@seleneisadark
|
Yakut beni toplu evin önüne bıraktığında, bedeninin giriş kapısındaki varlığını ardımda bırakarak evin içerisine doğru adımladım. Kafamı çevirip ona tekrardan bir bakış attığımda kıvrılan dudakları ile ayaklarının üzerinde öylece durmuş ve bana bakıyordu. Ben de ona ufak bir gülümseme sunarak arkamı dönerek kapıyı kapattım.
Bugün, varlığımın hem kalbinde hem de benim kalbimde kabul ettiğim kırmızı gözlere sahip adamın nefesi bir adım arkamdaymış gibi enseme doğru vuruyordu.
Nefesi, bir adım arkamda varlığı daima yanımdaydı. Kurt Kapanına kısılmış bir halde etrafım onun varlığı ile çevrelenmiş, etrafımda hırıldayarak dönen kurdun keskin dişleri bana değil, bedenime yaklaşan her bir varlığa doğrultulmuştu.
O beni koruyordu.
O benim koruyucumdu.
Mutfağa doğru adımlayarak, bir bardak su doldururken arkamdan bir ses duydum. "Demek buradasın" Elimdeki bardak kayarak yere doğru düşerken ayaklarımın ucunda parçalara ayrıldı.
Hızla arkamı döndüğümde, siyah bir örtü ile kendini tamamen kapatmış kadın bedeni bir kaç adım ilerimde duruyordu. Örtünün altında görünen tek şey kan kırmızısından daha koyu bir renge boyanmış dudakları görünüyordu.
"Sen de kimsin, nasıl girdin buraya?" Evin girişine doğru telaşla bakındığımda, izinsizce girdiğine dair bir iz aradım ancak yoktu.
"Ben buradan hiç gitmedim, ben hep buradaydım." Kafasını yukarı doğru kaldırdı. "Ben hep seninleyim."
"Sen de mi onlardan birisin yoksa?" Sesimi yükselterek konuştuğumda evin duvarlarına çarpan her bir harf yankılanarak bana geri döndü.
"Ben onlardan bir değilim Alena, ben senden biriyim. Ben senin kafanın içindekiyim. Ben Fısıldayan'ım." Son kelimelerini sessizlikle bütünleştirdiğinde, ifadesizlikle ona baktım. "Ormanda beni tuğlaların ardına sıkıştıran ve kapana kısılmamı sağlayan sendin."
"Hayır, ben seni hiçbir zaman bir tuğlanın ardına kapatmadım. Ve ben hiçbir zaman da seni bir kapana kıstırmam, neticede bu benim de kapana kısılacağım anlamına gelir öyle değil mi?"
"Nasıl karşımda bir beden gibi durabiliyorsun?"
"Senin zihin duvarların güçlendikçe benim sendeki varlığım da güçleniyor."
"Öyle mi? O zaman bana seni yok etmemem için bir neden söyle." Ona doğru alayla konuştuğumda, siyaha yakın dudaklarının kenarında gözle görülemeyen ufak bir kıvrım oluştu. "Beni yok edersen, zihnini de yok edersin. Bunu yapmaya çalışan son Fısıldayan'a ne oldu biliyor musun? Delirdi, kendi bedenini parçalamaya başladı ve kanında boğularak öldü."
"Benim böyle olmamı sağlayan annem miydi yoksa babam mı? Hangisi bir insan değildi?"
"İkisi de insan değildi." Elimi ona doğru doğrultarak salladım. "Babam yıllarca Cephe'de yaşadı, insan olmaması imkansız."
"İmkansız diye bir şey hiçbir zaman olmadı. Buraya adım attığın ilk anda bile bunu anlamış olman gerekiyordu."
Siyah pelerini ile bana adım adım yaklaşırken ufak esintinin emaresi okunmayan mutfakta onun yerleri süpüren tülü dalgalanıyordu. Bir adım arkama geçtiğinde, kafasını hemen yanıma uzatarak kulağıma doğru konuştu.
"Merak mı ediyorsun?" Geriye doğru çekilen kafasıyla uzun tırnağını koluma doğru sürttü. "Onların geçmişini, şimdiyi ve geleceklerini ve kim olduklarını merak etmiyor musun?"
Hızla önüme geldiğinde, açık saç tutamlarım havada uçuştu. "Ediyorsun, içten içe Yakut'a bile söylemeden tek başına öğrenmek istiyorsun. O zaman neden bekliyorsun?"
"Nasıl yapacağımı bilmiyorum." Fısıltıyı andıran sesim ona ulaştı. "Ben biliyorum ve ben sana her şeyi öğreteceğim. Sen türünün tek örneği olarak Fısıldayanların en güçlü kraliçesi olacaksın."
Havada süzülmeye başlarken, "Nereye gideceğiz?" dedim.
"Biz bir yere gitmeyeceğiz, zihnin seni zaten onlara götürecek."
Sözleriyle beraber evin duvarları hızla değişmeye başladı. "Söyle bana, şimdi mi, geçmiş mi, yoksa gelecek mi? Fısılda."
"Geçmiş." Fısıltımla beraber, rüyamda gelmiş olduğum odanın içerisindeydim. Yanımda siyah tül pelerini ile havada süzülerek yürüyen kadın, nerede olduğunu biliyormuşçasına etrafına doğru bakınırken benim meraklı bakışlarım her yerdeydi.
"İşte, geçmiş."
"Hangi geçmişteyiz, babamın geçmişinde mi yoksa benimkinde mi?"
"Annenin geçmişindeyiz, onun zihin duvarlarının içerisindeyiz." Bir adım öne doğru attığımda odada bizden başka biri yoktu. Kapının ardında sesler yükselirken oraya doğru adımladım, kapının içinden usulca geçen kadını takip ederek dışarıya çıktığımda beni bir saray koridoru karşıladı.
Etrafı zümrütlerle çevrili olan büyük bir saatin önünde durduğumuzda çevremizde sayısız kişi dolaşıyordu. Tanımadığım yüzler birbirleri ile konuşup sohbet ederken onların yanından geçerken tanıdık bir yüze rastladım.
"Baba." İsmini söyleyerek yanına ulaştığımda, bir şövalyeyi andıran zırhlı bir giysinin içerisindeydi. "Elbette duydum, oldukça vahşi olduğunu tüm Klanlar söylüyor. Ancak bir Klan Liderinin vahşi olması çok yadırgadığım bir şey değil."
"Öyle tabi, tüm taşları yönetecek tek gücün onda birikmesi onun tüm dengesini sarsmış olmalı." Yanında uzun saçlı ve sivri kulaklı bir elfle konuştuğunda başını onaylarcasına salladı. "Mühürlüsüne kavuştuğunda her şey olması gereken dengeye kavuşacaktır, bundan kimsenin endişesi olmasın."
Gri gözlerini babama doğru kaldıran elf dudağının kenarını ufakça kıvırırken konuştu. "Dengenin sarsılması tüm evrende tedirginliğe yol açtı. Bunu engellemek bizlerin elinde değil."
Babam gözlerini çevirmeden ona doğru konuştu, sesindeki otoriter tavır onun bir lider olarak doğduğunun en büyük kanıtıydı. "Bu zaten sizin elinizde değil, bırakın bunu Klan Liderimiz yapsın. Sizler de yaptığınızı yapmaya devam edin."
Elf derince yutkunarak başını korkakça salladı ve kafasını yavaşça eğerek uzaklaştı. "Sana diğerlerini korkutmamanı söylememiş miydim?"
Naif ve kendinden emin bir ses tonu onun kulaklarına ulaştığında dişlerini gösteren bir gülümseme ile arkasını döndü. "Onların etrafta dolanan sözlerle beraber benimle konuşmaya çalışması ve benim ona cevap vermem bile bir lütuf hayatım."
"Siz ve sizin kurt içgüdüleriniz de bizler için yeterince zor değilmiş gibi bir de o egonuzu okşamak.."
Babamın arkasından çıkarak yanında durduğumda, karşımdaki beden görüş alanıma girdi. Annemin yeşiller içindeki kıyafeti onun güzelliğini vurgularken kahverengi saçları dalgalar halinde belinden aşağıya doğru dökülüyordu.
Beni gördüğünde, sözleri yarım kalırken gözlerini üzerimde gezdirerek kaşlarını çattı. "Neden kocamın yanında olduğunu bana söylemek ister misin?" Biraz öncenin aksine sert ses tonu ile konuştuğunda, babamın yan taraftan gözlerini bana doğru çevirdi.
"Bir şey mi oluyor hayatım?" Kartal Aydoğan'ın konuşması ile beraber, tüllerin arasından Fısıldayan da yanımdaki yerini aldığında annem kaşlarını düzelterek başını dikleştirdi. "Hayır, hayır bir şey yok."
Gözlerim kıyafetinin altında görünen düz karnına kaydığında, rahminde yer edindiğimi ya da rahminden çoktan uzaklaştığımı anladım. Telaşlı adımlar arkadan duyulurken içimden geçerek annemin yanında duran kadın, ellerinin arasında sıkıca kundağına sarılmış küçük bedeni anneme doğru uzattı. "Ağlıyor efendim, daha fazla feryat etmesine dayanamadım."
Oraya doğru adım adım yaklaşırken, varlığımı fark eden tek kişi annemdi. Bunu belli etmeden kucağına bırakılan küçük kemikleri şefkatle sarmaladığında gözlerinin içinde bebeğini sevgiyle saran annenin kolları dışarıya doğru uzanmıştı.
"Sorun değil, sen gidebilirsin Ferv." Sözlerini kafasını bir an olsun kaldırmadan kurarken, iki kişi olarak bebeğe doğru yaklaştılar. "Bizi mi özledin sen kızım? Alena'm, benim sonsuz güneşim." Babamın her sabah duyduğum sesinden her sabah kulağıma çalınan sözleri gözümden bir damla yaşın akmasına yol açtı.
O bendim.
Alena diye çağırdıkları küçük iskeletten oluşan bebek bendim.
"Efendim, Yakut geldi." Sevgiyle olan bağı bölen titrek ses bizlere ulaştığında, babam son kez yüzüme dokunarak arkasını döndü ve küçük elfi takip etmeye başladı. "Geçmiş mi, gelecek mi?"
Annem sorusunu kafasını kaldırmadan sorarken, fısıltıyla konuştu. "Geçmiş." dedim ben de onu takip ederek. Babamın adımları mühürlüme adım adım giderken, onu takip etmek veya annemin yanında kalmak arasındaydım.
"Çoktan öldüm o zaman, uzun zaman yaşayacağımı düşünmüştüm. Çocuğum yanında olup onun adımlarını takip edeceğimi ve yüzündeki çizgileri göreceğimi.."
Ona her şeyi anlatmak istedim.
Ona, onun olmadığı bir gelecekte ve bilmediği bir evrende babamla yalnız başımıza yaşamaya başladığımızı uzun satırlarla beraber okumak istedim. "Geçmişe müdahale edemezsin." Fısıldayan'ın sesi yanımdan duyulurken aralanan dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. "Eğer geçmişe fısıldarsan gelecek değişir ve gelecek değişirse şimdi olmaz."
Duyup duymadığını merak ederek anneme doğru baktığımda beni anlamış gibi konuştu. "Fısıldayan'ı duyamam. Onun sözleri sadece senin anlayacağın şekilde sana söylenir, bana sadece ufak bir fısıltı gibi çalınır."
Kafamı sallarken, "Senin burada olman bizim soyumuzun devam ettiği anlamına geliyor, üzerindeki kıyafetlere bakılırsa da uzun zaman geçmiş olmalı. Kızım demek hayatına devam etti."
"Evet etti." dedim gözlerimi bebeğe çevirirken. "Benim gibi mi yoksa babası gibi mi olduğunu merak etmiyor değilim." derken ufak bir kıkırtı duyuldu.
"Sen nesin?" Sözlerimle duraksarken devam ettim. "Babası ne?"
Gözlerini yukarı doğru kaldırarak bana baktı. Aynası olan gözleri görüp görmediğini bilmiyordum. "Cevap istiyorsun, neden? Bir hata mı olacak, bir hayat mı solacak?" diye konuştu.
"Bir hata olmadı ama bir çok hayat soldu. Bu sizin suçunuz değildi. Ölüler, bazı şeyleri değiştirdi."
"Ölüler bize karışmazdı, ölüme fısıldamadın mı?" Öne doğru bir adım atarak ona doğru yaklaştım. "Ölüm nerede?" dedi bana doğru hiddetle.
"Bilmiyorum, o.." derken bana doğrı yaklaşan Yakut'u gördüğümde onun parlak kırmızı zırhlı kıyafetinin yansımasında benim kırmızı tüllerle çevrili görüntüm göründü. Yakut varlığımı hissetmiş gibi kafasını hızla bana doğru çevirdiğinde burun delikleri genişleyip derince bir kokuyu ciğerlerine doğru çektiğinde öne doğru bir attı.
Kırmızı gözlerinde alevler oluşmaya başlarken, onun bana doğru koşan görüntüsünde benim varlığım geçmişten silinmeye başladı.
Şimdi'nin, toplu evdeki duvarları arasındaydım. Karşımda, siyah tüllerle çevrili Fısıldayan bana doğru bakarken gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı.
Ellerimi yukarı doğru kaldırarak yanaklarımı sildiğimde, ellerimin beyaz rengi kan kırmızına boyandı. Gözlerimden akan gözyaşının rengi kırmızıydı.
Kan ağlıyordum.
"Fısıldamadığın için kan ağlıyorsun." Benim gözyaşlarımın sebebinin açıklamasını yapan kadına dönmeden konuştum. "Ne fısıldayacaktım ki? Geçmişe müdahale edemezdim, kimseye bir şey söyleyemezdim."
"Fısıldamak sadece sözlerden oluşmuyor Alena. Biz fısıltılar sayesinde geçmişe gittik ve yine senin fısıltın sayesinde ıradan başka bir yere geçebilirdik. Senin fısıltıların, zihin duvarlarından oluşuyor."
Bana söyledikleriyle beraber gözlerimden süzülen kırmızı yaşlar tüm yüzümü kan rengine boyamaya devam etti. "Fısıldamak yetiyor. Peki ölüler? Ölüme fısıldamak, annem ne demek istedi?"
"Fısıldayan'ın görevi dengeyi korumaya yardımcı olmaktır. Ölüler ile beraber ölümün zihni çatırdamaya ve zihin duvarı kırılmaya başladı. Bu ondaki hatıraları birbirine karıştırdı, bu da onun olduğundan farklı davranmasına yol açtı. Ölüleri nehre götürmedi ve görevini ihmal etti."
"Onu bulmalıyız, bunu düzeltmemiz gerekiyor." Bana bir adım yaklaşan Fısıldayan, "Evet bunu yapmalıyız ama şimdi değil. Gücünü bilmiyorsun, nasıl fısıldayacağını bilmiyorsun. Ölüm'ün tüm kıtanın ölülerinin anılarını barındıran zihni senin delirmene yol açacak türde bir duvara sahip. Onun gibi birinin zihnine fısıldaman için seni zihninde kontrol eden birinin zihnine fısıldaman gerekiyor."
Tüm Ölülerin anılarını zihninde taşıyan Ölüm'ün zihnine en yakın zihin.. Klan Lideri olan Yakut'un zihni.
Gözlerimi kaldırarak karşımdaki kadına baktığımda örtünün altını göremiyordum ancak yine de onun bana olan bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordum. "Parçalanmaktan korkuyorum." diye fısıldadım istemsizce.
Sözlerim ağzımdan dökülürken, konuştuğum kişi yine kendi benliğimdi. Sözlerimi beni anlayabilecek tek kişiye ulaştırmaya çalışırken, şimdi olduğu gibi her yerim kan içindeydi. Belki uzun zamandır, şefkate sarılmamış bedenim kendi benliğimden korkuyordu. Ne olduğumu artık biliyordum ancak neye dönüşeceğimi hiçkimse bilmiyordu.
"Parçalanmayacaksın, buna izin vermeyecekler. Buradaki kimse dengeyi sağlayanların parçalanmasını istemez, seni koruyacaklar."
"Peki ya.." Burnundan derin bir nefes verirken, tülün altındaki kollarını uzatarak kollarını bedenime sardı. Onda hissettiğim soğukluk kemiklerime sarmal bir iple dolanırken ipin etrafında dolaşan şefkat içimi ısıtıyordu.
"Gözlerin görmezken, kulakların işitmezken içindeki şefkate sıkıca sarılan o kişi ölülere de sıkıca sarılan kişi olacak. Kendi benliğinden korkma, ona sıkıca sarıl.."
Ona sarılırken, duyduğum kurt uluması ile bir sanrıdan uyanır gibi silkelendiğimde ayakta durmuş ve kollarımı etrafıma dolayarak kendi bedenime sarılmıştım.
Tüm olanlar, zihnimin içinde gerçekleşmişti.
Kurt uluması devam ederken, kalbimdeki hızlı çarpıntı ile beraber giriş kapısına doğru koşar adım yürüdüm. Kapı hızlıca arlanırken ağaçlık alanın içerisinden insan formunda üst bedeni çıplak ve altında sadece kotu ile beraber bana doğru yürüyen Yakut'u gördüm.
Onun hızlı adımları, benim hızlı adımlarımla birbirimize çabucak kavuşmamızı sağlarken öne doğru uzattığı kolları ile beraber beni gövdesine sertçe çekti. Burnunu boyun girintime yaslayarak kokumu alırmışçasına derim nefesler aldığında pürüzlü dilini çıkararak şah damarımın üstündeki noktayı yaladı.
Tenimdeki ıslaklık rüzgarla beraber ürpermemi sağlarken, burnumu ona yaklaştırıp ben de derin bir nefesi ciğerime doldurdum. Ondan aldığım koku bir gülü anımsatır gibiyken bir kaç dikenlerini tenime batırıcasına baharat eklenmişti. Kana bulanmış yüzüm ve elim onun çıplak gövdesini de boyarken burnunu boynumdan ayırmadan vahşi ve hırıltılı bir tonda mırıldandı.
"Kokuyorsun." Kurt olduğunu sesinden iliklerime kadar hissettirdiğinde kollarını etrafımda sıkılaştırarak bedenimi göğüs kafesinin içine hapsetmek ister gibi kendine doğru bastırdı. Yukarıya doğru havalanan bedenimle yerden kesilen ayaklarım havada sallanırken devam etti.
"Kokunu alabiliyorum güzelim. Gül kokuyorsun." Ellerimi kaldırarak saçlarına doğru çıkardığımda burnunu boynuma daha fazla bastırarak kafamı yana doğru eğdim. Vahşi bir hayvanın çıkardığı tonda mırıltılar onun sesinden duyulurken, ormanın içinden sayısız kurdun uluması duyuldu. Sevinç nidaları atar gibi uluyan kurtlarla mırıldanması hırıltılı nefese dönüşürken daha hızlı nefes alıp vererek göğüs kafesinin hareketlenmesini sağladı.
Tenine sürtünen teni ile beni işaretliyordu. Kokusunu üzerime bırakarak ona ait olduğumu vurguluyor, bunu tüm evrene göstermek istiyordu. Kafasını yukarı doğru kaldırırken, önümde beliren kemikli yüzündeki sol kaşından inen yarığın içinden lavlar görünürken gözlerinin içindeki tek görüntü benim yansımamdı.
"Bana sarıl güzelim, bana sıkıca sarıl."
|
0% |