Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm: “Örümcek Ağları”

@seleneisadark

Yakut'un bana sarılan kolları bedenimden ayrılmazken, ormanın içine doğru yürümeye ve adımları ile beraber beni de yürütmeye başladı. Dolunay ışığının altında nefes seslerinin içinde attığı her bir adımla beraber, duraksayan adımları bazen yüzüme doğru öpücükler konduruyor, bazen de dili ile boynumu okşuyordu.

 

"Yakut.." diye söze başlarken dudaklarını dudaklarıma bastırarak sözümü kesti. Hafif bir buse kondurduğu dudaklarıma doğru, "Söyle gül kokulum." diye fısıldadı. Yanaklarıma doğru yükselen ısı dalgası ile dudaklarımı sıkıca birbirine doğru bastırdım.

 

Burnunu alın çizgime götürerek ciğerlerine derin bir nefes daha çektiğinde ondan yükselen erkeksi kokunun tarifini yapabilmem imkansızdı. Titrekçe kırpıştırdığım gözlerimden sonra sözleri aklıma gelirken, şaşkınlıkla konuştum. "Bekle, gül kokulum mı? Ben gül mü kokuyorum? Hani yoktu benim kokum, var mı olmuş?"

 

Adem elmasının titreşmesine neden olacak kadar hafif ve küçük bir kıkırdama boğazından yükseldi. "Var olmuş kokun, ciğerlerime dolmaya, zihnime kazınmaya başlamış. Gül kokulum." dedi.

 

(Var ya, güllü lokumum da aklımdan geçmedi değil yazarken güldüm dnnsms)

 

"Nasıl oldu ki bu? Bir anda mı ortaya çıktı?" dedim gözlerine bakarak. Kırmızı gözlerindeki alevler yatışmış, dinginlik dolu kırmızı hareleri göz bebeklerime tutunmuştu. "Bir anda ortaya çıktığını düşünmüyorum. Kokunu tetikleyen bir şey olmuş olmalı." dedi gözlerini kısarak. Bir şey mi olmuş olmalı?

 

"Bu, geçmişe gitmemle ilgili olabilir mi?"

 

"Geçmişe mi gittin?" Adımları durduğunda, ormanın içinde olan ve daha önce bir kaç kez bahçesinde yemek yediğim o eve gelmiştik. Evin dışı tamamen ahşaptan oluşuyordu ve ahşap bir kaç gün öncesinin aksine kırmızı renge boyanmıştı. Beni yere bırakmadan, cam balkonun açık kısmından içeri doğru girdiğinde etrafın güzelliği karşısında kalbim bir anlığına tekledi.

 

Şöminenin önünde duran üç kişilik geniş koltuk onun bedenini rahat ettirebilecek genişlikteydi ve beyaz renkteydi. Bu ev, panjurları olan, pencerenin önünde saksıda bir çok çiçeğin yetiştiği bir evdi. Bu ev, Işıl'ın evine benziyordu. Tıpkı onun evi gibi içerisi sıcacıktı. Işıl'ın evine benzemiyordu, duvar renkleri kırmızı ve beyazdan oluşuyor, saksıda olan çiçekler kırmızı gül ve karanfilden oluşuyordu.

 

"Sanırım beğendin." Kısık ve ufak mırıltısıyla gözlerimi ona çevirirken etrafı inceleyen bakışlarımı seyre daldığını gördüm. "Evet, güzel bir ev." dedim. "İstediğin bir şeyler olursa değiştirebilirsin."

 

"Koltukları ve duvarların rengini çok beğendim."

 

"Sadece koltuk ve duvarlardan ibaret olmayan bir ev olacak burası, en azından bizim için. Ne bileyim, belki eski evinde olan ve burda da istediğin bir şeyler olursa diye demiştim." Eski evimde olan ve şimdi burada da istediğim tek bir şey vardı.

Babam. Ancak onu sadece geçmiş hatıralarda bir anı olarak görebilirdim.

 

Yere basan ayaklarımla beraber koltuğa doğru yürürken ona cevap vermedim. Her ne kadar benim isteklerimi içinde öngörülemez bir istekle gerçekleştirmek istese de, babamı geri getirmek uğruna bu fantastik evrende neler yapacağını bilemiyordum.

 

"Üzerini değiştirebilirsin, banyo hemen üst kattaki odanın ilk kapısı." Yanımdan geçerek şöminenin önündeki mindere oturduğunda, kenardan bir kaç odun aldı ve yanmaya başlayan şöminenin içine koydu. Bakışlarımı ondan alarak arkamı döndüm ve yutkunurken üst kata çıkarak, gördüğüm ilk kapıyı araladım. Tamamen beyaz renkten oluşan banyonun göze çarpan ilk kısmı, parlak zemini olmuştu.

 

Zemin hiçbir lekeyi ve griliği barındırmayan bir beyazlığa sahipken, insanoğluna neden bu denli grileştiğini sorgulatan bir saflığa hakimiyet kurmuştu. Duşa kabinin içine yönelerek suyu açtığımda, başımdan akmaya başlayan suyun sıcaklığı bedenimi rahatlattı. Üzerimdeki kıyafetlerle aşağıya doğru kayarak yere, dizlerimin üzerine çöktüm.

 

Bugün olan her şey, gözlerimin önüde bir film şeridi gibi geçerken derin bir nefesi ciğerlerime doldurarak ellerimi dizlerime kenetledim. Orada ne kadar süre bekledim ya da ne kadar süre kendi sessizliğimi dinledim bilmiyorum ama kapı üç kez tıklatıldığında bir sanrıdan uyanır gibi titredim. Sıcak su halen başımdan dökülüyor ve üzerimdeki kıyafetleri ıslatıyordu.

 

"Lena, bir sorun mu var?" Gözlerim, karşımda duran kapıya doğru bakarken bir an olsun dudaklarımı aralayıp konuşmak istemedim. Burada uzun süre durarak, istediğimde gün yüzüne çıkmak ve etrafta gülücekler saçarak dolaşmak istiyordum. Değişiyordum ve bu beni korkutuyordu. Kendimi tanımlayamıyordum, sessizliğe hakim olan zihnim artık bir an olsun susmuyor, oluşturduğum benlik yavaş yavaş yok olarak başka bir kişilik oluşturuyordu.

 

"Hayır, bir sorun yok. Birazdan çıkacağım." Kısıkça mırıldanmamı duyacağını biliyordum. Kapının önünden uzaklaşan adım sesleri kulağıma doğru gelirken, ardında bıraktığı kokusu ciğerlerime doluyordu. Eş bağından dolayı, onun süper güçlü kurt burnunu da mı miras almıştım acaba? Hızlıca kısa bir duş alarak aynanın önüne doğru yürüdüğümde, yan tarafa astığı siyah tişört ve eşofmanı da üzerime geçirmiştim.

 

İç çamaşırları yoktu. Bu beni her ne kadar rahatsız hissettirse de, hiçbir şeyin görünmediğini hatırlattım. Islak saçlarımı havluyla bir kaç kez sardığımda biraz olsun kurumuşlardı. Aynanın hemen önünde duran kırmızı dişli tarakla saçlarımı tarayıp aşağıya doğru adımladım. Yakut, biraz önce bıraktığımın aksine oturduğu minderleri birleştirmiş ve şömineye daha da yaklaştırmıştı. Üzerine giydiği kazağı çıkarmış, onun yerine siyah bir tişört giymişti. Daha rahat ve daha.. ulaşılabilir görünüyordu.

 

Minderin üzerindeki bedenini çevirmeden, bana kısa bir bakış attığında gözleri bir anlığına aşağıya kaydı. Bu, çok kısa süreliğine sürmüş olsa da bakışlarındaki yoğunluk yanaklarımı kızartmaya yetecek kadar belirgindi. "Selam." diyerek yanındaki mindere doğru oturduğumda, ıslak saçlarımdan bir damla kayarak onun yüzüne doğru düştü. Dudaklarımı birbirine bastırarak ona doğru baktığımda elimi kaldırarak işaret parmağımla onun yüzündeki damlayı silmek için uzandım.

 

Elim ona doğru uzanmışken, hızla elini bana doğru uzatarak elimi yakaladı. Bileğime sarılı parmakları, nazikçe o noktaya baskı uygularken üzerime yönelttiği bakışları omuzlarımı içe doğru bükmeme neden oldu. "Selam." Şömineye bakışlarımı çevirdiğimde, konuşmaya devam etti. "Geçmişe mi gittin?"

 

"Evet, sanırım geçmişti."

 

"Fısıldayanların bazılarında fısıltılar farklılık gösterebilir ama senin fısıltılarının geni kime dayanıyor onu bilmiyorum."

 

"Zümrüt ailesini tanıyor musun?" diyerek bir soru yönelttiğimde, gözlerim şömine alevlerinden ayrılmamıştı. "Evet, tanıyorum. Sen neden o aileyi soruyorsun?"

 

"Sadece, diğer taşları merak ettim o yüzden soruyorum." diye mırıldandım. Kafamın içindeki fısıltı bana doğru kısıkça gülmeye başlarken onu yok saydım. "Zümrütler ile yakındık. Zaten babanın göz rengi de bana o yüzden bu kadar tanıdık geldi. Normalde, Taşlardan sadece bir kişiyi Lideri görüşmede görürsün o kadar. Herkes ailede bir kişiye hakim anlayacağın"

 

"Ama sen zümrütlerle öyle değildin, değil mi? Daha yakındın." derken devam etmesini istediğimi belli ettim. "Evet yakındım, bazı durumlar bizi daha da yakınlaştırmıştı." Yüzümü dizlerime yaslayarak ona doğru çevirdiğimde, gözlerinden eskiyi hatırlamış olmanın keyifli parıltısı geçti. "Andreas mühürlendi, hem de hiç tahmin etmediğimiz biri ile. Bir Fısıldayan. Hovarda bir kişiliği yoktu ama yine de aramızda en son mühürlenecek kişi o diye düşünüyordum."

 

"Onu seviyordun." dedim yüz ifadesini dikkatlice incelerken. Onun hep bir buz kütlesini andıran yüz ifadesine sahip olduğunu düşünmüştüm. Ancak eski arkadasından bahsederken oldukça mutlu görünüyordu. "Bilmem belki de. Belki de o masada güvenecek birini seçmiş ve ona göre davranmışımdır." dedi daha sonrasında. Gözlerini bana çevirmişken, dudakları düz bir çizgiyi andırıyordu.

 

"Nasıl yaklaşmış olursan ol. Daha sonrasında ona bıçak doğrultan kişilerin o elini kestiysen, onu sevmişsin demektir." Adem elmasının hareketi ile bir yutkunma sesi odada yankılanırken, bu cümlelerimi beklemiyor gibiydi. Sanki onun kişiliğini kötülememi ve daha da kötüleşeceğini yüzüne haykırmamı bekliyordu. Aramızda süren bir kaç saniyelik sessizlikten sonra saçımda hissettiğim eller ile kapalı gözlerimi araladım. Elleri hafif kurumuş saç tellerimi severken ateşin sıcaklığı ile beraber esnedim. "Saçlarını öreyim." diyerek uzun parmaklarıyla saç tutanlarımı kavradı.

 

Ona engel olmadım. Dizlerime yasladığım kafamı hafifçe geriye yatırarak daha rahat örmesi için ona alan tanıdım. "Babam da saçlarımı örmeyi çok seviyordu biliyor musun? Ama o gittikten sonra, kendi başıma örmek istemedim saçlarımı."

 

"Bundan sonra ben yaparım. Saçlarını tarayıp, örerim." Kelimeler dudaklarının arasından bir yemini fısıldıyormuş gibi çıkarken, "Hıhım." dedim. "Peki sen? Senin önceden yaptığın ama şimdi yapmak istemediğin bir şey var mı?"

 

"Evet var." Kısıkça konuşurken, kelimeler zar zor benim kulaklarıma ulaşıyordu. Hafif bir kıkırdama sunarken, "Söylesene." dedim. Sanki, zihin duvarlarımın içerisindeki Fısıldayan kapalı peçesinin altında görünen sinsi gülümseme ile bana bakıyordu. Almak istediğim sonuca ulaşmak için gösterdiğim tavırlar, onun hosuna gitmişti.

 

"Parmaklarımla oynanması hoşuma gider." dedi fısıldarken. Nereden aldığını bilmediğim toka ile ördüğü saçlarımı bağlarken, bir tutamı firar ederek gözümün önüne düştü. Kafamı geriye atıp, başımı omzuna yasladım. Bedeni kaskatı kesilirken, keskin çene hattı çizgisi görüş alanıma girdi. İşaret parmağımı yukarı doğru uzatarak o noktayı takip ettim. Çenesinden yukarı, dudaklarına götürdüğüm işaret parmağını tuttu. Alevlerin harlandığı gözlerini gözlerime indirerek, "Tehlikeli sulardasın." diye hırladı.

 

"Sen, harlanan ateşi daha çok seviyorsun sanıyordum." Sol dudak kenarıma ufak bir kıvrım oluştururken, onun önümdeki ateşinin daha da büyümesini izledim. Bana bakmaya devam ettiğinde, parmağımı tuttuğu eline parmaklarımı doladım. Sırtımı geniş göğsüne yaslayarak oturduğumda, elini kucağıma indirdim. İlk yaptığım şey, elinin elim ile olan ölçüsü olmuştu. Benim küçük ve minicik kalan elime kıyasla onun ali iri bir pençeyi andırıyordu.

 

İşaret parmağım ile avuç içindeki çizgiye dokunduğum anda, geçmişten bir resim karesi gibi görünen anı gözlerimin önüne serildi. Arkası dönük, beyazlar içindeki bir kızın bedeninin önünde dizleri üstüne çökmüştü. Oldukları yer, evliliğin kutsandığı mihraptı. Geriye doğru çekildiğimde, parmağımı avucundan çekmedim.

 

İşaret parmağımı onun parmak boğumlarında ve çizgilerin üzerinde gezdirmeye devam ettiğimde çenesini omzuma yasladı. Önümde kırmızı kor alevlerle yanan ateş gibi, onun bedeni de bedenimi öyle yakıcı ve kavurucu bir ateşe sürüklüyordu.

 

Bedenim onun ateşiyle yanarken, zihnimde amansızca dönüp duran fısıltılar gün yüzüne çıkıyordu. Onunla paylaştığım her bir anı, herbir temas bana geçmişten bir hatırayı anımsatıyor, sanki onun varlığı daima benimleymiş gibi içimde büyüyordu. Örülen örümcek ağları bedenimi sıkıca sararken, asırlardır avının nefeslerini dinleyen örümcekten beni keskin pençeleri ile kurtarıyordu.

 

 

 

İnst:seleneisadark

Twitter:seleneisadark

Tiktok:seleneisadark

Loading...
0%