış eline doğru kafamı yasladım. ''Evet, orada doğrun bu inkar edilemez bir gerçek. Bu belki de senin tüm yalanlarının arasındaki tek gerçeğin. Ancak Lena, ne olduğunu ben bile bilmiyorum.'' dedi bana doğru.

 

Ne olduğumu o bile bilmiyordu. Yakut Lideri, Klanların Baş Lideri olan adam bile benim ne olduğumu bilmiyordu.

 

Sarsılan omuzlarımla hıçkırıklarım artmaya devam ederken, devam etti. ''Normalde sana bir Fısıldayan olduğunu söylerdim. Fısıltıların senin canını yakmayacağını dile getirirdim, ki getirdim de. Ancak Fısıltılar seninle bağ kuramıyor Lena, seni yok etmeye çalışarak tüm kontrolü ele almaya çalışıyor.''

 

''Bunu neden yapıyorlar?'' Gözyaşlarım yanaklarımdan akmayı bırakırken, dudaklarımın kenarında sinsi bir gülümseme belirdi. ''Ona tüm gerçekleri mi anlatacaksın Yakut? Yoksa sadece bir kısmını mı?''

 

Ellerim kafama doğru giderken devam etti. ''Bu yaptığı seninle bağ kurmasını zorlaştırması, senin ait olduğun yerde yaşamadığından dolayı oluyor.''

 

''Kafamdan uzaklaşsın, Marc lütfen o kafamdan uzaklaşsın.'' diye söylerken ellerim kafamın üzerindeydi. Telaşla ayağa kalkarken çimlerin hışırtısı sert rüzgarla beraber kulağıma daha net gelmeye başladı ve bunla beraber etrafta onlarca insanın yansıması belirmeye başladı.

 

''Bunu ben yapamam Lena, bunu sen yapabilirsin. Olduğu yer senin zihnin ve senin zihninde sadece sen hakimiyet kurabilirsin.'' Onun da bedeni önümde dikilmeye başlarken zihnimdeki tuğlaların yıkılmaya devam ettiğini hissedebiliyordum.

 

''Onu engelleyen şey her ne ise tekrardan yerine koymalısın.'' Söylediği şeyleri duyuyorum ama bunu yapabilecek kadar hakimiyetin bende olmadığını da biliyordum. Tuğlaların ardında kapana kısılmış bedenimle kendi zihnimde kaybolmuştum. ''Bu hiç kolay değil.'' diye konuşurken elerim şakaklarımı ovuşturmaya başladı.

 

''Bana bak, bu benimle ilgili değil. Bu seninle ilgili, bunu hemen yap yoksa tüm kontrolu tamamen kaybedebilirsin.'' Elleri kollarıma asılıyken kafamı sağ tarafa eğerek dudaklarımı büzdüm. ''Yakut sanırım küçük kıza yardım edemiyor, ne acıklı.''

 

Dudaklarımın arasından çıkan sözlerle hırıltısı yüzüme doğru çarparken üst dudağı seğirmeye başladı. ''Yoksa tüm o Klan Lideri olaylarını yapamıyor musun? Hadi bana zarar ver, yoksa ona zarar ver mi demeliydim?'' derken kıkırdadım. Yakut'un kollarımda sıkılaşan elleri gevşediğinde, kendi zihnimde kapalı duvarlar arasında asılı kalmıştım. Etrafıma tedirgin gözlerle bakarken tüm olan biteni sanki uzaktan izliyormuşum gibiydi.

 

''Hiçbir şey yapamazsın Yakut.'' Bir adımımı öne doğru atarak Yakut'a iyice yaklaşırken, bedenlerimiz iç içe geçiyordu. İşaret parmağımla sol kolunu boydan boya okşayarak konuştum.

 

''O karanlığa ait.''

 

''Hayır o bana ait.''

 

Yakut kolumu okşayan parmağa ifadesizce bakarak iri elini belime yaslayarak beni sertçe kendine doğru çekti ve dudaklarını dudaklarımla mühürledi.

 

Bu benim miladımdı, dudakları benim yangınımdı.

Loading...
0%