Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm: “Zihnin Duvarlarındaki Fısıltılar”

@seleneisadark

Beni babam büyütmüştü. Onun varlığını ve sıcaklığını daima sırtımda hissetmiş, ruhumun derinliklerine kazıdığı güven duygusuyla attığım her bir adımı kararlılıkta atmıştım. Bana ilk ayakkabımı verdiğinde tarifi imkansız bir duygu hissetmiştim.

 

O duygu, benim diğer küçük kızların örgülü saçlarına merakla ve istekle bakarken de takip etmişti. Sırtımda benim bakışlarımı takip eden zümrüt yeşili gözlerinin benim her bakışımı gördüğünü ve zihnine kazıdığını unutmuştum. Varlığına alıştığım zümrüt yeşillerinin tadı, küçük evimizede babamla yediğim son yemek gibiydi.

 

O gün babamdan benim saçlarımı örmesini istemedim, isteyemedim. İçimde yer edinen, daha önce hissedemediğim bir duygu göğsümde peyda olurken bunu yapamadım.

 

Buna belki de, o küçük kızlarının saçlarının arasında annelerinin buruşmuş ellerinin gezinmesi engel olmuştu. Babama, Kartal Aydoğan'a annemi, Ceylan'ını hatırlatmak istemediğim için gözlerimi toprak zemine çevirmiş ve omuzlarımı içe doğru bükmüştüm. Annesizliğin yokluğunu, kendimi saklayarak yok edebileceğimi düşünmüştüm.

 

Hep annesizdim ama kimsesiz değildim. Zira babam, kimsesiz olamayacağım kadar zihnimi ve ruhumun içini anılarla doldurmuştu.

 

Babam, küçük kızların saçlarını gördüğüm günden sonra tek odalı evimizin halısında otururken bana gümüş işlemeli bir tarak vererek, "Bak bakalım, benim küçük kızıma ben ne almışım?" demişti. Yüzüne konmuş iki zümrütü andıran yeşilleri ile bana bakarken, şefkati gözlerinden ellerine taşmış ve ruhuma sıkıca sarılmıştı.

 

Bana uzattığı tarağı, iri, nasır ve yaralarla kaplı ellerinin arasından alıp minik ellerime bırakırken, avuçlarımın arasına o gün hissettiğim eksikliğinin yerine başka bir duygu bırakmıştı. Baba sevgisi. Minik kalbimin her bir yanını örten sevgi, küçük bedenimdeki minik ruhum mutlulukla doldurmuştu.

 

Elimdeki tarağın gümüş sapını sıkıca kavrarken, minicik kalbimde her zaman hissedeceğim bir sevgiyi aşılıyordu Kartal Aydoğan. Baba sevgisi. Yüzümde koca gülümseme ile ona bakarken o beni dizlerinin dibine oturtmuş, büyük nasırlarla ve yaralarla kaplı ellerini uzun saçlarıma götürmüştü.

 

Ellerinin baskısını saçlarımın üzerinde hissederken, saçlarımın her bir telinde onun sevgisini ve şefkatını şimdi bile hissediyordum.

 

Babam benim saçlarımı severdi. Babamın siyah tutamlarının aksine, annemin açık kahvelerine benzeyen saç tellerimi daima sevgiyle okşar, kesilmesine müsade etmeyerek uzatırdı. Evden çıkmadan önce beni Selma Hanıma bırakırken, kimsenin bana ya da saçlarıma dokunmasına izin vermez, saçlarımı toplayarak giderdi işine.

 

İşe gittiği başka bir akşamda, Selma Hanım'ın evindeki o küçük ve tahtalarla kapatılmış pencerenin önündeki eskimiş turuncu koltuğa bedenimi bırakmıştım. Tahtaların kapatmadığı küçük bir boşluk varken, ben gözlerimi o küçük boşluktan ayırmadan karanlıkla kaplı yola bakmış ve babamı beklemiştim. Beni gelip almasını, eve gitmeyi ve Selma Hanım'ın tüm gün bana ve diğer kızlara olan şiddetli sesinden uzaklaşmayı beklemiştim, diğer tüm günler olduğu gibi.

 

Babam, sabaha karşı o toprak yolun başında tozlarla kaplı bedeniyle dururken, pencerenin önünde olan bedenimi hareketlendirerek koltuktan heyecanla ayağa fırlamış ve dışarı koşmuştum. Babamın bakışları evin kapısından heyecanla ve hızlı adımlarla çıkan bedenime dönerken, bir dizini yere doğru bükerek kollarını iki yana açmış ve beni kucaklamıştı.

 

Sarılı bedenlerimizle eve girdiğimizde, babam ellerini yıkayıp mindere oturmuş ve beni dizlerinin dibine oturtmuştu. Ben annesinin dizinin dibinde değil, babasının dizinin dibinde büyümüş o kızdım.

 

Kartal Aydoğan, o gün benim için, diğer küçük kızlara olan meraklı bakışlarım için, saçlarımı örmeyi öğrenmişti.

 

O sabah, gümüş işlemeli tarakla saçlarımı sevgiyle taramış ve tarağı benim ellerime tekrardan bırakmıştı. Tarağın bir tarafı aynalarla kaplı iken, diğer yüzeyinde tırtıklı bir çok yer bulunuyordu. Saçlarımı şefkatle örerken acıtmamak için verdiği çabayı aynadan izlemiş, yüzümde eksik olmayan gülümseme ile ona bakıyordum.

 

Acemice ördüğü iki örgüm küçük omuzlarımda görebileceğim bir uzaklıktayken, birkaç kere yerimde neşeyle zıplayarak küçük evimizde kıkırtılarım duyulurken küçük kollarımı Kartal Aydoğan'ın bedenine sıkıca dolamıştım. Bunu nereden öğrendiğini hiç bilemedim. Yaşlı Selma Hanım dışında babamın konuştuğuıı başka birine rastlamamıştım.

 

O güne dair hatıram, Cephe'de kahkahalarımın duyulacağı kadar çok güldüğümdü.

 

Kartal Aydoğan, benim en büyük şansımdı.

 

 

🕯️🕯️

 

Ve ben bugün, başka bir toprak yolda açık kahvelerime sunulan görüntüye bakıyordum.

 

Karşımda duran kurt, buraya ilk geldiğimde uzun toprak bir yolda gördüğüm kurttu. Kırmızı gözleri, birer yakutu andırıyor ve parıldıyordu. Üç katı büyüklüğümde duran bedeniyle karşımdayken, o gece fark etmediğim ayrıntıyla gözlerim oraya doğru çevrildi.

 

Sol gözünün üzerinde başka bir kurdun yaptığını gösteren pençe izleri duruyordu, bu görüşünü kaybetmesine neden olmamıştı. Dünyası karanlığa hapsolmamıştı belki ancak yaralıydı. Buna rağmen karşımda duruyor, bana doğru attığı her bir adımda halen güçlü olduğunu gösteriyordu.

 

"Kuçu kuçu, gel hadi yanıma."

 

Söylediğim kelimelerle, Hard dudaklarının arasından başka bir kahkahayı serbest bırakırken karşımda olan kurt bedeni de duraksamıştı. Bir hayvanın bedeni duraksar mıydı? Karşımda gördüğüm beden duraksayarak yanımdaki Hard'e dönerek keskin dişlerini gösteren bir hırlama sunmuştu. Ben de gözlerimi Hard'e doğru çevirirken, kaşlarım çatılmıştı. Yüzümde memnuniyetsiz bir ifade dururken, Hard kahkahasını bitirmişti.

 

Yüzümü tekrardan kurda dönerken, dizlerimin üzerine çökerken ona merakla baktım. Korkmuyordum. Belki de sağlıklı bir insan olsa, bu durumda korkardı ancak ben uzun zaman önce sağlıklı bir insan olmayı ve sağlıklı bir zihne sahip olmayı bırakmıştım.

 

Korkunun aksine, göğsümün içindeki kalbim merakla çarpıyordu. Önümde dört ayak üzerinde durduğunda kırmızı gözleri, açık kahve gözlerime tutunmuştu.

 

Benim meraklı gözlerim onun üzerinde dolaşırken, onun gözleri üzerinde dolaşan gözlerime tutunmuştu. Etrafımızda bulunan ağaçların üzerindeki yaprakların çıkardığı sesler kulaklarıma doldu. Burnundan verdiği nefesle beraber, açık saçlarımın birkaç teli dalgalanırken ben de içime ağaçların ve toprağın kokusunu çektim.

 

''Benim adım Lena, peki ya sen?'' diyerek bir elimi kaldırdım. Gözleri uzattığım elime doğru çevrilirken, içimdeki merak dolu balon daha da büyümeye devam ediyordu.

 

Kafasını eğerek elimin gri tüylerle buluşmasını sağlarken, aldığım nefes sekteye uğradı. O an, sanki tüm ağaçların hışırtısı bir anlığına kesildi, esen rüzgar durdu ve zaman ilerlemeyi bıraktı. O an, bizim için durmuştu.

 

Zihnimin içinde bana sunulan görüntü, çıplak bedeniyle karanlık bir boşluğun içinde uzanmış iri yarı bir erkek bedeni olurken, boşluğun içinde sanki tepeden izliyormuşum gibi ona bakmaya başladım. Gözlerimi yüzüne çevirirken, sol gözünün üzerinde duran üç derin kabartı varlığını bana gösteriyordu. Kapalı gözlerini, ona bakan gözlerin ağırlığını biliyormuşçasına aniden açarak gözlerinin görüntüsünü bana sumdu.

 

Gördüğüm, yakutu andıran iki kırmızı göz olmuştu.

 

''Siktir.'' diyerek fısıldayan Hard'ın sesini o an için ikimiz de duymuyor gibiydik. Zihnimdeki görüntü son bulurken, sanki hiç yaşanmamış gibi elimi kurdun üzerinde dolaştırdım. Kulaklarıma tekrardan rüzgarın etkisiyle yaprakların birbirine sürtünerek çıkardığı sesler doldu. Göründüğünün aksine tüylerinin yumuşak olduğunu fark ettim.

 

Bu içimde onu sımsıkı tutma isteği oluştururken buna engel olamayarak tüylerini sıkıca kavradım. Yaptığım eylem ile beraber, kafasını hafifçe sallarken bununla ne demek istediğini anlamadığım için tutunduğum tüylerden parmaklarımı uzaklaştırarak kafası boyunca gezdirdim elimi.

 

Elim merakla bedeninde dolaşırken, kulağının hemen altında başlayan pençe izlerinde duraksayan elimle beraber dudaklarımı aralayarak konuşmaya başladım. ''Benim dünyamda ve kültürümde kurtlara çok büyük önem verilir, hatta eskiden bizlere bile kurt dedikleri olmuş. Bunun nedeni, bizim çok vahşi, barbar ve zapt edilemez olduklarımızı düşündüklerimizden.''

 

Parmaklarımı hareket ettirerek, kabarmış izin başlangıç noktasına baskı yaptım. ''Haksız olduklarını da söyleyemem ama bence bunun nedeni ne biliyor musun?''

 

Dört ayaklı bir hayvan gibi görünebilirdi. Ya da başka bir şey. Ben şuan o hayvandan ya da başka bir şeyden beni anlamasını bekliyor kelimelerimi ardı ardına sıralıyordum. Belki de, tuhaf olan onun beni anlaması değil benim onun beni anlayabileceğini düşünüyor olmamdı.

 

Kafasını hareket ettirince benden devam etmemi istediğini anladım. Beni anladığını gösteren eylemi, yüzümde küçük bir tebessüme neden oldu. ''Bize yapılan hiç bir şeyi unutmadığımız için. Bize yapılan unutmayız ve geri dönerek onlara misliyle ödetiriz.''

 

Yakutu andıran gözleri gözlerimdeyken, gözlerinde gördüğüm kırımızı yansımam gözlerinde duruyordu. Parmaklarım izin yolunu takip ederken, diğer elimde havalanmış ve kafasında merakla dolaşmaya başlamıştı. Onu bir kedi sever gibi severken elim burnunun üzerinde, avucumun içini koklamaya başlamasıyla duraksadı. Bunu beni tanımaya başladığı için yaptığını düşünüyordum, burnunu iyice yaklaştırıp koklarken, avucumun içi gıdıklanırken küçük bir kıkırdama dudaklarımın arasından çıktı.

 

Dikilen kulaklarıyla beraber, burnunu bana yaklaştırırken açık saçlarımın arasına götürdü burnunu. Orada aldığı küçük bir soluklanmayla, çevremde dönerken ben dizlerimin üzerinde durmuş etrafımda dönen kurda bakıyordum. Bedenimden ayrılmayn burnuyla beni koklamaya devam ederken, tekrardan önüme gelen kurt, dizlerini kırarak uzandı. Kafası ayakları üzerinde dururken gözleri benden ayrılmıyordu.

 

''Benimle gelmek istemez misin?'' diyerek konuştum ona doğru. Ben ne yapıyordum? Amacım neydi, ne istiyor, neye göre hareket ediyordum bilmiyordum. Zihnimin duvarları inmiş, takip edemediğim sayısız düşünce beynime akın ederken derince yutkundum.

 

Gözlerini kapatırken, bana bakmayı kesti. Kesilen göz temasımız ile beraber, burnumdan sert bir soluk bırakırken, o gözlerini açarak karnındaki tüyleri işaret etti.

 

Sanki ne düşündüğünü biliyor gibi, en başında ne yapmam gerektiğine ben değil de bedenim karar verirken ona doğru yaklaşarak, kafamı tüylerle çevrili karnına doğru yasladım. Tüyleriyle karışan saçlarım birbirine karışırken gözlerim parıldayan gökyüzüne doğru çevrildi. Bu belki de kötü bir fikir değildi, ha. Ellerimi arkaya doğru uzatarak tüylerinde gezdirmeye devam ettim, sanki bu yeterli değildi.

 

Üzerinde gezinen ellerim bağımlıymış gibi kaşınmaya ve terlemeye başlarken zihnimin duvarlarının içinden bana fısıldamaya başlayan kelimeler vardı. Ne söylüyorlardı, ne istiyorlardı? Dudaklarım aralanırken, kelimeler istemsizce nefesimle beraber fısıldandı.

 

Üç.. si..

 

''Lena, Lena uyan!'' Zihnimin içindeki duvarlara çarpan komutla beraber gözlerimi açarken, gördüğüm karanlıkta parıldayan mor gözlerdi. Fısıltılar bir anlığına son bulurken, küçük hecelerle varlıklarını belli ediyorlardı. Gözlerimi kırpıştırırken, arkasındaki gökyüzünün çoktan karanlığa karıştığını gördüm. ''Ne oldu?'' diyerek çevreme bakınırken, ormanın derinliklerindeki o boşlukta uzandığımı gördüm. Hard'ın yanında dikilen kurt da gözlerini bana dikmişken, zihnimin içindeki karmaşa olduğu yerde duruyordu.

 

''Ben uyudum mu?'' diyerek gözlerimi tekrardan Hard'e doğru çevirirken, ifadesiz yüzünde kaşlarını çattığını gördüm. ''Öyle oldu sanırım. Hadi geç olmadan toplu eve gidelim.'' diyerek konuştu, ellerimi toprak zemine yaslayarak ayağa kalktım. Uyumam onlar için tuhaf değil miydi? Bu kadar süre uyumam, onlar için normal miydi?

 

Açık kahvelerim onlarda gezinirken, iki kaşımın ortasında oluşacak bir çatma ile onlara baktım. Gözlerimi çevirirken ağaçların arasında gezdirirken, hissettiğim titreme ile kollarım bedenime doğru dolandı. ''Kurt da mı bizimle geliyor?''

 

''O bizimle gelemez ama istediğin zaman görebilirsin onu merak etme.''

 

Fısıldayan sesler artarken, bizden uzaklaşmaya başlayan bedene bakmaya başladım. Karanlıkla bütünleşip yok olduğunda gözlerimi ondan çektim, aklıma gelenle beraber bakışlarım bu defa Hard'e çevirdim. Nasıl? Bu soruyu sormak için dudaklarımı aralamak istedim ancak yapmadım.

 

İçimde bir yerlerde, bunun nasıl olduğunu biliyor gibiydim. Kaşlarım hissettiğim his ile beraber çatılırken, zihnimin içinde kelimeler fısıltısını artırmaya başlamıştı. Ellerimi kulaklarıma götürüp onları susturma isteğimi bastırmaya çalışırken, kollarımın etrafına doladığım ellerimi sıkılaştırdım.

 

''Üşüdün mü?'' diyerek konuştu adımlamaya başladığımızda. ''Çok üşümedim zaten, eve geçince ısınırım.'' diyerek hızlıca konuştum. Yalnız kalmalıydım. Sessizlik içinde attığımız adımlarda, zihnimde fısıldanan kelimeler de beni takip etmişti. Ne söylediklerini anlamıyordum, sesleri boğuk bir tonda bana ulaşırken kısılıyor ve kayboluyordu. ''Ben, uykumda konuştum mu?Ya da başka bir şey oldu mu?''

 

Sözlerimi karanlığın içinde ilerleyen adımlarımızla beraber kururken, ''Konuşmadın ama huzursuz gibiydin.'' dedi. Geldiğimizin aksine, yüzündeki ifadesizlik büyümüştü. Konuşmuştum. Bakışlarım titreyerek toprak yoldan ayrılmazken yutkundum ve adımlarımı birbiri ardına atmaya devam ettim, kapının önüne geldiğimizde zili çaldım.

 

''Görüşürüz, Hard.'' derken gözlerim tahta verandada ve onun ardındaki karanlık ormanda geziniyordu. Onun gözleri bedenime değmezken, açılan kapının içinden süzülüp içeri girmemle yok olurken, ayakkabılarımı ayağımdan çıkardım.

 

''Geldin mi? Neredeydin, bir şey yemeden çıktın evden bir de.'' diyerek konuştu Gonca. Yalnız kalmalıydım. Gözlerimi ona çevirirken, siyah irislerindeki karmaşa dolu gözleri ile bana bakıyordu. ''Aç değilim, yarın yerim.'' diyerek yukarıdaki merdivenlere doğru adımlamak istedim. Bu eylemim, kolumdan tutulup çekilmem ile son bulurken karşılaştığım Gonca'nın kaşları çatılmış halde duran yüzüydü.

 

''Olmaz öyle ben şimdi ısıtıp getiriyorum bir kaç şey. Ve sen de içerideki koltuğa oturup beni bekliyorsun, tamam mı?'' Son sözlerini bana parmağını uzatarak kurmuştu, ona hayır diyecek güç bedenimde yok olurken isteksizce kafamla onu onaylayıp salondaki koltuğa doğru adımladım. Her bir adımımda, kulağımda çınlama oluşurken dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Gonca'nın adımları mutfağa doşru giderken, ben çoktan koltuğa oturmuştum. İkizler varlığı yanımdaki koltukta ger alırken yan yana oturmuş ve konuşuyorlardı.

 

Onların varlığını yok sayarak, içime derin bir nefes çekerken, saçlarımın alt kısmının kaşınmaya başlamasıyla elimi oraya götürerek sertçe kaşıdım. Bu daha çok kaşınma isteğini körüklerken, tırnaklarımı sertçe derime geçirerek boydan boya kaşımaya devam ettim. Zihnimde fısıldanan kelimler bağırmaya başlarken, tırnaklarımı derime sertçe bastırarak kaşımaya devam ediyordum.

 

Saçlarımın arasında hissettiğim sızıyla beraber, hem ellerim duraksamış hem de zihnimdeki fısıltılar son bulmuştu. Duraksayan bedenimle beraber, ellerimi saçlarımın arasından çekerek gözlerimin hizasına doğru kaldırdım. Tırnaklarımın arasında ve parmak uçlarımda gördüğüm siyah bir irini andıran kanla beraber korkuyla derin bir nefes aldım.

 

''Hey, sen iyi misin?'' diye konuşan Dila'ya doğru çevrilen gözlerimle, hem Dila hem de Nida'nın endişeli gözleri ile karşılaştım. Onlara bakarken gözlerimi tekrardan ellerime doğru çevirirken, gördüğüm temiz görüntü ile titremeye başladım. ''Lena, bak bana.'' diyerek bana uzanan iki el, koluma tutununca gözlerimi onlara çevirdim.

 

Yanıma adımlayan bedenlerinde ikisi de ifadesiz bir yüz ile bana bakarken onlardan uzaklaşmaya çalıştım. Nefeslerim hızlanırken, karnımda oluşan korku hissi içimde büyümeye başladı. Onların ellerinden kurtulmak için debeleniyordum ancak elleri koluma sımsıkı, bırakmamak üzere sarılmış gibilerdi. ''Geldin, uçurumdan atlamak başlangıç, burada aldığın her bir dokunuş sana davetiye.''

 

Duraksayan bedenimle gözlerim ikisinin arasında gezinirken, ''Ne diyorsunuz siz?'' diyerek konuştum. Bana bakan boş gözler, onların kendinde olmadığının ve başkasının konuştuğunun kanıtı gibiydi. ''Sorduğun soru bu olmamalıydı.'' Dila konuşurken, onun ardından konuşmaya başlayan Nida devam ettirdi. ''Eğer doğruyu sorsaydın, sana ait olduğun yere geldiğini, sana fısıldanan kelimelerin kehanet olduğunu söylerdik.''

 

''Ve etrafında sana sarılan kolların, varlığına inanman gerektiğine de söylerdik. Kırmızının sana ait olduğunu, siyahın senin dostun olduğunu da fısıldardık.'' diyerek aynı anda koro şeklinde konuşmaya devam ettiler. "Üç kehaneti bulmanı ve ait olduğun yere, Yakut'un yanına gitmeni söylerdik."

 

Zihnimde birden fazla duygu ard ardına kendini gösterirken, yüzüm çoktan yaşarla ıslanmaya başlamıştı. Gözlerimin önünde yüzlerindeki ifade cam kırıkları ile beraber dağılırken, yüzlerinde meraklı ve endişeli bir ifade ile bana baktıklarını gördüm. "Lena, iyi misin?" derken, gözlerimde yaşlar taşmaya devam ediyordu.

 

"Lütfen, uzaklaşın benden. Nolur." diyerek ellerinden kurtulmak için bir kez daha çırpındım. Bedenimden uzaklaşan ellerle, koltukta kendimi küçülterek kollarımı bedenime sararak, bedenime sarıldım. "Lütfen, uzak durun benden." derken, ellerim zihnimde halen konuşan fısıltıları susturmak için kulaklarımın üzerine kapandı.

 

Bu, onları durdurmaya yetmedi. Kelimeler fısıldamaya devam etti. "Ve sana, bizi bulmanı söylerdik." dedi.

 

 

Loading...
0%