Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: “Havva Kızı, Yakut’un Oğlu”

@seleneisadark

Dila'nın önünde diz çökmüş olan adamdan bakışlarımı ayrılmazken onun buz mavisi gözleri sadece Dila'nın elalarına kilitlenmişti. Birbirine tutunmuş olan bakışlarını gözlerimi kırpıştırarak izlerken benim arkamdan duyulan çıtırtı sesi ile onlara doğru kilitlenmiş olan bakışlarımı ayırarak arkama doğru çevirdim.

 

Görmüş olduğum yakut gözler ile şaşkınlık ile aralanan dudaklarım kapanırken kalın dudaklarımın kenarında ufak bir kıvrım oluştu. "Sen de mi geldin?" diyerek önümdeki kurt bedenine bir kaç adımda ulaşarak ince parmaklarımı kurdun başına yerleştirmek için elimi öne doğru uzattım. Ancak ona doğru uzanan elim boşluğa düşerek kurt görüntüsünün içinden kayıp geçerken gözlerimi kırpıştırarak kaşlarımı çattım.

 

''Ben.. yani şimdi gitmem gerekiyor.'' Dila'nın sesini duyarken önümde karanlığın arasında kaybolup giden silüetten bakışlarımı ayırarak tekrardan arkamdaki bednlere doğru çevirdim. Dila gözlerine kadar ulaşmış olan bir mutluluk ile önündeki adama doğru bakıyorken karşısındaki iri beden kalın dudaklarını araladı, ''Adını söyle bana.''

 

Emir verircesine kurmuş olduğu cümle ile kaşlarım alnıma doğru yükselirken Dila gibi sivri dile sahip bir kıza karşı kurmuş olduğu cümle beni gerçekten şaşırttı. Dila da onun kumral saçlarında ve buz maviliklerine bakarken dudaklarının arasından bir nefes verirken, arkaya doğru yürürken konuşmaya başladı. ''Eğer adımı öğrenmek istiyorsan, beni bulmak zorundasın.'' dedi.

 

Arkasını dönerek eve doğru adım atmaya devam ederken benim geride kalan varlığımı çoktan unutmuş gibiydi. Sırtını dönmüş bedenden gözlerini alamayan buz maviliklere ufak bir bakış atıp, toprağı ezen adımlarımı eve doğru atmaya başladım. Dila'nın yanına geldiğimde küçük bedeni titriyordu. Hızlı nefesler alırken, ''Bu da neydi?'' diyerek şokla konuştu.

 

''En çok istediğin şey oldu, sanırım.'' Ona değmeyen bakışlarım önümde uzanan ağaçlardan ayrılmazken titrek ve mutluluk akan sesi ile, ''Evet en çok istediğim şey oldu.''

 

Evlilik burada yaşamaya başlayan kızların ne kadar süre geçtiğini bilmediğim o süre boyunca en çok istediği şeye dönüşmüştü. Bunun, evliliğin benim için garip olduğunu söyleyemezdim, zira bana göre bu evren tamamen garipti.

 

''Onu daha önce burada görmemiştim..'' derken önümüzdeki verandaya doğru adım atıyorduk. ''Eğer önceden görmüş olsaydın zaten şimdiye kadar beklemiş olmazdınız öyle değil mi?'' derken sözlerim bir sorudan çok çıkarım cümlesi gibiydi. İnce dudaklarının arasından ufak bir kıkırtı kaçarken kelimelerime devam ettim. ''O zaman sen de yakında bu evden gitmiş olacaksın.''

 

''Sanırım öyle olacak.'' diyerek ela gözlerini kahvelerime çevirdi. Sözlerime karşın bakışlarında en ufak bir üzüntü ya da hüzün belirtisi yoktu. Bakışlarında görebildiğim tek şey, mutluluktu. ''Ama hala burada yaşayacağım evimi ziyaret edebilirsin'' dedi. Dudaklarım koca bir gülümseme ile kıvrılırken onun adına mutluydum, birbirinden ayrılan bakışlarımız önümüze doğru çevrildi.

 

Birbirini tekrarlayan adımlarımız kapının önüne geldiğinde, kahverengi kapı hızla açılırken Nida'nın bedenini görüş alanıma girdi. Saçlarının uçları dalga şeklinde beline kadar uzanırken kollarına takmış olduğu takı dikkatimi çekti. Birçok renkli ve değerli taşlarla bezeli takı Nida'nın bileğinden başlayarak tüm koluna doğru sarmal biçimde ilerliyorken omuz kısmında bitiyordu.

 

''Nerede kaldınız bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım.'' diyerek hayıflanan bir biçimde konuştu. Bir adımımı içeri doğru atmak isterken elini önüme doğru uzatarak telaşla beni durdurdu. ''Hiç gelmeyin içeri, hemen boşlukta buluşalım.'' dedi. Kaşlarım çatılırken ''Boşluk da ne?'' dedim.

 

''Boşluk evliliğin gerçekleştiği ya da önemli konuşmaların yapıldığı yerin adı. Biz süsleyene kadar boş kalan bir yer o yüzden de oraya boşluk adını verdik.'' dedi Dila arkamdan. Anladığımı belirtircesine bir ses çıkarırken Gonca da elinde beyaz zambak buketi ile Nida'nın yanındaki yerini almıştı. Elinde tutmuş olduğu bir demet beyaz zambağa gözüm kayarken, ''Çiçeğini bulmuşsun.'' dedim. Elalarını yanındaki bedene doğru döndürerek elinde tutmuş olduğu beyaz zambaklara bakarken yüzünde beyaz dişlerini gösteren bir gülümseme oluştu.

 

''Hıhı, Sessy buldu.'' Eliyle arkasını gösterirken, bakışlarımı göstermiş olduğu kısma doğru çevirdim. Dudaklarımın kenarında ufak bir kıvrım oluşurken kahvelerimin gördüğü şey, iri kadın bedeninin karanlığın içine saklanmış olan görüntüsü olmuştu. ''Ah öyle mi Sessy?''

 

Sözlerime karşılık kafasını sallarken, Hmm bu oldukça tuhaf.. diyen zihnimdeki fısıltıyla aynı düşünceleri paylaşıyorduk. Sabah zihnimin bana kurmuş olduğu fısıltı aklıma gelirken bakışlarımı Dila'ya doğru çevirdim. Eğer o ses haklı çıkarsa...

 

''Tamam da seni Jay almaya gelmeyecek mi?'' diyen Dila'dan gözlerim ayrılmazken, düşündüklerime karşın yutkunarak derin bir nefes aldım. ''Jay beni orada bekliyor olacak, yani ben ona doğru yürürken.'' dedi Nida neşeli sesi ile.

 

Kafamı anladığımı belirtircesine onaylayarak sallarken, Dila da beni takip ederek aynı eylemi gerçekleştirmişti. ''Siz neden geç geldiniz?'' dedi gözlerini yan yana durmuş bedenlerimizin arasında gezdirirken.

 

''Dila evlenme taklifi aldı.'' Kelimeler ağzımdan istemsizce çıkarken gözlerimi irileştirerek duraksadım. Kolumda hissettiğim acı ile yüzümü buruştururken Nida ve Gonca ''Ne!?'' diyerek bağırmıştı. Kafamı yan taraf doğru çevirerek sadece dudaklarımı oynatarak Dila'ya doğru bakarken ''Pardon..'' dedim.

 

Sağ elim ile sol kolumu ovalarken şimdiden hafifçe kızarmaya başladığını hissediyordum. ''Nasıl oldu bu? Peki kimmiş?'' diye hızlıca konuşan Nida kardeşinin koluna elini dolarken heyecanla gözlerini irileştirmişti. Dila ondan bakışlarını kaçırırken adımlarımızı ileriye doğru atmaya devam ediyorduk. ''Şey.. bilmiyorum.''

 

''Nasıl yani? Sormadı mı ya da sormadın mı?'' Nida anlamamış gibi belirsizlikle konuşurken ben gözlerimi önümdeki yola doğru çevirmiştim. ''Konuşamadık ki.'' derken umursamaz bir ses tonuyla konuşmuştu Dila.

 

''Tamam kızlar bu kadar konuşma yeter. Nida sen çiçeğini al, siz de üç adım mesafe ile Nida'yı takip edin. Tümseğin üzerinde sadece Nida olacak siz aşağıda diz çökün.''

 

Konuşan beden Sessy olurken onu onaylayacak bir hareket yapmadım. Söylediği gibi yerlerimizi alırken en arkada kalan beden ben olmuştum Dila ortada dururken Gonca en ön sırada Nida'nın arkasındaki yerini almıştı. Nida çiçekleri ile beraber yürümeye, yanımda sadece kadınlardan oluşan bir topluluk vardı.

 

Attığımız her bir adımda arkamıza farklı bedenler sıralanırken karşıdan yürüyen Jay'in arkasından gelen bedenlerde de aynı eylemi gerçekleştiriyordu. Herkesin ayakları çıplak, zemini dövercesine dinginlikle adımlar atılıyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken gür bir ses tüm boşlukta yankılandı.

 

''Her adım birbiriniz için.''

 

İstemsizce bakışlarımı toprak zeminden ayırarak yukarıya doğru kaldırdım. İri beden giymiş olduğu pelerinle tüm gövdesini kapatmışken kafasına taktığı pelerinin şapkası yüzünü tamamen kapatıyordu. Boynunda pelerinin köşelerinin birbirinden ayrılmamasını sağlayan yakut bir broş duruyordu. Pelerinin altında aniden bana çevrilen yakut benzeri gözlerle, adımlarımı toprak zemine değil de yakuta karışmış bir karanlığa atıyordum.

 

Parıldayan kırmızı gözlerle, göğüs kafesimin içinde taşımış olduğum kalp daha şiddetli atmaya başlarken nefeslerim hızlanmaya başladı. Bakışlarımı ondan ayırarak tekrardan toprak zemine bakmaya başladığımda toprak zemine değen parmaklarımı bükerek zemini daha net hissetmeye ve gerçekliğe kavuşmaya başladım.

 

Nida mermerle kaplı tümseğin üzerine, merdivenlerden çıkarak ulaştığında Jay olduğunu tahmin ettiğim iri beden de hemen onun yanındaki yerini almıştı. İri bedenler burada her bir adımda kendini gösterirken bu görüntüye çoktan alışmıştım. Jay'in üst bedeni çıplak, Nida ve kendisinin ortasında duran pelerinli bedenin önünde diz çöktüğünde Nida onu takip ederek diz çökmedi.

 

''Jay Clark, attığın her bir adımda içinde sahip olduğundan bile koruyacak olduğun bedeni ve ruhu kabul ediyor musun?'' Gür ses kelimelerini sıralarken sesi tüm boşlukta ve karanlık ormanda yankılanıyordu. İçimde anlayamadığım bir his boğazımda atmaya başlarken yutkunarak onu gidermeye çalıştım. ''Kabul ediyorum.'' Jay'in sesi pelerinli kişi kadar olmasa da gür bir şekilde yankılandı.

 

''Sen havva kızı, bu kabulü onaylıyor musun?''

 

''Onaylıyorum.'' diyerek titrekçe konuştu Nida. Sesi iki erkeğin aksine titrek ve savunmasızdı.

 

Pelerinli iri erkek bedeni bir elini öne doğru uzatarak, ''Ben ve tüm Yakut Klanı senin onayına şahitlik ediyoruz.'' dedi. Uzattığı elini Jay'in omzuna doğru koyarken, Jay ayaklanarak tekrardan iki ayağının üzerine doğru yükseldi. Biz orada öylece dururken karşımızda duran erkek topluluğuna doğru kaydı bakışlarım, her bir beden sakınırcasına bedenini kırmızı saten bir pelerinle örtmüştü.

 

Bir elini diğer omzuna doğru kaldıran bedenler, belli bir ritimle oraya vurmaya başladılar. Vurdukları şey.. sol göğsünün altındaki kalpleri idi. Onların durduğu noktadan nefes alma ve garip sesler yükselirken tümseğin üzerinde olan iki beden birbirlerine doğru bakmaya başladı. Şimdi fark ettiğim masanın kırmızı saten örtü ile kaplanmış bir örtünün üzerinden yakut işlemeli hançeri avuçlarının arasına aldılar.

 

Nida ne yaptığını biliyormuşçasına hançeri uzatarak Jay'in göğsünün üzerine doğru kaldırırken elaları karşısındaki bedenin gözlerinin içine onay istercesine baktı. Derin bir yutkunma ile sol göğsünün üzerinde kalbine yakın olan o noktada uzun bir kesik açtı. Kesilen yaradan damla damla kanlar süzülürken, Jay de elini uzatarak Nida'nın küçük elini avuçları arasına alarak orda ufak bir kesik açtı.

 

''Bu bir ritüel. Her evlenen birbirleri için kanlarının akmasının sakıncası olmadığını söylemek ister bununla.'' dedi Dila önümde ufak bir mırıltı ile konuşurken. Sözlerini bana doğru söylediğini biliyordum çünkü neden yaptıklarını merak ettiğimi tahmin etmiş olmalıydı.

 

Önümde oluşan görüntüyü izlemeye devam ederken, üzerimde gezinen bakışları hissediyordum ancak kime ait olduğunu bilmediğimden bakışlarımı önümden ayırmadım. Nida, Jay'in kanlı göğsünün üzerine yaralı ve kanların süzüldüğü elini koydu.

 

Bir an için, sanki.. bir ışık hüzmesi o noktada parıldadı ve kayboldu. Bir göz kırpışı kadar hızlı geçen sürede yanılsama oluşurken, Jay Nida'nın elini tutarak dudaklarının üzerine doğru kaldırarak dilini çıkararak Nida'nın avucunu yaladı.Nida'nın yanakları kızarırken Jay'in yüzünde yaptığından memnun olduğunu gösteren bir sırıtış oluştu. ''Diz çökün.'' diyerek arkamdan konuşan beden ile dizlerimi bükerek toprak zeminde oturdum.

 

Artık daha aşağıda, toprak zemine değen dizlerimle duruyorken gözlerim pelerinin altında gördüğüm kırmızı gözlerle kesişti. Üzerinde olan bakışları benden ayrılmazken, onun da bakışları benim kahvelerime tutunmuştu. Birbirine tutunmuş bakışlarımızı Jay'in gür sesi bölerken bakışlarımı onlara çevirdim.

 

''Artık acın acım, sevincin benim tek mutluluğum. Sen havvakızı,'' Jay Nida'nın yüzüne doğru bakıyorken dizlerini bükerek Nida'nın önünde diz çöktü. ''Sen havvakızı boynuma dolanmış olan halatlı urgan, kalbime kelepçelenmiş olan o zincirsin. Artık bir tek senin önünde diz çöker ve bir sana itaat ederim.'' diyerek sesinden bile anladığım o itaatle konuştu.

 

Diz çökmüş olduğu görüntüye arkasındaki dolunay eşlik ederken, ayın ışığı büyüyerek Nida ve Jay'i içine hapsetmiş ve ışığı ile onları ya da bu evliliği kutsamıştı. Jay'in Nida'ya sunmuş olduğu sonsuz itaate herkes şahit olurken Nida Jay'in çenesine elini koyarak kafasını kaldırdı ve daha sonra ayağa kalkmasını sağladı.

 

''Ha, ha, ha!'' Karşı tarafta erkeklerin olduğu toplulukta sesler şiddetini artırarak devam ederken, sesler göğüslerine her bir vuruşlarında çıkmaya devam ediyordu. Seslerin arasında Nida'nın sesi onlara eşlik etmeye başladı.

 

''Sen yakutoğlu kalbime işlenmiş o ilmek, alnıma yazılmış tek isimsin. İtaatini kabul eder ve sana bağlanmaktan büyük bir onur duyarım.'' diyerek konuştu.

 

Nida'nın konuşmasının ardından Jay'in gözlerine kadar ulaşan bir mutluluk hakim olurken alnını artık karısı olduğu bedenin alnına yaslayarak gülümsedi. Elimi kaldırarak birbirine çarparken, bir ritimle alkışlamaya başladığımda bana çevrilen şaşkın gözleri hissedebiliyordum ancak bu beni durdurmadı. Dila ve Gonca da bana eşlik ederken tüm kadınlar da artık önümüzde olan manzarayı alkışlıyordu.

 

 

🐺🐺

 

 

 

Bir süre sonra herkes dağılmıştı Nida ve Jay ortalıktan kaybolmuştu. Nereye gittikleri ise.. sanırım belliydi değil mi? Gözlerim bedenlerin arasında geziniyorken bana doğru yürüyen Hard'ın iri bedeni ile gülümsedim. ''Ya, ben de sana bakıyordum.'' Mor gözleri parıldamaya başladı, üzerinde olan kırmızı örtünün tamamen örttüğü beden adımları sayesinde çoktan yanıma ulaşmıştı. ''Neden arıyordun ki beni?'' diye konuştu.

 

''Arkadaşlarımla tanıştıracaktım seni, sen de benim arkadaşımsın artık bu yüzden diğerleri ile tanışmanın vakti geldi.'' dedim neşeyle. Onun sarıya yakın kaşları şaşkınlıkla yukarıya doğru havalanırken, ben açık kahvelerimle etrafa hızlıca bakış attım. Dila ve Gonca'nın birbirine yaklaşan bedenleri görüş alanıma çoktan girmişti. ''Bak oradalar gel hadi.''

 

Ona dokunmazken benim ileriye doğru hızlıca attığım adımları takip ettiğini biliyordum. Karşıya bakan kahvelerimde Dila bir eliyle beni gösterirken, Gonca'nın da bakışları da onun işaret ettiği noktayı takip ederek buraya, benim gözlerime doğru çevrilmişti. Gergin insan topluluğunun arasından attığımız hızlı adımlarla hızlıca onların yanına gelmiştik.

 

Hard'ın bir adım arkamda durduğunu hissederken, ''Nereye kayboldunuz?'' dedim. Dila'nın alarında titrek bir umutsuzluk peyda olurken ince dudaklarını büzerek mırıltıyla konuştu. ''Bakınıyorduk etrafa işte.''

 

Bakındığı ya da daha doğrusu aradığı kişinin ormanda gördüğümüz buz maviliklere sahip olan o kişinin olduğunu biliyordum. Ona her ne kadar kendisini araması gerektiğini söylemiş olsa da içten içe onu tekrar görmenin arzusu bedeninde hareketliliğe neden olmuştu.

 

''Sabahtan beri oradan oraya koşturup duruyoruz ama aradığı şeyi daha bulamadık sanırım.'' Gonca'nın sesi hayıflanırcasına çıkarken arkada tahta masanın üzerinde olan kadehlerden bir tanesini eline alan Dila tek seferde onu bitirip sertçe masaya tekrardan koydu. ''Aradığın her ne ise sana bulmanda yardımcı olacak birini getirdim. Kızlar bu Hard.'' derken bir adım arkamda duran iri bedeni, benim bedenimi tamamen kapatmış olan Hard'i işaret ederek konuşmuştum.

 

Gonca'nın bakışları arkamdaki bedene değerken Hard'in gerilen bedenini hissedebiliyordum. Bu benim kaşlarımı çatmama neden olsa da bunu umursamadan boğazımı temizleyerek dikkatimi konuşan Dila'ya çevirdim. ''Acaba buralarda, oldukça beyaz ama bak oldukça beyaz tenli ve buz mavisi gözlere sahip birini görmüş olabilir misin?''

 

Hard öne doğru hızlıca bir adım atınca iri bedeni yanıma doğru gelmiş ve şokla sarsılmama sebep olmuştu. ''Ne dedin sen!?'' diyerek hiddetle konuşurken bir an için Dila'nın koluna parmaklarını dolayacak ve sarsacakmış gibi hissettim. Ancak bunu yapmadı havalanan elini saçlarına doğru götürerek çekerek sıvazlarken, üzerimde hissettiğim bakışlarla etrafıma hızlıca göz gezdirdim.

 

Boşluk'taki tüm bakışlar bu yöne doğru çevrilmişti. Dila'ya çevrilmek istenen tüm bakışların sahibi buradaki erkek topluluğu olurken bazı iri kadın bedenleri de aynı şaşkınlığı yaşıyordu ancak geriye kalan topluluk onların buraya bakmasının şaşkınlıklığını yaşıyorken neler olduğunu gerçekten merak ediyor gibilerdi.

 

Dediğimiz oldu işte.. Fısıltının söyledikleri ile yanımda dikilen Hard'e doğru çevirdim bakışlarımı. ''Neler oluyor?'' derken üzerimizde olan bakışlara tedirgince bakıyordum. Gonca'nın bakışlarının ağırlığı da üzerime doğru çevrilirken dün akşamki konuşmanın ikimizin de zihninde örümcek ağları ile belirmeye başladığını biliyordum.

 

Mor gözler bana doğru dönerken burnundan sertçe bir nefes vererek sakinleşmek adına dudakları arasından nefesler almaya başladı. ''Bir şey olmadı, hayır. Sadece biz burada safir gözlere çok rastlamayız.'' Bakışları, Dila'nın gözlerine doğru çevrilirken devam etti kelimelerine. ''Safir Klanı hariç tabi.'' derken bunun benim anlayamacağım bir şey olduğunu lakin yanımda duran iki kızın bu sözlerle kesilen nefesleri ile pek de iç açıcı bir şey olmadığının farkındaydım.

 

''Ne?'' diyerek fısıltı ile konuşan Dila'ya dönen bakışlarımda belirsizlik oluşurken, gözlerinde şaşkınlık hakimiyet sürüyordu. Titreyen ellerini sıkıca birbirine kenetlerken boğazında oluşan hareketlenme ile yutkunduğunu anladım. ''Safir Klanı da ne?'' diyerek konuşurken gözlerim iki kız arasında dolanıyordu.

 

''O düşman klan, yani diğeri işte.'' dedi Gonca duyulmayacak bir mırıltı ile. Anlayamadığım yüz ifademden belli olurken bu defa konuşan kişi Dila olmuştu. ''Nesrin Hanım'ın hiç olmayan evliliğinin olduğu klan.'' derken gözleri toprak zemine kilitlenmişti Dila'nın.

 

Derin bir nefesi ciğerlerime dolduruken zihnimin içinde sevinç nidaları atan fısıltıları durdurmak istedim, atılan sevinç çığlıkları gerçekliğimi yitirerek tüm odağımın kafamın içine çevrilmesini sağlıyordu. ''Hemen Marc'ın yanına gitmeliyiz.'' diye konuşan Hard'in sesini uzaktan ve boğuk bir şekilde duyarken gözlerim Dila'dan ayrılmıyordu. Göğüs kafesimin içinde hissettiğim şiddetli ağrı ile yüzüm hafifçe buruşurken verdiğim her bir nefes benim kulaklarımda şiddetli bir gümbürdeme ile duyuluyordu.

 

''Gi.. gitmeli.. gidelim Lena?''

 

Duyduğum ses ile gözlerim Dila'dan ayrılırken göğüsümde oluşan şiddetli ağrının sızısı bile yoktu bedenimde. Bu şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırmama neden olurken ifadesizce duran Dila'nın yanına adımlayarak kolumu gövdesine sardım. Önümüzde sertçe adımlayan Hard'in bedenini takip etmeye başladık.

 

Sırtımızı delip geçen gözlerin varlığı tenime ilmek ilmek işlenirken attığımız her bir adımda o ilmekler sertçe sökülerek yok oluyordu. Karanlık ormana doğru attığımız adımlarda, toprağın üzerindeki baskımızı aydınlatan şey şenlik için ağaçlara asılan fenerlerdi. Bununla beraber görüş açımızı tamamen kapatan çalı görüntüsü ile havalanan ayaklarım duraksarken, bakışlarımı çevirdim. Çalının arkasından duyulan sese dikkat kesildim.

 

''Hard neden Safir'e ait olduğunu götürmüyorsun? Böylece ben de ait olduğum ile vakit geçiririm.''

 

Tümseğin üzerinde sert ve güçlü bir tonda duyulan ses şimdi dinginlikle karanlığın içinde yankılanıyordu. Çalıların önüne kadar attığım adımlarda fısıltılar beni takip ederken duyduğum ses zihnimin sakinleşmesini ve sessizliğin hakim olmasını sağlamıştı.

 

''Hadi seni aradığın şeye götürelim.'' derken Hard, Dila'ya doğru konuşurken bir eliyle diğer tarafta kalan ormanı işaret ediyordu. ''Peki ya biz?'' derken sesimde gözle görülür bir şaşkınlık vardı.

 

''Siyahlı benimle geliyor ve sen de, sanırım kurucu seninle konuşacak.'' derken ses tonu oldukça keyifli idi. Gözlerim şokla irileşirken Gonca'ya dönerek fısıltı ile konuştum. ''Ne yapacağım ki ben?''

 

''Konuş.." derken şokla titreyen bedenime bakıp devam etti. "Ya da konuşma.'' derken gözleri çalıların arkasına ve bana doğru çevrilmişti Hafifçe kıkırdarken Hard'in yanında yerini almış ve Dila'nın girmiş olduğu transla beraber adım adım Safir'e doğru yürümeye başlamışlardı.

 

Çalıların önünde sadece ben kaldığımda dudaklarımın arasından bir nefes vererek ellerimi sıkıca birbirine kenetledim. Kendimce bir şey olmadığına dair telkinlerde bulunduğumda, ''Daha ne kadar orada duracaksın?'' diye konuşan ses ile adımım kendiliğinden çalıların arasından geçerek diğer tarafa çalıların ardına doğru çevrildi.

 

Elim ile kenera çektiğim çalıların arasından geçerken artık önümde, gözlerimin önüne serilen farklı bir görüntü vardı. Burada, gözlerimin önüne serilen görüntüde gözüme ilk çarpan şey masanın üzerine serilen kırmızı örtüde hazırlanmış sofra olmuştu. Hazırlanan yemeklerin sıcaklığı üstünden çıkan dumanlardan bile görünürken gözlerim kırpılarak diğer yöne, masanın diğer ucundaki ayakta dikilen bedene doğru çevrildi.

 

''Merhaba Madam, ben Marc.'' Bana adım adım yaklaşan beden parıldyan kırmızı gözler ile ilerlerken gözleri yakutun ışıltısıyla bakıyordu. Ölü toprağın üzerinde attığı her bir adım kalbimin şiddetle çarpmasını sağlıyordu. Pelerini artık omuzunda değildi çıplak gövdesi dolunayın altında parıldıyordu, giymiş olduğum elbise çıplak bırakılan tenimi titretirken bedenimden bir ürperti geçti.

 

Önümde duran bedene kafamı kaldırarak bakarken bakışlarım artık benim kontrolümde değil gibiydi. Şiddetle çarpan kalbim gibi bakışlarımı da kontrol edemiyordum. Gözlerini düşürerek göğüs kafesimin üzerine doğru saliselik bir bakış atarken burnımdan verdiğim nefesler titrekleşmeye başlamıştı.

 

Bir heykeli andıran görüntüsü ile önümde dimdik dururken beni tamamen sarmalayarak yok etmek isteyen vahşi bir hayvanı andırıyordu. Sol gözünün üzerinde uzunca bir yarık vardı ama bu bakışlarına gölge düşürmemiş ve daha şiddetle parıldamasını sağlamış gibiydi. Yüzünü inceleyen bakışlarım keskin çene hattının üzerinde gezinirken gözlerim tekrardan ışıldayan gözlere çevrildi.

 

Ufak bir rüzgar estiğinde siyah tutamları dalgalanırken burun delikleri hafifçe genişledi, kısılan gözleri ile beraber bakışları bana tutunmuşken kalın dudaklarını tekrardan araladı. ''Sizin bir adınız yok sanırım?'' diye konuşurken kırmızıyla parıldayan bakışları keyifle dolmuştu benim kahvelerimdeydi.

 

''Şey..'' diyerek söze başlarken çatallanan sesimi boğazımı temizleyerek giderdim. ''Adım Lena.'' dedim. Bunu sanki biliyormuş gibi kafasını sallarken, bir elini öne, bedenimin önüne doğru uzattı. "İzninizle..'' diyerek bakışlarını ellerime doğru indirdi. Bir elimi havalandırarak ona doğru uzatırken uzun parmaklarımı avuçları arasına almışken göğüs kafesimin içinde titreşen kalbim durdu, ağacından süzülerek yere düşmek üzere olan yaprak hareketlenmeyi kesti.

 

Birbirine tutunan elimizle zaman akmayı buraktı.

 

Ve gözleri gözlerime çevrilmişken, kafasını eğerek dudaklarının baskısını elimin üzerinde hissettiğimde kalbim tekrar atmaya ve dalından düşen yaprak hızlıca yere düşmeye başladı. ''Memnun oldum, Lena.''

 

Dudakları elimin üzerinden ayrılırken bakışları bir an için öptüğü noktadan ayrılmamış ve dudaklarının kenarında ufak bir kıvrım oluşmuştu. Elimi avuçlarının içinden çekip aldığımda gözleri ellerimizin birbirinden ayrılmış olduğu o noktadan ayrılmamıştı.

 

Ondan ayrılan bakışlarımı arkaya doğru, hazırlanmış olan masaya doğru çevirdiğimde bakışlarımı takip eden varlığını hissedebiliyordum. ''Sanırım birini bekliyordunuz.'' derken sözlerim hemen gitmemi söylemesini istiyor gibi çıkmaması için dua etim.

 

''Ah, evet.'' derken benden bir adım uzaklaşarak, iri bedeniyle masaya doğru yürümeye başladı. ''Ancak beklediğim kişi bir hayli gecikti. Neden onun yerine bana siz eşlik etmiyorsunuz, Madam?'' derken gözlerim her bir adımında gerilen omuzlarında dolanıyordu.

 

İri bedeni burada hüküm süren tüm varlıklardan daha kudretliyken adım atmış olduğum topluluk benzeri yerde daha uzun yaşayabilmek, için bir adımımı öne doğru attım. ''Ah, tabi.'' dedim.

 

Sözlerimle beraber elleri masanın yanında olan sandalyeye geçerken bedenimi hızlıca hareket ettirerek sandalyeyi çekip oturdum. Onun tersi olan yere masanın en başına oturmuşken o yan tarafta olan kısımda tutmuş olduğu sandalye ile bana bakakalmıştı. Gözlerimi kırpıştırarak ona bakıyorken, ondan yayılan duyulması zor olan hafifçe kıkırtıda bakışlarımı ondan ayırarak masaya doğru çevirdim.

 

Gözlerim masada gezinirken hazırlanmış bir çok çeşit et yemeğinde gezinirken, buraya gelmiş olduğum andan itibaren ilk defa gördüğüm sebze yemeği ile dudaklarımı araladım. Kokusunu oturduğum noktadan bile aldığım yaprak sarması bana masanın baş köşesinden göz kırparken çocukluğumdan itibaren uzunca bir süredir yemediğimi daha yeni hatılıyor gibiydim.

 

Masadaki yaprak sarmanın varlığı ile dudaklarımı aralayarak, "Ah siz de sever misiniz?'' dedim masum bir ses tonuyla. İri eli masanın uzak noktasındaki sarmaya doğru uzanarak onu kavradı. ''Evet severim.'' diyen sesini duyduğumda, bakışlarım yaprak sarmasının olduğu tabaktan bir an bile ayrılmıyordu. Yaprak sarmasının olduğu tabağı tabağımın olduğu noktaya doğru uzatırken aynı zamanda içinde olan kaşıktan servis de etmeye başlamıştı. Tabağımın içine koyduğu bir kişiye göre fazlaca çok olan yaprak sarmasının yeterli geleceğini düşünmüş olacak ki kendi tabağına yönelerek üç tane yaprak sarması koydu.

 

Bakışlarımın ağırlığı onun üzerindeyken duraksayan elleri ile tabağına bir tane daha katarak boğazını temizledi ve servis tabağını tekrardan yerine kattı. ''Sanırım bu yıl sadece siz gelmişsiniz.'' derken tabağına doğru bakışlarını düşürdü. ''Evet, sanırım öyle. Ancak geri kalanının nereye gittiğini bilmiyorum.'' diyerek normalce konuşarak yaprak sarmasından çatalıma alarak yemeye başladım.

 

''Ah büyük ihtimalle diğer klanlarda olmalılar. Zümrüt Klanı, bu sene fazlaca havvakızına ev sahipliği yapmış.'' derken ağzında aldığı yaprak sarmasını yavaşça çiğnemeye başladı. ''Başka hangi klanlar var peki?''

 

''Ah, Zümrüt, Safir, Elmas ve Yakut.'' derken yüzü hafifçe buruşurken ağzında olan lokmayı sertçe yuttu. ''Bizim olduğumuz Klanın adı Yakut, aynı zamanda Yakut Klanı nesillerdir tüm Klanlara önderlik ve liderlikte bulunur.'' Sözlerini sakince söylerken tabağına aldığı eti bir beyefendi gibi kesmeye başladı.

 

Kafamı onaylarcasına sallarken durumun garipliği umrumda değil gibiydi. Durumun garipliği.. Kafam karışırken bakışlarımda sorgulama oluşmaya başlarken konuşmaya başlaması ile tüm düşünceler bir toz bulutu gibi dağılmaya başladı. ''Nasıl peki, umarım rahatsız hissettire.. rahatsız olduğun bir yerde değilsindir?''

 

Bakışlarım tabağıma doğru düşerken mırıldandım. ''Hayır, rahatsız olduğum bir yerde değilim teşekkür ederim, ilginiz için.''

 

Herkese karş bu ilgiyi gösteriyor muydu acaba, buraya gelen tüm kızlara karşı aynı ilgiye ve meraka sahip miydi? Ağzımdaki yaprak sarması boğazımda garip bir tada neden olurken bunun nedeni ben de bilmiyor gibiydim.

 

''Güzel sevindim o zaman.''

 

Bakışlarımı ona çevirmeden yemeğime devam ederken göğüs kafesimde titrekçe duran soluğum ile tabağıma bakmaya devam ettim. Boğazını temizlerken ben de derin bir nefesi ciğerlerime çekip merak ettiğim konuyu açıklığa kavuşturmak için konuştum. ''Peki şimdi Dila'ya ne olacak?''

 

''Bir şey olmayacak, Safir Kalanı havvakızını gideerken yanında götürecek.''

 

''Ama bu.. yani bu kadar kolay mıydı?'' derken Nesrin Hanım'ı düşünüyordum. ''Kolay mıydı diyerek ne sormayı amaçlıyordun güzel Lena?'' dedi bakışları tabağındayken.

 

''Yani öylece gidecek mi?''

 

''Evet öylece gidecek.'' dedi iştahla etini çiğnerken. ''Peki ya onu tekrar görebilecek miyim?'' dedim bakışlarımı keskin yüz hatlarında gezdirirken. ''Onu tekrar görmek mi istiyorsun?''

 

''Elbette onu görmek istiyorum. O benim arkadaşım.'' derken heyecanla konuştum. Bakışlarını benden alıp karanlık ormana doğru çevirdiğinde ifadesizlikle mırıldandı. ''Garip eskiden bu kadar yakın değildiniz.''

 

''Ne dediniz?'' diye konuşurken bedenimi masaya doğru eğdim. ''Ah, bir şey değil kendimce konuşuyordum. Eğer görmek istiyorsan göreceksin, bu konuda endişelenmene gerek yok.'' dedi kırmızı gözlerinde anlamadığım bir ifade ile bana bakarken. Dudaklarım kıvrılırken gözlerim kısıldı, bakışlarının ağırlığını dudaklarımda hissederken bedenimde ufak bir gerginlik oluştu.

 

Bakışlarım kırmızı masa örtüsünde gezinirken bugün her şeyin kırmızı olduğu aklıma geldi. ''Fazla kırmızı..'' diyerek kendimin bile duymayacağım bir mırıltı ile konuştum. ''Kırmızı evet, sevmez misiniz?'' dedi.

 

Söylediklerine karşın duraksarken Cephe'de görmüş olduğum kanlı bedenleri hatırladım. Ama buna rağmen kırmızının bendeki yeri belirsizdi, kanlı bedenler artık bende alışkanlık adı verilen kötü bir nedene sebep olmuştu. ''Aslında pek bir şey diyemem kırmızı ile ilgli. Ama sizler çok seviyorsunuz sanırım.'' dedim.

 

''Ah sevmemek gibi bir seçeneğimiz olduğundan dolayı biraz da. Biz Yakut Klanı'yız bu yüzden de her şey kırmızı.'' dedi. Gözlerim gözlerine doğru çevrilirken, kırmızı gözlerinin anlamını artık biliyordum. Kırmızı gözler onların soyundan gelenler için bir mücevherdi.

 

''Anlıyorum.'' diyerek kafamı salladım. Bakışlarım onun gözlerinden ayrılmazken beni içine doğru çeken o sonsuz döngüyü başlatmış gibiydim. ''Peki ya hayvanınız var mı? Mesela kırmızı gözlere sahip bir kurt gibi.'' dedim.

 

Siyaha boyanmış kaşları alnına doğru yükselirken bir dudağının kenarında kıvrıma neden oldu ama işaret parmağını oraya götürerek kaşıyarak bu görüntüyü yok etti. ''Hmm, olabilir. Ne de olsa biz hayvanları seven bir topluluğuz.'' dedi. Bakışları bana doğru keyifle bakıyorken her şeyden uzaklaşmış ve onunla oturup yemek yiyen normal bir kızdım.

 

''Aslında ben dün öyle birini görmüş olabilirim. Oldukça sevimli bir hayvan.'' derken onun yırtıcı bir hayvan olduğunu unutmuştum. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda kafamı aşağıya doğru eğerek alttan bakışlarımla yüzüne baktım. Dişlerini gösteren bir gülümseme yüzüne ev sahipliği yapmışken arkada duyulan gürültülü seslerle beraber ayaklandı.

 

Yakut bedenini ayaklandırarak masadan uzaklaştı ve bedene doğru ifadesizlikle baktı. Işığın aydınlattığı ormanda önümüze serilen görüntüde kumral ve buz mavisi gözlere sahip beden görüş açıma girdiğinde hızlıca sandalyeyi iterek ayaklandım.

 

Oldukça sinirli bir yüz ifadesi ile Yakut'a doğru yürüyorken öfkeyle bağırarak konuştu. ''Ona ne söyledin!?''

 

Yakut'un önüne geldiğinde masadan bir kaç adım uzakta ve öfkeyle harmanlanmış safir gözlerinde hüzün vardı. ''Ona ne söyledin de benimle gelmek istemiyor'?? derken gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Gözlerindeki hüznün sebebi Dila ve öfkesinin sebebinin Yakut olduğunu anlamam bu cümle için yeterli olmuştu.

 

''Ona bir şey dediğimi de nereden çıkardın. Senden uzaklaşması için ona bir şey söylemem gerek yok Safir.'' derken biraz öncenin aksine ifadesiz bir ses tonuna ve katı bir yüz ifadesine sahipti. Safir burnundan sert soluklar alırken çıplak gövdesinde irili ufaklı kırmızılıklar daha da irileşmeye başlamış ve damarlarının altında görünen normal bir insanın sahip olduğu mor rengin aksine parıldayan bir maviliklerin belirginleşmesini sağlamıştı.

 

Sinir kat sayısı daha da artmaya başlarken buz mavilikleri Yakut'un üzerinden ayrılmadı, boğazından anlayamadığım bir hırıltı yükselirken oldukça hayvani ve vahşi bir grüntüye sahipti. ''Kuralları biliyorsun havvakızı burada.'' diyerek gözlerini indirerek Safir'in gitgide belirginleşen tuhaf damarlı gövdesine bakarken konuştu Yakut.

 

Onlara halen bakıyorken ''Sakinleş.'' diyerek emir verircesine konuşması ile Safir bir anda ve biraz önce olan şeyler hiç yaşanmamış gibi normale döndü. Bakışlarındaki öfke yerli yerinde duruyorken, yüz ifadesi dingindi. Ama buna rağmen gözlerindeki hüznünü saklamak için çabalıyor gibiydi. ''Bana sakin olmamaı söylemeden önce benim kızımın beni neden istemediğini anlat bana.'' dedi.

 

Ona bir açıklama sunulmasını istiyordu. Alt dudağımı üst dişlerimle ezerken Dila'nın ilk geldiğimde bana söyledikleri aklıma geldi. ''Ben de Gonca gibi düşünüyorum, eğer ben Nesrin Hanım olsaydım kabul ederdim. Evet buradan uzaklaşacağım ama bana bağlılığını adamış birini sadece bu sebepten ötürü reddedecek de değilim.''

 

Ama bunu yapmıştı, onu reddetmişti. Buna neden olan en büyük sebebin kardeşi olduğu gerçeği gün gibi ortadayken Safir'i bugün reddederek bir daha görmemek ve evlenmemek uğruna bunu göze almıştı.

 

''Ben..'' diyerek konuşunca, gözlerimin önünde olan Yakut'un çıplak sırtı sesimin duyulmasıyla gerilmişti. ''Ben aslında neden reddettiğini biliyorum.'' dedim.

 

Safir'in bakışları bana dönmezken Yakut'un gözlerine doğru bakmaya devam etti. Kelimelerimi duyduklarını biliyordum ama tepkisizlikten ötürü çıplak ayaklarımla bir adım onlara doğru atarken beni görmelerini istemiştim.

 

''Söyle bakalım güzel Lena. Sebebi neydi?'' derken gözlerini bana doğru çevirdi. Kırmızı gözleri artık ifadesizlikle bakmıyor ve garip bir parıltı ile doluyken benim konuşmamı bekliyordu. ''Şey sebebi buraya bir daha gelemeyecek olması olabilir.'' dedim onun gözlerine doğru çekingenlikle bakarken.

 

''Ama böyle bir şey yok.''derken bana doğru baktı. ''Bunu sen de söyledin, neden böyle düşünüyorsunuz bana açıklar mısın?'' derken bana doğru bir adım atarak konuştu. İri gövdesi önümde duruyorken, çıplak olan sert karın kaslarına bakıyordum artık. Yanaklarım kızarırken kahvelerimi oradan hızlıca çekerek gözlerine doğru baktım.

 

''Şey sanırım eskiden burada yaşayan bir kadından dolayı, şimdi yaşamıyor artık.'' diyerek telaşla konuştum. Eğer bu işe karışırsam ve sessizliğimi bozarsam belki de artık burada ve Klan adını verdikleri yerde kalmamı istemezdi. Ellerimi sıkıca üzerimde kıyafetin tülüne tutunduğunda bana doğru adım atarak anlayışla konuştu.

 

''Bir şey yok. Sadece neler olduğunu merak ediyoruz.'' dedi. ''Yeterince vaktimiz var, yavaşça anlatabilirsin.'' diyerek ses tonundaki sakinlikle devam etti.

 

''Ah kendi adına konuş.'' diyerek huysuzca konuşan Safir'e bakmadan önümdeki kırmızı gözlere bakmaya devam ettim. Kalın dudaklarım aralanırken bildiğim her şeyi tek seferde sıraladım.

 

''Burada toplu evde Nesrin Hanım diye biri varmış ve bu kadın oldukça yaşlıymış. Ben buraya gelmeden üç gün önce vefat etmiş ve o kadına düşman sürüsen biri evlenme teklifi etmiş. Evlenme teklifi eden kişinin kim olduğunu bilmiyorum, gerçekten. Ama Nesrin Hanım kızlara evlenmemesinin sebebinin buraya bir daha dönemeyecek olmasının olduğunu söylemiş.'' dedim.

 

Gözleri bana bakıyorken biraz önceki anlayışlı ifadesi halen yerindeydi, dudaklarının kenarında olan bir gülümseme oluşurken kafasını çevirerek Safir'e doğru baktı. ''Sanırım birileri burada akılalmaz oyunlar oynuyor.'' derken buz gibi bir ses tonu ile konuştu. tülün açıkta bırktığı tenim üşümeye başlarken kollarımı sıkıca gövdeme doğru sardım.

 

Ben yeni geldiğim bu evrende sessizlikle yaşamaya çalışıyorken kendi aralarında olan çatışmaları önemsemedim. Eğer yaşamaya ve nefes almaya devam etmek istiyorsan sessizlikle bütünleşmelisin küçük kızım.

 

 

 

 

 

 

 

Selamlar güzelliklerim..

 

Yeni bölümümüz nasıldı? Umarım severek okumuşsunuzdur. Yaprak sarmasını yazmasam olmazdı..

 

Marc'ın nezaketi ve Safir'in öfkesi..

 

Sizce Lena sessizce yaşamak istiyorum diyerek ne demek istiyor? Kimin için bu sessizlik? Bu sessizliği Dila için geçerli değil gibi..

 

Bölümü yıldızlamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayınn..

 

Beni takip eder ve diğer kitaplarıma göz atarsanız çok sevinirim..

 

Seviliyorsunuz...

Loading...
0%