Yeni Üyelik
55.
Bölüm

11. Bölüm: RAVEN

@selinayeda_x

Uyandığımda, odama dolan loş ışık bana zamanın öğleye yaklaştığını söylüyordu. Şırınganın etkisi yavaş yavaş azalıyordu, ama hâlâ biraz sersem hissediyordum. Hafif bir tıkırtı duyduğumda gözlerimi açtım. Eva, elinde bir tepsiyle kapıda belirmişti. Gülümsemesi odadaki tüm kasveti dağıtacak kadar parlaktı. Tepside çeşitli yiyecekler vardı; ekmek, peynir, reçel, biraz meyve... Ne bulduysa koymuş gibiydi.

"Hey, uyuyan güzel," dedi alaycı bir tonla. "Yemekhaneden aşırdım, umarım hoşuna gider."

Kıkırdadım. Eva’nın bu rahat ve tasasız tavrına bayılıyordum. Beni böyle zor zamanlarda bile güldürebiliyordu. "Bir kahvaltı prensesi gibisin," dedim şaka yollu.

"Tabii ki," dedi Eva, tepsiyi masanın üzerine koyarak. "Aç mısın? Yoksa seni zorla mı beslemeliyim?"

Hafifçe gülümsedim. "Biraz iştahım yerine geldi sanırım." Oturdum ve tepsiye uzandım. Eva’nın bana olan ilgisi ve bu küçük jesti, içinde bulunduğum karanlığı biraz olsun dağıtmıştı. Bu sırada Nova da odaya girdi. Gözleri önce tepsiye, sonra bana kaydı.

"İyi ki geldim, çünkü kahvaltıyı kaçırmak istemezdin." dedi esprili bir şekilde.

"O zaman hemen otur, çünkü bu kahvaltıyı seninle paylaşmak zorunda değilim," dedim gülerek. Nova'nın neşeli hali her zaman rahatlatıcı oluyordu. Birlikte kahvaltı etmeye başladık, sohbetimiz giderek derinleşti. Eva, Nova ve ben, eski anılardan, gelecekteki planlardan bahsettik. Eva, Archer’ın beni ne kadar önemsediğinden bahsedip durdu, Nova ise her zamanki gibi arkadaşça takıldı. Konuşmalar arasında kahkahalar yükseliyordu.

"Beni çok özlediniz, değil mi?" dedim şakayla karışık.

"Kesinlikle," dedi Eva, göz kırparak. "Ama daha fazla kahvaltıyı özledik."

Nova kahkaha attı. "Bu yüzden seni hemen iyileştirmeliyiz ki, bir daha böyle krizler yaşanmasın."

Kahvaltıdan sonra biraz daha kendime gelmiştim. Eva ve Nova’nın neşesi, ruh halimi düzeltiyordu. Odaya dolan ışık, içeriyi daha da sıcak ve rahat hissettirdi. Bir süre daha odamda oturduk, sonra yurt bahçesine çıkmaya karar verdik. Bahçede Alice, Sarah ve Chloe de vardı. Onları gördüğümüzde hemen yanımıza geldiler. Bahçede yayılarak oturduk. Hava serindi ama içimizi ısıtan bir güneş vardı.

Alice, "Vay, bakın kimler kendine gelmiş," dedi bana bakarak. "Biz de buraya geleceğini düşündük, o yüzden bekliyorduk."

"Ben de sizi görmek için sabırsızlanıyordum," dedim gülümseyerek.

Yavaş yavaş sohbet derinleşti. Kızlar yine erkek muhabbetine dönmeye başlamışlardı. Chloe, yüzünde kocaman bir sırıtışla konuştu. "Dün geceki partide Archer'la seni gördüğümüzü söylemiş miydim?" dedi ve göz kırptı.

Yüzüm kızardı. "Beni utandırıyorsunuz," dedim, biraz rahatsız bir şekilde kıpırdanarak.

"Utandırmıyoruz, merak ediyoruz," dedi Sarah. "Partiye birlikte gittiniz ve... kucağındaydın."

Bu kadarını tahmin ediyordum. Dedikoduların hızla yayıldığını biliyordum, ama yüz yüze gelince yine de garip hissediyordum. O sırada, arkamdan gelen bir gölge fark ettim. Archer, bahçe duvarını kolayca atlayarak yanımıza geldi. Kızların gözleri bir anda ona döndü. Archer’ın rahat tavırları her zaman dikkat çekiciydi, ama bugün biraz endişeli görünüyordu.

"Luna," dedi, yanıma yaklaşarak. "İyi misin?"

Başımı salladım. "Daha iyiyim," dedim sessizce. Kızların gözleri üzerimizdeydi. Archer’ın yanımda olması, onların merakını daha da artırıyordu. Birkaç dakika boyunca sadece sessizlik içinde birbirimize baktık. Archer, biraz daha yakınıma geldi ve elini omzuma koydu.

Kızlar arkamızdan fısıldaşmaya başlamıştı bile. "Archer ve Luna… demek ki gerçekten..." dediklerini duyabiliyordum. Archer, konuşmalara aldırmadan bana odaklanmıştı.

"Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, hemen haber ver, tamam mı?" dedi. Sesindeki samimiyet içimi ısıttı.

"Evet, tabii ki," dedim, yüzümde hafif bir tebessümle.

Archer, kızlara başıyla selam verdikten sonra geri çekildi ve bahçeden çıktı. Kızlar yine fısıldaşmaya devam ediyordu, ama ben onların konuşmalarına aldırış etmiyordum.

Pazar gününü yurtta, arkadaşlarımla geçirerek rahatlamıştım. Gülüp eğlendik, geçen haftaların stresini biraz olsun atmıştık.

Pazartesi sabahı, kendimi daha toparlanmış hissederek uyandım. Kahvaltıdan sonra kampüs kapısından içeri girerken, yine bir şeylerin yolunda gideceğine dair küçük bir umut vardı içimde. Ancak içeri girmemle birlikte yanağımdan birinin makas alması bir oldu. Döndüğümde, Raven’ın yüzündeki alaycı sırıtışla karşılaştım.

Eva ile kahvaltıda görüşmedik ve Nova ise sınıf arkadaşlarıylaydı.

Ve ben bir kere şu kapıdan yalnız başıma içeriye adımladım.

Daha saniyesinde belalımla karşılaşmıştım.

Gerçekten belalım!

Aklımı karıştırmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

Beni seviyor muydu yoksa bana sahip olmayan çalışan takıntılı bir varlıktan mı ibaretti?

Hiçbir şey düşünemiyordum şu an.

"Hey, güzellik," dedi, yüzündeki sırıtışı hiç bozmadan. "Bu sabah çok hoş görünüyorsun."

Kaşlarımı çattım. "Ne yapıyorsun, Raven?" diye sordum. Ama Raven, her zamanki umursamaz tavrıyla yanıt verdi.

"Sadece seni selamlıyorum," dedi omuz silkerek. "Neden bu kadar gerginsin?"

İçimde bir şeyler kıpırdanmaya başlamıştı. Raven’ın bu hareketleri beni rahatsız ediyordu, ama şimdilik bir şey söylememeye karar verdim. Göz ucuyla ona baktım. Yüzündeki o alaycı ifade, hiç değişmiyordu.

Kendimi toparlayıp yoluma devam etmeye çalıştım. Ama içimde bir huzursuzluk vardı; sanki bir şeyler ters gidecekmiş gibi...

Ama Raven’in beni bırakmaya niyeti yokmuş gibiydi.

‘’Nasıl oldun Luna, o şırınganın seni ne hale soktuğunu gördüm, neden yaptın bunu?

Bıkkınlıkla nefesimi verdim Raven’e. Çok düşünceli görünüyordu değil mi?

Ona bir hışımda dönerek elimi kaldırdım.

‘’O dağılmış yüzünü bir de ben dağıtmamayım istersen Raven, ayağını denk al!’’

Apar topar hızlı adımlarla yanından ayrıldığımda arkamdan bana güldüğüne emindim.

Hayır yani, hayret! Nasıl burada okurdu. Nasıl müdire onun kaydını onaylayabilmişti!?

Her şey aklımda bir soruya dönüşürken, zihnim bir girdap gibi dönüp duruyordu. Farkına varmadan, adımlarım beni Temel Matematik ve Analiz dersliğine kadar getirmişti. Kapının önünde bir an durup derin bir nefes aldım. Bu dersi Anita Hills veriyordu. İkinci hafta olmasına rağmen, dersin ağırlığını hissetmemek imkânsızdı. Kafamda yankılanan düşünceleri bir kenara bırakıp sınıfa girdim.

Sınıf, büyük ve yüksek tavanlıydı. Duvarlarda matematik formüllerinin eski ve karmaşık çizimleri vardı; tıpkı odaya ağır ve kadim bir hava katıyormuş gibi. Pencerelerden süzülen sabah ışığı, tahtaya doğru yayılarak odanın kasvetini biraz olsun hafifletiyordu. İçeri adımımı attığımda, sınıfın diğer ucunda, tahtanın önünde duran Profesör Anita Hills dikkatimi çekti. Orta yaşlarda, uzun boylu ve ciddi bir kadındı. Gözlüklerinin arkasındaki bakışları her zaman sertti. Saçları düzgün bir topuzla başının arkasında toplanmıştı ve yüzünde her zamanki ifadesiz, kararlı bakış vardı.

Sessizce yerime oturdum. Diğer öğrenciler de birer birer yerlerine geçiyordu. Anita Hills, elindeki kalemi tahtaya vurdu. Sert sesi, sınıfta yankılandı ve herkesin dikkatini anında çekti. "Bugün, analiz dersimizin ikinci haftasındayız," dedi. Sesi sakin ama otoriterdi. "Fonksiyonların sınırları ve sürekliliği üzerinde duracağız."

Tahtaya döndü ve uzun, kavisli harflerle yazmaya başladı. Tahtada beyaz tebeşirle oluşan çizgiler, karmaşık formüllerle dolmaya başladı. Profesör Hill, yazdığı her bir sembolü dikkatlice açıklıyordu. "Bir fonksiyonun bir noktadaki limiti," dedi, tahtayı işaret ederek, "o noktaya yaklaşıldığında, fonksiyonun değerinin yaklaştığı değerdir. Şimdi, bu noktadaki fonksiyonun sürekliliğini inceleyeceğiz."

Kalemi tahtada gezindi. Ben ise gözlerimi tahtaya dikmiş, ama anlatılanlardan bir şey anlamayan bir ifadeyle bakıyordum. Kafamın içinde Raven’ın varlığı yankılanıyordu. Buraya nasıl gelmişti? Okulun kayıtlarını nasıl geçmişti? Onun varlığı bile içimdeki huzursuzluğu artırıyordu. Bu sırada Anita Hills'in sesi, beni düşüncelerimden çekip aldı.

"Şimdi, örneğin bu fonksiyon," dedi, tahtadaki bir formülü göstererek. "x, 0'a yaklaşırken, fonksiyonun limiti nedir? Bu fonksiyonun sürekliliği için ne söyleyebiliriz?"

Çevremdeki öğrencilerden bazıları hızlıca not alıyordu. Anita Hills, sınıfın önüne doğru yürüdü. "Luna," dedi birden, gözlerini bana dikerek. "Bu fonksiyonun x = 0’daki sınırı nedir?"

Bir an donup kaldım. Kafamın içi boştu; onun tahtada yazdığı formüllerden, anlattığı şeylerden hiçbir şey anlamamıştım. Hızla tahtaya baktım, formüller bana yabancı bir dil gibi görünüyordu. Kalbim hızlıca atmaya başladı, sanki bir çıkış yolu arıyormuş gibi. Ama bu odada sıkışmıştım, herkesin bakışları üzerimdeydi. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra, "Eee... Sınırlı," diyebildim. Cümleler ağzımdan çıktığında bile yanlış olduğunu biliyordum.

Apar topar hızlı adımlarla yanından ayrılırken arkamdan bana güldüğüne emindim. Sırtımda hissettiğim o bakışlar, karanlık ve alaycıydı. Raven… Neden buradaydı? Hayır, nasıl burada okuyordu? Müdirenin onun kaydını onaylayabilmiş olması fikri bile başlı başına bir muammaydı. Her şey aklımda bir soruya dönüşürken, zihnim bir girdap gibi dönüp duruyordu. Farkına varmadan, adımlarım beni Temel Matematik ve Analiz dersliğine kadar getirmişti. Kapının önünde bir an durup derin bir nefes aldım. Bu dersi Anita Hills veriyordu. İkinci hafta olmasına rağmen, dersin ağırlığını hissetmemek imkânsızdı. Kafamda yankılanan düşünceleri bir kenara bırakıp sınıfa girdim.

Sınıf, büyük ve yüksek tavanlıydı. Duvarlarda matematik formüllerinin eski ve karmaşık çizimleri vardı; tıpkı odaya ağır ve kadim bir hava katıyormuş gibi. Pencerelerden süzülen sabah ışığı, tahtaya doğru yayılarak odanın kasvetini biraz olsun hafifletiyordu. İçeri adımımı attığımda, sınıfın diğer ucunda, tahtanın önünde duran Profesör Anita Hills dikkatimi çekti. Orta yaşlarda, uzun boylu ve ciddi bir kadındı. Gözlüklerinin arkasındaki bakışları her zaman sertti. Saçları düzgün bir topuzla başının arkasında toplanmıştı ve yüzünde her zamanki ifadesiz, kararlı bakış vardı.

Sessizce yerime oturdum. Diğer öğrenciler de birer birer yerlerine geçiyordu. Anita Hills, elindeki kalemi tahtaya vurdu. Sert sesi, sınıfta yankılandı ve herkesin dikkatini anında çekti. "Bugün, analiz dersimizin ikinci haftasındayız," dedi. Sesi sakin ama otoriterdi. "Fonksiyonların sınırları ve sürekliliği üzerinde duracağız."

Tahtaya döndü ve uzun, kavisli harflerle yazmaya başladı. Tahtada beyaz tebeşirle oluşan çizgiler, karmaşık formüllerle dolmaya başladı. Profesör Hill, yazdığı her bir sembolü dikkatlice açıklıyordu. "Bir fonksiyonun bir noktadaki limiti," dedi, tahtayı işaret ederek, "o noktaya yaklaşıldığında, fonksiyonun değerinin yaklaştığı değerdir. Şimdi, bu noktadaki fonksiyonun sürekliliğini inceleyeceğiz."

Kalemi tahtada gezindi. Ben ise gözlerimi tahtaya dikmiş, ama anlatılanlardan bir şey anlamayan bir ifadeyle bakıyordum. Kafamın içinde Raven’ın varlığı yankılanıyordu. Buraya nasıl gelmişti? Okulun kayıtlarını nasıl geçmişti? Onun varlığı bile içimdeki huzursuzluğu artırıyordu. Bu sırada Anita Hills'in sesi, beni düşüncelerimden çekip aldı.

"Şimdi, örneğin bu fonksiyon," dedi, tahtadaki bir formülü göstererek. "x, 0'a yaklaşırken, fonksiyonun limiti nedir? Bu fonksiyonun sürekliliği için ne söyleyebiliriz?"

Çevremdeki öğrencilerden bazıları hızlıca not alıyordu. Anita Hills, sınıfın önüne doğru yürüdü. "Luna," dedi birden, gözlerini bana dikerek. "Bu fonksiyonun x = 0’daki sınırı nedir?"

Bir an donup kaldım. Kafamın içi boştu; onun tahtada yazdığı formüllerden, anlattığı şeylerden hiçbir şey anlamamıştım. Hızla tahtaya baktım, formüller bana yabancı bir dil gibi görünüyordu. Kalbim hızlıca atmaya başladı, sanki bir çıkış yolu arıyormuş gibi. Ama bu odada sıkışmıştım, herkesin bakışları üzerimdeydi. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra, "Eee... Sınırlı," diyebildim. Cümleler ağzımdan çıktığında bile yanlış olduğunu biliyordum.

Anita Hills, kaşlarını hafifçe kaldırdı ve yüzündeki ifadesizliği korudu. "Yanlış," dedi kısa ve net bir şekilde. ‘’Bir limit değeri vardır. Ancak, bu fonksiyonun sürekliliği, o noktadaki değeriyle, limit değerinin eşit olup olmamasına bağlıdır."

Tahtaya tekrar döndü ve açıklamaya devam etti. Ben ise koltuğuma daha da gömüldüm. Kafam allak bullak olmuştu. Sadece Anita Hills'in söylediklerini değil, kendi düşüncelerimi de takip edemiyordum. Sınıfın etrafındaki öğrenciler, dikkatlice not alırken, ben kendimi buraya ait değilmiş gibi hissediyordum.

"Bu yüzden," dedi Anita Hills, tahtaya yazdığı denklemleri işaret ederek, "fonksiyonun belirli bir noktadaki sürekliliğini kontrol ederken, bu noktadaki limit değerini ve fonksiyonun o noktadaki gerçek değerini kıyaslamamız gerekir."

Ardından, tahtaya bir grafik çizdi; eğriler ve çizgilerle dolu karmaşık bir şekil. "Bu grafikte," diye devam etti, "x, sıfıra yaklaştığında fonksiyonun davranışını inceliyoruz." Kalemiyle grafiği takip ederek, limit kavramını anlatıyordu. Ben ise gözlerimi tahtadan ayırmadan, dalıp gitmiştim. Duyduklarım bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyordu. Aklım, hâlâ Raven’ın burada olmasına takılı kalmıştı. Neden buradaydı? Neden şimdi?

Anita Hills'in sesi, arka planda boğuk bir gürültü gibi geliyordu. "Matematik," diyordu, "sadece sayılarla ve sembollerle ilgili değil, aynı zamanda bir düşünme biçimidir." Fakat o an düşünmek, bana dünyanın en zor şeyi gibi geliyordu. Anita Hills’in dersinin ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Zaman sanki durmadan ileri geri hareket ediyordu. Herkes tahtaya odaklanmışken, ben zihnimdeki fırtınanın içinde kayboluyordum.

Bir süre sonra, nihayet ders bitti. Anita Hills, elindeki kitabı kapatıp, masasına döndü. "Bugünkü ders burada sona erdi," dedi. "Çıkabilirsiniz." Öğrenciler sessizce eşyalarını toplamaya başladı. Ben ise hâlâ yerimde oturuyordum. Aklım darmadağınıktı. Düşüncelerim birbirine dolanmış, çözülmeyi bekleyen bir düğüm gibiydi.

Yanımdaki sıradan Eva'nın sesi geldi. "Hey, Luna. İyi misin?"

Kafamı ona doğru çevirdim. Gözlerinde endişeli bir ifade vardı. "Evet," dedim, ama sesim bile bu kelimeye inanmıyordu. "Sadece biraz kafam karıştı."

"Anita Hills'in dersleri kafa karıştırıcı.’’ Eva, hafif bir gülümsemeyle. "Ama merak etme, zamanla halledeceğiz.’’

Başımı salladım. Eva'nın endişelenmesini istemiyordum, ama ona açıklamak istediğim şeyler sadece dersle ilgili değildi. "Sadece... bugün biraz dağınık hissediyorum," dedim, çantamı toparlarken.

Eva, beni süzdü. Gözlerimde bir şeyler arıyormuş gibiydi, ama sonra vazgeçti. "Peki," dedi sonunda. "Yurda dönelim mi?"

Bir an tereddüt ettim. Yurda dönmek, arkadaşlarımın yanına gitmek… Evet, bu düşünce rahatlatıcıydı, ama aynı zamanda o dar alana sıkışmak gibi geliyordu. "Sanırım," dedim, biraz duraksayarak. "Ormana gitmem gerek."

Eva kaşlarını çattı. "Ormana mı? Neden?"

Ona ne diyeceğimi bilmiyordum. "Sadece... düşünmem gerek," dedim. "Aklımı toparlamam lazım."

Eva, derin bir nefes aldı. "Tamam," dedi sonunda, pes etmiş gibi. "Ama kendine dikkat et, olur mu? Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, hemen haber ver."

Ona minnettar bir bakış attım. "Teşekkürler, Eva." Ardından çantamı sırtıma geçirip, sınıftan çıktım. Eva’nın arkamdan endişeli bakışlarını hissedebiliyordum, ama şu an başka kimsenin yanında olamazdım.

Eva’dan ayrılır ayrılmaz her zamanki gibi kalabalık koridorlardan sıyrılıp arka kapıdan hızla çıktım. İçimde bir huzursuzluk vardı. Güçlerim, son zamanlarda kontrol edemeyeceğim kadar büyüyordu ve şırınga daima geçici bir çözümdü. Ormanda kendime bir yer bulmuştum; sessiz, gözlerden uzak bir yer. Artık oraya gitme vakti gelmişti.

Adımlarım hızlanırken etrafımdaki ağaçlar sıralandı. Yurdun ve okulun gürültüsü arkamda kalmıştı. Hafif esen rüzgarın yaprakları hışırdatmasını duyabiliyordum. Ormana adım attığımda, içimdeki gerginlik hafiflemeye başladı.

Ormanın girişi, okulun diğer tarafındaki kalabalıktan uzak, sessiz ve sakindi. Oraya vardığımda derin bir nefes aldım. Ağaçların arasında ilerledikçe, içimdeki karmaşa yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakıyordu. Burada, doğanın içinde, düşüncelerimi toparlamayı umuyordum. Raven, Anita Hills’in dersi, kafamda dolaşan binlerce soru… Hepsiyle baş başa kalabileceğim bir yerdi burası. Ağaçların gölgeleri beni sarıyor, etrafıma bir kalkan gibi örülüyordu. Yürüdükçe sesler giderek azaldı. Yalnız olduğumu hissediyordum. Ancak bu yalnızlık, içimdeki gücü kontrol etmem için idealdi.

Ormanın derinliklerinde bulduğum küçük açıklığa geldim. Buraya birkaç kez daha gelmiştim ve her seferinde sanki bu yer bana özelmiş gibi hissettirmişti. Etrafı dikkatlice kolaçan ettim, kimsenin beni takip etmediğinden emin olmak istiyordum. Ancak içimde bir tedirginlik vardı, bir tür rahatsızlık.

Derin bir nefes aldım ve odaklanmaya başladım. Güçlerimi serbest bırakmak kolay değildi. Rahatlaya ihtiyacım vardı ve bunu da güçlerime yoğunlaşarak yapacaktım.

Onlar her zaman benden daha fazlasını istiyordu, sınırları zorlamamı... ama ben bunu istemiyordum. Bir an bile olsa kontrol benden çıkarsa, sonuçlarını tahmin edemeyeceğimi biliyordum. Ellerim hafifçe titredi ve içimdeki gücü serbest bırakmak için kendimi zorladım.

Tam o anda, arkamdan bir hışırtı duydum. Birinin beni izlediğini hissettim. Hızla arkamı döndüğümde, Raven karşımda duruyordu. Karanlık gülümsemesi yüzünde belirginleşmişti.

“Güzel bir yer bulmuşsun,” dedi alaycı bir sesle, gözlerini üzerimde gezdirirken.

Kaşlarımı çattım, bir adım geri çekildim. “Beni mi takip ediyorsun?” diye sordum, sesim hafifçe çatlamıştı. Sinirlerim iyice gerilmişti.

Raven omuz silkerek yaklaştı, gözlerini bir an bile benden ayırmadan. “Merak ettim. Nereye böyle aceleyle gidiyorsun diye. Ve tahmin etmemiş olmam gerek ama, güçlerini denemeye çalışıyorsun, değil mi?”

Onun her zaman böyle rahat, kibirli tavırları beni deli ediyordu. İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. “Bu seninle ilgili değil, Raven. Git buradan.”

Ancak o, yerinden kıpırdamadı. Gözleri bir avcının avını izlediği gibi beni izliyordu. “Neden bu kadar sıkılıyorsun, Luna? Güçlerin var. Onları kullanmaktan neden bu kadar korkuyorsun?”

Sözleri zihnime bir iğne gibi saplandı. Raven her zaman bu şekildeydi; alaycı ve kışkırtıcı. İçimdeki karanlık tarafı görmeye çalışıyordu. Ama onun oyununa gelmeyecektim. Derin bir nefes aldım, gücümü kontrol etmeye çalışarak ellerimi yumruk yaptım.

‘’En son güçlerimle karşılaştığında bir korkak gibi kaçmıştın sanki Raven!’’

Raven sadece sırıttı. Ardından bense sözlerime devam ettim.

“Senin düşündüğün kadar basit değil,” diye yanıt verdim. “Bu güçler benim kontrolümde değil. Eğer bir an bile dikkatimi kaybedersem, ne olacağını bilmiyorsun.”

O ise sırıtarak yaklaştı, neredeyse benimle burun buruna gelene kadar. Gözlerinde tuhaf bir parlaklık vardı. “Belki de bu yüzden o kadar güçlüler. Korktuğun şey tam da kullanman gereken şey olabilir.”

O an, içimdeki öfkenin kontrolü ele geçirmesine izin vermek üzereydim. Ellerimden yayılan hafif bir enerji hissediliyordu, sanki hava bir anda ağırlaşmıştı. Raven ise bunu fark etmiş gibiydi, ama geri çekilmek yerine daha da yaklaşmaya cesaret etti.

“Neden bu kadar direniyorsun, Luna? Bu güçler senin. Onları bastırarak ne kazanıyorsun?”

Gözlerimi ona diktim, artık sabrım tükeniyordu. “Git buradan,” diye tekrarladım, sesimde bu sefer daha sert bir ton vardı. Ancak Raven, beni hiç ciddiye almıyormuş gibi görünüyordu.

“Ya da,” diye devam etti, dudaklarında hala o sinir bozucu gülümseme, “belki de birlikte çalışmalıyız. Güçlerinle benim güçlerim birleşse, kimse karşımızda duramaz.”

Bu teklif beni afallattı. “Ne?” dedim şaşkınlıkla.

Raven, ellerini cebine sokarak omuz silkti.

‘’Şaşırmış görünüyorsun.’’ diyerek bir kez daha güldüğünde yutkundum.

Ne yani güç birleşimi derken…

‘’O gün korkak gibi kaçmadım Luna. Aksine şaşkındım. Sevgilimin bir doğaüstü olduğunu öğrendim. Hiç kimsenin göremediği kadar güçlü. Aklımı toparladım, olup biteni tarttım ve dedim ki… Sen ve ben.. birlikte… kimse karşımızda duramaz dedim. Ve işte buradayım. Artık beni sakince dinleyebileceğini düşündüğüm bir vaziyetteyiz hatta!’’

Ne demek istiyordu? Bu sözlerle birlikte ellerini ileriye uzattı ve bir anda etrafındaki hava değişmeye başladı. Parmaklarının ucundan yayılan enerji havada dalgalandı, gözle görünmeyen bir gücün etkisiyle çevremizdeki yapraklar ve toprak hafifçe havalanmaya başladı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, içimdeki her şey bir anda donmuş gibiydi.

"Ne... ne yapıyorsun?" dedim, gözlerimi ona dikerek. Ama sözlerim boğazımda takıldı. Çünkü gözlerimin önünde, Raven'ın kontrol ettiği o güç, tam anlamıyla muhteşemdi. Etrafımızda dönen bu enerji dalgası onun ellerinden akıyordu, ama kontrolsüz değildi; aksine, her bir hareketi kusursuz bir dengeyle yönetiyordu.

Raven’in güç dalgaları etrafımızı sararken ve rüzgar saçlarımı okşarken iç çektim.

Nasıl olurdu bu?

‘’Tek başına korkuyorsun, ama benimle birlikte... her şey daha kolay olabilir.” Dedi bir kez daha ağzını açarak.

İçimde bir şeyler koptu o an. Onun bu düşüncesi beni dehşete düşürmüştü. Kontrol edemediğim bir güçle zaten boğuşuyordum, bir de Raven gibi birine güvenmek…

Şaşkınlıkla ona baktım, kelimeler boğazımda düğümlenmişti. "Nasıl... nasıl bu kadar ustalaştın?"

Raven ellerini indirdi, etrafımızdaki enerji yavaşça yok oldu. Gözlerime bakarak devam etti. "Yıllar önce ben de senin gibiydim. Kontrolsüz, korkmuş. Ama zamanla öğrendim. Güçlerimle barıştım ve onları kontrol etmeyi başardım. Şu an gördüğün her şey bunun sonucu."

Bunu sindirmeye çalışıyordum. Yani, Raven gerçekten de benim gibi biriydi. Güçlerimle aynı sıkıntıları yaşamış, aynı korkuları hissetmiş olmalıydı. Ama nasıl bu kadar ileri gitmişti? Nasıl bu kadar başarılı olmuştu?

“Hayır,” dedim kararlılıkla.

Tekrar nefes alıp verirken, içimdeki gücü bastırmaya çalıştım. Ama Raven’ın varlığı, bu gücü daha da kışkırtmıştı. Derin bir nefes alıp kontrolümü yeniden ele aldım.

İçimdeki huzursuzluk dalgası iyice yükseldi. Kafam karmakarışıktı; onun söyledikleri, güçlerimle ilgili yaptığı o alaycı yorumlar… Hepsi zihnimde dolanıp duruyordu. Ama işin garibi, bu söylediklerinde biraz haklılık payı var mıydı? Bunu düşünmek bile istemiyordum. Ona güvenmek mi? Asla.

Arkamı döndüm ve hızlı adımlarla ondan uzaklaşmaya çalıştım.

Adımlarımı hızlandırmaya çalıştım ama bir ses duyduğumda durmak zorunda kaldım.

"Luna, dur!" Raven’ın sesiydi. Arkama döndüm ve onu tekrar karşımda buldum, bu sefer ifadesi her zamankinden farklıydı. Daha sakin, daha ciddi.

"Ne var Raven?" diye çıkıştım, ama sesimdeki sertlik yerini bir anda şaşkınlığa bıraktı. Çünkü Raven, alışık olduğum o kibirli tavrını bırakmış gibiydi. Bana yaklaşıp durdu, gözlerinde tuhaf bir anlayış parıltısı vardı.

"Sadece konuşmak istiyorum," dedi yumuşak bir sesle

"Konuşacak bir şeyimiz yok," diye karşılık verdim, ama sesimdeki inat azalmıştı. Çünkü merak içimi kemiriyordu. Raven’ın gözlerindeki ciddiyet ve sakinlik beni şaşırtmıştı. Bir an için gerçekten sadece konuşmak istediğine inandım.

Ama o, bana doğru bir adım daha attı.

"Dünya," dedi Raven, gözlerini tekrar bana dikerek, "senin gibi insanları anlamaz, Luna. Ama ben anlıyorum. O yüzden, o çocuğu... Joseph’i dövdüm. Keyfi değildi. Senin hakkında kötü şeyler planlıyordu."

O an kalbim sıkıştı. "Ne demek istiyorsun?"

‘’Joseph iyi birisi olmayabilir, Luna," dedi, gözlerinde bir karanlık belirirken. ‘’Amacı farklıydı, dost değildi asla. Bunu biliyordum ve yol da basitti!

Sözleri içimde yankılanırken ne düşüneceğimi bilemedim. Joseph ile yaşananlar aklımı kurcalarken inanmakta güçlük çekmiştim. ‘’Joseph neden bunu istesin ki?’’ diye fısıldadım.

Raven’in cevabı çok net ve kısaydı. ‘’Sahip olma içgüdüsü! Beni takıntılı bir manyak olurken arkandaki pislikleri temizleyip sana sahip çıkıyordum Luna. Baloda gördüklerin ise tamamen yanlış anlaşılma. Benden yardım istemişti sadece. Uzaktan ne kadar yakın gözükeceğimizi düşünemedim. Seni beklerken ona yardım ediyordum. Nereden bilebilirdim amacının bizim ilişkimize çomak sokmak olduğunu!?''

Raven başını hafifçe eğdi. Zorlukla nefesimi verdim.

Aklım allak bullak ve de karman çorman olmuştu.

Nasıl olurdu?

Gerçekten nasıl olurdu bu!?

Bu sözlerle bir adım daha geri çekildim, zihnimdeki karmaşa daha da büyüyordu. Raven’ın söyledikleri doğru olabilir miydi? Yoksa sadece beni manipüle mi ediyordu? O an ne yapacağımı bilemedim.

"Ben... bilmiyorum," diye mırıldandım. Gözlerim yerde, Raven’a ne cevap vereceğimi düşünmeye çalışıyordum. "Bana zaman ver."

Raven'ın yüzündeki gülümseme hafifledi. "Sana zarar vermek istemiyorum, Luna. Sadece seni korumaya çalışıyorum. Bunu anlamanı istiyorum."

Başımı hızla salladım ve daha fazla dayanamayarak ondan uzaklaştım. Kalbim göğsümde hızla atıyordu, beynim karmaşa içindeydi. Hızla ormanın derinliklerinden çıkmaya çalıştım. Ayaklarım tökezlese de ilerledim, kafamda sürekli Raven’ın sözleri yankılanıyordu.

‘’Cuma günü benimle aynı yerde buluş Luna, sana vermem gereken bir şey var. Eminim ki hoşuna gidecek.’’

Yurdun kapısına vardığımda, aklımdaki tek şey güvenli bir yere ulaşmaktı. Her şey o kadar karmaşıktı ki, ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Raven’ın söylediklerine inanmalı mıydım? Yoksa Archer’a mı güvenmeliydim? İçimdeki düğümü çözmek için hiçbir şey yapamıyordum.

Yatağıma kendimi bıraktığımda, derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Bu savaşın ortasında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak neredeyse imkansızdı. Raven’ın güçleri üzerindeki kontrolü, onun söyledikleri… hepsi bana bir mesaj veriyordu. Ama bu mesajın ne olduğunu çözmek zorundaydım. Ve bu, düşündüğümden daha zor olacaktı.

Loading...
0%