@selensuna_
|
Herkese selamlar. Bu benim ilk kitabım, bu yüzden hatalarımı maruz görürseniz sevinirim. Eğer bu bölüm sıkıcı gelirse de -ki gelebilir- diğer bölümü bekleyin. Çünkü şu an konuya giriş yapıyorum. Şimdiden iyi okumalar🫶 Hayvanlar nefret etmez. Sadece onlara zarar verip vermeyeceğinizden korkarlar. Peki ya insanlar? Onlar da mı korkar? Bana göre cevap: Hayır. İnsanlar, ortada bir sebep yokken de sizden nefret edebilirler. Bu nefret siz doğmadan önce de başlayabilir, siz doğduktan sonra da… Nefret nedir bilir misiniz? Bunun ne demek olduğunu bana doğduğum andan beri nefreti, iliklerime kadar işleyen sayesinde biliyorum. Babamın babası olan dedem maalesef hayata gözlerini yummuştu. Bu yüzden de bütün mirasını bize bırakmıştı. Bu küçük ve tatsız anıların olduğu evden ve şehirden kurtuluyorduk. Bu şehirde ve evde tamı tamına on altı yıl geçirmiştim ve tüm kötü anılarımı da biriktirmiştim. Tekirdağ... İstanbul’a götürmeyeceğimiz çok eşya vardı. Bu yüzden bizim için gelen nakliyat kamyonu küçüktü. Ayrıca eski arabamızla yapacağımız son yolculuk gibi duruyordu. Ben kardeşlerimle kaldığım odamıza son kez bakarken düşünüyordum bütün bunları. Annemin bana seslenmesiyle hayal dünyasından ayrıldım. “Melis ben markete gidip yiyecek ve içecek bir şeyler alacağım. Duru ve Tuna’ya dikkat et.” Elindeki anahtarı bana doğru attı. “Dikkat ederim.” Arabanın anahtarını cebime koydum. O sırada salondaki Duru çığlığı bastı. Yüzümü buruşturup ellerimle iki kulağımı da kapattım fakat bu önlemler Duru’nun ikinci çığlığı duymamamı engelleyemedi. “Tuna! Saçımı bırak!” Koşar adımlarla salona girdiğimde gördüğüm şey karşısında donakaldım. “Kolumdaki diş izlerini görmedin galiba abicim.” Evet, yangına körükle gitmekte Tuna gibi olmayın. “Ablacığım diyecektin galiba.” Bu sefer de Tuna’dan bir çığlık. Ne yapıyordum ben? Onları durdurmam gerekiyordu. Salonun kapısından onların yanına ilerledim. İkisinin ortasına geçip Duru’yu sol tarafıma, Tuna’yı ise sağ tarafıma aldım. “Evin son kavgasını da yaptığınıza göre düşün önüme. Arabaya gidiyoruz.” Tuna hoşnutsuz bir ergen olduğu için konuşmaya başladı. “Sen kimsin Melis? Sen bana nasıl emir veri…” Kafasına ufak ama tehditkâr bir şaplak indirdim. “İki yaş da olsa ablanım Tuna,” dedim. Az önce de söylediğim gibi Tuna bir ergen olduğu için tam bir salak. Nakliyecilerin işi bitmişti. Bu yüzden evin kapısını son kez çekip kapıyı kilitlemem ve evin anahtarını ev sahibine teslim etmem gerekiyordu. Duru koridordan salona yani yanıma gelmişti. “Hadi abla! Valla seni burada bırakıp gideriz.” Koridordaki Tuna konuşmamıza maydanoz oldu. “Ben bırakırım.” Duru ile birbirimize bakıp gülerek göz devirdik. Anahtarı teslim etme işini Tuna’ya kitledim ama karşılığında ise yolculukta ön koltuğu ona verecektim. Banyonun önünde Duru’nun dudak nemlendiricisini yüzündeki neredeyse her yere sürmesini bekliyordum. “Hadi ama Duru. Annem kızacak. Acele et.” Göğsümde birleştirmiş olduğum kollarımı serbest bıraktım. “Bir nemlendirici ile neler yapılır biliyor musun? Far, allık, ruj bazı insanlar kapatıcıdan önce bile sürüyor. Ayrıca makyaj çantamı valize koymam benim hatam değil.” Kolundan tutarak onu kapıya doğru sürükledim. “Arabada devam edersin.” Duru’nun yakarışlarını duymadan ilerlemeye devam ettim. “Tuna biz çıkıyoruz. Kapıyı kilitle ve anahtarı ev sahibine teslim et,” dedim. “Tamam he veririm.” Şu ergenus Tuna bir gün elimde kalacak ama hadi hayırlısı. Üçümüz de merdivenlerden iniyorduk. Ev sahibimizin evi bizim alt katımızdaydı. Tuna’yı orada bırakıp Duru ile ben sonunda binadan çıkış yapmayı başarmıştık. Annem arabanın önünde elinde poşetlerle bizi bekliyordu. Aha şimdi sıçtım gülüşüyle anneme yaklaşıyordum. “Ne yapıyorsunuz yukarıda kaç saattir?” Gözümle Duru’yu işaret ettim. Duru ona baktığımı anlayınca bana döndü. “Ne ya? İspikçi!” Koluma vurup kaçmıştı. İkisi ile de laf dalaşı dışında hiç kavga etmemiştim. O yüzden her zaman yaptığım şeyi yaptım. Umursamadım. “Tuna nerede?” Ağzımı açmıştım ki Tuna yanımıza gelip sırtıma atladı. “Anne, Duru’yu burada bırakırsak valla bir dediğini iki etmem. Lütfen burada kalsın.” Tuna sırtımdan inince ben kendime gelmeye çalışırken Duru arkadan sessizce yaklaşıp Tuna’nın sırtına el izini bıraktı. Tuna ise bir anda iki büklüm oldu. “Duru dua et büyüğünüm de sana el kaldırmıyorum,” dedi. Anneme arabanın anahtarını verip ben hallederim bakışı attım. Annem hafifçe başını sallayıp şoför koltuğuna ilerledi. “İkinci bir el izi istemiyorsan geç yerine.” Tuna, istemese de Duru’yu dinlemek zorundaydı. Arka koltuğun kapısını açıp içeri girecekken Duru benden önce atıldı. “Kapımı açtığın için teşekkürler ablacığım.” Son harfi bastırarak söylemişti. Arabaya binemden önce sağ elini ağzına götürüp bana doğru öpücük atmıştı. Bense ona göz devirerek arabaya bindim. Sonunda yola çıkıyorduk. İnsanlık için küçük Kayar’lar için büyük bir adımdı. Duru kulaklığını takmış olmayan aşkının acısı için aşk acısı şarkıları dinleyip hüzünleniyordu. Tuna ise ön koltukta tıkınıyordu. İstediğim tek şey uyumaktı. Kafamı pencereye yaslayıp gözlerimi kapattım. :---:---: Duru'nun beni dürtmesiyle uyanmıştım. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. “Üff ben gidiyorum. Uğraşamam seninle.” Ben iki kardeşten nasıl 0/2 yaptım ya. Ellerimi yumruk yapıp gözlerimi ovuşturdum. Kapıyı açarak sonunda ayaklarım yere değmişti. Eve baktığımda ağzım açık kalmıştı. İki katlı, bahçeli harika bir villaydı. Dördümüz çalışsak kirasının çeyreğini belki, bakın tekrar söylüyorum BELKİ ödeyebilirdik. Ben bunları düşünürken nakliye ekibi kapıyı açan annem sayesinde içeri kurulum yapmak için girmişlerdi. “Çocuklar iş baya uzun sürer. Siz isterseniz dolaşın. Şu ileride bir park var. Belki arkadaş edinirsiniz.” Üçümüz de başımızı salladık. “Melis’e emanetsiniz.” Tuna ve Duru annemi tınlamamışlardı. “Anlaşıldı mı?” diye kendinden emin bir ses tonuyla konuştu. İkisi de aynı anda “Anlaşıldı.” Kelimelerini aynı anda ağızlarından çıkardılar. Annemin daima kendinden emin olması ve kendi ayakları üstünde durması gerekiyordu. Yaklaşık on iki yıldır… Bu düşünceleri kafamdan attım. Tuna elini önümde sallamıştı. “Senin keyfini mi bekleyeceğiz Melis? Hadi.” Sabır, sabır, ya sabır! Parkta bir kafe, bir halı saha, bir çocuk parkı, bir düğün salonu ve küçük çaplı bir lunapark vardı. “Burası da Tuna’nın bize anlattığı kızlar gibi,” dediğinde Tuna alayla gülümsedi. “Dilim sürçtü. Uydurduğu kızlar diyecektim.” Tuna’nın yüzündeki o gülümseme silinirken. Duru ile birbirimize bakıp kıkırdadık. “Duru…” Duru’nun nereden geldiği bilinmeyen bir özgüveni vardı. “He canım?” Bir adım geriledim. “Seni öldüreceğim!” deyip Duru’yu kovalamaya başladı. Onlara dur diyemeden gözden kaybolmuşlardı. :---:---: Duru nereye kaybolmuştu, hiçbir fikrim yoktu. Ağaçlardan birine yaslanmıştım. Üstümdeki dalı çekip yapraklardan birini kopardım. Yanıma biri gelip ağaca yaslanmıştı. “N’aber?” Duru kendini ne kadar komik sanıyordu? Yanımdaki Duru’ya dönmeden konuştum. “Uğraşamayacağım seninle Duru,” dedim. “Duru mu?” Bir saniye. Kıza dönüp baktığımda sarışın, mavi gözlü, Duru’nun aksine güzel ve bir o kadar hayat enerjisi olan bir kıza benziyordu. “Karıştırdın galiba.” Elini uzattı. “Ben Alara. Ya sen?” Önce kızın uzattığı ele sonra şaşkın bakışlarımla kızın aynı benim gibi olan mavi gözlerine kitlendi bakışlarım. Uzattığı eli tuttum. “Ben de Tuna. Tuna Kayar,” deyip devam ettim. “Ben buraya yeni taşındım. Kardeşimi bulmam lazım. Hemen hemen senin boylarında, esmer bir kız gördün mü?” Omzuma konan elin olduğu tarafa yüzümü çevirdi. “Oh Tuna, ablanı mı özledin?” deyip yanağımdan bir makas aldı. Kulağına fısıldadım. “Evde görüşürüz Duru. Sonra sakın ağlama.” Konuyu değiştirdi. “Ben Duru,” deyip elini uzattı. Gören de İstanbul hanımefendisi sanır. Alara tüm içtenliğiyle tekrar adını söyledi. “İsterseniz size mahalleyi gezdireyim. Ha bir de yaşınız kaç?” diye sordu. “On beş. Dokuzuncu sınıfa geçtik.” Şaşırmıştı. Acaba neye şaşırdı? “Bir saniye, siz ikiz misiniz?” Çok şaşırmıştı. İnsanlar bizim kardeş olduğumuzu öğrendiklerinde genelde şaşırırlar, ikiz olduğumuzu söylediğimizde ise inanmazlardı. Duru göz devirmişti. Yine nereden geldiği bilinmeyen özgüveniyle elini önüne attı. Sanki tırnak gösteriyor gibi. “Maalesef.” Gözlerimi kapattım. “Çok konuşma Duru. Ben de sana hayran değilim,” diyerek ona döndüm. Tiksinerek bana baktı. “Hadi.” Elini gel anlamında salladı. “Mahalleyi gezelim.” Duru, Alara’nın koluna girdi. “Tuna gelemez. Uyku saati geldi,” deyip bana bakıp alayla güldü. “Ablamı ara. Eve götürüp seni öğlen uykuna yatırsın.” Ben bir şey diyemeden ikisi birlikte yavaş yavaş uzaklaştılar. Telefonum çalıyordu. Arayan Melis’ti. “Efendim?” Tam bir şey söyleyecekken ağzından çıkan ‘N…’ harfini duyunca ne diyeceğini anladım. “Sen söylemeden ben söyleyeyim. Gayet iyiyiz. Duru arkadaş edindi. Kız ona mahalle turu yaptıracak. Ben de yanına geliyorum.” “İyi. Çocuk parkındayım,” deyip telefonu kapattı. Telefonumu tekrar cebime koydum. :---:---: Tuna ile beraber eve yürüyorduk. Duru’yu arıyordum ama telefonu sessizde olduğu için benim aramamı duymuyordu. “Boşuna arama. Seni duymaz.” Ne diyorsun Tuna? Ciddi olamazsın. Bir süre sonra telefonum çalıyordu. Arayan kişinin kim olduğunu görünce bir zafer kazanmışçasına elimdeki telefonu Tuna’ya gösterdim. Tuna’nın ise umurunda değildi. “Efendim?” Duru’nun yanında sanırım biri vardı. Çünkü birisiyle konuşuyordu. “Abla, ben Alara ile biraz parkta takılacağım. Anneme söylersin.” Alara kimdi acaba? Tuna kulağımdaki telefonu alıp kendisi konuşmaya başladı. “Geri zekalı! Melis, Alara’nın kim olduğunu nereden bilsin? Askerlik arkadaşı mı?” “Çok konuşma ton ton ton Dardanel ton.” Tuna sinirlenip telefonu atabileceği ihtimali gözümün önüne gelince telefonu ondan hızlıca çekip aldım. “Tamam, parktan ayrılma.” Telefonu kapatarak ceketimin sağ cebine koydum. “Eve gitmek ister misin?” Ergenus Tuna’dan cevap yok. Tuna’yı dürttüm. “Tuna! Sana diyorum,” dedim. Yere bakıyordu. Tuna sadece üzüldüğü zaman yere bakar. Karşısına geçtim. Ellerimle kollarını tuttum. “Hadi ne olduğunu anlat.” Kafasını kaldırdı. “Duru… Saçma sapan konuşuyor. Annem üzülmesin diye bir şey dememeye çalışıyorum ama yok, olmuyor. Bugün parkta sen yokken de yine aynı şeyi yaptı.” Yanağından bir makas aldım. “Abi olmak bunu gerektirir değil mi?” Kolumu omzuna attım. Boyu ne ara bu kadar uzamıştı? Eliyle, omzundaki kolumu çekti. Ergen diye boşuna demiyorum. Tuna’nın umurunda olmadığım için ben de evin işi hallolmuş mu diye annemi aradım. “Anne evin işi bitti mi? Tuna ile geleceğiz. Duru arkadaş edinmiş. Şu an onunla beraber parkta.” demiştim. “Tuna yürü, eve gidiyoruz.” Önümden yürümeye başlamıştı. Cebimdeki kablolu kulaklığımı çıkarttım ve giriş yerini telefonuma taktım. Ardından müzik uygulamasını açıp rastgele çal tuşuna basmıştım. Şansıma en sevdiğim şarkılardan biri çalmıştı. Dudaklarımı iki yana kıvırdım. Telefonumun kilit ekranından saate baktıktan sonra telefonumu tekrar cebime koydum. Eve gelene kadar müzik dinlemiştim. Arada Tuna’yı kontrol etmeyi de ihmal etmedim tabii ki. Şarkının nakarat kısmının en güzel yeri çalacağı zaman şarkıya kendimi aşırı derecede kaptırmış, kendi kendime kafamda klip bile çekiyordum ama bu güzel anı Duru’nun araması engellemişti. Parmak izimi bir türlü kabul etmediği için telefonumun kilit ekranını açıp şifremi girdim ve sonunda aramayı yanıtlayabildim. “Cano sen sormadan ben söyleyeyim. Ben Alara’nın evine gidiyorum. Zaten komşuymuşuz. Bizim karşı evde yaşıyor. Tuna da uyumadıysa gelebilir. Sen bu tür ortamları sevmediğin için sana davette bulunmadım.” Duru’yu bıraksak sabah başlar, aralıksız akşama kadar konuşur. “Bekle,” deyip Tuna’ya bu tekliften bahsettim. “Öncelikle benimle düzgün konuşsun,” deyip devam etti. “Ben onları çınar ağacının altında bekliyor olacağım.” Başımı salladım. “Gelecekmiş ve şu bebek muamelesini bırak. Sonra kavga edeceksiniz,” diyordum ki beni dinlemeden telefonu kapatmıştı. Eve geçtiğimde annemi salonda televizyon izliyordu. Ne izlediğine baktığımda tabii ki de yemek programı izliyordu. Annem akşama ne yemek yapacağını düşünmek yerine bu yemek programında o bölüm hangi yemek yapılıyorsa onu yapıyordu. Televizyona baktığımda bugünün menüsünde çıtır tavuk olduğunu gördüm. Dilimi dudaklarımın üstünde yavaşça gezdirdim. Annem beni fark edince ayağa kalkıp yanıma geldi. “Melis okul kaydını yaptırmaya gideceğim. Gelmek ister misin?” Başımı iki yana salladım. “İyi sen bilirsin,” deyip kapıya yöneldi. Arkasını dönüp tekrar konuştu. “Akşama çıtır tavuk alacağım.” Bana göz kırpıp evden ayrılmıştı. Odama çıktım. Yatağıma kendimi atıp telefonumdan Google’a girerek okulumun fotoğraflarına baktım. Botan Koleji. Çok köklü ve disiplinli bir okuldu. Akademik başarılı öğrencilerinin hepsi çok iyi yerlere gelmişlerdi. Akademik başarıyı bir yana bırakırsak sanat ve sporda da birçok etkinlikleri vardı. Botan Koleji evimize yürüme mesafesindeydi. Yol bilgim iyiydi. Bir kere gittiğim bir yeri asla unutmazdım. Bunu çizim yapmama da bağlıyorum açıkçası. Bu yüzden okulun açılmasına üç gün kaldığı hâlde yolu öğrenmiştim. :---:---: Alara ile Duru, Alara’nın evine gidiyorlardı. Duru hemen bir arkadaş edindiği için çok mutluydu. Çünkü kendisi insanlara ön yargılıydı ve bunun sebebi de ortaokulda yaşadıklarıydı. Orta kiloda olmasına rağmen boyu akranlarına göre kısaydı ve bu sebeple şişman duruyordu. Aksine fiziği gayet iyiydi. Boyu ise ailesindeki kadınlarda genetik bir şeydi. Boylarını bir anda atıyorlardı. Ablası Melis’e de aynı şey olmuştu. Eskiden ikisinin arasında milimler varken ablası bu yaz boy atmıştı ve şu an ondan on beş santim kadar daha fazla uzundu. Alara’ya baktı. Gözünü kısmış, etrafa bakıyordu. Tuna’ya baktığını anlamıştı Duru. Çınar ağacının altına oturup sırtını ağaca yaslayan kardeşini fark etmişti. Alara ise ondan önce davranarak ağaca doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştı. Duru, Alara’dan önce kardeşine ulaşıp ona doğru eğildi. Sağ kolunu dürterek Tuna’yı uyandırmaya çalışmıştı. Her yerde uyumazdı Tuna. Yorgun olduğu buradan anlaşılıyordu. “Tuna cidden bizi beklerken ağaç olmuşsun,” deyip kıkırdamıştı Duru. Tuna onu takmayınca hiddetlenmişti. “Hadi kalk! Kimse bekleyemez seni.” Tuna gözlerini kırpıştırınca çömeldiği yerden hafifçe doğruldu Duru. Tuna ise yanındaki kızları görünce afallamıştı. Duru’nun yanında olduğunu konuştuğu için anlamıştı ama Alara’yı görmeyi beklemiyordu. Tuna oturduğu yerden ayağa kalkarak üstünü düzeltti. Yakışıklı bir delikanlıydı. Adı gibi heybetliydi. Kahverengi saçları babasından aldığı tek özellikti. Mavi gözlerini ise çok sevdiği anneannesinden almıştı. Duru ise kardeşler arasında babalarına en çok benzeyen olanıydı. Bundan da nefret ediyordu. Üç genç beraber karşı yoldaki eve doğru yöneldiler. Alara telefonunda biriyle mesajlaşıyordu. Tuna gözlerini sola doğru kaydırıp mesajlara göz ucuyla bakmaya çalıştı lâkin planı olumsuz sonuçlanmıştı. Alara telefonuyla işi bitince telefonu kapatıp cebine koydu ve sağ tarafındaki ikizlere baktı. “Bir arkadaşımı çağırsam sizin için sorun olur mu?” diye sordu. Tuna cevap vermeden Duru sazan gibi konuya atladı. “Erkek mi kız mı?” Duru’nun sorduğu tek soru buydu. Çünkü Duru geçmişinden dolayı insanlara özellikle erkeklere ön yargılıydı. “Evet erkek,” deyip devam etti Alara. Tuna’ya döndü bu sefer bakışları. “Senin için sorun olmaz değil mi Tuna?” Tuna başını iki yana salladığında çoktan eve gelmişlerdi. Alara diğer cebindeki anahtarı çıkartarak kapıyı açtı. Onlara önden buyurun anlamında elini uzatarak gülümsedi. Duru Prenses Diana edasıyla süzülüp içeri girmişti. Tuna ise Alara’nın ona yaptığı hareketin aynısını yaptı. “Hanımlara öncelik. Önden buyur.” Alara gülümseyip Tuna ile salona geçmişti. Duru çoktan salondaki tay tüy gri koltuğa kurulmuştu. Ayaklarını uzatıp ensesinin altına yastık koyarak uzanıyordu. Tuna ve Alara ikilisi ise bordo renkli tay tüy koltuğa oturmuşlardı. “Atıştırmalık bir şeyler getireyim mi?” diye sordu Alara. Ayaklanmıştı. “Olur,” deyip ayağa kalktı Tuna. “Sana yardım edeyim.” Duru alttan kıs kıs gülüyordu. Onlar mutfağa geçince Duru keyfini hiç bozmadı. Tam telefonunu almıştı ki zil çalmıştı. Alara ve Tuna duyamazdı. Çünkü mutfak kapıya uzaktı. Mecbur kapıyı Duru açacaktı. Buna çok üşense de yattığı yerden kalktı. Derin bir nefes verip kapıya yöneldi. Kapıyı somurtarak açmıştı fakat karşısındaki çocuğu görünce gözleri büyümüştü. Sarı saçları ve bal rengi gözleriyle Duru’ya bakan çocuğa Duru kitlenmişti. Çocuk Duru’yu umursamadı. “Sen Alara’nın dediği kız olmalısın,” deyip kafasını eğerek Duru’ya alayla bakıyordu. Eski somurtan yüz ifadesine geri döndü. “Evet beğenemedin mi?” diye sordu Duru. Duru’yu baştan aşağı süzdü. “Bilmem?” deyip kafasını Duru’nun başının hizasına getirerek boylarını eşitledi. “Beğeneyim mi?” Duru ona göz devirdi. Çocuk şu an onunla alay ediyordu. Alara ve Tuna yanlarına geldi. “Hoş geldin,” dedi Alara en içten gülümsemesiyle. “Hoş buldum,” dedi çocuk. Tuna çocuğa kitlenmişti. Bakışlarını bir an bile onun üstünden ayırmıyordu. Çocuk da aynı şekilde Tuna’ya bakıyordu. Alara aradaki olumsuz elektriği hissetmiş olacak ki ikiliyi tanıştırdı. Önce Tuna’ya döndü. “Tuna, Yavuz.” Ardından Yavuz’a döndü. “Yavuz, Tuna.” Tuna elini uzattı. Yavuz ilk önce uzatılan ele baktı, sonrasında Tuna’ya bakıp uzatılan elini sıktı. “Bu da Duru.” Duru kollarını göğsünde birleştirip Yavuz’un olmadığı tarafa bakıyordu. Yavuz ise yüzünde serserice bir gülüşle Duru’dan gözlerini ayırmıyordu. “İçer geçelim,” deyip en samimi olmayan gülüşünü takınıp Yavuz’a baktı. Alara içten içe neden Yavuz’u çağırdım diye kendi kendine kızıyordu. Duru ve Alara önde Tuna ve Yavuz arkalarında salona ilerleyip koltuklara oturdular. “Film izleyelim mi?” diye sordu Alara. Duru telefonunu açıp saate baktı. “Kaç saat olacak?” “Sizin ne kadar süreniz var?” Aslında süreleri yoktu. İstedikleri zaman eve gidebilirlerdi. Sadece Yavuz'un bakışları Duru'yu rahatsız ediyordu. “Süremiz yok. Duru’yu Melis çağırdı.” Tuna, Duru’nun o bakışlardan rahatsız olduğunu anlayıp onun yalanına ortak olmuştu. Duru minnetle gülümsedi Tuna’ya karşı. “O zaman Örümcek Adam açıyorum,” deyip filmi başlattı Alara. İlk bölümü en kısa zamanda yayınlayacağım. Maalesef okuldan dolayı yazmaya eskisi kadar çok zamanım olmuyor. Beklemede kalın 🫶
|
0% |