Yeni Üyelik
61.
Bölüm
@selinayeda_x

Kütüphanede masaya oturduğumuzda, Archer’ın hâlâ soğuk davranışları içimde bir düğüm oluşturuyordu. Geniş kütüphane ortamına hakim olan sessizlik, benim için rahatsız edici bir hal almıştı. Eva grup çalışmasının detaylarına dalmış kendi kendisine tartışırken benim zihnim, Archer’a odaklanmıştı. Onun neden böyle davrandığını anlayamıyordum.

Eva'nın sesi beni düşüncelerimden çekip çıkardı. “Luna, analiz yöntemlerini yapay zeka kontrolüne nasıl uygulayabileceğimizle ilgili bir fikrin var mı?” dedi.

Gözlerimi Archer’dan ayırıp Eva’ya döndüm. “Evet, yani... Bence kontrolün en iyi yolu, matematiksel olarak denge noktalarını bulmaktır,” dedim, konuşurken bile göz ucuyla Archer’a bakıyordum.

Archer, elindeki notlara bakarak başını salladı. “Bu teoride doğru olabilir,” dedi soğukkanlılıkla. “Ama pratikte bunun nasıl işe yarayacağını görmek için testler yapmamız gerekiyor. Matematiksel denklemler akışı tam olarak öngöremeyebilir.”

Onun bu soğuk, nesnel yaklaşımı canımı sıktı. Sanki aramızda geçen hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Ama aynı zamanda, bu soğukluk altında başka bir duygu olduğunu hissedebiliyordum. Bir şeyleri saklamaya çalışıyordu. İçimden ona sormak, ne düşündüğünü bilmek istedim. Ama şu an, grup çalışmasına odaklanmak zorundaydık.

Eva aramızdaki gerginliği fark etmiş gibiydi, ama bir şey söylememeyi tercih etti. Onların bu konudaki hassasiyeti için minnettardım. Zihnimi çalışmamıza odaklamaya çalışarak, Archer’ın önerilerini dinledim ve fikirlerimi masaya koydum. Ancak, kafamın bir köşesinde hep onunla konuşmak, ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Saatler geçtikçe, analizlerle uğraşmak kafamı dağıtmama yardımcı oldu. Bir noktada Archer ile fikir alışverişinde bulunurken gözlerimiz kesişti. O an, onun gözlerindeki derin karışıklığı fark ettim. Sadece kısa bir an sürdü ama bu, içimdeki düğümü daha da sıkılaştırdı.

Kütüphane kapanma saatine yaklaştığında, notlarımızı toparladık. Eva gerginlikten bıkmış olacaktı ki, bir an önce çıkmak için bahaneler uydurmaya başladı. “Benim bir işim var,” dedi Eva. “Archer, Luna... Notları düzenlemeye devam edebilir misiniz?”

Archer bir an tereddüt etti, sonra başını salladı. “Tabii, sorun değil.”

Eva hızlıca kütüphaneden ayrıldığında ben de çantamı toplarken içimde garip bir endişe hissettim. Archer’la yalnız kalmak, hem istediklerim hem de korktuklarım arasında gidip geliyordu.

Masadan kalkıp raflara doğru ilerledik. Kitapları yerlerine koyarken, bir sessizlik vardı aramızda. Sonunda, dayanamayıp ağzımı açtım. “Archer, bana bir şey söylemek istediğini hissediyorum,” dedim, sesim biraz titreyerek.

O, raflara bakmaya devam etti, sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ama yine de konuşmadı. İçimde yükselen hayal kırıklığını bastırmaya çalıştım. Eğer bir şey söylemeyecekse, onu zorlayamazdım. Sessizce kütüphaneden çıktık, hiçbir şey söylemeden yurtlara doğru yürüdük. O an anladım ki, Archer benimle konuşmaya henüz hazır değildi.

O gece, yatağımda bir o yana bir bu yana dönerek uyumaya çalıştım. Zihnim Archer’ın yüzündeki ifadeyle doluydu. Beni böyle mesafeli tutmasının sebebini öğrenmek istiyordum. Ama Raven’la ilgili olabileceğini düşündüğümde, bir çıkmazdaymış gibi hissettim. Eğer bu durum yüzünden aramızda bir soğukluk oluştuysa, bunu nasıl aşacaktık? O gece, gözlerimi zar zor kapatabildim.

Salı sabahı erkenden uyandım. Bugün ders programım oldukça yoğundu. Kahvaltıdan sonra sınıfa doğru yol alırken, Archer'la karşılaşmamak için elimden geleni yapıyordum. Zihnimi tamamen derslere vermek istiyordum; belki bu, aklımı biraz dağıtmama yardımcı olabilirdi.

İlk dersimiz Tarih ve Medeniyet idi. Prof. Eldric sınıfa girdiğinde, sınıfta hafif bir hareketlilik oldu. Herkes bu dersten korkardı çünkü bay Eldric çok hassas bir profesördü. Derslerde çok ciddiydi ve vizyon ile misyonları bizler üstüne aşılmamakta da kararlı görünmekteydi.

Profesör Eldric, ağır adımlarla sınıfa girer girmez, hepimizde bir tür sessizlik hâkim oldu. Onun varlığı sınıfta garip bir ağırlık yaratıyordu. Disiplinli duruşu ve keskin bakışları, bizi hemen derse odaklanmaya zorladı. Eldric’in dersleri asla kolay değildi; tarih onun için sadece geçmişin bir tekrarı değil, bugünün anlaşılmasına giden bir yoldu.

"Bugünkü konumuz," diye başladı, tahtaya büyük harflerle ANTİK MEDENİYETLERİN ASKERİ STRATEJİLERİ yazarken, "sadece savaş sanatını değil, aynı zamanda bu sanatın günümüze nasıl yansıdığını anlamaktır."

Kalemi tahtadan çekip bize döndüğünde, sınıfta çıt çıkmıyordu. Gözleri tek tek hepimizin üzerinde dolaştı. Sonunda "Sizce, antik medeniyetler askeri stratejilerini nasıl geliştirdiler?" diye sordu Eva’ya sesi sakin ama etkiliydi.

Eva bir an durakladı, sonra sesini kontrol ederek cevap verdi. "Bence, bu medeniyetler sadece fiziksel güçten değil, aynı zamanda psikolojik taktiklerden de yararlandılar. Düşmanı zayıflatmak için zihin oyunları oynadılar, gizli saldırılar düzenlediler."

Profesör Eldric başını hafifçe sallayarak onayladı. "Doğru," dedi. "Antik medeniyetlerin askeri dehaları, yalnızca silahlara değil, aynı zamanda stratejilere de odaklandılar. Zihin oyunları, düşmanı şaşırtmak ve onların beklenmedik hamlelerle sarsılmasını sağlamak için kullanıldı."

Eldric, tahtaya birkaç antik savaş sahnesini tasvir eden çizimler yaparken konuşmaya devam etti. "Örneğin," dedi, "Troya Savaşı'nda, Akhalılar, Truva Atı ile düşmanlarını kandırmayı başardı. Bu, sadece fiziksel bir saldırı değil, aynı zamanda bir zihin oyunu ve stratejik bir dehaydı. Bu strateji, yalnızca düşmanı değil, aynı zamanda kendi askerlerini de motive etmek için kullanıldı."

Hepimiz gözlerimizi tahtaya dikmiştik. Eldric’in çizimleri ve açıklamaları, geçmişin bu derin savaşlarının yalnızca bir çatışma değil, zihin ve strateji oyunları olduğunu gösteriyordu. Ben ise arada göz ucuyla Eva’ya bakıyordum. Gözleri Profesör Eldric’e dikilmişti ama yüzündeki ifade donuk ve odaklanmıştı.

"Ancak," diye devam etti Eldric, sınıfta dolanırken, "Bu stratejiler yalnızca savaş alanında değil, günlük yaşamda da uygulanabilir. Günümüzde liderlik ve yönetim taktiklerinin çoğu, bu eski stratejilerden esinlenmiştir. Bir kralın, bir komutanın stratejisi, bugün iş dünyasında, politikada ve hatta sosyal ilişkilerde kullanılmaktadır."

Bir anda yüzüme dikti bakışlarını. "Luna," dedi aniden, ses tonunda her zamanki kararlılık. "Bugünkü dünyada, bu stratejilerin hangi alanlarda uygulandığını söyleyebilir misin?"

Bir an için donakaldım ama ardından toparlandım. "Sanırım, iş dünyasında ve özellikle politikada bu stratejileri görebiliriz," dedim yavaşça. "Örneğin, rekabet ortamında bir şirketin, rakiplerini zayıflatmak veya onları şaşırtmak için uyguladığı taktikler, antik savaş stratejilerine benzer şekilde planlanabilir."

Eldric başını hafifçe eğerek beni onayladı. "Evet," dedi. "Dünya, bir savaş alanıdır. Rekabet, güç mücadeleleri, stratejiler... Her şey, antik medeniyetlerin bize miras bıraktığı taktiklerin bir yansımasıdır. Bu yüzden tarihe sadece bir geçmiş değil, bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren bir rehber olarak bakmalıyız."

Ders boyunca Profesör Eldric, antik medeniyetlerin savaş stratejilerini detaylandırmaya devam etti. Savaş taktiklerinin yanı sıra, bu stratejilerin sosyal yapıları nasıl etkilediğinden ve liderlerin halklarını nasıl yönlendirdiğinden bahsetti. Bizlere, liderlik kavramının temellerinin bu antik toplumlarda atıldığını anlatıyordu.

Tahtada eski savaş teknikleri, kuşatma taktikleri, gerilla savaşının ilk örnekleri ve daha birçok ayrıntı belirdi. Eldric, bu tekniklerin sadece savaş alanında değil, toplumların sosyal yapısında da köklü değişikliklere yol açtığını anlattı. Bir noktada, sınıfta tam bir sessizlik hâkim oldu. Eldric’in anlattıkları, hepimizi kendi hayatlarımızda da bu stratejileri nasıl uygulayabileceğimizi düşünmeye itiyordu.

Dersin sonunda, Eldric tahtanın önüne geçti ve bizi gözleriyle taradı. "Haftaya," dedi, "askeri stratejilerin yalnızca antik dünyayı değil, aynı zamanda modern dünyayı nasıl şekillendirdiğini inceleyeceğiz. O zamana kadar, bu hafta öğrendiklerinizi düşünün ve hayatınızda bu stratejilerin izlerini bulmaya çalışın."

Sınıfın dağıldığını hissettim ama kafamda Eldric’in söyledikleri dönüp duruyordu. Strateji, zihin oyunları, liderlik… Raven’ın bana söylediklerinden sonra, Archer’la olan ilişkimi bile bu gözle değerlendirmeye başlamıştım. Acaba, Raven’ın Archer hakkında söyledikleri de bir tür strateji miydi? İçimdeki bu karışıklığı gideremeden sınıftan çıktım.

Öğle arası gelmişti. Eva ile kafeteryaya giderken, konu dönüp dolaşıp Profesör Eldric'in anlattıklarına geldi. Eva, "Eldric bazen beni ürkütüyor," dedi kaşlarını çatarken. "Ama söylediklerinde bir doğruluk payı var. Hayat gerçekten de bir savaş alanı gibi. Sadece zırhlarımız ve silahlarımız farklı."

"Evet," dedim, önümdeki tabağı karıştırırken.

Eva bir an düşündü ve sonra omzunu silkti. "Kim bilir? Belki de ilişkilerimizde bile bu tür stratejilere başvuruyoruz. Ama yine de her şey strateji olmamalı, değil mi?"

Aramızdaki bu sohbet, kafamı daha da karıştırmıştı. Eldric’in dedikleri, Archer’la olan ilişkime bile farklı bir gözle bakmamı sağlamıştı.

Öğle arasından sonra, Bilinçaltı ve Duygusal Zeka dersimiz vardı. Sınıfa girdiğimizde, Profesör Harper çoktan oradaydı. Hafif bir gülümsemeyle bize baktı. Eldric'in aksine, Harper’ın yaklaşımı daha yumuşak ve içseldi. Bizi her zaman kendi iç dünyamızla yüzleşmeye çağırırdı.

"Bugün," dedi Harper, tahtaya "Bilinçaltı ve Savunma Mekanizmaları" yazarken, "bilinçaltımızın nasıl savunma mekanizmaları oluşturduğunu inceleyeceğiz."

Öğrencilerin dikkatini çekmek için bir an durakladı, sonra devam etti. "Savunma mekanizmaları, bilinçaltımızın bizi duygusal olarak koruma yöntemidir. Peki, bunlar ne zaman ortaya çıkar ve bizi nasıl etkiler?"

Harper sınıfta dolaşırken, herkesin gözlerinin içine bakıyordu. "Birçoğumuz, bilinçaltımızın bizi nasıl etkilediğinin farkında değiliz. Örneğin, bir tehdit hissettiğimizde, bilinçaltımız bizi korumak için duvarlar örer. Bu duvarlar, kendimizi güvende hissetmemizi sağlar ama aynı zamanda gerçek duygularımızı da gizler."

"Bu duvarların bir örneğini verebilir misiniz?" diye sordu bir öğrenci, biraz çekingen bir şekilde.

"Tabii," dedi Harper, gülümseyerek. "Birisi sizi incittiğinde, bilinçaltınız kendinizi korumak için duygusal bir mesafe yaratır. Bu, sizi tekrar incinmekten korur. Ama aynı zamanda, bu duvarlar gerçek duygularınızı da gizler ve kendinizi tam olarak ifade etmenizi engeller."

Bu sözler beni derinden etkiledi. Bilinçaltı, duygusal zeka, savunma mekanizmaları... Raven ve Archer'la yaşadıklarımı düşündüm. Belki de ben de bilinçaltımın oyunlarına geliyordum. Harper’ın anlattıkları, içimde daha önce fark etmediğim duygusal bir savaşı ortaya çıkarıyordu.

Profesör Harper, "Şimdi," dedi, "hepiniz gözlerinizi kapatın ve derin bir nefes alın. Bilinçaltınızın derinliklerine inmenizi istiyorum. Kendinizi en son ne zaman savunmaya geçtiniz? Hangi durumda kendinizi duygusal olarak koruma ihtiyacı hissettiniz?"

Gözlerimi kapattım ve nefes aldım. Bilinçaltımda bir yolculuğa çıktım. Archer ile yaşadığım anlar, Raven'ın söyledikleri, içimde kopan fırtınalar… Hepsi bir bir yüzeye çıkıyordu. Kendimi korumak için bilinçaltımın neler yaptığını ilk kez bu kadar açık görebiliyordum.

Harper’ın sesi, derin düşüncelerimden çıkmama yardımcı oldu. "Şimdi, gözlerinizi açın," dedi yavaşça. "Bu, yalnızca bir başlangıç. Bilinçaltımızı ve savunma mekanizmalarımızı anladıkça, kendimizi daha iyi tanıyabiliriz."

Dersin sonunda, herkes düşünceliydi. Bilinçaltının derinlikleri, aslında ne kadar karmaşık olduğumuzu bir kez daha gösteriyordu. Sınıftan çıktığımda, içimde derin bir farkındalık oluşmuştu. Eldric’in savaş stratejileri, Harper’ın bilinçaltı yolculuğu... Bugün, içsel bir savaşın ortasında olduğumu daha iyi anlamıştım.

Archer’la karşılaşmamak için hızla koridorlardan geçerken, kafamda hem Eldric'in hem de Harper'ın sözleri dönüyordu. Hayat, gerçekten de bir savaş alanıydı. Ama bu savaş, sadece dışarıda değil, aynı zamanda içimde de sürüyordu.

Bir sonraki ders Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji idi. Dürüst olmak gerekirse, bu ders her zaman ilgimi çekerdi çünkü pratik yapmayı ve elimi işe bulaştırmayı seviyordum. Teknolojinin, özellikle de doğaüstü yeteneklerimizin kontrolüne nasıl yardımcı olabileceği fikri oldukça heyecan vericiydi. Okulun laboratuvarı, duvarları boyunca raflara sıralanmış sayısız araç ve cihazla doluydu. Ortadaki masalarda, çeşitli projeler için kullanılan malzemeler ve aletler yer alıyordu. İçeri girdiğimde, diğer öğrencilerin çoğu şimdiden yerlerini almıştı.

Dr. Halderman sınıfın önünde bizi bekliyordu. Yüzünde her zaman meraklı bir ifade vardı, sanki sürekli olarak dünyayı ve yapay zekayı test edip sınırlarını zorlamak çin sabırsızlanıyordu. O gün üzerindeki beyaz laboratuvar önlüğü lekeler içindeydi; muhtemelen sabah bir deney yapmıştı.

"Bugün," dedi Dr. Halderman, ellerini heyecanla birbirine çarparak. ‘’Teknolojinin veri toplama ve analiz alanındaki rolünü daha da derinlemesine inceleyeceğiz. Geçen hafta sensörler ve veri toplama üzerine çalıştık, bu hafta ise toplanan verilerin işlenmesi ve analiz edilmesinin ne kadar önemli olduğuna odaklanacağız."

Sınıf, onun dediklerini dikkatle dinliyordu. Geçen hafta, sensörlerle nasıl veri toplanacağını öğrenmiştik; bu hafta bu verilerle ne yapacağımızı öğrenecektik. Bu, gerçek dünya uygulamalarıyla dolu bir dersti ve beni de oldukça ilgilendiriyordu.

Dr. Halderman, masanın üzerinde duran birkaç farklı elektronik cihazı gösterdi. "Bugün, toplanan verileri analiz etmek için kullanılan araçları inceleyeceğiz. Burada veri analiz yazılımı, grafik düzenleme araçları ve algoritmalar bulunuyor. Hedefimiz, bu verileri anlamlandırmak ve çıkarımlar yapabilmek."

Ellerimizi sıranın üzerinde hazır bir şekilde beklerken, Dr. Halderman bizi gruplara ayırdı. Eva ve ben yine aynı gruptaydık ve bu beni rahatlattı. Onunla çalışmak her zaman kolay ve eğlenceliydi. Dr. Halderman, masamızın yanına gelip bize bir veri analizi cihazı verdi. "Geçen hafta topladığınız verileri bu cihaza yükleyin," dedi. "Ardından, verileri analiz etmek için bu yazılımı kullanacağız."

Eva, cihazı dikkatlice aldı ve verileri yüklemeye başladı. Birkaç saniye içinde ekranımızda bir dizi grafik ve sayı belirdi. Eva, gözlerini ekrana dikmiş, dikkatle verileri inceliyordu.

"Bu grafiklerin anlamını çözmeye başlayabiliriz," dedi Dr. Halderman, ekrana doğru eğilerek. "Buradaki ilk adım, verilerin genel eğilimlerini belirlemektir. Ne görüyorsunuz?"

Bir an için sessiz kaldık. Grafiklere baktım; dalgalanmalar, zirveler ve düşüşler vardı. Bir anlam çıkarmak biraz karmaşıktı ama birkaç saniye sonra zihnimde bir fikir belirdi. "Sanki bazı dönemlerde ani yükselişler ve düşüşler var," dedim tereddütle. "Bu da çevresel faktörlerdeki değişimlerden kaynaklanıyor olabilir mi?"

Dr. Halderman başını onaylar şekilde salladı. "Evet, doğru. Bu, sensörlerin topladığı çevresel verilerin bir göstergesidir. Şimdi, bu eğilimleri analiz ederek ne tür sonuçlar çıkarabileceğimizi tartışalım. Veri analizinde önemli olan, bu dalgalanmaların neden meydana geldiğini ve ne anlama geldiğini anlamaktır."

Eva, gözlerini ekrandan ayırmadan konuştu. "Belki de sensörler bazı anlarda daha hassas çalıştı. Çevresel değişkenlerdeki bu ani değişiklikler, sensörlerin hassasiyetinden mi kaynaklanıyor olabilir?"

Dr. Halderman, bu soruya olumlu bir şekilde başını salladı. "Bu da mümkün. Ancak aynı zamanda, çevresel değişkenlerin doğal dalgalanmalarından da kaynaklanabilir. İyi bir veri analizi yapabilmek için tüm olasılıkları göz önünde bulundurmalıyız. Şimdi, bu verileri filtrelemek ve anlamlandırmak için yazılımı nasıl kullanacağımızı inceleyelim."

Dr. Halderman, bize veri analiz yazılımının çeşitli araçlarını nasıl kullanacağımızı gösterdi. Yazılım, verilerin filtrelenmesi, kategorilere ayrılması ve grafiklerle daha anlamlı bir şekilde sunulması için bir dizi seçenek sunuyordu. Eva ve ben, Dr. Halderman’ın yönlendirmesiyle verileri analiz etmeye başladık.

Ekrandaki verileri filtrelerken, belirli bir model ortaya çıkmaya başladı. Belirli saatlerde çevresel değişkenlerdeki değişim, diğer saatlere göre daha belirgindi. Eva, bunun üzerine hemen dikkat çekti. "Bak," dedi heyecanla. "Sanki günün belirli saatlerinde daha yüksek bir aktivite var. Bu, çevresel faktörlerin belli saatlerde daha fazla etkilendiğini gösteriyor olabilir."

Dr. Halderman, bu gözlemi onayladı. "Çok iyi, Eva. Şimdi bu verilerin ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışalım. Belki de bu saatlerde çevrede daha fazla insan aktivitesi var. Ya da doğal bir çevresel etki olabilir. Verileri yorumlamak, analizin en kritik kısmıdır."

Verileri analiz etmeye ve anlamlandırmaya devam ettik. Dr. Halderman, her adımda bize rehberlik ediyordu. "Veri analizi sadece sayıların ve grafiklerin ötesine geçer," dedi. "Bu verileri anlamak ve onlardan mantıklı sonuçlar çıkarmak, uygulamalı bilimlerin temelidir."

Bu süreç boyunca, Dr. Halderman’ın sadece teknolojik bilgisi değil, aynı zamanda bu alana olan tutkusu da bize yansıyordu. O, her veri noktasının ardındaki hikâyeyi anlamaya çalışan bir dedektif gibiydi. Ve bu tutku, bizi de derse daha fazla çekiyordu.

Sonunda, verilerimizden elde ettiğimiz sonuçları bir sunuma dönüştürdük. Eva ve ben, çalışmamızın sonuçlarını sınıfın geri kalanına sunduk. Dr. Halderman, dikkatle dinledi ve sunumumuzu tamamladıktan sonra bize olumlu bir şekilde gülümsedi. "Harika bir iş çıkardınız," dedi. "Verileri anlamlandırmak ve yorumlamak konusunda oldukça başarılıydınız."

Ders sona erdiğinde, hepimiz sınıftan çıkarken zihnimiz yeni bilgilerle doluydu. Eva, yüzünde bir başarı ifadesiyle bana baktı. "Gerçekten eğlenceliydi, değil mi?" dedi neşeyle.

"Kesinlikle," diye onayladım. "Verilerin arkasındaki hikâyeyi çözmek, aslında düşündüğümden daha heyecan vericiymiş."

Yurda dönerken, Eva ile ders hakkında sohbet etmeye devam ettik. "Bu analiz yöntemleri," dedim, "gerçek dünyada ne kadar önemli olabilir, değil mi? Sadece teknolojide değil, her alanda uygulanabilir."

Eva başını salladı "Kesinlikle. İnsan davranışlarından çevresel etkilere kadar her şeyi anlamak için kullanılabilir."

Odaya vardığımda, kendimi gardırobumun önüne attım.

Dolaptan rahat bir pantolon ve kazak çıkardım. Gün boyunca yaşanan yoğunluğun ardından, bu kıyafetler oldukça rahatlatıcı olacaktı.

Üstümü değiştirip aynanın karşısına geçtiğimde, yüzümde yorgun ama tatmin olmuş bir ifade vardı. Artık tamamen arınmış bir şekilde akşam yemeği için yemekhaneye inmeye hazırdım.

Koridorlarda, diğer öğrenciler de akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Yemek salonunun kapısını açtığımızda, içeriden gelen sıcak yemek kokusu bizi karşıladı. Akşam yemeği için herkes toplanmıştı; bu, günün sonunda rahatlama ve sosyalleşme zamanıydı.

Kafeteryaya adım attığımda, her zamanki sıcak ve samimi atmosfer beni karşıladı. Yemek kokuları havada asılı dururken, öğrencilerin neşeli sohbetleri ve tabakların tıngırtısı kafeteryayı dolduruyordu.

Kapıda Eva ile karşılaştığımızda vakit kaybetmeden içeriye geçerek doğrudan yemek sırasının yolunu tuttuk. Bir yandan da sohbete devam etmiştik kaldığımız yerden.

"Bugün gerçekten yorucu bir gündü, değil mi?" diye sordu Eva, elinde bir tepsiyle yiyecekleri seçerken.

"Kesinlikle," diye onayladım. "Dr. Halderman'ın dersinden sonra kafam veri analizleriyle doldu."

Eva hafifçe güldü. "En azından eğlenceliydi. Bu sefer gerçekten anlamlı bir şeyler yapıyormuşuz gibi hissettim."

Yemeklerimizi seçtikten sonra, kafeteryanın köşesindeki boş bir masayı gözümüze kestirdik ve oraya doğru ilerledik. Oturduktan sonra yemeğimize başlamadan önce kısa bir an için çevremi inceledim. Kafeterya her zamanki gibi kalabalıktı; öğrenciler, günün yorgunluğunu atmak için birbirleriyle sohbet ediyor ve gülüyordu.

Eva'yla sohbet ederken, bir anda Ethan'ın masamıza doğru yürüdüğünü fark ettim. Elinde tepsisiyle yaklaşırken yüzündeki geniş gülümseme, tüm günün yorgunluğunu bir anda unutturdu gibi görünüyordu.

"Hey, size katılabilir miyim?" diye sordu neşeyle.

Eva hemen ona yer açtı. "Tabii ki, Ethan! Bugün nasıldı?"

Ethan, hemen Eva'nın yanına oturup tepsisini masaya koydu. "Oldukça yoğundu ama keyifliydi. Bilim laboratuvarında çalışırken birkaç deney yaptık. Birkaç küçük patlama yaşadık, ama hey, öğrenmenin en iyi yolu denemekten geçiyor, değil mi?"

Eva kahkahalarla güldü. "Siz bilim insanları! Her şeyin patlaması gerekmiyor, biliyorsun."

Ethan omuz silkti. "Yani, bazen küçük bir patlama, büyük bir keşif anlamına gelebilir."

Onların bu eğlenceli sohbetini dinlerken, yemeğime odaklanmaya çalıştım. Ama aynı zamanda Ethan'ın Eva'yla olan samimiyeti de dikkatimi çekiyordu. Eva'nın yanındaki rahat tavırları ve aralarındaki sıcak diyalog, kafeteryadaki tüm gürültüyü arka planda bırakıyordu. Ethan'ın ara sıra bana da bir şeyler sorması hoştu ama Eva'ya olan ilgisi daha çok belli oluyordu.

Bir yandan çatalımla tabaktaki yemeğimi karıştırırken, kafeteryanın girişinde Archer'ın belirdiğini fark ettim. Gözlerimiz kısa bir an için buluştu. Archer'ın yüzünde her zamanki gibi ciddi bir ifade vardı. Ama bu sefer, bakışlarında bir tuhaflık vardı. Gözleri önce Ethan'a, sonra Eva'ya kaydı ve son olarak da bana geldi. O an kalbimin hızlandığını hissettim. Birkaç saniye boyunca aramızda bir şey söylenmeden geçen bu an, kafeteryanın sıcak atmosferine rağmen birdenbire soğuk bir rüzgar esmesine neden oldu.

Eva, Archer'ı fark edince hemen elini kaldırıp onu masamıza çağırdı. "Archer! Buraya gel! Yanımıza otur.’’

Archer birkaç saniye tereddüt etti, sonra ağır adımlarla masamıza doğru ilerledi. Otururken yüzünde hafif bir gerginlik vardı. Ethan, Archer'a başıyla selam verdi ve Archer da aynı şekilde karşılık verdi ama yüzünde sıcak bir ifade olmadan.

"Bugün nasıldı, abi?" diye sordu Eva, rahat bir şekilde.

"Yoğundu," diye yanıtladı Archer kısaca. Gözlerini masadaki yemeğine dikti, ama bakışları ara sıra Ethan ve bana kayıyordu. Sanki bizi dikkatle inceliyor gibiydi.

Ethan, Archer'a dönerek konuşmaya başladı. "Eva, Luna ve ben biraz önce sensörlerle veri analizinden bahsediyorduk. Gerçekten ilginç şeyler öğrendik."

Archer başını hafifçe salladı ama gözleri hâlâ dikkatli bir şekilde üzerimizdeydi. "Öyle mi? Bilimle uğraşmak, elbette önemli bir şeydir."

Onun bu kısa ve soğuk cevabı, masadaki havayı bir an için gerdi. Ethan, Archer'ın bu mesafeli tutumunu umursamıyormuş gibi görünüyor olsa da, Archer'ın bakışlarındaki ağırlığı hissetmek mümkündü.

Eva, durumu yumuşatmak için tekrar konuştu. "Archer, neden bu kadar ciddi bakıyorsun? Ethan sadece bize bilimsel şeylerden bahsediyordu."

Archer omuzlarını silkti. "Sadece dinliyorum," dedi ama ses tonunda hafif bir sertlik vardı. "Eğitim önemli, elbette."

Ben ise bu anı daha fazla uzatmamak için söze girdim. "Evet, bugün gerçekten ilginçti. Dr. Halderman bize veri analizi konusunda yeni şeyler gösterdi."

Archer başını çevirip bana baktı. "Öyle mi? Teknoloji ve analiz gerçekten önemli. Her zaman doğru ellerde kullanılması gerektiğini düşünüyorum."

Bu sözleriyle ne demek istediğinden emin olamadım. Bir an için bakışlarımız kilitlendi. Archer'ın gözlerinde bir tür uyarı mı vardı, yoksa sadece fazla mı okuyordum bu bakışlara? Bilmiyordum.

Ethan, konuyu değiştirmek istercesine hızlıca konuştu. "Archer, bu hafta sonu göl kenarında yapılacak etkinliğe katılacak mısın? Luna ve Eva da geliyor."

Ne etkinliği?

Benim neden haberim yoktu bundan!?

Bakışlarım Ethan’a şaşkınlıkla dönerken Ethan’ın bakışları sadece Archer ve vereceği cevapta idi.

Archer kısa bir an tereddüt etti. "Belki," dedi. "Henüz karar vermedim." Ardından ekledi. ‘’Onları sen mi davet ettin?’’

Ethan başını ağır bir şekilde olumluca salladı.

‘’Sorun olmayacağını düşündüm. İki ufak birinci sınıf öğrencisi kimsenin dikkatini çekmez. Çekse de bu iyiliklerine olur, gizli parti davetiyeleri artar fena mı!?’’

Archer bıkkınlıkla bir nefes verirken Eva söze atıldı. "Hadi ama! Biraz eğlenmeye ihtiyacın var. Sürekli ciddi olamazsın."

Archer, kız kardeşinin bu sözlerine hafifçe gülümsedi. "Haklı olabilirsin," dedi ama bu gülümseme gözlerine ulaşmıyordu. "Belki katılırım."

Akşam yemeği bu gerilimli ama aynı zamanda sıradan konuşmalarla devam etti. Masada bir yandan sıcak bir sohbet vardı, diğer yandan Archer'ın varlığı bir gölge gibi üzerimizdeydi. Ethan ve Eva'nın neşesi, Archer'ın mesafeli tavırlarıyla zıtlık oluşturuyordu. Kafeteryadaki diğer öğrenciler de yavaş yavaş yemeklerini bitirip masalarından kalkarken, biz de yemeğimizi bitirmeye yakındık.

Archer, yemek tabaklarını toparlayıp kalkarken, "Ben çıkıyorum," dedi. "Yurda dönüp biraz çalışmam gerekiyor."

Eva başını salladı. "Tamam, abi. Görüşürüz."

Archer bana son bir bakış attı. Gözlerinde okunamayan bir ifade vardı; bir uyarı mıydı, bir endişe mi, yoksa başka bir şey mi? Anlamadım. Ethan ve Eva da kalkıp tabaklarını toplamaya başladılar. Ben de onlara katıldım ve hep birlikte kafeteryadan çıkıp yurtlara doğru yürüdük.

Yurda dönerken, Eva ve Ethan sohbet etmeye devam etti. Archer'ın bu akşamki tavrını göz ardı etmeye çalışarak, Eva'ya ve Ethan'a odaklanmaya çalıştım. Ama aklımın bir köşesinde, Archer'ın son bakışı hâlâ yankılanıyordu.

Yurdun kapısına vardığımızda, Ethan bize iyi geceler dileyip kendi bölümüne ufak taş yükseltinin üstünden atlayarak geçti.

Eva ile birlikte odalarımıza çıkarken, yorgunluk ve kafa karışıklığı içimde birbirine karışıyordu. Odaya girdiğimde Nova'nın yatağında kitap okuduğunu gördüm.

"Akşam yemeği nasıl geçti?" diye sordu Nova, gözlerini kitaptan ayırmadan.

Kendimi yatağıma bırakırken ‘’Genel olarak iyiydi, Archer biraz tuhaftı, Ethan ise partiye davet etti.’’ Dedim iç çekerek.

"Her zamanki Archer," dedi Nova ve yatağında dikleşti, kitabı da elinden bırakmıştı çoktan. "Ne hissettiğini çözmek zor."

Nova, gözlerini kitaptan kaldırıp bana baktı. "Archer hep böyle, biliyorsun. Bazen kendi içinde çok şey yaşıyor gibi."

"Öyle," diye mırıldandım. Akşam yemeğinde Archer'ın bakışlarını düşündüm. Belki de her şey onun koruma içgüdüsünden kaynaklanıyordu. Ya da başka bir şeyler mi vardı?

‘’Göl kenarındaki etkinlikten mi bahsettin?’’ diye sordu ardından Nova. Başımı sallarken Nova saçını toplamaya başladı.

‘’Sadece birer kişi davet edilebileceğini sanıyordum.’’ Nova’nın sözleri beni şaşırtırken Nova devam etti. ‘’Ve sanırım bir de karşı cins için geçerli. Yani bir kız başka kızı götüremiyor.’’

Bakışlarım Nova’nın sözleri ile ciddileşmişti.

Yatağımda tıpkı Nova gibi doğrulduktan sonra boğazımı temizleyerek söze girdim.

‘’Ethan çapkın biri değil mi? Şimdi de Eva ile ilgileniyor. Acaba Archer’ın tepkileri nasıl olacak?..’’

Nova başını hızlıca sallamıştı. ‘’Evet fazla çapkın, umarım eğlenceden öteye geçmez. Eva kalbini kaptırırsa onu toparlamakla uğraşırız. ‘’diyerek ayağa kalktı.

Çapkın erkek… Ethan…

Bana bir yerden tanıdık gelmişti.

Raven!

Raven de tıpkı Ethan kadar çapkındı.

Eva ile kaderlerimiz aynı olsun hiç istemezdim doğrusu.

Yatağa bir kez daha yattığımda bakışlarımı Nova’ya diktim.

‘’Sen de geliyor musun peki?’’ diye sorduğumda bakışları beni buldu.

‘’Düşünüyorum.’’ Diye kısa bir cevap verdikten sonra pijamalarını dolabından çıkarıp arka odaya çekilmişti.

Bende o sırada pijamalarım tıpkı Nova gibi o gelmeden odada değiştirip yatağımın içine girdim.

Nova ışığı kapayıp yatağına girerken ‘’İyi geceler.’’ Diye fısıldadım.

Yarın yeni bir gün olacaktı.

Yoga dersinin rahatlatıcı havasını ise iple çekmekteydim.

Loading...
0%