Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm: “Kelebek Etkisi”

@seleneisadark

Her şey farklılıklardan ibaretti. Bugün hissettiğimiz duygu durumundaki ruh halimiz bile, güne nasıl başladığımızla ilgili olabilirdi. Ya da olmazdı. Farklılık gösterirdi.

 

Gelecek değişkendi. Yaptığımız en ufak dokunuş, küçük bir değişiklik onu farklılaştırabilir veya tamamen yok edebilirdi.

 

Bunu istemezdim. Geleceği değiştiremezdim.

 

“Gördüğüm şey, bir eşinin olacağı.” Akrep Kral bana kaşlarını çatarak bakarken, ona ifadesiz ve alay dolu gözlerimle ona bakmaya devam ettim. “Bana eşini sordun, ben de sana olacağını söyledim. Bana kim olduğunu sormadın ya da ne zaman geleceğini.”

 

Dişlerini sıkıp sinirle bana bakarken, gözlerindeki harelerinde titreşen kumların bir an bana doğru uçuşup içine çekeceğini düşündüm. Yanımdaki Yakut’un bana verdiği güven dolu kolları olmasaydı belki de düşüncelerim gerçekleşirdi.

 

“İsteklerinde daha açık olmalısın Akrep.” Safir alayla konuşurken, dudağımın kenarında ufak bir kıvrım oluştu. “Sen eş istedin, sana eşi verdi. Şimdi sıra bizim isteğimizde; Üçlü’ler nerede?”

 

Başını dikleştirerek bakışlarını Yakut’a doğru çevirdi. “Neyse ki sizin yaptıklarınızı yapmayacağım, Üçlüler kulede. Onlara giden yol açık; tabi onların yolu size açık mı orasını bilemem.”

 

“Sen bir oyun çevirmiyorsan Fısıldayan ile istekle konuşurlar..”

 

O nasıl biriydi anlayamamıştım. Buradaki herkes, menfaat uğruna bir şeyler planlarken ve yaparken onu anlamamış olmam garip değildi. Yakut, bir elini belime doğru atarken, kenarda gölgelerin arasına gizlenmiş merdivenlere doğru ilerlememi sağladı. Derin bir nefesi ciğerlerime doldururken, Akrep’in pürüzsüz kolu görüş alanıma girdi. Kendi tahtına dimdik yürürken bizi umursamıyordu. “Akrep.” diyerek arkaya doğru başımı çevirdim. Gözlerini bana çevirdi, elleri iki yanında tahtının yüksek sarmallarını kavramış haldeydi. “Bence adının hakkını veren bir dövme sana yakışırdı.” dedim.

 

Bana anlamsızca bakarken, ona gerçek bir gülümseme verdim. Daha sonrasında hızlı adımlar ile oradan çıkarken, Akrep Kral’ın anlamsız bakışlarını kapalı kapılar ardında bırakmıştım. “Sen de az değilsin ha, gider ayak tüyo verdin adama değil mi?”

 

Gonca’nın sesi arkamda yükselirken, bir kahkaha attım. “Gördüğüm her şeyi anlatacak değilim heralde.”

 

Bir süre sonra merdivenlerin tepesine doğru ulaştığımızda, önümüzde tek kapı belirmişti. Kapının eski ve yıpranmış görüntüsü siyah rengi ile birleşince oldukça tuhaf görünüyordu. Elimi kapı koluna uzatırken, Marc’ın iri elleri bileğime dolandı. Bakışlarımı ona doğru çevirdim, yüzündeki ifade yerli yerinde duruyordu ancak gözlerinin ardına gizlediği bakış kalbimi titreştiriyordu.

 

“Bir sorun yok.” Ona güven verici bir gülümseme sundum. En azından, gülümsememin güven verici olmasını umdum. Eli yavaşça bileğimden ayrılırken, kapıyı yavaşça araladım. Aralanan kapının ardında, siyah bir boşluk görünürken bir adımımı boşluğa doğru attım. “Hey, bu da ne!?”

 

Arkamdan duyulan ses ile beraber onlara doğru döndüm. Kapının ardında öylece dururken, telaşlı gözlerim hepsinde gezindi. “Neden gelmiyorsunuz? Marc, sen neden gelmiyorsun?” dedim. Onun buzdan görüntüsü çatladığında, onun da buna neden olan şeyi bilmediğini anladım.

 

“Üçlüler engel oluyor olmalı. İstedikleri tek şey sensin.” Safir sözlerini bana doğru söylerken, benim gözlerim hepsinde gezindi. “Tek gidemem olmaz.” dediğimde, dışarı çıkmak için adımımı attım. Bunu onsuz yapamazdım. Görünmeyen bir duvar dışarı çıkmamı engellediğinde ellerimle o duvarı telaşla yokladım.

 

“İçeri giren dışarı çıkamaz. Tek istenilen buradan ayrılamaz.” Arkamdan ekolu ses duyulurken, Marc gözlerimin hizasında eğilerek bana doğru baktı. “Eşim orada. Onu benden Üçlüler bile ayıramaz.” dedi. Ellerinde alevler belirirken, o alevleri görünmeyen duvara doğru yansıttı. Duvarda ateşlerle beraber saydam kızıl bir görüntü oluştu. Bu görüntü çatırdayarak yok olurken, Marc bana doğru bir adım attı.

 

“Böyle bir şeyin beni eşimden ayrı tutacağını düşünmeleri ne garip.” diye fısıldarken güçlü ve hakimiyet dolu sesi odada yankılandı. Eli tekrardan belimdeki yerini aldığında, yüzümdeki kızarıklıkla beraber odanın içine göz gezdirdim. “Gördün mü adam neler yapıyor? Sen daha etrafına bile bakamıyorsun.” Gonca, sessizce konuşurken, dudaklarımda bir gülümseme yer edindi.

 

“Fısıldayan, tek istenilen.” Odanın ortasında bir anda beliren, Afrika kıralarından çıkmış elbiseleri ile beliren kadınlara baktım. “Eş bağını yok sayamazsın Üçlü.”

 

Marc hırıltılı bir ses tonuyla konuşurken, arkadaşlarımızın sessizce kapıdan uzaklaşan adımlarını duydum. “Eş bağı yok sayılamaz tek gerçek. Sen buradaki tek gerçeksin Yakut.”

 

Kırmızı saçları göğüslerinin üzerine doğru dökülmüşken, üçünün de görüntüsü birbirinin yansıması gibiydi. “Biz buradayız. Gerçeğin yansımasıyız, bizden istenilen, size verilen ne olacak?”

 

“Yoksa bize kehaneti mi fısıldayacak?” Hevesle konuşan kişi ortadaki olmuşken yanındaki kıkırdadı. “Yoksa bize bir kehanet mi verecek?”

 

Onların kuledeki görüntüsüne baktım. Üçlüler bunlar mıydı? Güçlü olmaları ve gerçeği fısıldamaları ortadan kalkmış mıydı? “İstediği şey bir kehanet mi olmalı Lena?” Yanımda konuşan kişi, yere kadar uzanan örtüsü ile beraber Fısıldayan’dı. “Sor onlara bir kehanet mi yoksa bir gelecek mi?”

 

Kulağıma doğru sessizce konuşurken onu benden başka kimsenin duymadığını biliyordum. Elim yavaşça yukarı doğru havalanırken, uzun ve sivrilen tırnaklarımla ortadaki kişiyi işaret ettim. “İstediğin şey bir kehanet mi? Yoksa bir gelecek mi?”

 

“Gelecek de bir kehanet değil mi?”

 

“İstediğin şey bir fısıltıdan mı ibaret olmalı? Yoksa beden bulup o gelecekte sessizce dolaşmalı mı?”

 

Sözlerimin ne anlama geldiğini biliyormuşçasına üçü de aynı anda başlarını yavaşça onaylarcasına salladı. “Gerçeği bana söyle, sana bir gelecek vereyim.”

 

Bir adım geri çekildiklerinde, onlara olan bakışlarımı geri çekmedim. Bize arkalarını dönerek sessizce konuşurken, Yakut kulağıma doğru eğildi. “Bir gelecek vaat edemezsin. Üçlüler sandığın gibi değiller.”

 

“Senin için gelecek nedir Yakut?” Ona bakışlarımı çevirmedim. Ne düşündüğünü biliyordum. “Bir hayat mı yoksa yaşam verdiğin bir nefes mi?” Güçsüz müydüm onun gözünde? Yoksa beceriksiz mi? “Onlar üçlüler, hile ve yalanla çevrililer. Gelecek için bize katılmamalılar.” dedi.

 

“Yalan ve hile.. onlar için çok garip.” Belki de onun gördüğü şey, üç genç kadının sessiz fısıltılarıydı. Ama Fısıldayan’ın gördüğü gerçeği ona yansıtan kişi Üçlü’ler olmalıydı. Bana doğru anlamsızca olan bakışlarının ağırlığı sol tarafıma düşerken, gözlerimi kaldırarak ona baktım. “Sadece bekle.”

 

“Beklemek. Hep yaptığım bir şey, bu konuda zorlanacağımı düşünmüyorum.” Dudaklarım titrerken, sessiz bir kıkırtı boğazımdan yükseldi. “Kabul ediyoruz. Bir geleceğe bir gerçek.”

 

Onlara doğru bir adım attım. “Yakut yanımda, yolculuğum zümrüte doğru, bir kehaneti fısıldadım. Peki ya siyahın özlemi? O nerede?”

 

“Burada çok yanlış var Fısıldayan. Söylediklerinden sadece ikisi doğru.” Ortadaki bir gülümseme ile konuşurken, yanındaki tekrardan kıkırdadı. “Hangi gerçeği istiyorsun?”

 

Kafamı Marc’a çevirdim, kısık bakışlı gözleri ile Üçlü’lere bakıyordu. “Ne yapmalıyım?”

 

“Kehanet..” diye fısıldadı Marc bana doğru. “Kehanet bir değil iki. Akrep’e bir kehanet fısıldadın değil mi?”

 

“Ona kehanet fısıldamadım, ona olacak bir şeyi söyledim.”

 

“Aynı şey, bunu sen gördün. Gördüğün şey bir kehanet fısıltısı. Eğer bir tane daha görüysen iki kehanet olmuş olmalı.” dedi. Bir kehanet daha gördüysem… onunla beraber yataktaki görüntümüz gözlerimin önüne serilirken yutkundum. Üç kehanet, sanırım hepsi tamamdı.

 

“Onlara bir gelecek vaat ettin. Gerçeğin önemli olmalı güzelim.” Kırmızı alevleri, titreşirken ellerimi birbirine kenetledim. Gerçeğim.. gerçek.. gerçek miyim?

 

“Ben, gerçek miyim?” Sözlerim dudaklarımdan dökülürken, üçünün de yüzünde bir gülümseme belirdi. “Doğru soru.” Elleri yukarı doğru havalanırken, tek bir el çırpması ile beraber bulunduğumuz yer değişti.

 

Şimdi, orman ile kaplı sessiz bir arazideydik. Üçlü’ler karşımdaydı. Dal kırılma sesi onların bana olan bakışlarını keserken, Babamın daha genç halinin elinde bir hançer ile beraber ormanda yürüdüğünü gördüm. Üçlüler bana sessiz olmamı işaret ederken, sessiz adımlarım onu takip etmeye başladı.

 

Yakut’un eli belimden ayrılmazken koruyucu bir kalkan gibi her tarafımı kuşatmaya çalışıyordu. Hızlı nefes sesleri sessiz ormanda yankılanmaya başlarken, babam daha hızlı adımlarla yürüyerek sesin olduğu yere doğru koşmaya başladı. Onu takip ederken, çalıların arkasında duran ikilinin yanındaki yerimizi almıştık.

 

“Bu da ne?” diye fısıldayan ses bana aitti. Sesiz konuşmam duyulurken, babam bir ağacın gövdesine yaslanmış kişi Yakut’tu. Üzerindeki beyaz tişört kırmızıya boyanmış bir haldeydi, hızlı soluklarının arasında babama doğru üç kelimeyi fısıldadı.

 

“Onu korumalısın.” Soluklarının arasından, bir yutkunma boğazından geçti. Güçlükle konuşan sesi fazla kan kaybettiğinin bir göstergesiydi. “Onu her şeyden fazla korumalısın, duydum mu Kartal? O bana ait.”

 

Babam ona doğru bakarken, “O zaman onu ait olduğu yere götürmelisin. Kendi yanına, kendi evrenine.” Babamın söylediklerine karşı başını hızlıca salladı, “Yapamam, yapamam. Evrenim onun için güvenli değil. Başka bir ben olana kadar, başka bir bedende doğana kadar onu yanıma alamam.”

 

“Böyle anlaşmamıştık Eric. Sen bana bir uzun bir yaşam verirken bir ışığı korumam gerektiğini söylemedin.” Eric diye söylediği kişi Yakut’tu. Onun başka bir bedende doğduğu haliydi. “O ışığın ne olduğunu sen de biliyorsun. Bunu sen istedin. Uzun bir yaşam ve bir eş, sana bunları verdim ve sende kabul ettin. Eğer ışığa sahip çıkmazsan, verdiğim her şeyin yok olmasını sağlarım. Duydun mu beni?”

 

Babam ona bakarken, aşina olduğum güçlü görüntüsünün orada olmadığını gördüm. O görüntüsünün aksine, korkulu ve beklenti dolu bir ifadeye sahipti. Kafasını yavaşça sallarken, ışık olarak adlandırılan şeyi yavaşça avuçları arasına aldı. Bir kelebeği andıran ışık, bir kavanoza hapsolmuş bir halde iken kanlar içindeki beden son sözlerini fısıldadı.

 

“Sadece, onu yutması yeterli.”

 

Onun ağaca yaslanmış hali yok olarak, is bulutu halinde dağıldı. Görüntü değişerek başka bir yere gittiğimizde, büyüdüğüm evin duvarları arasındaydım. “Kartal, bu da ne?” Narin bir ses odayı doldurduğunda, bu kadının annem olduğunu biliyordum. “Ona dokunma!” Babam hiddetle konuşarak annemin elinden kavanozu çekip aldığında, annemin kahverengi gözlerinin ardında kırgınlık belirdi. “Sadece.. bakmak istedim.”

 

Babam ne yaptığını yeni fark ediyormuş gibi ona baktığında gözlerini kapatarak bir nefes bıraktı. “Özür dilerim.. sadece bu bir arkadaşımdan hediye.” Kelebeğin ışığı ve görüntüsü hiç değişmemiş bir haldeydi. “Ama, o da ne? Ateş böceği gibi ama değil.” Gözlerini kırpıştırarak konuştu. “Sadece arkadaşım gelene kadar onu korumam gerekiyor. Daha sonrasında ona geri vereceğim.”

 

Anneme bakarak anlamasını istiyormuşçasına konuştuğunda, yavaşça kafasını salladı. “Tamam, anladım.” Annem merakından hiçbir şey kaybetmemiş gibi kavanoza bakarken, arkasını yavaşça döndü ve mutfağa doğru yol aldı. Babam kavanozu tahta parçalarının arasına koyarak kapağını kapattı. Tahta parçalarının birbirine değen sesi ile beraber, görüntü tekrar değiştiğinde bu defa annem ve babam yatakta yatıyordu. İkisinin de düzenli nefes alış sesleri odayı doldururken, annem gözlerini kırpıştırarak uyandı. Sanki onu bir sanrı ele geçirmiş gibi ne yapacağını biliyor gibi yataktan kalktı. Kavanozun olduğu yere doğru gittiğinde, tahta parçalarını birbirinden ayırdığında ışıltı saçan kavanoz odayı ve geceyi aydınlatan tek şeydi.

 

Küçük ellerinin arasına aldığı kavanozun kapağını yavaşça açtığında, kelebek usulca kavanozundan çıktığında kanatlarını ilk kez kullanıyormuş gibi acemiydi. “Ceylan,” babamın sesi odayı doldururken annem gözlerini kelebekten ayırmadı. “Ceylan!” Babam yataktan hızla çıkarken, koşar adım annemin yanındaki yerini aldı. “Sen ne yaptın?” dediğinde, annem ona cevap vermeden kalın dudaklarını araladı. Babam elini uzatarak dudaklarının üzerine kapattığında annem kafasını çevirdi, “Ceylan, bana bak güzelim. Lütfen bak bana, gözlerime bak.”

 

Gözlerinden akan yaşlardan babamın haberi yoktu. İstemeden dizlerimin üzerine doğru çöktüğümde, onların yüzündeki ifadelerin görüntüsü nerleşti. “Ceylan, Ceylan’ım.” Kelebek dudaklarının arasından içeriye doğru girdiğinde, annem yavaşça gözlerini kırpıştırdı. Bir rüyadan uyanır gibi sarsılırken, babamın ağlayan yüzü görüş alanına girdi. “Kartal, neler oluyor? Bir yerine bir şey mi oldu? Neden ağlıyorsun?” Annem hasarın nerede olduğunu arar gibi babamın bedenine göz gezdirdi. Ama bir şey göremeden babam onu geniş göğsüne doğru çekerek sıkıca kollarını ona doladı.

 

“Bir şey yok, sen iyisin. Sen iyisin, bir şey yok.”

 

“Ben iyiyim Kartal, bir şey yok. Rüya mı gördün, ondan mı böylesin?” dedi annem şefkatla ona kollarını dolarken. Babam ızdırapla gözlerini kapattı, “Evet bir rüyaydı. Kötü bir rüya.” dedi.

 

İhtiyacı olan tek şey oydu. Sıkıca kucakladığı o beden. Ceylan. Kartal’ın Ceylan’ı.

 

Bir damla gözyaşım usulca gözümden süzülürken, göz kapaklarımı indirerek bir saniye bile sürmeyen zaman akışında gözlerimi kırptım. Gözlerimi açtığımda, kulenin içindeki o odadaydım. Yanımda Yakut, karşımda duran Üçlü’ler idi. “Sen gerçeksin.”

 

Burnumdan bir nefes verdim. “Bunu söyleseniz de olurdu aslında.” dediğimde, yüzümde alaylı bir ifade belirdi. “O ben değildim.” Yakut yanımda, dizleri üzerine çökerek konuşurken, gözlerimi ona çevirdim. “Ben o değildim. Ben hiçbir zaman seni başka bir erkeğe teslim etmem.” dedi bana bakarak. “Sanırım, buna teşekkür etmeliyim.”

 

Onun yüzünde de benimki gibi bir ifade oluşurken, alnını alnıma yasladı. “Evet teşekkür etmelisin. Ya da ben sana teşekkür etmeliyim.”

 

“Neden?” İri elini yüzüme doğru kaldırdığında, avucuna doğru yanağımı yasladım. “Benim için yaşadığın için. Ve bana ait olduğunu bildiğin için.”

 

Onun için yaşamıştım değil mi? Ona ait olduğum için. Onun olduğum için. “Belki de ben, Yakut’un Lena’sı olmuşumdur.” diye fısıldadım. Fısıltım dudaklarına çarparken, kararan bakışları ile bana baktı. “Ya da Yakut’un Kalbi.”

 

Bu, kalbimin teklemesine neden oldu. Zaman durdu, hareket tek şey O’nun bana doğru çarpan nefesleriydi.

 

 

 

Kemsmsmdmmsmsödödö

 

 

 

“Bir geleceğe bir gerçek.” Duyduğum ses bir an için yerimde zıplamamı sağladı. Üçlü’ler buradaydı değil mi? “Evet doğru, bir gelecek.” Yakut’un elimden tutan eli ile beraber dizlerimin üzerinden kalkarak ayakta durdum. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurarak gözlerimi üçünde gezdirdim. “Peki bu gelecek hanginiz için olacak?”

 

Bana bakarken kaşlarını çattılar. “Seçim yok, biz biriz.” Onların ayrı duran bedenlerinde gözlerimi gezdirdim. “Ama üçünüze de bir gelecek vaat etmedim. Bir gelecek vaat ettim.”

 

Bana hiddetle bakarken, gözlerini kıstılar. “Manipülatif biriymişsin güzelim.” Yakut, sanki yeniden bir şeyi keşfediyor gibi bana doğru konuştuğunda bir omzumu kaldırarak kıkırdadım. “Senin dediğin olsun. Bir gelecek.” Üçü yavaşça dönmeye başlarken, kırmızı renk saçlarındaki görüntü tek bir hal aldı. Kan damlatılan saçlarındaki renk tonu gözlerime yansıdığında tek bir beden olarak karşımda duruyordu.

 

“Bana Veronica diyebilirsin.” Bana gülümseyen gözlerle bakan kişiye doğru ben de bir gülümseme verdim. “Selam, Veronica.”

 

🍷🍷🍷

 

“Sadece merak, bak gerçekten sadece merakımdan soruyorum. Onun da bizimle gelmesi gerçekten gerekli mi?” Gonca sabırsızca yanımda konuştuğunda, derin bir nefesi ciğerlerime çektim. “Sadece, geliyor tamam mı? Bir süreliğine.”

 

“Ah evet bir süreliğine. Sonuçta Fısıldayan bana bir gelecek vaat ederken geleceği oluşturamadığını unuttu.” Arkamda konuşan bedene doğru dönmeden adımlarımı hızlandırdım. Söyledikleri bir bakıma doğruydu. Ama sadece bir bakıma.

 

Akrep Kral’ın kalesinden çıkarak ormanlık alana tekrardan yol aldığımızda unuttuğum şeyin Veronica’nın geleceği olmuştu. “Bir cevabın yok mu? Yok mu?” Sinirle dolu bağırtısı kulaklarıma ulaştığında dudaklarımı birbirine bastırarak, Yakut’un göğsüne biraz daha sinerek adımlarımı hızlandırdım.

 

Karanlık yavaşça ormanı içine alırken, tepedeki ayının görüntüsü önümüzü aydınlatan tek şeydi. “Belki de biraz uyumalıyız. Dişiler yoruldu.” Hard, tüm gün boyunca ilk defa konuştuğunda ona doğru baktım. Gonca’nın ona olan bakışlarında ilk kez r hiddet görürken “Upss.” diye fısıldadım.

 

“Dişi mi? Dişi mi?” Adımlarını onun önüne atarak elini kaldırarak göğsüne doğru bir yumruk attı. “Dişi ne lan? XY seni.” Hard gözlerini kocaman açarak ona doğru baktı. Bunca zaman boyunca, Gonca’ya bakmamaya çalışırken şimdi, onun gözlerine bakıyordu işte. Sanki bir şey bekliyormuşçasına gözlerini onun gözlerinde tutarken beklediği şey olmadı. Ona, bağlanmadı. Gonca da sanki bunu beklemiyor gibi gözlerini kırpıştırdı.

 

Boğazını temizleyerek ondan uzaklaştığında, “Tamam şimdi kamp vakti.” diyerek arkasını dönerek ağaçların seyrek olduğu yere doğru yürümeye başladı. “Kimse bunu beklemiyordu değil mi?” Dila herkese doğru konuştu, gözlerimi ona çevirdim. “Hadi ama eşi gibi durmuyor muydu?”

 

“Ben de öyle düşünmüştüm.” Yakut’un bakışları Hard’e çevrili iken benim bakışlarım da Hard’in üzerindeydi. “Kader bağı öngörülemez. Bir bakışta olmadıysa hiç olmaz.” Sözlerini bana kuruyor gibiydi ama Hard için söylediğini biliyordum. Hard, kendine gelir gibi başını dikleştirdi. “Dişiler kırılgan, onlar için bir yer hazırlamalıyız.”

 

Kaşlarımı kaldırarak derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranıyorduk? Tamam. “Kamp gibi mi olacak? Marshmallow olsaydı daha iyiydi tabi.” Dila heyecanla konuşup dudak büzerken Safir ona parıldayan gözleri ile bakarak söylediği şeyi gerçekleştirmek istermişçesine ona baktı. “O da ne? Bir böcek mi?”

 

“Ne?!” Dila ona kocaman açtığı gözleri ile bakarken benim de yüzümde iğrenir gibi bir ifade belirdi. “Böcek yemiyorum Safir. İğrençleşme.” diyerek saçlarını savurarak Gomca’nın arkasından yürümeye başladı. Ben de Safir’e iğrenir gibi bakarak onların ardından yürüdüm. “Sadece bir soruydu, neden böyle yaptı ki?”

 

“Böcek yedin dedin kıza. Ne bekliyordun ki?” Hard ona bakarak konuştuğunda, Veronica sessizdi. Ağaçların seyrek olduğu yere ulaştığımızda, Gonca ve Dila yan yana dikilmişlerdi. “Sadece merak, sadece merakımdan soruyorum. Kamp kuracağımız eşyalar nerede acaba?” Gonca tekrardan konuşurken, onun hiçbir şeyden etkilenmiyorum tavrını sürdüreceğini biliyordum. Hep böyle yapmıştı. Bildiği tek şey buydu.

 

“Hah, şimdi de toprağın üzerinde uyumamı mı bekliyorsunuz?” Veronica hiddetle konuşurken, gözlerini bizde gezdirdi. “Asla.” Bir saniyeliğine kaybolduğunda, geri geldiğinde elinde tuttuğu kamp eşyaları vardı. “Hii, marshmallow!” Dila, Veronica’nın kollarına doğru koşarak elindeki pakete uzandığında Veronica ellerini geriye doğru çekti. “Sakin ol cici kız. Bu benim.”

 

Dila kaşlarını çatarak ona baktı. “Ama onu ben istedim.” Ona bakarken, kaşlarını yukarı kaldırdı. “Evet sen istedin bense bunu yaptım.” dedi ona bakarak. Dila’nın yüzündeki üzgün ifadeye bakarken Safir’e doğru hareket ettim. Dirseğimi ona çarptığımda bakışları bana dönerken, gözlerimle Dila’yı işaret ettim. Bana anlamsızca bakarken gözlerimi umutsuz bir vaka görüyor gibiydim.

 

Gözlerimle tekrar Dila’yı gösterirken bir şey yapması gerektiğini söyledim. Anlamış gibi gözlerini irileştirirken, “Veronica, onu Dila’ya verir misin?” Veronica, ne duyduğunu anlamamış gibi Safir’e baktığında, “Pardon?” dedi. Safir, gözlerinin ardındaki hiddeti ışıltısıyla beraber artırarak ona baktı. “Dedim ki, onu eşime ver.”

 

Veronica bir süre gözlerini onda gezdirirken, elindeki paketi yavaşça Dila’ya uzattı. “Sakin ol Safir. Sadece bir paket yumuşak yiyecek.” diye mırıldandı. Elinde fazladan getirdiği uyku tulumlarını gösterdi. “Neyse ki bunlardan fazla var.” Bir uyku tulumunu ortaya doğru atarken, birini Dila’nın eline doğru savurdu.

 

“Siz aptal yaratıklar.” diye mırıldanırken ağacın olmadığı yere doğru gidip çadırını yapmaya başladı. Dila sağa sola bakarken, “Sanırım tek eksiğimiz ateş yakmak.” dedi. Yavaşça kıkırdarken sırtımı Yakut’un geniş göğsüne doğru yasladım. “Sanırım onu çabucak çözebiliriz.”

 

Yakut gözlerini bana indirirken, ortamızda bulunan toprağın üzerinde mavi ve kırmızı alevler titreşerek oluşmaya başladı. “İşte bu etkileyiciydi.” diye mırıldanan kişi Gonca olmuştu. Bunu söyleyen buradan biri olmasaydı sinirlenebilirdim. “Evet, bence de.” derken bakışlarım Yakut’un bedeninin üzerinde geziniyordu. Bakışlarımla beraber, Yakut’un tüm bedeni gerilirken içimde bir yerlerde onun bu halinden keyif alan biri vardı. O kişi sivri tırnaklarını uzatarak Yakut’un gerilmiş ve kaslarla çevrili bedeninin üzerinde gezdirmek istiyordu.

 

“Sanırım alev alan tek şey bu zemin değil.” Veronica bize doğru konuşurken, parmağını bana doğrulttu. “Sen, bana geleceğimi ne zaman vereceksin? Bu iğrenç yerde daha ne kadar süre kalmam gerekiyor?” diye bağırdı.

 

“Geleceği sana ne zaman vereceğimi söylemedim öyle değil mi?” Veronica kocaman açtığı gözleri ile bana doğru yürüdüğünde bağırmaya başladı. “Lanet olası kelime oyunlarınla beni kandırdın öyle mi? Unutma Fısıldayan geleceği sen yönetiyorsun bense geçmişi. Sana gerçeği verdiğim gibi geri almasını da bilirim.”

 

“Sakın onu tehdit etmeye kalkma Üçlü. Zararlı çıkan sen olursun.” Yakut sessizce ona doğru konuşurken, sesindeki hükmedici ton orada duruyordu. Elle tutulur gibi uzanıp Veronica’nın boğazına doğru uzanan ses onun sessiz kalması için yeterli değildi. “Sakın bana Eşini savunma Yakut. Bir anlaşma sözlü de olsa anlaşmadır. Tutsa iyi olur yoksa olacaklardan Veronica sorumlu olmaz.”

 

Yakut’a doğru konuştuğu sözleri bana bakarak kurmuştu. “Gelecek için hazır değilsin.” Fısıldayan kulağıma doğru konuşurken, onun sözlerini aktardım. “Geleceğin için sabırsızsın ama beklemeyi öğrenmelisin.”

 

“Yeterince bekledim, binlerce asır zaten bekliyordum.” Hızlı solukları ardında bana doğru konuştu. “Ama bir çocuk kadar sabırsızsın.” Sözlerimle duvara çarpmış gibi irkilirken dudakları konuşmadan sadece hareket etti. “Binlerce asır ya da sadece bir gün, eğer geleceği beklemiyorsan hiçbir şeyin anlamı yok.” dedim ona doğru.

 

Bana baktığı gözlerinde, siyah hareleri titreşirken yavaşça arkasını döndü. Kafamı yavaşça Marc’ın göğsüne yasladım. “Bazen senin 20’lerinde olduğunu unutuyorum. Unutturuyorsun.” dedi bana bakarak.

 

Ona dudaklarımın kenarında oluşan ufak bir gülümseme verdim. “Söylesene, senin olduğumu biliyor muydun?”

 

“Elbette, kurt içgüdüleri unuttun mu?”

 

“Hayır demek istediğim, geçmişte biliyor muydun? Senin olduğumu?” Ona bakarken kaşlarımı anlamsızca kıpırdattım. “Yani, ilk geldiğimde Gonca ile ilgili bir şey söyledin. Ona önceden bu kadar yakın olmadığım ile ilgili bir şey.” dedim. Gözlerim onun üzerinde değildi, yüzünde göreceğim başka bir ifadeyi görmek istemiyordu.

 

“Sen zeki bir kızsın.” Burnumdan bir nefes verdim. “Açıklama bekliyorum Yakut, övgü değil.” Boğazından hırıltılı bir kıkırtı yükseldi. “Biliyordun, değil mi? Eric senden önceki belki de sana o söyledi değil mi?”

 

“Doğru yaklaşım yanlış tesbit.” Kafasını başımın üstüne yasladı, “Kurtların ilk dönüşümü dolunayın altında olur. Sinirlendiğinde, üzüldüğünde, aşık olduğunda, kalbinin hızla çarptığı o küçük anda olabilir. İlk dönüşümden sonra her şey daha olur. Daha yavaştır, kalbinin çarpışı kulaklarında yankılanır. Daha hızlıdır, attığın küçük adımlar senin hıla koşmana neden olur. Ama geçmişi bilmezsin. Ne olduğunu bilmezsin.”

 

“İkinci dönüşüme, kader bağı neden olur. Geçmişe ulaşırsın, geçmişteki sene. Ne olduğuna onunla ilk karşılaşmana.” Yavaşça yürüyerek benimle beraber bir taşın üzerine oturdu. “Seninle olan ilk karşılaşmama. İkimizin de bilmediği o ana.” Bakışları üzerimde gezdirdi. “Tabi sen diğer kader eşlerine kıyasla istersen o ana gidebilirsin.”

 

“Evet, yapabilirim.” Ellerim göğsüme doladığı kolları üzerinde gezinirken mırıldandım. “Peki ya sonra konuştun mu onunla?”

 

“Konuşmadım. O bendim ama aslında değildim. Uzaktan izliyordum ama aslında yaşıyordum. Bu öyle bir şeydi güzelim. Seninle buradaki karşılaşmamda, ilk karşılaşmam kalbimdeydi.”

 

“Yani geçmişteki tüm anılarımızda gezdin öyle mi?” Sakalını yanağımda hissederken kollarını sıkılaştırdı. “Kıskandın mı yoksa?”

 

“Hiç de bile, istesem ben de gezerim. Unuttun mu geçmiş, şimdi ve gelecek.” dedim ona doğru. Dudaklarımı keyifle kıvırırken, “Hem gelecekle ilgili senin bilmediğin şeyler biliyorum ben.”

 

“Hemen söyle bana, ne biliyorsun?” dediğinde kollarıyla bedenimi sarstı. Kahkaham dudaklarımdan dökülürken omuzlarımla onu itmeye çalıştım. “Hiç de söylemem bile, sen söyledin mi bana?” Kahkaha ile söylediklerimle beraber, onun da derinden gelen kahkahası bana eşlik etti. Dila ve Safir ateşin başında yan yana otururken, tıpkı bizim gibi birbirlerine dolanmış bir bedenin içindelerdi.

 

Gonca, bir taşın üzerinde sessizce ateşi izlerken oldukça hüzünlü görünüyordu. Hard, kendi köşesine çekilmişti ve ortalıkta görünmüyordu. Veronica çadırın içindeydi ve orda mıydı onu da bilmiyordum. Kahkaham, Gonca’nın hüzünlü bakışlarından dolayı yavaşça son bulurken hızlı nefesler alıyordum. Boynuma doğru ıslak bir öpücük bırakan Yakut yavaşça ayağa kalktı. “Ben bize yiyecek bir şeyler bulayım.”

 

Onun gülümsemesenin ardından yavaşça uzaklaşmasını izlerken, Gonca’nın yanına oturdum. “İyi misin?” Dudaklarını büzdü, “Sanırım iyiyim.” diye mırıldandı. “Sadece, bunu beklemiyordum. Her şey onu gösteriyor gibiydi. Yani.. bilmiyorum.” diye devam etti. “Açıkçası bunu ben de beklemiyordum, onun olmasını bekliyordum ama değildi bu çok garip.”

 

Bana cevap vermedi, ateşi izlerken sessiz geçen bir kaç dakikanın ardından tereddütlü sesini duydum. “Eğer senden, benim geleceğime bakmanı istesem bu çok mu acımasızca olurdu?” diye mırıldandı.

 

“Neden acımasız olsun ki?” Gözlerim heyecanla irileşti, “Benim aklıma gelmemişti ama yaparım.” dedim.

 

“Gerçekten mi? Ben yapmazsın diye düşünmüştüm, seni zorlar sandım.”

 

“Zorlanmıyorum sadece anıların içinde dolaşmak gibi bir şey gibi bir şey.” Bana bakarken dudaklarını ısırdı. “Yapmam gereken bir şey var mı? Dua, ayin, kan.” Ona gülerek baktım, “Gonca, sadece dur tamam mı? Başka bir şey yapmana gerek yok.” dedim ona doğru.

 

Elimi yavaşça kaldırarak, kalbinin olduğu yere koydum. Atan kalp atışları ile gözlerimi yavaşça kapatırken, beni Gonca’nın mutlu ifadesine sürüklemesini bekledim. Elimin altında olan kalp atışları yok olurken, gözlerimi araladım. Karanlık ve ıslak bir odanın içinde durduğumda yere doğru damlayan su seslerini duyuyordum. Gözlerimi kırpıştırırken, burnuma gelen kokuyla elimi burnumun üzerine kapattım. Gonca, gerçekten de iğrenç bir lağım geçidinin içinde mi yaşıyorsun?

 

Birkaç adımın ardından, sesler kulağıma dolarken oraya yürüdüm. “Bak bu gerçekten önemli. O benim arkadaşım Derek, o benim kardeşim. Başka biri değil anlıyor musun? O bana zincirlerle bağlı, benim ona bağlı olduğum gibi. O zarar görürse ben de görürüm.” Gonca’nın yüksek ses tonu kulağıma gelirken, oraya doğru yürüdüm.

 

Dümdüz duvarın ardına doğru geçtiğimde, Gonca siyah bir elbisenin içinde derin yırtmacının izin verdiği kadar oturuyordu. Önünde duran adam çıplak bir halde ayakta dururken, duştan yeni çıkmış saçları omuzlarına damlalar bırakıyordu. Saçları üçe vurulmuş bir haldeyken, vücudunda sayısız dövme vardı. “Seni bir savaşın ortasına gönderemem, zarar görebilirsin.”

 

“Yanımda olacaksın, beni koruyacaksın değil mi?” Gonca ayağa kalkıp ona doğru yürüdüğünde, derin bir nefes aldı. “Seni asırlardır bekledim, kaybedemem. Olmaz.” Sözleri bir kanunmuş gibi dudaklarının arasından çıkarken, önünde durarak Gonca’ya bakışını yakaladım. Gözleri.. bir yılanın gözleri gibiydi. Belki de bir yılandı. “Lütfen.” diye fısıldadı Gonca, “Benim için.”

 

Dişlerini sıkıca birbirine kentledi. Yakut’tan bile daha düz olan yüz ifadesi bir mermeri andırıyordu. “Sadece senin için. Dişim için.” diye devam etti. “Hem burası kokuyor. Arkadaşımı ziyaret ettikten sonra, daha temiz bir yer istiyorum.” Burnunu Gonca’nın gerdanına yaslarken, derin bir nefesi ciğerlerine çekti. “O zaman kaleme dönebiliriz.” dedi. Görüntü önümde değişirken, ıslak zeminin üzerinde ama bu defa temiz bir duvarların arasındaydım. Derin bir nefesi ciğerlerime çektiğimde, gözlerimi odada gezdirdim. Yanımdan geçen, küçük yılanlar etrafımda yavaşça sürünmeye başladı.

 

“Davetsiz bir misafir, ha?” Çatallı ses tonu arkamdan gelirken, arkamı döndüm. Yüksek merdivenlerin sonunda nir tahtta oturan adam, biraz önceki adamın aynısıydı. “Derek öyle değil mi?” Bir adım atarak merdivene yaklaştım. “Bir yılansın.”

 

“Hakaret mi?” Burnundan bir nefes bıraktı, “Üstünde başkasının kokusu varken neden huzurumdasın?” Basamaktan yukarı doğru adımımı attım. “Asırlardır aradığın bir şey var,” diye konuştum. “Eşin.” Omuzları gerilirken sarı ve dikili gözlerini bana dikti. “Onu gerçekten istiyor musun Derek? Ona sıkıca sarılıp kaybetmek istemiyor musun?” diye devam ettim. “Ona ne yaptın?” Ayağa kalkmadan konuşurken, yılanları beni takip ediyordu.

 

“Ona bir şey yapmadım ama o kendine bir şey yapacak. İçten içe kendine kızacak, etrafında sayısız kişi mutlulukla kendilerini eşlerinin kollarına atarken o hüzünle bu görüntüyü izleyecek, üzülecek. Benim eşim nerede diyecek?” dedim önünde dururken. “Tahtında oturuyor muydu? Ben onu ararken, başkalarının sevincini izlerken o tahtında saltanatını mı sürüyordu?”

 

Başımı eğdim, “Bunu mu söylesin istiyorsun Derek?” Elini avcuna yasladı. “Eş. Onu aramıyorum, bana gelmek isterse gelebilir.” Sözlerine dudağımın kenarı kıvrıldı. Gonca’nın seni etrafında süründürmesini keyifle izleyeceğim. “Tamam o zaman.” diyerek arkamı döndüm. Bir kaç basamak aşağıya indiğimde sesi tüm salonda yankılandı. “Adı ne?” dedi bana doğru.

 

“Adı mı?” Dudaklarımı bilmiyormuşçasına büktüm. “Aramadığın birinin adını veremem ama sana onun siyah saçlı olduğunu ve gözlerinin siyah incilere benzediğini söyleyebilirim.”

 

Bir yılan yavaşça bacağıma dolanırken, “Detay.” diye konuştu çatallı dilinin arasından. “Ve onun başka bir evrenden geldiğini söyleyebilirim.” diye devam ettim. “Onu mu istiyorsun?” Kıyafetimin üzerindeki tüller uçuşmaya başlarken devam ettim.

 

“O zaman onu hak et.”

Loading...
0%