@selin_12
|
3.Bölüm "Lusi Uyanıyor." O günden sonra aramıza katılan ihtiyarın anlattığı eski hikâyelere, Tosbağa'nın komik ve utangaç hallerine sevimli kız Alâ'nın sürekli değişen tavırlarına alışmaya başlamıştım. Daha açığı, onları sevmiştim. İyi vakit geçiriyorduk. Bon amca bize yemek pişiriyordu. Tosbağa, Alâ ve ben malzeme bulma işini hallediyorduk ama ben olmasam bile mutlaka Lusi'yi birine emanet ediyordum. Derken Lusi'yi ısıralı tam tamına üç gün geçmişti. Ertesi gün yani dördüncü günün sabahı Lusi dönüşümünü tamamlayıp uyanacaktı. " Hey Luk, merhaba!' diye büyülü bir sesle gözlerimi dördüncü günün sabahına açtım. Lusi yatağında doğrulmuş, bana bakarak öylece gülümsüyordu. Daha önce neye benzeyeceği hakkında az çok bir tahminim vardı. Aaa, pardon yoktu ama bu kadarı da fazlaydı. Çok biçimli kusursuz bir yüz, dolgun dudaklar, inci gibi dizili , ışıl ışıl parlayan dişler... Bir şampuan reklamı için türlü türlü oyunlarla hazırlanmış gibi gözüken çok gür ve parıltılı, omuzlarına dökülen saçlar ve en sonunda eşsiz bir fizik... İçimden; "ÇOK , ÇOK, GERÇEKTEN ÇOK HARİKA!" demekten kendimi alamadım. Ne diyeceğimi bilemiyordum ve avuç içlerinden terler fışkırıyordu. Kekeleyerek yalnızca "Mer...haaa..baa!" diyebildim. Sanki etrafına ışıltıları saçarak: "Merhaba Luk kendimi çok iyi hissediyorum." diyerek yatağından indi. En son üzerinde olan beyaz renkli gömlek ve diz üstü etek vücuduna yapışmış, herilmiş ve neredeyse "Cııııırt" diye yırtılacakmış gibi duruyordu. Ona yeni kıyafetler hazırlamayı unutmuştum ama şu an bunu hiç düşünecek halde değildim. Kendi kendime sürekli 'etkisi altında kalmamalıyım, etkilenmemeliyim' diye telkinde bulunmaya başladım. Etkilendiğimi gizlemeye çalışarak: "Kıyafetlerini değiştirmelisin." dedim. Başını eğip gülümseyerek kıyafetlerine baktıktan sonra: "Evet artık çok küçükler..." deyip göbeğini içine çekerek eteğinin düğmesini gevşetti. " Oh sanırım böylesi daha iyi..." Oeşinden bale yapıyormuş gibi kendi etrafında dönmeye başladı. Bir taraftan da ortalığı göz atıp: "Yeni arkadaşları edinmişsin." diyordu. O sırada Alâ, Tosbağa ve Bon Amca uyuyordu. "A...şey...Evet hepsi de çok iyiler." dedim. O kadar büyüleyici ve mutlu görünüyordu ki etkisi altında kalmamak, acemi aşıklar gibi davranmamak neredeyse imkânsızdı. Yanıma kadar yürüyüp karşıma dikildikten sonra birkaç saniye gözlerimin içine baktı, tebessümle: "Teşekkürler Luk!" deyip bana sarıldı. Kalp vuruşlarını çok güçlü bir biçimde yüreğimde hissedebiliyordum. Kulağıma yanaştı: "Oradan nasıl kurtulduk bilmiyorum ama Luk, umarım sana zorluk çıkarmamışımdır." dedi. "Her şey için teşekkür ederim." En sonunda da yanağıma bir öpücük kondurdu. Hemen peşinden gözlerini benden ayırmadan yavaş geriye doğru birkaç adım attıktan sonra tam aynanın karşısına gelince durdu. O ana kadar mutluluktan aynaya bakmayı bile akıl edememişti. Kendini aynada görünce iç çekip elleriyle ağzını kapatarak bana döndükten sonra kekeleyerek: "Aa, in ana mı yor um!" dedi. Sonra büyülenmiş gibi saçların uçlarından tutarak ağır ağır aynaya doğru yürüdü. Tam karşısında durup tek kelime bile etmeden, bir an olsun gözlerini ayırmadan kendisini seyretmeye başladı. Daha sonra; "Bu imkansız!" deyip başına sağa sola çevirdikten sonra kederle: "Sanki anneme bakıyorum." dedi ve birkaç damla yaş yanaklarından süzüldü. Bir süre sonra öylece aynaya baktıktan sonra kederini bir kenara atıp neşeyle bana döndü ve saçlarının ucunu parmaklarına dolayarak: "Nasıl görünüyorum?" diye sordu. Ona: "Eşsiz, olağanüstü, göz kamaştırıcı, tarifsiz..." gibi şeyler söylemeyi çok isterdim ama işte nasıl söylenilir, içim bir şey gibi... bir tür korku, tarifi olmayan bir korku kaplamıştı. "Olması gerektiği gibi..." dedim ve nedense sesim birazcık öfkeli çıkmıştı. Yüzü biraz düştü ama hemen kendini toparladı: "Evet , doğru kelime bu olmalı..." dedi. Peşinden arkasından aynaya dönüp endişeyle: "Neden kanatlarım yok?" diye sordu. Bunun farkında bile değilim. Birden neye uğradığımı şaşırmıştım. Hızla yaklaşıp sırtına, kanatları olması gereken yere dokundum. Yutkunup yavaş yavaş elerimi gezdirdim. Aklıma ilk gelen şey gelişim bozukluğu oldu. Daha önce de bunu benzer sorunla sadece bir kez karşılaşmıştım. Doğuştan kanatları olmayan bir çocuktu. Yetişkin beyaz kanatları onu sandalyeye çıkarıp sonra da aşağıya atlamasını istemişlerdi. Çocuk atladığında hiçbir şey olmamıştı ve ona gelişim bozukluğu tanısı konmuştu. 'Umarım böyle bir şey değildir' diye iç geçirip sandalyeyi çektim. "Çık ve aşağıya atla!" dedim. Lusi ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. Endişeyle sandalyeye çıktı. Kollarını açıp heyecanla bir süre bekledi. Nee ile karşılaşacağımızı ikimiz de bilmiyorduk ama içimden bir his kanatlarının açılmayacağını söylüyordu. Çünkü aaa, şey, her neyse kötüye yormasam daha iyi olacak. Derken havaya doğru zıpladı. Dizlerini kırıp karnını doğru çekerek kendini boşa bıraktı. Ve birdenbire şimşek hızında paraşüt açılmış gibi bir sesin ardından 3 metre uzunluğunda ve kar beyazı rengindeki kanatlar hışımla gerildi. Lusi boynuna yere doğru sarkıtmış: "Aa uçabiliyoruuuuum!" diye çığlık çığlığa bağırıyor, havada asılı durarak kanat çırpıyordu. Derin bir "Ohhh!" çektim, hem de çok derin çünkü bir önceki gece gördüğüm rüyayı hatırlamıştım. Lusi'nin katları çürümüş, yok olup gitmişti. O sırada gürültüyle uyanan Alâ yatağında doğrulmuş, hayranlıkla Lusi'nin kanat çırpışını izlemeye başladı. "Bu harika! Daha önce bu kadar beyazını görmemiştim." dedi. Doğrusu ben de büyülenmiştim ve onu kanat çırparken görmek beni fazlasıyla etkilemişti. Ellerimi birbirine çarpıp: "Lusi harikasın!" diye bağırdım. "Luk, bu muhteşem bir şey, VUU!" Derken gürültülere kayıtsız kalamayan Tosbağa da uyandı. Keşke hiç uyanmasaydı kabuğundan birdenbire fırlayıp normale yani vampire döner dönmez onun yalnızca sıradan bir tosbağa olduğunu zanneden Lusi: "Bu da neee?" diye çığlık atarak panikle kanatlarını hızla çırpınca haddinden fazla yükseldi ve başını tavana çarptı. Az daha kanatlarını kırıyordu telaşla: "Sakin ol, sakin ol Lusi! Kanatlarını kıracaksın." dedim. Korkuyla: "Aaa, bir tosbağa nasıl?..." deyip başını tekrar tavana çarptı. "Ay!" Kollarımı uzatıp: "Elimi tut ve yavaşça yere kon lütfen!" dedim. Yavaşça alçalıp elimi yakaladı ve yere kondu. titreyerek: "Bir tosbağadan böyle bir numara beklemiyordum doğrusu." dedi. "Sizi tanıştırayım." dedim. "Bu Fred, aa kısaca Tosbağa..." "Bu lakabı neyin neden olduğunu söylememe gerek yok sanırım."diyerek, Tosbağa elini uzattı. Şoku üzerinden atamayan Lusi: "Evet anlayabiliyorum." dedi. "Üzgünüm daha önce böyle bir şey görmemiştim, seni de korkuttum." Alâ birden ranzadan fırlayıp ortamıza kondu. Lusi'ye elini uzattı: "Ben de Alâ!" dedi. "Kanatların harika!" "Teşekkür ederim." dedi Lusi. Sonra Alâ'ya bir kez de alıcı gözle baktıktan sonra: "Gördüğüm en çekici kız sen olmalısın." diye ekledi. Alâ biraz olsun şımarmıştı, olduğu yerde sağa solup süzülüp kimsenin duymayacağı bir sesle teşekkür etti. O sırada ihtiyar Bon kükredi. Hepimiz yerimizden hoplatacak güçte: "HOOOOOR!" Kendi horultusuna uyanan ihtiyar Bon, elleri göbeğinde, yalnızca sağ göz kapağını kaldırarak: "Çok gürültü yapıyorsunuz çocuklar, biraz huzur lütfen!" dedi. Sonra kollarını birbirine sarıp uykusuna kaldığı yerden devam etti. Gerçekten komikti. Hepimiz birden ihtiyar Bon'a koşup kollarından tutarak güç bela ayağa kaldırdık. "Lusi'yle ile tanış Bon Amca!" Gözlerine ovuşturup şaşkınlıkla: "Aman Allah'ım! O uyuyan sıska kız sen misin?" dedi. Lusi balerinler gibi elleri önde yavaşça dizlerini kırarak: "Evet efendim, o benim." dedi. "Çok güzel görünüyorsun, harika kanatların ve büyüleyici bir sesin var." dedi Lusi iltifatlara kayıtsız kalmadı: "Çok tatlısınız." diyerek Bon Amcanın yanağına küçük öpücük kondurunca Bon Amca: "üç yüz yıl daha gençleştim şimdi." dedi ve olduğu yerde taklalar atmaya başladı. Hepimiz birden gülerek birbirimize sarıldık. Herkes birbirini çok sevmişti. Sanırım artık bir aileydik. Tanımışma faslının ardından hep birlikte Lusi'nin ilk gökyüzü gezisine şahitlik etmek için mağaradan göğe fırladık. Lusi'nin korkusuz ve ustaca kanat çırpışları beni şaşırtıyordu. Kapıdan çıkıp kendini uçuruma bırakırken bile bir an olsun tereddüt etmemişti. Kendi ilk uçuşum aklıma geldi de... Bataklığa saplandığımda kendimi aptal gibi hissetmiş ve bir daha uçmamaya yemin etmiştim, ta ki uçurum kenarında bizi sıkıştıran canavar kurbağadan Lusi'yi ve kendimi kurtarmak için boşluğa atladım ana kadar. "Luk, seni kolaylıkla yakalayabilirim." "Denemende fayda var Lusi." "Daha da hızlı olmalısın, daha da..." "Hey Tosbağa, biraz olsun kanatlarını yormayı dene!" "Buna ne gerek var Alâ?" "Çocuklaaaar, beni bekleyin! Yaşlılara biraz saygı lütfen!" "Üç yüz yıl gençleştim dememiş miydin?" "Biraz abartmış olmalıyım." O gün akşama kadar sırf Lusi'nin gönlü olsun diye defalarca kanatlarımız patlayıncaya kadar gökyüzünde süzüldük. Yeni öğrendiği hareketleri alkışlamayana çimdik atıyordu, ihtiyar Bon'a bile... şükürler olsun ki en sonunda ağzından, içinde yorgunluk kelimesi geçen bir cümle çıkmıştı. "Tamam çocuklar artık yoruldum, kanatlarım ağrımaya başladı." Alâ: "AH AHHH, bir an hiç yorulmayacaksın sanmıştım Lusi." "Yoruldum dedim ya Alâ..." "Eminsin değil mi? Çünkü mağaraya dönüp tam ayaklarımı uzattığım sırada 'Lütfen Alâ son kez' lafını duymak istemiyorum." "Mağaraya ilk kim varacak? Bir iki üç..." Bon Amca: "Olamaz, bu kız yorulmak nedir bilmiyor. Kalp krizinden ölen ilk vampir sanırım ben olacağım." "Neyiniz var sizin? Neden yarışmıyorsunuz?" Tosbağa: "Ah! Tamam Lusi sen kazandın. Kanatlarım koptu, mağaraya gittiğimde ilk işim kabuğuma çekilmek ve güzel bir uyku çekmek olacak." Mağaraya girdiğimizde sözünü tuttu ve kapıdan içeriye adamını atar atmaz tosbağaya dönüştü kabuğuna gömüldü. Biz de kendimizi yere zor atmıştık. Biz derken bir eksikle tabii... Lusi'yi katmıyorum.O hâlâ aynanın karşısına geçmiş, sağa sola dönerek kendini izliyordu. O sırada yerde boylu boyunca yatarken aklıma tılsım geldi. Acaba Lusi'nin ne tür tılsımları vardı? Bunu çok merak ediyordum. Güçlükle başımı kaldırıp: "Tısımlarını hiç hissettin mi?" diye sordum. Bir şansım daha olsaydı kesinlikle bu soruyu sormazdım... Başını bana çevirip baktıktan sonra birden kafasındaki ampuller devreye girmişti. Büyük bir çığlık koparıp kollarımdan tutarak beni ayağa dikti. Meraklı gözlerle bakıp olduğu yerde zıplayarak: "Hadi göster bunu nasıl anlayabilirim?" derken babasının elindeki sürpriz doğum günü paketine bir an önce kavuşmak isteyen bir çocuktan farksızdı. "Bunu içinden hissediyor olmalısın." dedim. "İçimde hiçbir şey hissetmiyorum ama tam olarak emin değilim. Hadi bana örnek göster." "Çişinin gelmesi ya da karnının acıkması gibi." dedim. "Bu saydıklarının ikisini de şu an hissediyorum ama bunların tılsım olmadıkları kesin!" diye karşılık verdi. Doğrusunu söylemem gerekirse suratıma püsküren bir çişle sulanmaktan korkmadım desem yalan olur. "Tamam, şunu deneyelim." dedim. Birkaç adım geriye çekilmesini söyleyip birden kanatlarımı açıp ve ona zarar vermeyecek güçte bir rüzgar tılsımı gönderdim. Göndermez olsaydım. "Ama ben ah.........ah.......bu....nu..." |
0% |