Yeni Üyelik
65.
Bölüm
@selinayeda_x

Vize haftası, okulda herkesin dört gözle beklediği ama aynı zamanda korktuğu bir zaman dilimiydi. Öğrenciler, koridorlarda ellerinde notlarıyla aceleyle yürürken, kütüphane ve çalışma salonları neredeyse hiç boş kalmıyordu. Hava, stresin ve yoğun çalışmanın verdiği bir elektrikle doluydu. Biz de, özellikle son birkaç haftayı bu an için hazırlanarak geçirmiştik. Eva ile ben, elimizden gelenin en iyisini yapmak için bir araya gelip çalıştık. Her akşam, kütüphanedeki aynı masada buluşur, ders notlarımızı ve kitaplarımızı ortaya koyar, birbirimize sorular sorar ve dersleri tekrar ederdik. Gözlerimizde yorgunluğun izleri vardı, ama içimizde küçük bir umut ışığı da yanıyordu. Artık öğrendiklerimizi gösterebilmek için hazırdık.

Pazartesi sabahı, ilk vize olan Temel Matematik sınavı için, Anita Hills'in sınıfında toplandık. Sınıf, neredeyse fısıldamaların bile duyulamayacağı kadar sessizdi. Tüm öğrenciler, öğretmenimizin sınav kağıtlarını dağıtmasını beklerken, herkesin yüzünde aynı endişe ifadesi vardı. Kağıtlar elimize ulaştığında derin bir nefes alıp soruları incelemeye başladım. Eva’nın hafta boyunca öğrettiği fonksiyonlar ve grafiklerle ilgili olan sorular tam karşımdaydı. Derin bir nefes alıp kalemimi elime aldım ve aklıma gelen her şeyi dikkatlice yazmaya başladım. Bir saat boyunca sadece kağıda odaklanmıştım. Beynim sürekli çalışıyor, ellerim soruların yanıtlarını yazıyordu.

Sınavdan çıktığımızda, Eva ile ifadelerimiz rahatlama ve karışık bir memnuniyet karışımıydı. "Bitti!" dedi Eva. ellerini havaya kaldırarak. "Şimdi bir süre matematiği düşünmek zorunda değiliz."

Eva’ya gülümsedim.

"Evet, ama yarın tarih var," dedi, ciddi bir sesle. "O yüzden, bugün fazla gevşemeyelim."

Salı günü geldiğinde, Eldric’in Tarih ve Medeniyet sınavı için hazırdık. Sınav, antik uygarlıklar, felsefe ve Roma hukuku hakkında geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Eldric, sınav kağıtlarını dağıttığında, içimde tuhaf bir sakinlik hissettim. Bu konulara iyi çalışmıştık ve Eldric’in derslerde anlattığı detaylar hala zihnimde taptazeydi. İlk soruya göz attım: "Roma hukuku neden modern hukukun temelidir?" Derin bir nefes aldım ve Eldric’in derslerde üzerinde durduğu önemli noktaları yazmaya başladım. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan sınavın sonuna gelmiştim. Eva ile sınıftan çıkarken sessizce birbirimize bakıp gülümsedik.

"Bu iyi geçti," dedi Eva, kağıtlarını toparlarken. "En azından başardık."

"Kesinlikle," diye onayladım Eva’yı. "Bu hafta bittiğinde, kendimize büyük bir ödül vermeliyiz."

Kesinlikle vermeliydik.

Yoga dersinin basit sınavına yine salı günü girdiğimde bu sınav sözlü değil uygulama olmuştu, tıpkı sanat dersinde de olacağı gibi.

Maelis, sınıfta her zamanki sakinliğiyle bizi karşıladı. "Bugün, öğrettiğim pozları hatırlamanızı istiyorum," dedi. "Önemli olan bedeninizle ve zihninizle nasıl uyum içinde olduğunuzdur."

Sınıfın ortasında, yoga matlarımızı serdik ve Maelis’in talimatlarını takip etmeye başladık. Pozlar arasında geçiş yaparken, nefesime odaklandım. Kendimi merkeze almaya çalıştım. Tüm stres ve kaygı, nefesimle birlikte akıp gidiyordu. Maelis’in yumuşak sesi, hareketlerimi yönlendiriyordu. Sınav bitip de Maelis’in onaylayıcı bakışını gördüğümde, derin bir rahatlama hissettim.

Günün ilerleyen saatlerinde, Harper'ın psikoloji sınavı vardı. Bu, daha teorik bir sınavdı ve Harper’ın sınıfta öğrettiği kavramları ne kadar iyi anladığımızı test ediyordu. Algı ve bilinçaltı ile ilgili sorular, özellikle ilgimi çekmişti. Harper’ın sınıfta yaptığı küçük deneyleri hatırlayarak soruları yanıtladım. Zihnimde, onun derin ve anlayışlı sesini duyar gibi oldum. Bu sınavın sonunda, kendimi hem rahatlamış hem de zihinsel olarak tükenmiş hissettim.

Çarşamba günü edebiyat ve sanat sınavları vardı. Harden’ın sınavında, romantik dönemin şiirleri ve bu dönemin edebi etkilerini analiz etmemiz gerekiyordu. Özellikle Wordsworth ve onun doğa tasvirleri üzerinde durduk. Edebi analizlerimi yaparken, Harden’ın sınıfta verdiği örnekleri ve yaptığı derinlemesine açıklamaları hatırladım. Yazmaya başladığımda, kelimeler sanki kendi kendine akıp gidiyordu. Bu sınav, ruhumu dinlendiren bir tarafı olan ender sınavlardandı.

Ardından, Meyers’in sanat sınavı vardı. Meyers, bize boş bir tuval ve boyalar vermişti. “Duygularınızı resmedin,” dedi sadece. Tuvali önümüzde bulduğumuzda, derin bir nefes aldım. Sanat, duygularımızı yansıtan bir aynaydı. Boyaları elime alıp fırçayla tuvale dokunmaya başladım. Birkaç dakika sonra, renkler ve çizgiler arasında kaybolmuştum. Düşünmeden, sadece hissederek, renkleri kullanıyordum. Bu sınav, aslında bir tür meditasyondu. İçimde biriken tüm stres, tuvalin üzerine akıyordu.

Perşembe gününü Carson’ın kişisel gelişim ve liderlik sınavı ile tamamladık. Bu sınavda, daha çok pratik uygulamalar ve senaryolar vardı. Carson, bizi gruplara ayırarak liderlik yeteneklerimizi test etti. Hepimiz birer grup lideri olarak belirli senaryoları yönettik. Bu süreçte, takım çalışmasının ve iletişimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamıştık. Herkes kendi yeteneklerini ortaya koydu ve birlikte çalışmayı öğrendik. Sınavın sonunda, Carson’ın gözlerinde gururlu bir ifade gördüm.

Ve son final günü olan Cuma gününde ise sınavlarımız belliydi.

Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji ile Bilinçaltı ve Zeka!

.. 

Son vize günü geldiğinde, içimizde hem bir rahatlama hem de gerilim vardı. Haftalarca çalışmanın, stresin ve sabah erken kalkmaların ardından, nihayet sona ulaşmak üzereydik. Ancak bu son günde karşılaşacağımız sınavlar, hem zihin hem de beceri gerektiriyordu: Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji ve Bilinçaltı ve Zeka. Her iki sınav da, pratik yeteneklerimizi ve düşünsel kapasitemizi test edecekti.

Sabahın erken saatlerinde, sınıfa doğru ilerlerken kampüste bir sessizlik hakimdi. Herkes kendi sınavına odaklanmıştı; koridorlarda fısıltılar, sınıflardan gelen hafif tıkırtılar ve kağıtların karıştırılma sesleri duyuluyordu. Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji sınavı için laboratuvar sınıfına yöneldik. Sınıfın kapısından içeri girdiğimizde, masaların üzerine çeşitli ekipmanların ve araç gereçlerin yerleştirildiğini gördüm. Laboratuvar, metalik ve kimyasal bir koku yayıyor, ışıklar parlak bir şekilde yanıyordu.

Profesör Halderman, sınıfın ortasında durmuş, bize doğru ciddi bir ifadeyle bakıyordu. "Bu sınavda, uygulamalı bilimi ne kadar özümseyebildiğinizi ve teknolojiyi nasıl kullanabileceğinizi test edeceğiz," dedi. "Bu nedenle, burada yalnızca teorik bilgiye değil, aynı zamanda pratik becerilere de ihtiyacınız olacak."

Masaların üzerine yayılmış olan araç gereçlere göz gezdirdim. Test tüpleri, elektronik devre kartları, çeşitli kimyasallar ve birkaç bilimsel cihaz vardı. Her birimizin önüne birer kutu yerleştirilmişti. Halderman, kutulardan birini alıp açarak içindekileri masanın üzerine döktü. "Bu kutuların içinde, bir dizi görevi tamamlamanız için gerekli olan her şey var. Sınavın ilk bölümünde, basit bir elektrik devresi oluşturacaksınız. İkinci bölümde ise kimyasal bir reaksiyon deneyi yapacaksınız."

Derin bir nefes aldım. Halderman, sınavın başladığını ilan ettiğinde, hızlıca işe koyuldum. Elektrik devresini kurmak için kutudan çıkardığım kabloları ve devre elemanlarını dikkatlice bir araya getirmeye başladım. Gözlerimi kablolara odaklayarak, elimdeki lehimleme cihazını dikkatlice kullandım. Devreyi doğru şekilde birleştirdiğimde, küçük bir LED ışık yanıp sönmeye başladı. Bu, doğru bir bağlantı kurduğum anlamına geliyordu. İçimde küçük bir zafer hissiyle Meyers’a baktım. Başımı hafifçe sallayarak bir sonraki adıma geçtim.

Kimyasal reaksiyon deneyi, bir çözeltinin doğru oranlarda karıştırılmasını gerektiriyordu. Ölçü kaplarını dikkatlice doldurup, sıvıları test tüplerine eklerken kalp atışlarım hızlandı. Her şey doğru gitmeliydi; aksi halde sonuç, tehlikeli olabilirdi. Son bileşeni eklediğimde, sıvı hafifçe köpürdü ve sonra durdu. Gözlerimi genişçe açtım. Deneyim başarılı olmuştu. Meyers, masamın yanına gelip sonuçları inceledi ve onaylayıcı bir bakış attı.

Sınıfın diğer ucunda, Eva da kendi deneyleriyle uğraşıyordu. Eva’nın elleri hızlıca hareket ediyor, oldukça sakin ve dikkatli bir şekilde devresini tamamlıyordu. Eva, kimyasal karışımı hazırlarken yüzündeki yoğun konsantrasyon ifadesi gözlerime çarptı. Bunu hep birlikte başardığımız için içimde garip bir mutluluk vardı.

Bir saatlik sınav süresi dolduğunda, laboratuvarı topladık ve notlarımızı kontrol için teslim ettik. Halderman, başıyla hafifçe onaylayarak hepimize teşekkür etti. "Şimdi, biraz rahatlayın," dedi gülümseyerek. "Bir sonraki sınavınız, tamamen zihinsel bir mücadele olacak."

Bir sonraki ders için sınıftan ayrıldık. Koridorlarda ilerlerken, sessizce nefes alıp veriyor, bir sonraki sınav olan Bilinçaltı ve Zeka için hazırlandığımızı hissediyordum. Zihnimde dolaşan soruları uzaklaştırmaya çalışırken, sınıfa doğru ilerledik.

Bilinçaltı ve Zeka dersi, Valeria’nın yönettiği bir dersti ve her zaman yoğun düşünsel çabayı gerektirirdi. Valeria, derin ve etkileyici gözleriyle öğrencilerini analiz ederken, sanki zihninizin en derin köşelerini görüyormuş gibi hissettirirdi. Sınıfa girdiğimizde, herkes masalarına oturmuş, gözlerini Valeria'ya dikmişti. Valeria, odanın ortasında durdu, gözlerini hafifçe kısarak bize baktı ve sessizliği bozdu.

"Bu sınav," dedi yumuşak ama otoriter bir sesle, "zihinsel kapasitenizi ve bilinçaltınızla olan bağlantınızı test edecek. Kendinizi sadece mantığınızla değil, aynı zamanda içsel sezgilerinizle de ifade etmeniz gerekecek."

Masalara yerleştirilmiş olan küçük bir cihazı gösterdi. Cihaz, bir elektrot başlığı ve bir ekran içeriyordu. "Bu cihaz, beyninizin elektriksel aktivitelerini ölçerek zihinsel odaklanmanızı ve duygusal tepkilerinizi analiz edecek," diye açıkladı. "Sizden bu cihazı kullanarak belirli zihinsel görevleri yerine getirmenizi isteyeceğim."

Cihazı başıma yerleştirip, Valeria'nın talimatlarını bekledim. İlk görev, yoğun odaklanma gerektiriyordu. Ekranda beliren karmaşık desenleri incelemeli ve desenlerin içindeki örüntüleri bulmalıydım. Gözlerimi ekrandaki şekillere diktim ve zihnimi boşaltmaya çalıştım. İçsel bir sessizlik yaratmak, gürültülü düşünceleri susturmak... Desenlerin içindeki tekrarları ve değişiklikleri fark ettikçe, ekrana odaklandım.

İlk görev başarıyla tamamlandığında, Valeria başını hafifçe salladı. "Şimdi ikinci aşamaya geçiyoruz," dedi. "Bu kez, bilinçaltınızın size ne söylediğini anlamaya çalışın. Ekranda beliren görüntüler, sizi farklı duygusal tepkilere yönlendirecek. Onları nasıl yorumladığınızı ifade edin."

Ekranda hızlıca değişen görüntüler belirmeye başladı: bir çocuk, bir orman, karanlık bir tünel, parlak bir ışık... Her bir görüntü, zihnimde farklı duygusal tepkilere yol açıyordu. Derin bir nefes alıp hislerime odaklandım. Karanlık tünel beni huzursuz etti; parlak ışık ise bir umut hissettirdi. Valeria'nın öğrettiği gibi, bu duyguları mantıksal bir şekilde değil, içgüdüsel olarak yorumlamaya çalıştım. Hissettiklerimi açıkça ifade etmeye başladım.

Görevler bittiğinde, Valeria sınıfın önünde durdu ve hafifçe gülümsedi. "Hepinizin zihinsel derinliğini görmek harikaydı," dedi. "Bilinçaltınızın rehberliğine ne kadar açık olduğunuzu gözlemlemek, aslında sadece bu sınavın değil, hayatınızın da bir parçası."

Sınavdan çıktığımızda, derin bir nefes aldım. Eva yanımda yürürken omzuma dokundu. "Bu biraz zordu," dedi hafifçe gülümseyerek. "Ama sanırım başardık."

Nova, arkamızdan gelerek bize katıldı. "Evet, bitti!" dedi neşeyle. "Artık kendimizi ödüllendirme zamanı."

Ve böylece, bu zorlu haftanın sonuna gelmiştik. Kampüsün bahçesine çıktık. Soğuk bir hava esiyordu, ama içimizde sıcak bir rahatlama hissi vardı. Haftalarca süren hazırlık, stres ve sınavlardan sonra, nihayet başardık. Kendi çabamızla bu noktaya gelmiştik. Gökyüzüne baktım, bulutlar arasından süzülen güneş ışığı yüzümü okşuyordu.

Birlikte geçirdiğimiz bu süreç, sadece dersleri değil, aynı zamanda dostluğu, dayanışmayı ve kendi sınırlarımızı keşfetmemizi sağlamıştı. Artık final haftasını geride bırakmış, yeni bir başlangıca hazırdık.

Dokuzuncu hafta, sınavların bitmesinin ardından kendimize verdiğimiz bir tür “kafa tatili” oldu. Çoğu öğrenci, bu kısa arayı değerlendirmek için okuldan ayrılmıştı. Eva da ailesini görmek için gitmişti; Archer ise benimle kalmayı tercih etti. Nova'nın arkadaşları da ayrılınca, geriye sadece biz kalmıştık. Kampüs, her zamankinden daha sessizdi. Sanki her şey biraz yavaşlamış gibiydi.

İlk günler, Archer ve Nova ile vakit geçirerek geçti. Birlikte bahçede yürüyüşler yapıyor, göletin kenarında oturup sohbet ediyorduk. Gölet, o soğuk günü hatırlatsa da, Archer’ın yanında olmak bana güven veriyordu. Bir gün öğleden sonra, Nova ile birlikte kampüsün arka tarafındaki eski seraya gittik. Sera, bitkilerin yeşil bir örtü gibi her yeri sardığı huzurlu bir yerdi.

O sırada, kampüste çok az kişi olduğu için etrafta fazla insan yoktu. Sessizliği, sadece rüzgarın hafif hışırtısı ve yaprakların hışırtısı bozuyordu. Nova ile serada otururken, dışarıda birinin yaklaştığını fark ettim. Kapı aralandı ve içeri Raven girdi. Onu daha önce gördüğümde hep bir mesafeli hali vardı. Ancak bu kez, yüzünde hafif bir gülümseme ile içeri girdi.

"Merhaba Luna," dedi Raven. "Sessizliği bozmuyorum, değil mi?"

"Hayır, hayır, tabi ki değil," diye cevapladım, hafifçe gülümseyerek. "Bu, Nova. Tanışmadınız sanırım."

Nova, Raven'a doğru eğilerek elini uzattı. "Nova," dedi. "Sevgililik durumları mı yoksa Luna?"

Raven, hafif bir gülümseme ile Nova'nın elini sıktı. "Eski diyelim… Yani dost kalan sevgililer diye biliyorum, öyleyiz dimi Luna?" dedi sakin bir sesle.

Başımı o an sadece sallamakla yetindim. Sözleri doğruydu.

Nova, biraz çekingen bir şekilde gülümsedi ve sonra bana döndü. "Yani, Raven’ı çok iyi tanımıyorum ama bu vesileyle tanışmış olduk."

O anda, içimde hafif bir huzursuzluk vardı. Raven'ın gözlerinde tuhaf bir ifade vardı, sanki içindeki bir şeyi gizliyormuş gibi. Ancak o an için, sadece bu anın tadını çıkarmak istedim. Nova ile Raven arasında geçen kısa ve soğuk diyalogların ardında, herkes kendi dünyasına kapılmış gibiydi.

Serada, hep birlikte oturduk. Konuşmalar, günlük konulardan ve kampüsteki boşluktan ibaretti. Sanki herkes, normal olmaya çalışıyordu. Raven, nadiren konuşuyordu ama sessizliği bozmayan bir varlığı vardı. Onunla otururken, sanki başka bir dünyanın kapıları aralanıyordu. Bu sessizlik, bir rahatlama değil, aksine, gelecekte olacakların habercisi gibiydi. Ancak o an için, bu düşünceleri zihnimden uzaklaştırmak istedim.

O hafta boyunca, Archer, Nova ve Raven ile geçirdiğimiz zaman, sınav haftasının tüm stresini üzerimizden attı. Bir süreliğine, güçler, tehlikeler ve okulun gizemleri olmadan sadece "normal" öğrenciler gibi hissettik. Ancak, içimde derinlerde, bu sessizliğin fırtına öncesi bir dinginlik olduğuna dair bir his vardı.

Onuncu haftadan itibaren bir şeylerin değiştiğini anlamıştım koca akademide!

Final ve proje hazırlıkları!

Okulun onuncu haftasına girdiğimizde, işler yoğunlaşmaya başlamıştı. Zorunlu derslerin projeleri birer birer verilmiş, adeta üzerimize yıkılmış ve on birinci haftayı zorlamıştık.

Eva’yla birlikte bir haftadır kütüphaneye kapanmıştık. Kafamda, hangi ders için ne yapacağımıza dair düşünceler dönüp duruyordu. Yorgunluk omuzlarımıza ağır bir battaniye gibi çökmüş, projeler üzerimize adeta dev bir dalga gibi çullanmaya başlamıştı. İki hafta boyunca, her ders bir proje ödeviyle karşılaşmıştık.

Onuncu haftada ilk dersimiz Temel Matematik ve Analiz dersiydi. Profesör Anita Hills dersi anlatmayı hızlıca başlamıştı.

Analiz dersi, her zaman olduğu gibi yorucu ve zihinsel olarak zorlayıcıydı.

Profesör Anita Hills tahtaya karmaşık matematik denklemleri yazarken, sınıf sessizce onu izliyordu. Hepimiz ne zaman bize bir ödev vereceğini merak ediyorduk, ama o sadece tahtada hesaplamalar yapıyordu. Bir süre sonra, arkasına dönüp bir kağıt çıkardı.

“Bu dönem boyunca öğrendiğiniz her şeyi kapsamlı bir projeye dökmenizi istiyorum. Seçeceğiniz bir konuyu derinlemesine analiz edecek, bu analiz sonucunda elde ettiğiniz verileri matematiksel olarak ispatlayacaksınız. Grafikler, fonksiyonlar, denklem çözümlemeleri… Tüm bunları detaylı bir raporda görmek istiyorum. Bu, sizin matematiksel becerilerinizin sınırlarını zorlayacak bir çalışma olacak.”

Yine gözlerim kocaman açıldı. Matematik, çok sevdiğim bir alan olmasa da bu projeyi başarıyla bitirmemiz gerekiyordu. Eva’nın yüzündeki endişeyi görebiliyordum. Bu projede çok çaba sarf edeceğimiz belliydi.

Ders çıkışı öğle arası için Eva ile kendimizi yemekhaneye attığımızda kafamız gerçekten de allak bullaktı.

Nasıl baş edecektik biz o kadar proje ile?

Çünkü ardından Salı günü Tarih ve Medeniyet dersi öğretmeni Eldric de proje ödevi vermişti.

Tarih ve Medeniyet sınıfında Eldric derse her zamanki karizmatik havasıyla girdi. Elindeki eski belgelerle masasına geçti ve derin bir nefes aldı.

“Bu dönem boyunca medeniyetlerin doğuşunu ve gelişimini inceledik. Şimdi ise sizin kendi medeniyet araştırmanızı yapmanızı istiyorum. Grup halinde çalışacaksınız ve seçtiğiniz medeniyeti kapsamlı bir şekilde inceleyeceksiniz. Bu incelemeyi yaparken, o döneme ait belgeler, haritalar, eserler ve makaleleri kullanacaksınız. Ayrıca, incelemenizi bir maket, slayt ya da film gibi yaratıcı bir sunumla tamamlamanızı bekliyorum.”

Eva’yla birbirimize baktık. Bu proje çok fazla araştırma ve hazırlık gerektiriyordu. Profesör Eldric’in gözleri üzerimizdeydi, hepimizin ciddiyetle çalışmamızı bekliyordu. Bu projeyi başarmak için kütüphaneye haftalarca kapanmamız gerekecekti.

Bu hafta ardından son ödevi Profesör Carson Kişisel Gelişim ve Liderlik dersinde verdi. Diğer derslerin projeleri ile on birinci hafta verilmişti.

Perşembe günü, Liderlik dersinde sıra dışı bir atmosfer vardı. Profesör Carson, sınıfa girdiğinde her zamanki enerjik haliyle dersine başladı. Ancak kısa süre sonra dersin yönü tamamen değişti.

“Bu ders boyunca liderlik teorilerini öğrendiniz. Şimdi ise bu teorileri uygulama vakti. Her birinizden bir liderlik planı oluşturmanızı istiyorum. Seçtiğiniz bir organizasyon ya da ekip üzerinde uygulayacağınız bir strateji belirleyeceksiniz. Bu stratejiyi belirlerken ekip içi iletişimi, görev dağılımını, kriz anlarında liderin nasıl hareket edeceğini ve ekip içi sorunları çözme becerilerini de dahil etmenizi bekliyorum.”

Bu proje, sadece teorik bilgiye dayanmıyordu, aynı zamanda pratik becerilerimizi de test edecekti. Bir ekip kurmak ve o ekibi yönetmek zorunda kalacaktık. Eva’yla bu projeye nasıl yaklaşacağımızı düşünürken, “Belki de küçük bir sosyal sorumluluk projesi düzenleyebiliriz,” diye fısıldadı.

On birinci hafta derslerde projeler verilmeye son hız devam edilmişti biz daha hafta sonu projeleri gözden geçirme fırsatı bile bulamamışken.

Salı günü Tarih ve Medeniyet dersinden sonra Bilinçaltı ve Zeka dersinde profesör Valeria yeni projelerimizi almak için dersi detaylıca dinlemiştik.

Profesör Valeria, sınıfa her girdiğinde sanki zihnimizin en derin köşelerini görmek isteyen bir bakışa sahipti. O gün dersin sonunda bir proje vereceğini söylediğinde hepimiz büyük bir merak içindeydik.

“Sınıf, bu dönemki proje ödeviniz bilinçaltının derinliklerine inmeyi gerektiriyor,” dedi Valeria, tahtaya büyük harflerle “Bilinçaltı ve Duyguların Etkisi” yazarken. “Her biriniz, bilinçaltınızda yatan duygularınız ve bunların davranışlarınıza olan etkileri hakkında bir araştırma yapacaksınız. Bu araştırma, kendi yaşam deneyimlerinizi de içermeli. Yani sadece teorik bir analiz değil, aynı zamanda kişisel deneyimlerinizle de örtüşen bir çalışma olmalı. Ayrıca, bu projeyi desteklemek için bir zeka testi uygulayacaksınız. Test sonuçlarınızı analiz edip yorumlayacak ve bunların bilinçaltınızla nasıl bağlantılı olduğunu açıklayacaksınız.”

Bu proje de oldukça karmaşık ve yoğun bir çalışma gerektiriyordu. Bilinçaltımın derinliklerine inmek, kendi hislerim ve düşüncelerimle yüzleşmek zorunda kalmak… Zor olacaktı, ama aynı zamanda belki de kendimle ilgili bilmediğim şeyleri keşfetmemi sağlayacaktı.

Bu ders ardından Dr. Halderman tarafından dersi verilen Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji laboratuvarına yöneldik Eva ile. Bu dersten de projelerimizi aldığımızda gün nihayet bütün yoruculuğu ile son bulmuştu.

Uygulamalı Bilimler dersine geçtiğimizde Dr. Halderman sınıfın ortasında yürüyerek projeyi açıkladı.

“Bu derste öğrendiğiniz tüm bilimsel prensipleri bir deneyle kanıtlayacaksınız. Seçtiğiniz bir bilimsel hipotezi deneylerle destekleyip, sonuçlarını rapor halinde sunacaksınız. Deneylerinizin doğruluğu, verilerinizin analizi ve teorik bilgilerinizi nasıl uyguladığınız çok önemli. Bu sadece bir bilimsel deney değil, aynı zamanda analiz yeteneğinizi de göstereceğiniz bir çalışma olacak.”

Bilimsel deneyler her zaman ilgimi çekmiş olsa da, bu kadar geniş kapsamlı bir proje bizi oldukça zorlayacaktı. Eva, “Hangi hipotezi seçelim?” diye sordu. Henüz bir fikrim yoktu, ama bunun çok uzun süreceği kesindi.

Çarşamba günü Yoga dersinde rahatlarken öğretmen Maelis ödevimizin final yerine geçeceğini söyledi. Derslerde birkaç kişi kendi ödevlerini sunacaklar ve puanlandırılacaklardı. Herkes kendi yoga stilini seçerek anlatacak ve hareketleri uygulamalı bir şekilde göstereceklerdi.

İşte bütün mesele bundan ibaretti.

Tüm bu projeler birinci dönemi rahatça atlatabilmem için gerekli önemli şeylerdendi!

Yoga dersinin ardından Temel Psikoloji dersinde, Profesör Harper sınıfa girdiğinde üzerinde her zamanki gülümsemesi yoktu. Daha ciddi görünüyordu, bu da hepimize bir şeylerin ters gittiğini hissettirmişti.

“Sizlerden bir toplulukta gözlem yapmanızı istiyorum,” diye başladı. “Ama sıradan bir gözlem değil. İnsan davranışlarını inceleyeceksiniz. Duyguların dışavurumunu, jest ve mimikleri, grup içi dinamikleri ele alacaksınız. Bu gözlemleri not alacak, sonra bir rapor halinde sunacaksınız. Elde ettiğiniz bulguları teorik bilgilerle karşılaştırmanızı istiyorum. Ödeviniz sadece gözlem değil, aynı zamanda psikoloji teorilerini bu gözlemlere nasıl uyguladığınızla ilgili olacak.”

Bu ödev bizi biraz endişelendirdi. İnsanları gözlemlemek, psikoloji kuramlarıyla bağdaştırmak düşündüğümüzden çok daha zor olacaktı. Eva, “Sanırım parkta ya da kafeteryada oturup insanları gözlemleyeceğiz,” diye fısıldadı. Ben de ona katıldım.

Perşembe günü ilk dersimiz İleri Düzey Edebiyat’tı. Profesör Harden, derse her zamanki gibi elinde not defteriyle girmişti. Sınıfta derin bir sessizlik hâkimdi, herkes bir şeylerin geleceğini seziyordu. Kısa bir giriş konuşmasının ardından, not defterine bir göz attı ve gözlerini bize dikti.

"Arkadaşlar, bu dönem boyunca edebiyata derinlemesine bir bakış attık. Şimdi sıra sizin analiz yeteneklerinizde. Proje ödeviniz bir edebi eserin derinlemesine incelenmesidir. Ancak yalnızca inceleme değil; yazarın psikolojisine, dönemin sosyokültürel yapısına ve eserin bugünkü etkilerine de odaklanacaksınız. Seçtiğiniz eseri neden seçtiğinizi, hangi temaları incelediğinizi detaylı bir şekilde açıklamanızı bekliyorum. Sadece klasik edebiyat eserleri değil, modern eserleri de ele alabilirsiniz.”

Eva’yla göz göze geldik. Harden’in verdiği ödev hem ilginçti hem de korkutucu. Yazmayı sevsem de böylesine kapsamlı bir analiz beni düşündürüyordu. Hangi eseri seçeceğimiz konusunda kafamız karışıktı, ama kütüphanede haftalarca bu projeyle uğraşacağımız belliydi.

Dersin ardından Eva ile ayrılarak dersliğime ilerledim. İleri Düzey Sanat ve Yaratıcılık!

Derste proje ödevinin ne olacağı ise aşikardı, tuval çalışması yapmak, yaratıcılığımızı konuşturmak!

Sınıfa adım atar atmaz, boyaların, fırçaların ve tuvallerin kokusunu hissettim. Burası her zamanki gibi yaratıcı bir kaosun merkezi gibiydi. Meyers ise tahtanın önünde durmuş, öğrencilerin yavaşça yerlerini almasını bekliyordu. Kendine has sakin bir enerjisi vardı, ama onun gözlerinin ardında her zaman bir ciddiyet sezilirdi. Sanat onun için sadece bir ifade biçimi değil, bir yaşam tarzıydı. Onun önünde olmak, hepimizin sanatını ciddiye alması gerektiğini hatırlatırdı.

Sınıf sessizleştiğinde Meyers, her zamanki gibi sabırlı ama kararlı bir şekilde konuşmaya başladı.

“Bu dönem sizin için yaratıcı sürecin derinliklerine inmenizi istiyorum. Şu an bulunduğumuz noktada, artık teknik bilgiye sahip olduğunuzu biliyorum, ama teknik tek başına yeterli değil. Yaratıcılığınızı zorlayacak, sizi konfor alanınızdan çıkaracak bir proje hazırlayacağız.”

Sınıfta hafif bir mırıltı yükseldi. Herkes ne geleceğini merak ediyordu. Meyers ise bu anın tadını çıkarırmış gibi bir süre bekledikten sonra konuşmasına devam etti.

“Bu dönem projeniz: Tuval çalışması. Ancak, basit bir resim yapmaktan fazlasını istiyorum. Hayal gücünüzü kullanarak, hem estetik hem de düşünsel açıdan derin bir eser ortaya koymanızı bekliyorum. Tuvalinize sadece gördüğünüzü değil, hissettiğinizi yansıtmalısınız.”

Sözleri içimde bir yankı buldu. Tuvalde sadece gerçekliği değil, duyguları, düşünceleri, belki de bilinçaltımızın derinliklerini ifade etmek… Bu, Meyers’in tarzıydı. Zihnimde hemen fikirler belirmeye başladı. Ama en zor kısım, hangi fikri seçip nasıl yansıtacağıma karar vermek olacaktı.

“Bu projede size herhangi bir konu sınırlaması koymuyorum,” diye devam etti Meyers. “Ama çalışmanızın bir hikâyesi olmalı. Her fırça darbesi, her renk seçimi bir anlam taşımalı. İster bir anıyı, ister bir rüyayı, isterse de bir içsel çatışmayı resmedin. Ama lütfen, sadece güzellik yaratmaya çalışmayın. Sanat, aynı zamanda çirkinliği de kucaklamalıdır. Hayat gibi; karmaşık ve çok katmanlı.”

Sınıftaki herkes sessizce not alıyordu. Meyers’in söyledikleri çok derindi, ama bu derinlik aynı zamanda özgürlüğü de getiriyordu. Kendi iç dünyamı yansıtacağım bir tuval… Fikri heyecan vericiydi, ama bir o kadar da zorluydu.

“Projeleriniz üç hafta sonra teslim edilecek,” diye ekledi Meyers. “Tuval çalışmanızı teslim ederken yanında kısa bir yazılı açıklama da istiyorum. Bu açıklama, eserinize dair düşüncelerinizi, kullandığınız teknikleri ve ilham kaynaklarınızı anlatmalı. Her şey net mi?”

Sınıf sessizdi, herkesin kafasında bir fikir dönüp duruyordu. Benim ise kafamda şimdiden birkaç sahne belirmişti. Güçlerimle ilgili hissettiğim karmaşa, Raven’le aramızdaki belirsizlikler, Joseph’le yaşananlar… Bunlar, tuvalde bir şekilde yer almalıydı.

Loading...
0%