@seleneisadark
|
Şömine ateşinin başında ne kadar süre oturduk bilmiyorum. Kafam omuzlarıma ağır gelmeye başladığında, Yakut'un geniş göğsüne başımı yasladım. Kollarını bana dolayarak daha rahat oturmamı sağladığında onun kokusuyla daha da sarmalanmıştım.
Onun içimdeki varlığı çığ gibi büyürken, eş bağı birbirimize her dokunuşumuzda daha da güçleniyordu.
"Bana anlatmadın." dedi kulağıma fısıldayarak. "Neyi?"
"Geçmişte ne gördüğünü." Orada ne görmüştüm? Onun varlığı bir an için anılarımdan filizlenerek gün yüzüne çıktı, babamın zümrüdü andıran yeşilleri o filizlerden bağımsız olarak toprakta yeşermeye başladı. "Neyi anlatmam gerekiyor bilmiyorum. Farklı bir şey söylediğimde, zihnim kendini parçalayabilirmiş gibi geliyor. O yüzden çok fazla konuşmak istemiyorum."
"Zihnin kendini parçalamaz Lena. Sen zihninin parçalanmasını sağlarsın." dedi bana doğru. "Bunu zihnime fark etmeden bile yapabilirim. Henüz benliğime o kadar güvenmiyorum." Yutkunurken, tırnaklarımın sivri kısımlarını onun kol damarlarında gezdirdim. Burnunu saçlarımın arasında gezdirerek derin bir soluk aldı. "Anlatmak istemiyorsan, anlatmazsın."
Evet, ona olanları anlatmak istemiyordum. "Ölüme fısıldamak. Bunu hiç duymuş muydun?"
"Bazı şeyler duymuştum." Gözlerimi devirirken, bedenimi huysuzca oynattım. "Peki, tam olarak ne anlama geliyor?"
"Ne için soruyorsun Fısıldayan? Lena için mi kendin için mi?" Sözleriyle bir an için gözlerimi kırpıştırdım, gözlerimi bir kaç kez kırpıştırarak onun kırmızı gözlerine baktığımda kalın dudaklarımın arasından fısıltılarım döküldü. "Fark eser mi Yakut? İkisi de ben değil miyim zaten?"
Gözlerinin aleve boğulmasını bekledim ancak öyle olmadı. Sakin ve dinginlikle dolu kan kırmızılarının arasından dudaklarının kenarı kıvrıldı. "Öyle, her ikisi de sensin güzelim." Yüzümde keyifli bir ifade oluşurken, kendimi dışarıdan izleyen biri gibiydim. Örgülü saçlarım omuz hizamda dururken, saçlarımın arasında gezdirdiği burnu sayesinde tutamlar yavaş yavaş tokanın arasından firar ederek onun sakallarının arasına karışıyordu.
Başka bir kıkırtı dudaklarımın arasından kaçarken, hayranlık doku gözleri yüzüme doğru kilitlenmişti. Halen açıklanamayan sözler bana kendini hatırlattı. "Söyle hadi bana ne olduğunu."
"Sen hep böyle mi konuşsan benimle, daha bir tatlı geldin gözüme." diye fısıldadı kulağıma değen dudakları ile beraber. Bir omzumu kaldırarak ona baktığımda yüzünde keyifli bir ifade vardı. "O zaman gel gitlerime alışman gerekiyor. Her daim tek bir ruh halinde kalamam."
"Ben senin her türlü haline razıyım. Gel gitlerin mi benim için problem olacak sanıyorsun?" Kaşlarını kaldırarak sorduğu soruya karşın ben de kaşlarımı kaldırdım. Kendimi bulutların üzerinde keyifli bir ruh halinde hissediyordum. "Ben yine de söyleyeyim, daha sonra ruh bağım olan eşimin farklı sözler söylemesi kalbimi incitir." Sahte bir üzüntü ve keder barındığın ses tonum onda üzüntüye değil derin bir kahkahaya sonuçlanmıştı.
"İstediğin şeyi almak için nasıl da böyle güzel görünüyorsun bana." dedi kahkahalarının arasında. Sözlerine karşın gözlerimi devirirken, "Elbette böyle görünürüm." dedim. Gözlerimi ona çevirerek bakarken, bana artık bir açıklama yapmasını istiyordum. Ona beklenti ile bakan gözlerimi fark ederken, derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu.
"Eğer merak ettiğin şeyler varsa, bunları bana değil atalarına sormalısın. Belki de ataların, soruların bizzat kendisidir." Hırıltılı ses tonu ile söylediği sözlerle kaşlarım anlamsızca çatılırken, dudaklarım aralandı. "Onları görmem sadece önümde duran Fısıldayan'a olan bağlantımla gerçekleşti. Bunu başka nasıl yaparım bilmiyorum."
"Bunu yapmak için bilmene gerek yok. Eğer yapmak istiyorsan, sadece yap." Gözlerinden bana doğru akan güç, istediğim her şeyi sadece istememle başarabileceğim anlamına geliyordu.
Atalarımdan bana yadigar olan miras parçası, anneden kızına, bana geçmişti. Ve ben, bu mirasın nasıl ve ne amaçla kullanılacağını bilmiyordum. Zihnim bir su kadar berraktı ve bazı insanlar bunu son ana kadar kullanmayı hedefleyebilirdi. Karşımda oturan adama bana anlatması için ısrar ettiğim fısıldamaları, kendi kanımdan olanlardan dinlememi istemişti.
Gözlerinin kırmızılıklarına bakarken, omzunun arkasında Fısıkdayan'ın siyah tül kıyafetli elbisesi göründü. Gözlerim bir an için onun görüntüsüne kayacak olsa da, gözlerim mıhlanmışçasına Yakut'un gözlerinden ayrılmadı.
"Üç kehanati bulmalı, Yakuta kavuşmalı, Siyaha olan özlemi, Zümrüt ile son bulmalı."
Dudaklarımın arasından çıkan ekolu tiz ses benim sesimdi ama aynı zamanda benim sesim değildi. Kehaneti duymaya başladığı anda yukarıya diktiği kulakları tekrardan titreşerek hareket ederken beni dinliyordu. Uzun zaman önce söylediğim kehanet sözleri, tekrardan sesimle buluşmuştu.
"Bu da neydi?" diye fısıldarken kaşlarım anlamsızca çatıldı. "Neden tekrardan söyledim ki?" diye devam ettim.
"Kehanet, kendini başlatmak istiyor."
"Başlatmak mı?"
"Evet. Geç olmadan kehanet başlamalı, kehanet olmazsa gelecek olmaz. Gelecek olmadan döngü bizimle buluşamaz." Kucağından kalkıp ayaklandım. "Sözlerinden bir şey anlamıyorum."
"Her bir söz bir kehanet. Bunları birleştirmeliyiz." O da benim gibi ayaklarının üzerinde durduğunda balkon cama doğru yürüdü. "Nereye gidiyorsun?" dedim onun dışarı doğru attığı adımları izlerken. Hızlı gelişen olayla kafam karışırken onu takip ettim. "Safir'in yanına. Kıta dışına çıkmamız gerekiyor."
Aniden duraksayan adımları bana dönerken, üzerime göz gezidedi. Benim gözlerim de üzerimdeki siyah takıma doğru kayarken onun altında hiçbir şey olmadığını en başından beri bildiğini bakışlarından gördüm. "Böyle gelmiyorsun." diyerek tekrardan içeri girerek ışık hızında merdivenlerden çıktı ve tekrardan aşağıya indi. Geldiğinde elinde tuttuğu şey, paketin içinde olan siyah iç çamaşırı takımı bana doğru gülümsüyordu.
"Niye en başından itibaren vermedin ki?" dediğimde, sol dudağının köşesini kıvırdı, bense ışık hızında elinden paketi alarak bulunduğum kattaki odaya doğru adımladım. "İçinde hiçbir şey olmadığını bilmek daha güzeldi."
🦂🦂
Ortak evin önüne geldiğimizde Safir, Dila ve Gonca verandadaki tahta masanın etrafındaki koltukların üzerine oturmuşlardı. Safir Dila'nın omzuna kollarını dolamışken burnu onun saçlarının arasında geziniyordu. Gonca onlara tiksinti gözler ile bakarken, benim Yakut'tan bir adım uzakta ama yanında olduğumu gördüğünde derin bir nefesi ciğerlerine çekti. "Çok şükür bunlar koklaşıp durmuyor." diye fısıldadı. Yüzünde görülen rahatlamaya dudaklarımın kenarı kıvrılırken bir kaç dakika önce bizim de aynı göründüğümüzden ona bahsetmek istedim.
"Her şey hazır mı?" Yakut'un sorusu ile beraber, Safir burnunu Dila'dan uzaklaştırdı ama kollarını ondan ayırmadı. "Hazır, Akrep Kral'a haber verildi." Onların karşılıklı iletişimine karşın adımlarımı durdurarak, "Biri bize de neler olduğunu açıklayacak mı?"
Safir'in parıldayan gözleri bana dönmedi ama Yakut'un zihin bağlantısı ile ona bazı direktifler verdiğini biliyordum. Ayaklanıp arkasını döndüğünde, ormandan buraya doğru gelen Hard ve başka bir adamla bunun doğruluğunu gördüm. Adam, teni fazlaca yanık esmer renkteydi. Ama gözleri, çöldeki kum rengindeydi. "Kehanetleri gerçekleştirmeye gidiyoruz güzelim."
"Nereden başlayacağımızı nereden biliyorsun? Ben bile bilmiyorum." dedim ona doğru. "Ben de bilmiyorum o yüzden kehanette adı geçen Üçlü'lere gidiyoruz. Üç Büyükler bizi bekliyor."
"Onlar da kim?" Gonca'nın sorusu ile beraber, Yakıt gözlerini ona değdirmeden yanıma geldi ve belime elini doladı. "Üçlüler, üç doğru soruyu cevaplayanlar." diye konuştu ona doğru. Gonca kaşlarını çattı ve ayaklandı. "İyi bir üçlülerimiz eksikti. Gittiğimizde bu üçlü güçlü mü yoksa püslü mü görürüz artık." diye söylenip yanımıza doğru yürüdü. Dila ve Safir onun arkasından gelirken, Safir kahkaha attı.
"Bu kız aşırı kafa biri." Dila'nın bakışları Gonca'ya doğru dönerken, kaşlarını yukarı kaldırdı. Gonca, Dila'ya karşın kusma ifadesine bürünürken elini dudaklarının üzerine koydu. "Emin ol, en son istediğim şey kankimin eşinin beni kafa olarak yorumlaması. Ama yine de sağol." Hard'e doğru dönen bakışlarla, yanımıza geldiğinde yüzünde oluşan gergin gülümseme duraksamamı sağladı.
"Bu gerginlik sadece üç kehanet için mi?" diyerek mırıldandığımda, kulakları havaya dikilen adamlar bana dikkat kesildi ama arkadaşlarım hiçbir şey demeden öylece durdu. "Bizim topluluğumuzda, eşimiz her şeyden önce gelir Fısıldayan. Sen bizim üç kehanet için burada olduğumuzu düşünebilirsin ama hayır. Biz senin için buradayız." Yanık esmer tenindeki kum renginde olan bakışlarını bana değdirmeden büyük bir ciddiyet ile konuşan adam bir elini yumruk yaparak göğsüne koydu ve başını aşağıya doğru hızla eğerek tekrar kaldırdı.
"Vay be. Sen de mi böyle olcaksın?" diyen Gonca, Dila'nın sağ omzunu dürtmekle meşguldü.
"Yapmasana ya, acıyor."
Teşekkür ederim, eş bağından dolayı bana olan sadakatiniz takdire şayan. Ancak ben bana eş bağından dolayı sadakat duymanızı değil, ben olduğum için bana sadakat duymanızı tercih ederim."
Büyük bir ciddiyetle kurduğum cümlelerden sonra, adamın bakışları bir an için bana dönecek gibi oldu ama Yakut'un onun üzerinde olan yoğun bakışlarından dolayı gözlerini çeviremedi. Geldiğim yerin de buradan çok bir farkı yoktu, neticede her toplulukta erkek egemenliği hüküm sürüyordu. Ama bunun, yeni yeni oluşmaya başlayan kişiliğimin önüne geçmesine izin vermeyecektim. Önceden yaptığım hiçbir hatayı burada yapmayacak, sessiz ve içine kapanık kızın değişmesi için her şeyi yapacaktım.
"Sadakatimi size sunmam için sizin bir Kraliçe olarak nasıl olduğunuzu bilmem gerekiyor."
"Sadakat hemen kazanılan bir şey değil, zamanla oluşan bir güvendir. Beni tanıman için sana şans vereceğim ve ben de benim himayem altında olan kişiyi tanıyacağım."
Karşılıklı sözlerimizden sonra, tekrardan başını eğmiş ve kafasını Yakut'a doğru çevirmişti. "Söylediğiniz gibi Akrep Kral'a haber verildi. Ancak bir sorun var."
"Nedir?"
"Akrep Kral bir kehanet istiyor."
"Kehanet, dilden hemen dökülen sözlerden ibaret değil." Konuşmalarını bölerek söylediğim sözlerle, Marc kafasını bana doğru çevirdi. "Biliyorum güzelim. Bunu Akrep Kral da biliyor."
"Kehanet yoksa Üçlü'ler de yok." Marc'ın gözlerinde alevler belirmeye başlarken devam etti. "Bunu size iletmemi istedi."
"Bizimle pazarlık yapması için yüz yüze olmamız daha iyi olur. Kehanet mi istiyor? O zaman Fısıldayan'a istediğini vermeli." Dudağımın kenarını kıvırarak söylediklerimle beraber, elimi Marc'ın koluna yasladım. Gonca ve Dila'nın üzerimde olan takdir dolu bakışlarını hissederken başımı dikleştirdim. "İşte şimdi bir Fısıldayan, işte şimdi bir Kraliçesin." Kulağımın dibinden gelen ses, tüllerle kaplanmış Fısıldayan'a aitti. Bir annenin kızıyla gurur duyan ses tonuna sahipti sesi.
Bakışlarım, Hard'e dönerken bana baş parmağını kaldırdı ve dudaklarını oynatarak "Harikasın." dedi. Sesinin çıkmadığı anda bile Öarc'ın bakışları ona doğru döndü ve küçük bir hırıltı sundu. "Karışma ya, arkadaşım o benim." diyerek kolunu salladığımda bile Hard'ın korku dolu bakışları Klan Liderindeydi.
"Nasıl gideceğiz peki oraya?Yolumuz çok uzun sürecek mi?" Gonca, tedirgince soru sorarken, uzun bir yol macerası atlatmak istemediğini belli ediyordu. "Emin ol, görümce. Yolumuz saliseler sürecek." Kaşlarımı çatarken Safir'e doğru kafamı çevirdim. "Ve hayır. Gonca benim görümcem, araştırdım."
Marc yüzündeki ciddiyeti bozmazken, Hard'in de yüzünde keyifli bir ifade vardı. Gülmemek için kendini tuttuğu buradan bile görülürken, Safir'e bunu söyleyenin o olduğunu anladım. "Neyse." diye mırıldanırken, kum bakışlı adamın adını halen bilmiyordum. "Adı ne?" dediğimde, "Time." dedi.
"Bu çok garip bir isim değil mi?" dedim bakışlarım adamın üzerinde iken.
"Nedenini az sonra anlayacaksın güzelim." dedi adama işaret verirken.
Time aldığı komutla beraber bize arkasını dönerek avuçlarını iki yama doğru açtı, ellerinden aşağıya doğru kumlar süzülmeye başlarken bir sarmalın içinde dönüyormuşçasına dönerek ışıldamaya başladı kum taneleri. Fantastik bir evrenin içinde olduğumuzun en büyük kanıtı gibi duran manzaradan dolayı dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, Time ellerini yumruk yaparak önünde birleştirdi.
Kafasını bize doğru çevirdiğinde, bakışları yanımdaki adamın üzerindeydi. "Gidebiliriz." diyerek konuştuğunda, kumların arasına doğru yürüdü. İstemsizce bir komutmuş gibi kolunu geriye doğru çektiğimde, kırmızı alevlerini bana çevirdi. Gözlerimdeki ifadeden ne gördüğünü bilmiyordum ancak her ne görüyse, "Bir şey olmayacak, güven bana." dedi.
Son sözlerinden sonra ona güvenmemek elde değildi. Onun kolunda olan elim yavaşça aşağıya doğru inerek, elini bulduğunda sıkıca tutundum ona. Buradaki tek gerçeğim ve tek güvenim oymuş gibi sıkıca sarıldım eline. Avuçlarının arasında olan elimle beraber kuma doğru yürüdüğümüzde, gözlerimin içine kumların kaçacağından korktum. Ancak parıldayan kumlar gözlerimin önünden yavaşça geçiyordu. Öyle yavaştı ki, onun etrafından süzülen ışık tanelerini görebiliyordum.
Kumların arasından geçtiğimizde, artık başka bir yerdeydik. Arkamı döndüğümüzde kumlar yoktu ancak Gonca'nın bedeni hiçlikten varolmuş gibi yanımızda belirdi. "Vay be." diyerek o da arkasını döndüğünde, benim gibi düşüncelere sahipti. Dila ve Safir, daha sonrasında Hard ve Time ona eşlik ederek yanımızda geldiğinde. Gonca'nın bakışları Time'ın üzerine kaymıştı. Onu süzen bakışlarıyla, "Çok havalı." diye mırıldanırken benim gibi onu izleyen diğer gözden haberi yoktu. Hard'ın bakışları da Gonca gibi Time'a doğru kayarken, eflatun rengi gözlerinin arasında zehirli sarmaşıklar gezinmeye başladı.
Time üzerinde hissettiği bakışlar ile beraber gerilirken, boğazını temizleyerek öne doğru bir adım attı. Boşluğu koyduğu eliyle beraber, uçsuz bucaksız çöl kumunda eşsiz sarayın görüntüsü belirdi. Kocaman ve beyaz renge sahip olan saraya doğru yürümeye başladık. "Akrep Şehrine hepiniz hoş geldiniz." dediğinde, başka bir evrene çoktan adımımızı atmıştık. Yürüyüşümüz esnasında hiçbirimiz konuşmadık, Safir ve Yakut zihin bağlantısı yoluyla bir kaç kelime birbirine fısıldamış ve bununla beraber bizleri ortalarına çekerek bir şövalye gibi yanımızda dik bir şekilde yürümeye başlamışlardı.
"Bir sorun oluşacağı anlamına mı geliyor?" Hareketlerine nazaran bunu söylemem Yakut'un elini belime atmasına neden oldu.
"Hayır, bir sorun oluşmayacak." Kendinden emin ve net konuşması içime su serpti. Bu tavırları nedensizce bir şeyler olacağını hissettirmişti bana. Sarayın önündeki uzun ve taştan duvarlarla örülmüş kapının girişinde durduğumuzda önünde sarı zırhlı kıyafetler giymiş iki kişi duruyordu. Onlar bizim için kapıyı aralarken, merdivenlerden yukarı çıkarak taht odası olduğunu düşündüğüm o yere girmiştik.
Salonun en yüksek yerinde, altın ve bej rengine sahip büyük tahtta esmer tenli ve altın rengi gözlere sahip adam oturuyordu. Üst bedeninde bir omzu açıktayken, diğer kısmı yine sarı renge sahip saten çarşafla örtülüydü. Yüzündeki ifade sert ve ulaşılamaz görünüyordu. Salonda onun görüntüsünden başka kimse yokken, zeminde ve kolon duvarlarında irili ufaklı akrepler yürüyordu, siyah ve kırmızı renkte olanlar çoğunluktaydı.
"Yakut, seni gördüğüme sevindim." Ayağa kalkarak bize doğru yürüdü ve Marc ile el sıkıştı.
"Ben de seni gördüğüme sevindim. Nasılsın?"
"İyiyim, asıl sen nasılsın? Fısıldayan bir eşe sahip olduğunu duydum." Gözleri bana doğru çevrilirken devam etti. "Ki, doğru gibi görünüyor."
"Evet doğru. Eşimle tanış; Lena bu Akrep Kral Liam." Akrep Kral gözlerini bende uzun süre gezdirmedi lakin beni selamlayan küçük bir kafa hareketi yaptı. "Seninle tanışmak benim için bir onur Fısıldayan."
"O onur bana ait Kral."
"Üçlüler için geldiğiniz söylendi." Cümlesini soru sormaktan çok bir tescilleme hareketi gibiydi. "Evet öyle." Yanıtlayan kişi Marc oldu.
"Ama Üçlüler için bana bir şey vermeniz gerekiyor." Sözlerine karşın ufak da olsa kaşlarım çatıldı. "Kehanet dilden kolayca dökülmez. Yeri ve zamanı vardır Kral." dedim ona doğru. Bedeni gerilirken, "Kehanet yoksa Üçlüler de yok." dedi.
Dişlerimi birbirine doğru kenetleyerek, tısladım. "Pazarlık payı yok. Üçlüler yoksa, kehanet yok."
"Fısıldayan senden daha çok konuşuyor Lider." Alaylı ses tonuna sahip olan adamın siniri belli oluyordu. "Bununla ancak gurur duyarım. Yanımdaki kadın bana yakışıyor ve ben de ona yakışıyorum."
Yakut büyük bir gururla ve göğsünü kabartarak bir cümle kurarken Akrep Kral'ın bir gözü seğirmeye başladı. "Ne öğrenmek istediğini sor." Fısıldayan kulağımın dibinde konuşurken gözlerimi Akrep'ten almadım.
"Ne istiyorsun?" Akrep Kral'ın bedeni gerilirken, tekrarladım. "Hangi kehaneti istiyorsun?"
"Eş." Özlemini çektiği kehaneti, dudaklarının arasından döküldü. "Eşimi bulmak istiyorum."
Sanki bedenim ne yaptığını biliyormuşçasına, ona doğru uzandı. Gözlerinin önüne uzattığım elimle göz kapaklarını aşağıya doğru indirdim. "Gör beni, seç beni. Gerçekleşecekse bir kehanet, göstersin bana kendini."
Sözlerimden sonra başım arlaya doğru kaydı. Gözlerimin önüne Akrep Kral'ın görüntüsü geldi. Açıkta kalan omzunda artık pürüzsüzlük hakim değildi, orada büyük ve siyah bir akrep dövmesi kendini gösteriyordu. Çöldeki kumların arasında dimdik ayakta dururken, çevresinde ışıldayan kumlar uçuşuyordu. Bir portaldan geçmek üzereydi ama buna engel olan şey arkasında duyduğu ses oldu. Sese doğru yüzünü çevirdiğinde, saçlarının ön kısmı kırmızıya boyanmış bir kız bedeni görüş alanımıza girdi. Gözleri birbirine tutunduğu anda, Akrep Kral'ın dudağının arasından tek bir kelime çıktı. "Eşim."
Etrafımdaki görüntü değişirken, önümde farklı bir görüntü belirdi. Bu Akrep Kral'ın geleceğinden bir görüntü değildi. Bu, benim geleceğimdendi. Siyah, gümüş ve kırmızılıkların olduğu bir tahtta oturuyordum. Tıpkı Fısıldayan gibi simsiyah bir tülle tüm bedenim kaplanmıştı. Önümde dizlerinin üzerine çökmüş Yakut'un bedeni, kafasını aşağıya doğru eğerek tahtta oturmuş bedenime doğru fısıldadı.
"Evet ben bir Kral'ım ve ayaklarının dibinde diz çökeceğim tek kişi sen olacaksın. Sen sadece Fısıldayan değilsin, sen Yakut'un eşi, bütün kıtalardaki Kurt Klan'ının Kraliçe'sisin."
Önümdeki görüntü tekrar değişti; artık ikimizin de bedeni çıplak bir şekilde kırmızı saten çarşafların arasında uzanıyordu. Evlendiğimizin kanıtı olan, elimizdeki kesikler görünür bir haldeydi. Elim omun göğsünü okşarken, saçlarım karanlığa hapsolmuştu ve görünmüyordu. Yakut'un yüzünde küçük bir gülümseme vardı. Kafasını bana doğru eğerek kulağıma doğru fısıldadı. "Gül gibi kokuyorsun."
"En azından artık bir kokum var. İlk başta çok sinirleniyordun kokum yok diye."
"Hiç de sinirlenmiyordum. Sadece senin kokunu almadığım için huysuz oluyordum." Göğsümü titreten bir kahkaha attım. Bu benim de yüzümde bir gülümsemeye neden oldu. Bedenimi çevirerek koluyla beni daha da sarmaladı. "Söylesene gül güzeli. Sen misin zihnime fısıldayan yoksa ben miyim sana bu denli aşık olan?"
Sözleri boğazımda bir yumruya neden oldu. Bu ağlamaklı yumru; üzüntüden değil, aksine mutluluktandı. Daha önce sahip olamadığım o sevginin görüntüsü göğsümü sıkıca sardı.
Görüntü değişirken, artık gerçeklikteydim. Akrep Kral'ın gözlerinin önünden ellerimi çekerken, bana doğru konuştu. "Gördün mü?"
Ona cevap vermeden, Yakut'a baktım. Ona nasıl baktığımı bilmiyorum ama kırmızılıklarında alevler titreşmeye başlarken bunun ikimizin yangının başlangıcı olacağını biliyorduk. |
0% |