Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm: “Sanrıların Gerçekliği”

@seleneisadark

Sanrı.

 

Aslında gerçek olmayan, kişinin gerçek olmayan şeylere tutunmasıyla ortaya çıkan durumlar, sanrı olarak adlandırıldı. Ben ne zamandır sanrı adı verilen bu yanılgıya, bu denli kapılmış ve bilincimi yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştım?

 

Belki de doğduğum ilk andan itibaren, sanrılar, düşler, hayaller ve daha bir çok gerçek olmayan ürünleri benliğim kendince canlandırmış ve oynatmıştı. Onlara ne zamandır bu kadar bağımlı, bilincimi kaybedecek kadar kapılmıştım? Ne zamandır kafamın içindekiler bir oyuna davet edilmiş ve oynamaya başlamıştı bilmiyorum.

 

Bana verilen yatağa uzanmış, dizlerimi kendime doğru çekerek cenin pozisyonunu almıştım. Ellerim dizlerime sarılı bir halde iken, gözlerim pencerenin ardındaki ormana doğru bakıyordu. Karanlığın içinde gökyüzüne doğru dalları sallanan ağaçlar ilk defa beni korkuttu. Sanki ağaçların arasından bir el aniden bana doğru uzanacak ve boğazıma yapışacak gibiydi.

 

Bu korkuma neden olan en büyük etken, bugün zihnimin içinde oynanan oyundu. Nida ve Dila bana endişeli yüz ifadesi ile bakarken, her şeyin aslında zihnimin içinde oynanan bir oyun olduğunu fark etmiştim. Onlar orada öylece duruyorken, benim zihnimin duvarlarına çarparak sergilenen oyun onların da zihninde tedirginliğe yol açmıştı.

 

Kimse ne olduğunu bilmiyordu, buna ben de dahil olmak üzere kimse...

 

Cephe'de olan her şey gerçekti. Duyduğun açlıkta bile, zihninin içinde kendini kandırıp midenin içini delip geçen kanatana kadar bastırılan o derin çizikleri reddedemezdin. Ancak burada, dakikalar önce burada ve bu evin sınırları içinde olmama rağmen kendi benliğimden şüphe duyarak adım atmıştım. Her şeyden bizleri koruyacağı söylenen bu evin, kendi benliğimizden kurtarması mümkün müydü?

 

Boğazımdan derin bir yutkunma geçerken, gözlerim karanlık gecenin siyahlığından ayrılmıyordu. Açık kahve saçlarım yatağa dağılmış haldeyken, artık bir örgüye sahip değildi. Saçlarımın arasında gezinen o iri el varlığını yitirmişken, saçlarıma bağlı duran o halatın ipi sonsuza kadar kesilmiş gibi hissediyordum. İki yanda sallanan o halatlar, bir urgan gibi boynuma dolanmış ve zihnimde sonsuz döngüde yer alan anıları sıkıca birbirine kenetlemişti.

 

Göz kapaklarımı sıkıca birbirine sıkıca kenetlediğimde, halatla kenetlenmiş anılarımın aksine başka bir kapının kapısı sonsuza kadar açılmış gibi hissediyordum. Bilmediğim o kapının ardında, siyahın kasvetiyle bütünleşmiş iki yakut kırmızısı göz, göz kapaklarını kaldırarak bana bakıyordu. Yüzümü yastığa doğru bastırırken zihnimde belirip duran sahnelerin kaybolmasını dilerken buldum kendimi. Burada, bu bilinmezlikle, uçurumdan aşağı itildiğim o ilk andan itibaren peşimi bırakmayan bir çok şeyin benden uzaklaşmasını diledim.

 

Eskiden sahip olduğum gibi sessizlik içinde dinlenirken kapının aralanma sesi kulaklarıma ulaştı. Gözlerim açılırken, adımların bana yaklaştığını ve bir bedenin yatağıma oturarak göçük oluşturduğunu hissettim. ''İyi misin, Lena?''

 

Gonca'nın sesini işiten kulaklarımla, dizlerimi göğsüme doğru çektim. ''Hıhım.'' derken dudaklarımın arasından çıkan tek ses mırıltı şeklinde duyulmuştu. Kendimi karanlığın içinde kaybolmuş bir ruh gibi hissederken, gözlerimde bir çok duygu peyda oldu. Gonca'nın leylağı andıran kokusu ciğerlerime dolarken, saçları omuzlarımın aşağında dökülmeye başladı.

 

Siyah oje ile süslediği tırnaklarındaki elleri uzanarak omzumdan beni sarmalayarak göğsüne doğru sırtımı yaslamamı sağladı. ''Ben buraya ilk geldiğimde, bu evde yalnızdım. Kimse yoktu, hem de hiç kimse. Sadece Nesrin Hanım buradaydı işte. Bir gün,'' derken derin bir yutkunma sesi işittim. Sözlerini işiten kulaklarımla, sırtımda hissettiğim kalp atışlarını tüm bedenimde hissediyordum. ''Çok ağladım. O kadar ağladım ki, belki de ağlarken silinip gideceğimi düşündüm. Buradan, bu evrenden, belki de ölüme doğru adım atacağım diye düşündüm. Bilmiyorum. Ama sonra Nesrin Hanım bu kapıdan içeri girip bana şu kelimeleri sıraladı.''

 

Sesini birinin bizi duymasını istemiyormuş gibi kısarken fısıltıyla konuştu. ''Eğer kaybolmuş gibi hissediyorsan, belki de kendini daha yeni bulmaya adamışsındır küçük incim. Ve eğer ruhunu yalnız hissediyorsan, sana eşlik edecek olan, seni sarıp sarmalayacak olan kişiyle henüz karşılaşmadığın içindir.''

 

Gözlerimi penceren ayırırken, yüzümü çevirip göğsüne doğru sığındım. Bedenimi sarmalayan kollarla beraber, Gonca'nın kucağında küçük bir bebeği andıracak kadar küçülürken sığındığım limanım olmuştu. Sırtımda gezinen elle beraber dudaklarım benden izinsiz aralandı. ''Neden o kişi hemen gelmiyor ki?'' derken budum kendimi. Sırtımda gezinen eliyle beraber konuştu. ''Belki de benimdir o kişi ha, bak nasıl da sığındın bana.''

 

Sözleriyle dudaklarımın üzerinde silik bir tebessüm oluşurken, her şeyden bir anlığına da olsa uzaklaşırken buldum kendimi. Çenesini başıma yaslarken, onun gözleri de pencerenin ardındaki karanlığına bakıyordu. ''Ne olduğunu bilmiyorum Gonca, sadece.. zihnimin içinde beliren fısıltıları durduramıyorum.'' Ve sanki, o fısıltılar kanlı canlı karşıma dikilip elinde bir bıçakla bana neden bizi aramıyorsun diye soracakmış gibi hissediyorum.

 

''Lena,'' derken bedenini aşağı kaydırıp yüz yüze bakmamızı sağladı. Siyah incilerinin içinde tereddüt hakimken aralanan kalın dudakları fısıltıyla, ''Burası bizim geldiğimiz yer gibi değil.'' dedi. Birinin bizi duymasından endişe eder gibi, kelimelerini küçük ve fısıltıyla kurmuştu. Onun bedenine sarılı kollarımlar, açık kahvelerim gözlerine tutunmuşken konuştum.

 

''O kısmı anladım zaten.''

 

''Hayır Lena öyle değil, gerçekten burası bizim dünyamız gibi değil.'' Burnundan bir nefes verirken, bir bebeğe anlatır gibi kelimelerini sıraladı. ''Burada, farklı şeyler oluyor. Mesela.. Nesrin Hanım neden hiç evlenmedi?'' Gözleri anlamamı istermişçesine, açık kahvelerime dikkatle bakarken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.

 

''Neden o adamdan başka biriyle evlenmedi, neden kimse ona evlenme teklifi etmedi? Neden sadece bir kişi ile evlenebiliyoruz?'' Kafam karışırken neyi ima ettiğini bilmiyordum. ''Neden?'' diye fısıldadım.

 

''Çünkü burada bizim dünyamızda olmayan bazı garip olaylar var. Sizin dünyanızda kitaplar vardı değil mi?'' diye sorarken yüzüme beklenti ile bakıyordu. Kafamı onaylarcasına sallarken, yüzümün sağ tarafı yastığın sert kumaşına sürtündü. ''O kitapları düşün, kimler sadece tek bir eş ediniyorlardı? Hayvanlar nasıl burada istedikleri gibi dolaşabiliyor?''

 

Zihnimin içinde konuşmayı kesen fısıltılarla, sessizliğin hakim olduğu duvarlarımda kendi düşüncelerimle baş başa kalmıştım. Cephe'de olan eski kitapları düşündüm, babamın zümrüt yeşili gözlerini kısarak okuduğu satırların, ellerinin değdiği her bir sayfanın görüntüsü kafamın içinde belirmeye başladı. Hayvanlar. Buraya bir aracın içinde hareket halindeyken gördüğüm beyaz kaplanın sırtında asılı küçük kızı düşündüm.

 

Ormanda bana yakut gözleri ile bakan kırmızı gözlere sahip o kurdu düşündüm. ''Ama nasıl olur?'' dedim sesli bir biçimde. Sözlerimle beraber derince bir nefesi içine çekerken, göğüs kafesinin havalanmasına neden oldu. ''Bunlar sadece bir düşünce, ben gerçekten görmedim.'' dedi bana doğru.

 

Gonca'nın sözleri ile düşüncelere dalmışken, pencereye doğru dönerek gözlerimi kapattım. Zihnimde konuşmayı kesen fısıltılardan yararlanarak uyumak istiyordum. ''Her ne oluyorsa Gonca ya da her neylerse, buradaki insanlar.. umrumda değil sadece, sadece sessizlik istiyordum. Sahip olacağım sessizlik beni hayatımın sonuna kadar mutlu edecekti.

 

Eğer bilmezsen, mutlusun. Eğer duymazsan, mutlu olursun. Ve eğer yine görmezsen, sessiz kalırsın...

 

Gözlerimi kapatıp karanlığın içine sürüklendiğimde, aklımda dolanmak isteyen onlarca düşüncenin de siyahlığın arasında kaybolmasını sağlamıştım. Bilincimi geri kazandığımda Gonca artık yanımda değildi, bedenimi sıcak suyun akışına bıraktığımda gözlerimin önüne bir çift yakut kırmızısı göz geldi.

 

"Bilmediğin sürece sorun yok öyle değil mi?" diye fısıldadı zihnimin içinde kim olduğunu bilmediğim o ses. Boğazımdan derin bir yutkunma geçerken, artık onu susturmaya çalışmıyordum. Alışıyordum. Bu beni mutlu etmeyen, beni yanılgıya düşürerek kendi beliğimi sorgulayan bir alışkanlıktı. Sıcak suyun altından çıkıp üzerimi giyindim ve suların aktığı saçlarımı havludan kurtarıp komidinin üzerinde olan tarakla taramaya başladım. Açık saçlarıma doğru bakarken, kahverengi gözlerimi bedenimde gezdirdim.

 

Cephe'den buraya geleli iki gün olmuştu ama asırlar geçmiş gibi yorgundum. Gözlerimin altında yorgunluğumu gösteren göz halkaları oluşmuştu, kahve gözlerim uzun zamandır ışığını kaybetmiş olduğundan yansımama sönükçe bakıyordu. İnce uzun parmaklarımı saç tellerimin arasına götürerek tek bir örgü olacak şekilde örmeye başladım. Sonuna geldiğimde odada gözlerimi gezdirmiştim ancak varlığı görünmeyen siyah toka ile beraber saçlarımın kenarındaki kahve tutamlarla oraya bir düğüm attım.

 

"Kördüğüm oldu dimi baba? Açılmayacak dimi saçım, Nisa koparmasaydı tokamı böyle dağılmazdı zaten saçlarım." Aklıma gelen anılarla beraber, dudağımın kenarında ufak bir kıvrım oluşurken artık zihnimi sarıp sarmalayacak anılara sahip olamayacağım gerçeği burnumun direğini sızlattı. Hissizleşmemin ardından uzunca bir süre geçmişti ve babamın beni sıkıca saran düşünceleri uzun zamandır zihnimin derinliklerinden gün yüzüne çıkmıyordu. Ama buraya geldiğim ilk andan itibaren, Kartal Aydoğan'ın her bir adımını izleriyle beraber hatırlamaya başlamıştım.

 

Buna neden olan, benim bu dünyada kimsemin olmayışı mıydı? Ama bu olamazdı. Çünkü benim uzun zamandır kimsem yoktu.

 

Saçlarımı da örmeyi bitirdiğimde, yatağımı toplayarak aşağıya adımlamış ve gelen seslerle beraber görüş alanıma giren görüntü ile duraksamıştım.

 

Nida, siyah gür saçlarını arkasından salık bırakmış ve üzerinde onu peri kızı gibi gösteren beyaz bir elbise ile aynanın karşısında kendine bakıyordu. Telaşın hakim olduğu gözleri aynanın üzerinde gezinirken bakışları benim kahvelerime tutunduğunda arkasını dönerek tamamen görüş alanıma girdi. "Lena, nasıl olmuşum? Sanki göğüs kısmı biraz pot gibi duruyor, sence nasıl görünüyor?" diyerek telaşla konuştu.

 

Kahve gözlerim üzerinde dolaşırken, ''Çok güzel görünüyorsun.'' diye mırıldandım. Adımlarımı Gonca ve Dila'nın da oturmuş olduğu koltukların yanına doğru attığımda, Nida'nın kıkırtısı salonda yankılandı. Gonca yüzüme incelercesine bakarken, nasıl olduğumu kontrol ediyor gibiydi bu yüzden ona küçük bir gülümseme verip yanına doğru kuruldum. ''Daha iyi görünüyorsun.'' derken fısıldayarak konuştu.

 

Nida'nın yanında olan irice ve adının ne olduğunu unuttuğum kadın beyaz elbisenin bir kaç kısmına dokunurken ona doğru konuşuyordu. Gözlerimi oradan alarak Gonca'ya çevirdim ve gözlerinin içine baktım. ''Daha iyiyim, teşekkür ederim.''

 

Bana gülümserken, elini koluma götürerek sarmaladı. ''Güzel oldun da, Jay ne zaman gelecek?'' diye sordu Dila ayağa kalkarken. Bakışlarımı ona çevirirken, ilk gün duyduğum tartışma aklıma geldi. Evlenme onunla o zaman, demişti Dila ancak şimdi gördüğüm yüz ifadesi kardeşinin evlenmesini isteyen ve bundan mutluluk duyan birine aitti. Ne çabuk değişmişti?

 

Kabullenmeme gibi bir seçeneği yoktu, diye fısıldadı zihnimdeki ses. Sözlerine karşın kaşlarım hafifçe çatılırken, boğazımı temizleyerek diğerlerinin konuşmasına odaklanmaya çalıştım. ''Akşam geleceğini söyledi, zaten her şeyi ayarlamış.'' derken yüzünü kardeşine doğru çevirmişti. Onun da gözlerinde mutluluğun bir yansıması varken, yüzlerinde koca bir gülümseme vardı.

 

''Neyse ki evin başka bir bölgede değil yoksa seni parçalara ayırırdım.'' dedi Dila. ''Bu sanırım sevinebileceğim bir şey.'' dedi Nida yüzüne yalancı bir kararsızlık kondururken. İkisinin didişmesine karşın dudaklarımın arsından ufak bir kıkırdama kaçarken, kolumu sarmalayan Gonca beni sarsarken heyecanla konuştu. ''Peki ben ne öğrendim?''

 

''Ne öğrendin?'' dedi ikizler aynı anda. ''Düşman sürünün alfası da buraya geliyormuş, tebrik etmek için.'' dedi Gonca büyük sırrı açıklar gibi. ''Ne?!'' derken, Nida üzerindeki elbiseyi önemsemeden yanımıza adımlayıp koltuğun kenarının kolçağına oturdu. ''Sen kimden öğrendin bunu, ben gelin olmama rağmen bilmiyorum.'' dedi Nida merakla. ''Bu bir sır, kuşlarımı asla kimseye söylemem.'' dedi Gonca.

 

''Düşünsenize, adam buradan birine evlenme teklifi ediyormuş.'' dedi Dila gözlerini kocaman açarken. Bu sözleri söyleyen kişinin bu kaderi yaşayacak olması ne garip, zihnimde fısıldanan kelimelerle beraber dudaklarımın arasından istemsizce ''Ne?'' kelimesi firar etti. Üç kızın da bakışları da sözlerimle bana dönerken, kırpışan gözlerimle onlara bakarken ''Ne olur ki evlenme teklifi ederse?'' dedim başka bir konuya doğru atlarken.

 

''Aslında bunu kimse bilmiyor.'' Dila bakışlarını üçümüzde gezdirdikten sonra konuşmaya devam etti. ''Eğer Nergis Hanım kabul etmiş olsaydı bunu öğrenebilirdik ama kabul etmediği için bilmiyoruz.''

 

''Aslında bunu o zamanın yöneticisi ile hiç konuşmamış biliyor musunuz? Sadece adam ve o biliyormuş ona evlenme teklifi edildiğini.'' diye fısıldadı Nida. ''Nasıl yani?'' Gonca'nın fısıldaması ile, üçümüzün de kafası birbirine yaklaşmıştı. ''Yani o zamanın yönetici hiç bir şey bilmiyormuş, Nergis Hanım bir daha buraya dönemeyeceğini düşündüğü için reddetmiş. Ama adamın kim olduğunu öğrenemedim.'' dedi.

 

Senkronize biçimde kafalarımızı onaylarcasına sallarken bunu anlatan kişinin Jas olduğunu biliyordum. ''Peki sonra ne olmuş?'' diye bir ses üçümüzün arasına doğru düştüğünde, üçümüzün de bedeni irkildi. İri kadın bedeni yanımızda durduğunda ben düz bir yüz ifadesine sahipken, kızlar da aynı yüz ifadesini yüzüne yerleştirmişti. ''Beyaz zambaklar uyumlu olur diye düşünüyorum siz ne diyorsunuz kızlar?'' derken yüzündeki ciddiyetle konuştu Nida.

 

''Bunu elbiseni indirdikten ve yemeklerimizi yedikten sonra konuşalım istersen Nida.'' dedi iri beden. ''Hıhım, olur Sessy.'' diye mırıldanarak ayağa kalktı Nida, biz de onu takip ederek ayağa kalktığımızda yemeklerimi almak için kapının oraya doğru adımlamıştık. Nida üzerindeki beyaz elbiseyi indirerek yanımıza giymiş olduğu siyah eşofman takımı ile gelmişti. Yemekler yendikten sonra her şey çok hızlı bir biçimde gerçekleşmişti.

 

Nida'yı uzun bir duşa yollayan beden bize de Nida'nın nedimeleri olacağımızı söyleyerek elimize aynı renk ve tona sahip açık mavi elbiseleri tutuşmuştu. Elbiseleri giyerek tekrardan salona doğru geçtiğimizde ayak bileklerimize takmamız için halhal vermişti. Halhalı ayağıma doladığımda, metalin birbirine çarparak çıkardığı ses içimdeki küçük kız çocuğunu uyandırmıştı. Mavi elbise kalın askılı ve el bileklerime kadar inen tüllerle kaplıydı. Sanırım Nida gibi bizler de birer peri kızlarına dönüşmüştük.

 

Gonca'nın esmer teni üzerinde duran mavilik ona oldukça yakışmıştı. Bende duruşun aksine elbise onun vücudunda oldukça davetkar görünüyordu. Her açıdan... ve Dila ise tıpkı Nida gibi bir peri kızı gibi odanın içinde süzülüyordu.

 

''Çiçeklerim, çiçeklerim yok!'' diyerek telaşla bağıran sesle adımlarımı Nida'nın hazırlandığı odaya doğru attım. Gözlerimin önüne doğru serilen görüntüde, Nida giymiş olduğu beyaz elbisesi ile etrafı dağıtarak çiçeğini arıyordu. Yüzüme doğru gelen yastığı son anda tutarken şaşkınlıkla dolu gözlerim dağılmış odada gezindi. Nida'nın gözleri dolarken yatağının kenarına oturdu, ''Çiçeğim yok.'' derken hüzünle fısıldadı.

 

''Ne oldu burada?'' diye fısıldarken yanıma doğru adımlamıştı Gonca. ''Sanırım çiçeği kayıp.'' derken hareketlenen adımlarım Nida'ya ulaşmıştı. ''Üzülme Nida, başka bir çiçek buluruz şimdi.'' diye konuştu Dila, kardeşine umut dolu gözlerle bakarken. Nida'nın dolu gözleri kardeşinin üzerindeyken hüzünle mırıldanarak, ''Ama elbisem ile uyumlu değil ki diğer çiçekler.'' dedi.

 

Dila'nın gözleri kardeşinin hüzünle bakan kahvelerinde gezinirken zarif boynunu dik bir konuma getirerek kararlılıkla konuştu. ''Tamam beyaz zambak mı istiyorsun, o zaman sana beyaz zambak getireceğim.''

 

Sözleri ile Gonca odanın ortasına doğru adımlayıp konuştu. ''Ormana gitmeyeceksin herhalde, Jay'e söyleriz o getirir.'' Gözlerim her defasında konuşan kişiye doğru çevirirken ona eşlik eden kafatasım sağa sola doğru çevriliyordu. Gitmesi gerek, o ormana gitmesi gerek diye fısıldadı zihnim. Dudaklarım aralanırken kelimler ağzımdan istemsizce dökülüyor ve başka bir sayfanın kapısını aralıyordu.

 

''Beraber gidebiliriz Dila ile.'' dedim. Odanın ortasına doğru düşen kelimelerle bana çevrildi gözler, onlara bakarken istemsizce söylediğim kelimelerle ne olacağını gerçekten merak ediyordum. ''Hem daha önce ormana gitmiştim, geri dönüş yolunu halen hatırlıyorum.'' derken onları ikna edici bir sesle konuşmaya çalışıyordum.

 

Geri dönüş yolunu hatırladığım falan yoktu. Hiçbir şey bildiğim de yoktu, sadece o ormana gitmek için zihnimin içini tırmalayan o sesten bir an önce uzaklaşmak istiyordum. ''Ama..'' diyerek mırıldanan Gonca oldukça kararsız görünürken Nida'nın konuşması ile sözleri yarım kaldı. ''Tamam o zaman, çiçeğim olmadan düğünü başlatmayacağım zaten.''

 

Dila yanıma doğru gelirken odanın çıkışına doğru adımlayıp ormanın içine doğru adımlamıştık. Çıplak ayaklarımın altında ezilen toprak parçacıkları tenime değerken her bir adımımda ses çıkaran halhal ile ormanın içinde dolanan bir su perisi gibiydim. Peri kadar iğrenç bir varlık olman imkansız.

 

Ciğerlerime temiz orman kokusunu doldururken yanımda adımlayan Dila konuştu. ''Sen ne zaman geldin ki ormana?'' derken gözleri karanlık ormanda geziniyordu. Elinde tuttuğu fener ile ormanın içi aydınlanırken oldukça ürkütücü bir görüntüye sahip ormanın içine tedirgin gözleri ile bakıyordu. ''Geçen gün,'' derken kaşlarım çatıldı, ''dün.'' derken bana oldukça uzun gelen sürenin daha dün olması gözlerimi kırpıştırmamı sağladı.

 

''Hmm.'' derken derince yutkundu Dila. Arkadan gelen çatırtı sesi ile Dila'nın ağzından bir çığlık kaçarken kolları hızlıca bedenime dolanmıştı. Benim de gözlerim irileşirken korkuyla titreyen bedenimle boğazımdan titrek bir yutkunma geçti.

 

''Bakın burada kimler varmış? Bir peri ve bir bekçi mi?''

 

Arkamızdan duyulan ses ile beraber üzerimizde olan titreme son bulmuştu ama bunun aksine bu defa soğuk bir sessizlik hakim olmuştu karanlık ormanda. Dila'nın gözleri bana çevrilirken, benim de kahvelerim onun gözlerine tutunmuştu. Kuruyan boğazımla beraber sesin geldiği yere doğru dönerken Dila da beni taklit ederek arkasını dönmüştü.

 

Bu defa gözlerimin önüne serilen görüntüde, üst kısmı çıplak iri bir erkek bedeni karşıladı beni. Uzaktan bile belli olan buz mavisi gözleri yan yana durmuş bedenlerimize doğru bakarken keyifle kıvrılan kalın dudak kenarının düşmesini sağlayan şey genişleyen burun delikleri olmuştu. Bir adım arkaya doğru atarken mırıldandı. ''Hassiktir.''

 

Arkasını bize doğru dönerken bir krize girmiş gibi titremeye başlayan bedeni ile Dila fısıldayarak konuştu. ''Bu adam deli mi acaba?'' Gözlerim adamın üzerinde dolaşırken çıplak gövdesi ve altına giymiş olduğu gecenin karanlığı ile uyumlu pantolonu ile mırıldandım. ''Olabilir, gitsek mi acaba?''

 

''Gidelim, gidelim.'' diye hızlıca konuşan Dila elleri ile sarmış olduğu kolumu salladı. Adam sözlerimizi duymuş gibi bize doğru dönerken büyük bir kararlılık kondurmuş olduğu yüz ifadesi ile maviliklerini gözlerime doğru tuttu. Bana uzun bir süre baktıktan sonra kaşları çatılırken benim de kaşlarım ona eşlik ederek çatılmaya başladı. Aradığı her ne ise o bende değildi.

 

Keskin yüz hatlarında çene kemiğinin üzerinde olan kırmızı ize doğru düştü bakışlarım. Bir adım öne doğru atarken bakışları benden ayrılmıştı. ''Bana bakıyor.'' diye konuşan Dila ile gülmemek için dudaklarımı birbirine doğru bastırmıştım. Ses tonunda hissettiğim şey, başka bir türü keşfetmiş olan birine ait o korkuydu.

 

Adım adım bize doğru yaklaşan iri bedenin gövdesinde sayısız kırmızı izler ışığın etkisi ile görülürken, rüzgarın etkisi ile geriye doğru dülen kumral saçları ile ağır çekimde Dila'ya doğru adımlarken, orman perisi gibi görünen arkadaşımın önünde diz çöktü. Tek dizi toprak zemin ile buluşurken, diğer dizinin üzerine kolunu yaslarken havalanan eli ile Dila'nın ince elini kavramadan önce soru sorar bir eda ile ''İzninizle.'' dedi. Buz mavileri parıldarken, cevap beklemeden kalın dudaklarının önüne getirdiği elin üzerine küçük bir buse kondurduktan sonra konuştu.

 

''Evlen benimle peri kızı.'' dedi. Dila'nın derin yutkunması ıssız ormanda yankılanırken dudaklarımızın arasından senkronize biçimde aynı kelimeler döküldü.

 

''Ha?''

Loading...
0%