@seleneisadark
|
Sırtım Yakut’un sıcak göğsüne dayalıydı. Onun güvenli kolları arasında olan bedenim, sıkıca sarıp sarmalanmıştı. Siyaha olan özlemi, zümrüt ile son buldu. Fısıldayan’ın zihnime söylediği sözleri ile beraber sertçe yutkundum. Düşünmemeliydim. Zihnimde cevaplayamadığım sorular ile kendimi tüketmemeliydim.
Sanki düşüncelerimi duyuyormuş gibi, bana doladığı kollarını sıklaştırdı. “Düşünme.” diye fısıldadı kulağıma doğru. Kulağıma vuran nefesi ile gözlerim kollarının üzerinde gezindi. “Elimde değil.” Dedim sivri tırnaklarımı kollarının üzerinde gezdirirken. “Zihnimde dönüp duran heceleri söküp atmak söylenilen kadar kolay değil.” diyerek devam ettim. “Seni her şeyden koruyabilirim.”
“Seni Ölüm’den ve onun siyah harelerinden koruyabilirim, seni Yaşam’ın beyaza mahsur bırakılmış şefkatinden de koruyabilirim ama seni senden koruyamam Lena. Bunu sen istemeden yapamam.”
“Her şey o kadar hızlı oluyor ki, hiçbir şeyi anlamlandıramıyorum Yakut. Sanki her şeyi dışarıdan biriymişim gibi izleyerek yaşıyorum. Sanki bu olanlar benim hayatım değilmiş gibi hissettiriyor.”
Bana cevap vermedi. “Bana Yaşam’dan bahset.” Diye fısıldadım. “Bugün hiçbir şeyden bahsetmek istemiyorum. Sadece, senden ve benden bahsetmek istiyorum.”
O ve ben.
Avuç içlerimin terlemesine neden olacak sözler belki bunlar olmamalıydı ama bu cümle bile yetmişti. Yüzünü bana doğru yaklaştırdığında, yanağıma değen dudakları tenimde yangının kırmızılığından izler bıraktı. Yanağımda Yakut’un yangını başladı.
Tenimin üzerinde hissedemeyeceğim dokunuşlar bırakırken, dudaklarından çıkan yangın olmasaydı dudakları tenimin üzerinde geziniyor demezdi. Öpmüyordu, sadece orada kendinin görebileceği bir harita çiziyordu. “Sen ve ben Lena.” dedi hırıltılı ses tonuyla.
Yüzümü ona doğru çevirdiğimde, dudakları dudaklarımın üzerinde duraksadı. Sıcak nefesi soluklarıma karışıyordu. O ve ben. Elimi kolunun üzerine sararak tırnaklarımın derisine gömülmesini sağladım. Görmesem de, üzerinde hilal şeklinde bıraktığım izler bıraktığımı biliyordum. Kolunun üzerinden destek alarak aramızda olan o kısa mesafeyi de kapattım. Şimdi, dudakları dudaklarımın üzerindeydi.
Yangın başladı.
Boğazından gelen vahşi hırıltı, nefesime karışarak yok olduğunda benim dudaklarımın arasından kısıkça bir inilti firar etti. Bu ilk değildi. Kaslı kolunu belime dolayarak beni tamamen kucağına doğru çektiğinde, kolunun üzerinde olan elimi kaldırarak boynuna doğru sarmaladım. Sağ tarafa doğru eğilen başımla, burnundan sert bir nefes vererek dudaklarını aralayarak üst dudağımı dudaklarının arasında ezdi.
Onun hareketlerini takip eden dudaklarım, taklitçisi olmuştu. Sert bir soluk burnundan firar ederek yüzümü yalayıp geçtiğinde, ciğerlerime bir soluk çekmek adına dudaklarımı araladım. Bu onun dilinin benim ağzımın içinde olması olması için yeterli olmuştu. “Ah.” diyerek tırnaklarımı boğazına doğru geçirdim. Kucağında olan bedenimi, göğüs kafesinin ardına saklamak istiyormuşçasına kendine doğru çekti. Bu bile onun için yeterli olmazken, bedenimi kendine doğru çekmeye devam etti.
Çadırın içinde yankılanan tek ses, hızlı soluklarımızdı. Ona eşlik eden ses ise birbirimizintüketiyor oluşumuzdu. “Lena, şey diyecektim..” diye bir ses ikimizin arasına doğru düştüğünde Yakut’un üzerinde olan bedenimi sağa doğru atarak yere hızlı bir düşüş yaptım. “Aa!” diye bağıran kişi Gonca olmuştu. Burnumdan verdiğim hızlı soluklarımın arasından mırıldandım. “Gonca, dur.” Diyerek elimi ona doğru uzattım. “Aaa, gerçekten.” Ellerini gözlerinin önüne doğru getirip çadırın içine doğru attığı adımları bu defa çıkışa doğru yöneltti.
Bir anda gelip bir anda yok olurken, benim bedenim Yakut’un bedeninin bir adım ötesindeydi. Omun set nefesleri sinirlendiğini kanıtlıyordu. “Siktir ya.” Dediğinde, bunu neden söylediğini anlamışçasına yanaklarım kızardı. “Sus.” Fısıltım çadırın içine düştüğünde bunu duyan kişi sadece ben olmuştum.
“Lena gel güzelim.” Diyerek elini belime doğru sardığında, bedenimi kendine doğru çekti. Boynuma küçük bir öpücük kondurarak derin bir soluğu ciğerlerine doldurdu. Onun düzenli soluklarının arasında benim hızlı nefes seslerim yankılanırken kucağında tekrardan yer edinmiştim. Sanırım bugün bitmişti.
Sabahın ilk ışıkları yüzüme doğru vururken, ormanın içinde tek başımaydım. Çıplak ayaklarımın altında hissedilen kuru toprak tenime değerken, yüzüme doğru esen rüzgar ılıktı. Saçlarım belimden aşağıya dalgalanarak iniyor, beyaz elbisemin uçuşan eteğine karışıyordu. Ormanın temiz ve saf kokusu tenimin üzerinde dans ediyor ciğerlerime doğru akın ediyordu. “Alena.” Diye fısıldadı bir ses. Ormanın görünmeyen kısmından, bir mağara duvarına çarparak yankılanan sesin tiz tınısını tanıyordum. “O nerede?” diye devam etti. Sesindeki tiz tını, hüzne doğru karışmış boğazından çıkan haykırışa kaybolup gitmişti.
“Gitti.” Dedim. Üzüntüsü kalbimde küçük bir kan sızıntısına neden olmuştu. Acısını kalbimde hissediyordum. “Nasıl gitmesine izin veririsin? Sana söyledim, bunun olmaması gerekiyordu Alena. Her şeyi baştan mı başlatmak istiyorsun?” diye haykırdı yüzüme doğru. Değişmeyen yüz ifademle ona bakmayı sürdürdüm. Ne yapabilirdim ki ?
Karşımdaki kişinin yüzünden bir damla yaş ıslak yanağına doğru düşerken, yaşlarının yerini kan birikintileri almaya başladı. Kan ağlıyordu. Acısı bu denli derin, bu denli hüzün dolu muydu? “Gitmemeliydi,” diye fısıldarken boğazından küçük bir hıçkırık firar etti. “Öleceğini bilmiyor muydu? Ölümün onu alacağını bilmiyor mudu?”
Biliyordu. İçten içe bunu bildiğini biz de biliyorduk. Hissediyorduk.
“Gitmesi gerekiyordu, döngüyü birinin sürdürmesi gerekiyordu.” Dedim değişmeyen yüz ifademle. Kimin konuştuğunu bilmiyordum ama acısının beden bulmuş hali karşımdaydı. Yaşların ıslattığı yüzü anılarımın içinde bir yerlerdeydi. “Döngü bozulsun istemiştin, bunun için her şeyi yerle bir ettin.” Küçük bir hıçkırık dudaklarının arasından firar etti. “Ve şimdi her şey bittiğinde yine de onun gitmesine izin mi verdin?”
“Bir seçim yapmalıydım.” Ses tonumdaki değişim gün yüzüne çıktı. “Her zaman kimi seçeceğimi biliyorsun.” diye devam ettim. Dizlerinin üzerine çökerek, küçük ellerinin arasına nemli toprak parçasını sıkıştırdı. Saydamlaşmış görüntüsündeki saflık ve beyazlık değişiyordu.
“Bunun olmaması için sana yardım ettim. Onun gitmemesi için, her şeyimi sana verdim.”
“Biliyorum.” Dizlerimin üzerine çökerek onun yüzüne doğru başımı eğdim. Derince yutkunurken, “Bunun için teşekkür ederim.” diye fısıldayarak devam ettim. Hüzünle eğdiği başını öfkeyle bana doğru kaldırdı. “Teşekkür mü?” diye haykırdı. “Onu öldürdüğüm için bana teşekkür mü ediyorsun gerçekten? O benim sevdiğim adamdı!” Haykırışı tüm ormanda yankılandı.
🌒🌒
“Zümrüt şehrine gittiğimizde daha iyi olacak mıyım?”
“Hayır, daha kötü olacaksın.” Dedi Yakut kollarıyla bedenimi sarmalayarak. “Geçmişten gördüğüm tüm kesitlerin devamı daha da ağırlaşacak.” Dedim ona düşüncelerimi aktararak. “Be fısıltıların daha da artacak.” Diye devam ettim. “Hıhı.” Diye fısıldadı yüzünü yüzüme yaklaştırıp. Kırmızı gözlerindeki alevlere rağmen içindeki hareleri şefkat doluydu.
“Ama tüm bunlar devam ederken senin yanında olacağım.” Belimdeki kollarını sıkılaştırdı. “Ve seni daha da sıkı sarmalayacağım.”
“Artık bunların hiçbirini istemiyorum.” Göğsüne yasladığım ellerimi, kıyafetinin kırışmasına neden olacak şekilde sıktım. “Tek istediğim şey, güneş alan bir pencerenin önünde olan masamın üstündeki yemeğimi sevdiğim adamın gözlerinin içine bakarak yiyebilmek.”
Kahverengi harelerim onun gözlerine doğru bakarken, bu isteğimin bu evrende gerçekleşmeyeceğinin acısı yansımıştı. “Sana normal bir hayat veremediğim için özür dilerim.”
Sözleri derimin altında akan damarlarımımın kasılmasını sağladı. Marc Red, Yakut’un Kralı benim istediğim gibi bir hayatı bana sunamadığı için özür diliyordu.
“Sen nedem özür diliyorsun ki?” dedim ellerimi kaldırıp boynuna doladım. “Bir Fısıldayan olmasaydım, sadece Yakut’un eşi olabilirdim.”
“Şimdi de öylesin. Yakut’un Fısıldayan’ı.” Sözlerini düşüncelerimi susturmak istiyormuş gibi hızlıca söyledi. Vücudunu eğerek alnını alnıma doğru yasladı. “Yakut’un Fısıltısı.” Bana olan yakınlığından dolayı titreyen nefesim onu keyiflendirirken, birbirine bastırdığım dudaklarımın üzerinde onun nemle ıslanmış dudaklarını hissettim. Küçük bir buse kondurduğu dudağımın üzerinde gülümsedi. Başını hareket ettirerek, saçlarımın üzerinde ve daha sonrasında boyun girintimin, şah damarımın üzerinde onun dudakları hüküm sürdü.
Yaşam’ım ve Ölüm’üm onun dudaklarının altındaki damarımın üzerindeydi.
“Hadi çocukların yanına gidelim.” Diyerek, boyu girintimden son bir soluğu ciğerlerine çekerek uzaklaştı. “Hıhı.” Diyerek elimi avuçlarının arasına hapsettim. Uzun adımlarını küçülterek atarken, onun adımlarını takip ederek çadırın içinden dışarı doğru adımımızı attık. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde, herkes gün ışığının altında birbirleri ile konuşup gülerek sohbet ediyordu. Hard’ın yüzünde gördüğüm ufak tebessüm, göz kenarlarındaki çizgileri belirginleştirmişti.
Herkes, ilk defa bu kadar kayıtsız ve mutlu görünüyordu.
Bu görüntü benim dudaklarımın üzerinde de bir gülümsemeye neden olurken birbirini takip eden adımlarımız onlara doğru yöneldi. Bir kütüğün üzerine bedenimi konumlandırdığımda, Yakut’un nefesi kulağımı okşadı. “Ben birazdan geliyorum güzelliğim.”
Kafamı onaylarcasına sakladığımda, ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladı. “Sonunda çiftleşmenizi bitirip aramıza katıldığınıza çok sevindik.” Veronica’nın alaycı sesi kulağıma ulaştığında herkesten ufak kıkırdamalar döküldü. “Çiftleşmedik bir kere biz.”dedim ona kaşlarımı kaldırarak bakarken. O da kızıla yakın kaşlarını bana doğru kaldırarak bakarken mırıldandı. “Ne yaptınız peki? Evcilik oyunu mu oynadınız?” Bu defa herkes bir kahkaha attığında ona gözlerimi devirerek baktım ve bakışlarımı başka yöne çevirdim. “Sana cevap bile vermeyeceğim.”
Başını bana doğru yaklaştırdı. “Neden doğru olduğu için mi?” dedi dudaklarındaki büük bir gülümseme ile. “Benimle uğraşmasana sen. Bak burda, birbirlerine koala gibi sarılmış bedenler var onlara söyle ne söylemek istiyorsan.” Dedim Dila ve Safir’i elimle gösterirken.
“Onlar ne yapıyorsa gözlerimizin önünde yapıyorlar. Senin gibi kuytu köşeye çekilip bir şeyler yapmıyorlar.” Dedi bana doğru. Dudaklarım söylediklerine karşı şaşkınlıkla aralanırken, yüz ifadem onları daha da güldürmüştü. Kollarımı göğsümde bağlayarak onlara sırtımı döndüğümde Yakıt’un hızlıca dönmesi için dua etmeye başladım.
🌔🌔
Yakut dönmedi.
Herkes kahvaltısını yaptığında, gülerek şakalaştığında ya da keyifle şaraplarını yudumladığında bile Yakut gelmemişti. Gözlerim onun gittiği ormanın derinliklerine baktığında, Fısıldayan zihnimin derinliklerindeydi. “Belki de hiç gelmeyecek.”
Ona cevap vermedim. Geleceğini biliyordum. Normal biri olsaydı endişe duyabilirdim ama o bir kurt adamdı. Kurt eşini yalnız bırakamazdı.
Bakışlarımı ormanın derinliklerinden alırken, gözlerimi etrafta gezdirdim. Kahveliklerim, benim acıması halime eşlik eden Veronica’yı gördüğünde duraksadı. Herkesten uzakta, bir ağacın kalın köküne yasladığı bedeni ile elindeki kadehte olan kırmızı şarabını dolgun ve kırmızının güzel bir tonuna boyadığı dudakları ile sessizce içiyordu.
Bakışlarım uzun süre onun üzerinde duraksadığında, gözlerini bana doğru çevirdi. İkimizin de bakışları birbirine değdiğinde, sivri tırnaklarını kadehin kenarlarına doğru yasladı. Bir gerçeğe bir gelecek.
“Zamanı gelmedi. Bunu biliyorsun.” Dedi zihnime doğru. “Zaman henüz onun akmadığı için gelmedi. Kum taneleri çoktan kum saatini doldurmaya başladı bile.” Dedim yanımdan bir an olsun ayrılmayan Fısıldayan’a doğru. “Kum taneleri kum saatini doldurduğunda onun zamanı gelmiş olacak." Dedi bana doğru.
Gözlerim Veronica’nın kıvrımlı bedeninde gezinirken, “Sanırım artık gerçekten gözlerinin kime odaklanacağı konusunda konuşmamız gerekiyor.” Diye bir ses duydum. Kafamı hızla sesi duyduğum yere doğru çevirirken, Yakut’un iri bedeni üzerime doğru eğilmişti ve gözleri yırtıcı bir hayvan gibi Veronica’ya doğru kilitlenmişti.
“Yakut!” Kollarımı boynuna doğru doladığımda bu evrene geldiğim ilk andan itibaren hissedemediğim duyguyu, burnumu yasladığım boyun girintisinde buldum. Bedeni bir an için sendelediğinde, dizlerini toprağa koyarak avuçlarını bel boşluğuma yerleştirdi. “Sanırım biri beni çok özlemiş.” Keyifli çıkan ses tonu, dudaklarımda kocaman bir gülümsemeye neden oldu.
“Evet,” diye fısıldadım. “Çok özledim.” Diye devam ettim. Burnumu daha da fazla boyun girintisine koyarak. Göğsünden hırıltılı bir kıkırdama çıktığında, belki de yanımda ilk defa onu bu kadar mutlu görmüştüm. Ve bu mutluluğuna neden olan kişi ise bendim.
“O zaman birbirimizden daha sık uzaklaşmalıyız. Böylece beni daha çok özlersin.” Dedi beni uzaklaştırıp yüzüme doğru baktığında. Sözlerine karşı kaşlarımı çattım ve bir elimi yumruk yaparak göğsüne doğru vurdum. “Sakın bunu yapma. Benden asla uzun süre uzaklaşamazsın.” Dedim. Kırmızı gözleri dingin bir kan gölünü andırdığında, içine yerleştirdiği altın hareleri parıldıyordu.
“Peki sen nasıl istersen.” Ellerini koltuk altlarıma koyarak bedenimi göğsüne doğru kaldırdı. Ayaklarım havada sallanırken, güneş ışığının altında yavaş adımlarla yürümeye başladı. “Nereye gidiyoruz?”
“Şimdi,” diyerek gözlerini kıstığında “Gözlerinin sadece bana odaklanacığı bir yere gidiyoruz.” Dedi. Dudaklarımın arasından keyifli bir kıkırdama çıktığında, homurtuyla konuştu. “Gülme, bu komik değil.” Ellerimi sıkılaştırarak boynunu sarmaladım. “Hayır bir kere komik.” Adımlarını durdurup bana doğru baktı. “Em azından benim için komik değil.” Dedi. Evet, sadece onun için komik değildi.
Uzun adımlarla ve kucağında beni taşıyarak geniş bir açıklığa geldiğimizde gördüğüm şey ile dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Bu da ne?” Dudaklarımın arasından istemsizce çıkan fısıltı ikimizin de kulaklarına sessizlik içinde ulaştı. Gözlerimi karşımdaki görüntüden alıp ona çevirdiğimde bakışları yüzümde geziniyordu. Yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdığında, alnını alnıma yaslayarak konuştu.
“Bu sana ömür boyu veremeyeceğim ama bir gün yaşatabileceğim o hayalin.” Dedi. Kucağında olan bedenimi indirerek, ayaklarımı yeşil çimler ile buluşturduğunda karşımdaki görüntüye bir kere daha baktım. Kocaman penceresi olan evde, gökyüzünde asılı duran güneşin ışınları camlara yansıma yapıyordu. Evin iki yanında sırası ile dizilmiş çiçeklerin kokusu her yeri sarıyorken, Yakut’un eli avuçlarımın arasındaydı.
“Teşekkür ederim.” Diye fısıldadım yüzümü ona doğru çevirdiğimde. Beni mutlu görmenin mutluluğu onun yüzüne yansımıştı. “Asıl ben teşekkür ederim.” Ona gözlerimde oluşan soru işaretleri ile baktığımda dudaklarındaki gülümseme ile bana fısıldadı. “Yakut’un Fısıltısı olduğun için.”
Ellimi avuçlarının arasında sıktığımda, bir adım öne doğru attı. “O zaman şimdi, güneş ışığını alan penceremizin önünde, yeni hazırlanmış sıcak yemeğimizi yiyelim.” Dedi.
|
0% |