@selinayeda_x
|
On birinci okul haftasının Cuma günündeydik. Bir yandan odamda resim çizerken bir yandan da güçlerimi kullanıyordu. Sakin bir ortamda profesyoneldim. Güçlerim dengeliydi, güçlerim asla sorun çıkartmıyordu. Raven iyi bir eğitmen olmuştu bana, her şeye ve tüm yaşananlara rağmen. Resmimde siyah dumanlar belirdi kırmızı gökyüzünün altında, iç dünyam yavaş yavaş kendini gösteriyordu Dumanın elindeki eski bir kitap da tuvale yansıdığında fırçayı bıraktım. Sanırım projelere başlamadan önce kitabı bitirmeliydim! Yatağıma oturdum kitabı elime aldım. Zaten yarısından fazlası bitmiş ve birkaç sayfa kalmıştı, o birkaç sayfayı da bugün hallettim. Artık kendimi daha iyi hissetmekteydim çünkü kitaptaki cümleler bana da güç veriyor, hislerimi yatıştırıyor ve sakin kalmamı sağlıyordu, bu süreci başarabileceğim dair büyük bir inanç yüklüyordu bana. Raven’ın bana verdiği kitabı nihayet bitirdiğimde, içimde bir rahatlama hissettim. Kitap, güçlerimle ilgili çok şey öğretmişti bana. İlk başlarda içimde fırtınalar koparan ve kontrol edemediğim güçler, artık tamamen benim iradem altındaydı. Kitaptaki her sayfa, her paragraf beni daha güçlü kılmıştı. Raven’ın bana verdiği bu hediyenin, bu bilginin gücü tartışılmazdı. Ama bir yandan da, kitabın her satırında Raven’ın gerçek amacını sorgulamaktan kendimi alamıyordum. Her şey bu kadar basit olabilir miydi? Raven’ın oyunlarının ne olduğunu bilmiyordum, ama ona her zamankinden daha çok dikkat etmem gerektiğini hissediyordum. Onunla bir kez daha buluşmak istedim, son kez, yarın… Onunla kasabaya inmek istedim. Sebebimi bilmediğim bir şekilde bunu istediğimi hissettim. Tuvalin başına bir kez daha oturduğumda gözlerimi kapadım fırça istemsizce hareket ediyor ve öğretim görevlisi Meyers’in verdiği proje ödevini elimin altından kendi kendine yapıyordu sanki kendi düşünceleri varmış ve fırça değilmişçesince. Gözlerimi yeniden kapattım. İçimde yükselen duyguların, düşüncelerin ve karmaşanın kontrolünü bırakıp, fırçanın rehberliğine kendimi teslim ettim. Fırça tuval üzerinde dans ederken, sanki her bir dokunuşta içimde saklı kalan bir parça dışarı çıkıyor ve kendini göstermeye başlıyordu. İlk başta siyah dumanlar belirginleşti. Dumanlar, tuvalde kıvrılarak yükseliyor ve gökyüzüne karışıyordu. Kırmızı bir fonun önünde, siyahın dansı adeta içimdeki karanlığın bir sembolü gibiydi. Her fırça darbesi, içimde yankılanan duyguların izini sürüyordu. Korkularım, kaygılarım, bilinmezlikler... Her şey bu dumanın içinde kayboluyordu. Dumanların arasında beliren figür, belirsizdi. Ellerinde eski bir kitabı taşıyordu, kitabın kapağı yıpranmış, sayfaları ise sararmıştı. Eski bir bilgelik ya da unutulmuş bir bilgi taşıyordu sanki. Kitabın üzerindeki semboller karmaşıktı, anlamını çözemediğim bir dilde yazılmıştı. Kitap, içimdeki kaosun merkezindeymiş gibi duruyordu; sanki her şey bu eski kitaptan fışkırıyordu. Sayfalar hafifçe açılıyor, içlerinden beyaz bir ışık sızıyordu. Ama bu ışık huzur veren bir parlaklık değildi; aksine, tuvalin üzerinde yer alan her şeyin gerilimini arttırıyordu. Kırmızı gökyüzü, karanlık dumanlarla çevrili bir hal alıyordu. Gökyüzü, ufuk çizgisinde yanıp sönen kırmızı ve siyah tonlara bürünüyordu. İçimdeki çatışmanın bir yansımasıydı bu. Sanki her bir rengi, her bir gölgeyi ben yaratmıştım; içimde taşıdığım her şeyin dışarıya yansımasıydı. Gökyüzünün altındaki kırmızılık, öfke ve tutkuların, belki de korkuların simgesiydi. Aşağı doğru indikçe, bu gökyüzünün altında belirginleşen detaylar vardı. Dumanların ortasında, gözleri boş ve donuk bir figür ortaya çıkıyordu. Bu figür, sanki kendi iç dünyamın bir yansımasıydı; beni temsil ediyordu, ama bir yandan da yabancıydı. Elleri titriyordu, bir şeyleri kavramaya çalışıyor ama kavrayamıyormuş gibi... Parmakları dumanın içinden geçiyor, her seferinde duman tekrar bir araya geliyor ve yeniden biçim alıyordu. Sanki figür, kendi içinde bir şeyleri anlamaya çalışıyor, ama bu anlamaya çalıştığı şey sürekli elinden kaçıyordu. Bu figür, içsel karmaşamın tam ortasında duruyordu. Figürün etrafında beliren semboller vardı. Bu semboller, tanıdık geliyordu; belki bilinçaltımın ürünüydü, belki de geçmişin bir yankısı. Her biri bir anlam taşıyordu ama bu anlamlar belirsizdi, çözülmemiş birer bilmece gibi. Büyüler, semboller ve eski ritüellerle dolu bir dünyanın kalıntılarıydı sanki. Figürün elindeki eski kitap da bu sembollerle kaplanmıştı. Kitabın sayfalarından akan beyaz ışık, bu sembollerin etrafında parlıyor, ama yine de karanlığın içinde kayboluyordu. Fırça, istemsizce hareket etmeye devam ediyordu. Siyah ve kırmızı, beyazla karışıyor; birbirine karışan renkler tuvalde yeni anlamlar yaratıyordu. Siyahın karanlığına karşı beyazın aydınlığı, kırmızının yoğunluğuna karşı gökyüzünün boşluğu... Her bir fırça darbesi, içimdeki çatışmayı biraz daha belirginleştiriyordu. Bu kaotik dans, tuvalin her köşesine yayılıyordu. Bir noktada, fırça tuvalin alt kısmında daha belirgin figürler yaratmaya başladı. Dumanların arasından çıkan, birbirine dolanan ince dallar belirdi. Dalların ucunda küçük, solgun yapraklar vardı. Yapraklar, hayatın kırılganlığını temsil ediyordu belki de. Her an solmaya, yok olmaya hazırdılar. Ama bir yandan da inatla varlıklarını sürdürüyorlardı; yaşamın ve umudun sembolüydüler. Bu ince dallar, dumanın karanlığına karşı bir direniş sergiliyordu. Duman onları sarmalıyor, ama onlar yine de var olmayı başarıyordu. Dalların arasından yükselen bir ışık hüzmesi, tuvalin tam ortasında parlamaya başladı. Bu ışık, dumanın karanlığını ve kırmızı gökyüzünü yararak yükseliyordu. İçimdeki çatışmanın bir sonucu muydu, yoksa bir çözüm müydü, bilmiyordum. Ancak bu ışık, tuvalde beliren en saf şeydi. Parlak, kararlı ve her şeyin üstünde... Bu ışık, eski kitabın açılan sayfalarından çıkan ışıkla birleşiyor, tuvalin tamamını aydınlatıyordu. Ama yine de ışık, duman ve karanlıkla çevriliydi. Tam anlamıyla bir çözüm değildi, sadece bir anlık aydınlanma gibi... Fırçayı bıraktığımda, ellerimin titrediğini fark ettim. Gözlerimi tuvale diktim. Çizdiğim şey, tam olarak neydi? İçimdeki karmaşanın, korkuların, umutların ve belirsizliklerin bir resmi miydi? Belki de... Bu tuval, benim içsel bir yansımamdı. Kendime bile itiraf edemediğim duyguların ve düşüncelerin dışavurumuydu. Göletin serin sularına düştüğüm an, içimdeki korkuların yüzeye çıkmasına neden olmuştu belki de. O anın şokunu, korkusunu ve çaresizliğini hâlâ taşıyordum. Şimdi ise tüm bunları tuvale yansıtmıştım. Ortaya çıkan tablo, anlaşılması güç, ama bir o kadar da anlamlıydı. Her bir detay, her bir renk, içimdeki yolculuğun bir parçasıydı. Tuvale baktıkça, içimde bir şeylerin yavaşça çözülmeye başladığını hissettim. Karanlık, korkutucu ve kaotik... Ama aynı zamanda, bu kaosun içinde bir düzen, bir anlam arayışı da vardı. İçimde taşıdığım bu karmaşa, beni ben yapan şeylerin bir toplamıydı belki de. Tuvalin önünde derin bir nefes aldım. Bu resim, belki Meyers’ın projesi içindi, ama aslında benim için çok daha fazlasını ifade ediyordu. Kendimi, korkularımı, umutlarımı ve belirsizliklerimi bir arada gördüğüm bir aynaydı bu. İç dünyamın dışa vurumu... Tuvalde gördüğüm şey, beni ürkütse de aynı zamanda bana güç veriyordu. Çünkü karanlığın içinde bir ışık vardı ve bu ışık, her şeyin merkezindeydi. Tuvalin başından kalktım ve resme bir süre daha baktım. Kendi iç dünyamı böyle dışa vurmak rahatsız edici olsa da, bir yandan da tuhaf bir rahatlama hissi içindeydim. Bir süredir içimde taşıdığım karanlık ve belirsiz duyguları somut bir şekilde görmek, beni biraz olsun hafifletmişti. Derin bir nefes alıp, oturduğum yerden kalkarak odanın köşesindeki masaya doğru yürüdüm. Bugün yapmam gereken başka bir ödev daha vardı: Yoga bitirme projesi. Masa başına oturup, bilgisayarımı açtım. Ekran ışığı gözlerimi alırken, biraz zorlayıcı olsa da ne yapacağıma dair kafamda belli belirsiz fikirler dönmeye başlamıştı. Yoga... İç huzur ve denge demekti. Ama hangi stili seçmeliydim? Derslerde pek çok farklı yoga stiliyle tanışmıştık. Hatha, Vinyasa, Ashtanga, Yin... Hepsinin farklı bir yaklaşımı vardı. Karar vermek zor olacaktı, ama içgüdülerime güvenmeliydim. Bilgisayarı açar açmaz, yoga stilleriyle ilgili daha fazla bilgi edinmek için birkaç siteyi ziyaret etmeye başladım. Hangi stili seçersem seçeyim, bu sadece teorik bir sunum olmayacaktı; sınıfın önünde uygulamalı olarak da göstermek zorundaydım. Bu yüzden kendimi rahat hissettiğim, ama aynı zamanda derinlemesine bir bilgi ve anlayış gerektiren bir stil seçmeliydim. Bir süre araştırma yaptıktan sonra, Vinyasa yogasının bana en uygun olanı olduğuna karar verdim. Vinyasa, hareket ve nefesin bir araya gelerek adeta bir dans gibi akış oluşturmasıydı. Bu, bana kendimi daha rahat ifade etme şansı verebilirdi. Kendi içsel karmaşamı göz önünde bulundurursam, bu akış ve hareketlilik tam da ihtiyacım olan şeydi. Vinyasa, hem zihinsel hem de fiziksel bir meydan okumaydı. İçindeki düzensizliği ve karmaşayı kontrol altına almanın, nefes ve hareketle bir denge kurmanın yoluydu. Kararımı verdikten sonra, bu stil hakkında daha derinlemesine bilgi toplamak için birkaç kaynak açtım. Vinyasa’nın temel felsefesi, nefes ve hareketin uyum içinde olmasıydı. Her pozdan diğerine geçerken, nefes alış ve verişler birer rehber oluyordu. Bu, zihni ve bedeni aynı anda meşgul ederek, derin bir odaklanma ve meditasyon hali yaratıyordu. Araştırmalarım sırasında, Vinyasa'nın aslında Ashtanga yoga stilinden türediğini öğrendim. Ashtanga’nın katı ve sabit serileri yerine, Vinyasa daha akıcı ve özgür bir yaklaşım sunuyordu. Bu yüzden de her pratiğin kendine has bir akışı oluyordu; yaratıcılığa ve kişisel ifade biçimine izin veriyordu. Bu bilgilerden sonra, sınıfta sunum yapacağım metni hazırlamaya koyuldum. Bilgisayarda bir belge açıp, öncelikle Vinyasa yogasının tarihine ve kökenine dair kısa bir giriş yaptım. "Vinyasa" kelimesinin Sanskritçede "yerleştirmek" anlamına geldiğini ve bu tarzın nefes ve hareketin dikkatli bir şekilde yerleştirilmesiyle yapıldığını vurguladım. Ardından, bu yoga stilinin fiziksel ve zihinsel faydalarına değindim. Vinyasa'nın özellikle stres ve kaygıyı azaltmada, vücut esnekliğini ve gücünü artırmada ne kadar etkili olduğunu belirttim. Bu, benim gibi zihinlerinde sürekli bir kaos yaşayanlar için harika bir yöntemdi. Metin üzerinde çalışırken, sınıfta uygulamalı olarak göstereceğim hareket serilerini de düşünmeye başladım. Vinyasa'da temel olarak "Surya Namaskar" ya da Güneşe Selam serisini göstermek mantıklı olabilirdi. Hem herkesin rahatça yapabileceği, hem de Vinyasa'nın ruhunu tam anlamıyla yansıtan bir seriydi bu. Güneşe Selam, nefesle uyumlu hareketleri içeriyordu. Her nefes alışta bir pozdan diğerine geçiliyor, böylece bir meditasyon hali yakalanıyordu. Bu seriyi hazırlamak için birkaç farklı kaynağı ve videoyu izledim. Pozların doğru sıralamasını, nefesle nasıl uyumlu bir şekilde akışa geçireceğimi adım adım not aldım. Tüm bu süreci doğru bir şekilde kavramak için kendi odamda birkaç deneme de yaptım. Bir ayağımı öne uzatarak nefes aldım, sonra nefes verirken öne eğildim. Ardından nefesimi tutarak plank pozuna geçtim. Her hareketle birlikte nefes alış ve verişimi kontrol ettim. İlk başta zor gelse de, birkaç denemeden sonra nefesimle hareketlerim arasında bir uyum yakalamaya başladım. Nefes alırken yukarı köpek pozuna geçiyor, nefes verirken aşağı köpek pozuna kayıyordum. Bu akış beni rahatlatmıştı. İçimde bir tür huzur ve denge hissi uyanmaya başladı. Sanki kendi içsel karmaşamı, nefes ve hareketle disipline ediyordum. Notlarımı tamamladıktan sonra, metni bir kez daha gözden geçirdim. Sınıfa Vinyasa yogasının ne olduğunu, tarihini, faydalarını ve nasıl yapıldığını anlatacaktım. Ardından uygulamalı kısma geçip, öğrencilere Güneşe Selam serisini gösterecektim. Bu seriyi herkesin kolaylıkla takip edebileceği bir şekilde sunmam gerekiyordu, bu yüzden açıklamalarımı sade ve anlaşılır bir dilde yazdım. Her pozun nasıl yapılacağını, nefesin nasıl kontrol edileceğini tek tek anlatacaktım. Uygulamalı bölümde ise hareketleri yavaşça ve dikkatlice yaparak, öğrencilerin benimle birlikte bu akışa katılmasını sağlamayı planladım. Hazırlıklarımı tamamladığımda, içimde bir rahatlama hissettim. Yoga ödevi, iç dünyamı biraz daha dengelememe yardımcı olmuştu. Kendi karışıklığımı bir kenara bırakıp, odaklandığımda ortaya nasıl bir şey çıkabileceğini görmüştüm. Bu da bana ilginç bir şekilde cesaret verdi. Kendi içimdeki kaosu kontrol edebilme fikri, hem tuvalde hem de yoga pratiğinde bir şekilde şekil bulmuştu. Bilgisayarı kapattım, sandalyede biraz gerinip derin bir nefes aldım. Artık hazırdım. Vinyasa’nın akıcı hareketlerini sınıfta sunmak ve bu deneyimi arkadaşlarımla paylaşmak için sabırsızlanıyordum. Yatakta uzanırken gözlerimi kapadım. İçimdeki karmaşayı nefesle ve hareketle dönüştürmek... Belki de hayatın kendisi böyle bir şeydi. Karmaşadan doğan bir düzen, kaostan çıkan bir uyum... Ne olursa olsun, içimde bir denge bulmanın bir yolu her zaman vardı. Kendi yolumda, nefesimi ve hareketlerimi bu dengeye adım adım uyarlayabilirdim. Yarın sınıfta bunu göstermeyi ve arkadaşlarımla bu dengeyi paylaşmayı dört gözle bekliyordum. Nova odanın kapısını açtığında gözleri hemen duvara yasladığım tuvale kaydı. Adeta nefesi kesilmiş gibi bir an orada, kapı eşiğinde, dona kaldı. "Luna… bu… bu inanılmaz," diyebildi sadece. Yavaşça tuvale doğru ilerlerken ellerini göğsünde birleştirmişti. Gözleri, tuvaldeki karanlık dumanların arasından süzülen kırmızı tonlara takılmıştı. "Bunu nasıl yaptın?" diye sordu, gözleri hâlâ resmin detaylarına dalmış bir halde. Sesinde, şaşkınlık ve hayranlık karışımı bir ton vardı. İlk defa birinin beni bu kadar içtenlikle takdir ettiğini hissediyordum. Kendimi hafifçe gülümsemekten alıkoyamadım. "Biraz içsel karmaşa, biraz da hayal gücü," dedim omuz silkerek. Resim hakkında konuşmak tuhaf hissettiriyordu. Çünkü aslında bu benim en gizli, en derin düşüncelerimi temsil ediyordu. Nova, parmak uçlarıyla resmin üzerine uzandı ama dokunmamaya dikkat ederek geri çekildi. "Bu resimde bir şey var," dedi, "Sanki tam olarak anlam veremediğim bir şey… Ama çok etkileyici." Ona minnetle gülümsedim. "Teşekkür ederim, Nova. Bunu duymak gerçekten güzel." Sessizlik anında odada sadece ikimiz, bu karanlık ve yoğun resimle baş başa kaldık. Nova'nın bana böyle hayranlıkla bakması tuhaf bir şekilde beni hem rahatlatıyor hem de huzursuz ediyordu. Bir süre sessizce resme baktıktan sonra, "Günü nasıl geçirdin?" diye sordu. "Yoga ödevimi hazırladım," diye yanıtladım. "Biraz da resim yaptım işte… Kendimi toparlamaya çalışıyorum, malum, finaller ve projeler derken…" Nova başını sallayarak bana doğru döndü. "Evet, bu finaller hepimizi perişan ediyor." Ardından gardırobuma yöneldim ve kıyafetlerimi değiştirmek için birkaç parça elbise çıkardım. "Akşam yemeğine iniyoruz değil mi?" diye sordu Nova. "Tabii," dedim. "Sadece birkaç dakika daha bana ver." Üstümü değiştirdikten sonra, biraz daha rahatlamış hissediyordum. Kısa süre önce kendi içsel karmaşamla yüzleşmiş olmanın getirdiği ağırlık, bir nebze hafiflemişti. Nova’yla birlikte odadan çıktık ve koridorlarda diğer öğrencilere selam vererek yemekhane salonuna doğru ilerledik. Salon her zamanki gibi cıvıl cıvıldı. Öğrenciler uzun masalarda oturmuş, neşeli bir şekilde konuşuyor ve gülüşüyorlardı. Biz de boş olan geniş masalardan birine oturduk. Chloe ve Alice hemen yanımıza gelip sandalye çektiler. Alice’in elinde bir kitap vardı ve daha oturur oturmaz onu masaya bırakıp başını sallayarak, "Bu hafta bitmeyecek," diye söylenmeye başladı. "Gerçekten, şu projeler beni mahvetti!" Chloe ise yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, "Ah, lütfen Alice. Her zamanki gibi mükemmel bir şekilde halledersin," dedi. O sırada Ethan ve Eva da yanımıza gelip masaya oturdular. Archer ise Eva’nın diğer yanına yerleşti. Sarah uzakta, erkek arkadaşıyla baş başa bir masada oturmuştu. Gözleri zaman zaman bizim tarafa kayıyordu ama belli ki romantik bir akşam geçirme niyetindeydi. Yemekler önümüze servis edilirken herkes finaller ve projeler hakkında hararetli bir şekilde konuşuyordu. "İleri düzey edebiyat için sunum hazırladınız mı birinci sınıflar bakalım?" diye sordu Chloe, biraz endişeli bir ifadeyle. "Henüz değil," diye cevap verdim, çatalımı yemeğime batırarak. "Daha bitirmem gereken birkaç ödev var, sonra ona geçeceğim. Ayrıca daha yeni ödev verildi." Nova gülerek, "Luna, yeni verilmiş olsa da… Sadece iki haftan var!" dedi. Archer ise bana dikkatlice bakıyordu. Sanki gözleriyle bir şeyler söylemek ister gibiydi ama sessiz kalmayı tercih ediyordu. Bir süre masadaki sohbete katıldım, herkesin stresini paylaşıyordum; finaller, projeler, bitmeyen çalışmalar... Tam o sırada, masadaki sohbetin arasına karışan telefonumun titremesiyle irkildim. Ekrana baktığımda bir mesaj olduğunu gördüm. Raven'dandı. Daha mesajı ne zaman attığımı bile hatırlamıyordum ama bir şekilde ona kasabaya inme teklifinde bulunmuştum. Ve işte şimdi, o bu davetimi kabul ediyordu. "Cumartesi buluşalım," yazmıştı. İçimde garip bir heyecan ve aynı zamanda hafif bir tedirginlik belirdi. Mesajı okuduğumu belli etmeden telefonu masanın üzerine bıraktım. Nova bana bakarak, "Bu hafta sonu ne yapacaksın?" diye sordu. "Kasabaya inelim mi? Biraz kafamızı dağıtmamız lazım." Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. Nova her zaman olduğu gibi düşünceliydi ve birlikte vakit geçirmemizi istiyordu. Ama Raven ile buluşma fikri çoktan kafama yerleşmişti bile. "Ah, aslında… Sanırım bu hafta sonu başka bir planım var," dedim biraz tereddütle. Nova kaşlarını kaldırdı. "Başka bir plan mı? Kiminle?" "Şey… sadece biraz yalnız kalmam gerekiyor," dedim. Bu bahane kulağa ne kadar inandırıcı geliyordu bilmiyordum ama başka bir açıklama bulamıyordum. Archer'ın kaşları hafifçe çatıldı. Bana bakışları, tam olarak neden bahsettiğimi anlamaya çalışır gibi derin ve sorgulayıcıydı. Sanki kelimelerimi kazıp altındaki gerçeği görmek istiyordu. "Luna, emin misin?" diye sordu sakin bir sesle. "Eğer yalnız kalmak istemiyorsan, biz de gelebiliriz." Gözlerimi kaçırarak gülümsedim. "Teşekkür ederim, Archer. Ama gerçekten... bu sefer sadece kendime biraz zaman ayırmam gerek." Archer’ın bakışları üzerimde bir süre daha sabit kaldı. Anlam veremediğim bir rahatsızlık vardı gözlerinde. Sanki bir şeyleri sorguluyor ya da içinden çıkaramadığı bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. Sohbet masada devam ederken, ben bir yandan kafamın içinde Raven ile buluşmanın nasıl geçeceğini düşünüyordum. Onunla geçireceğim zamanın, şu an herkesin konuştuğu projeler ve sınavlardan çok daha farklı olacağını hissediyordum. Ancak Archer’ın bakışları zihnimde yankılanıyordu. Onun bu kadar şüpheci olmasının sebebi neydi? Yoksa gerçekten bir şeylerden mi şüpheleniyordu? Yemek boyunca, herkesin konuşmalarına katılmaya çalışsam da aklım sürekli başka yerlere gidip geliyordu. Cumartesi günü Raven ile neler olacaktı? Bu buluşmanın anlamı neydi? Ve ben neden bu kadar tedirgindim? Bunları düşünmek bile beni karmaşık bir duygu seline sürüklüyordu. Yine de, bu buluşmaya gitmeye kararlıydım. Kendi iç dünyamı biraz daha anlamaya çalışırken, belki de Raven bana bu konuda bir yol gösterecekti. … Yemek bitimi odaya döndüğümüzde Nova ile masa başına geçerek laptopumu bir kez daha açtım. Kişisel Gelişim ve Liderlik dersi sunumumu hazırlayacaktım. Hazır boş vaktim varken bu bireysel projeyi de bitirmek istiyordum. Masamın üzerinde dağınık halde duran notlarımı topladım ve sunumumu hazırlamak üzere organize olmaya başladım. İlk adımım, sunumun temel yapısını belirlemekti. Kişisel Gelişim ve Liderlik dersi kapsamında, projemin stratejik bir plan, organizasyon yapısı ve liderlik planı içermesi gerektiğini biliyordum. Sunumun ana hatlarını belirlemek için öncelikle gerekli başlıkları ve alt başlıkları oluşturmalıyım. Stratejik Planlama: Sunumun ilk bölümü, kişisel gelişim stratejimi açıklayacaktı. Bu bölümde, hedeflerimi nasıl belirlediğimi, hangi araçları ve yöntemleri kullandığımı detaylandıracaktım. Hedeflerimi SMART kriterlerine göre (Spesifik, Ölçülebilir, Ulaşılabilir, Gerçekçi ve Zamanlı) tanımlayacak ve bu hedeflere ulaşmak için uyguladığım stratejileri anlatacaktım Örnek İçerik: Hedef Belirleme: Kısa ve uzun vadeli kişisel hedefler Stratejik Araçlar: Zaman yönetimi, önceliklendirme teknikleri Uygulama Yöntemleri: Günlük planlama, haftalık değerlendirme Organizasyon Yapısı: Bu bölümde, kişisel gelişim sürecimde nasıl organize olduğumu ve hangi araçları kullandığımı açıklayacaktım. Kendi organizasyon sistemimi tanımlamak için çeşitli zaman yönetimi araçları ve teknikleri kullanarak nasıl daha etkili çalıştığımı anlatacaktım. Örnek İçerik: Organizasyon Araçları: Takvimler, not alma uygulamaları, yapılacaklar listeleri Günlük ve Haftalık Planlama: Zaman bloklama teknikleri, görev önceliklendirme Performans İzleme: İlerleme raporları, geri bildirimler Liderlik Planı: Son olarak, liderlik becerilerimi geliştirmek için uyguladığım yöntemleri açıklayacaktım. Bu bölümde, liderlik becerilerimi nasıl geliştirdiğimi, takım yönetimi ve iletişim stratejilerimi nasıl uyguladığımı detaylandıracaktım. Ayrıca, liderlik rolünde karşılaştığım zorluklar ve bu zorluklarla nasıl başa çıktığımı da anlatacaktım. Örnek İçerik: Liderlik Becerileri: İletişim, empati, motivasyon Takım Yönetimi: Görev dağılımı, takım içi iletişim Zorluklarla Başa Çıkma: Kriz yönetimi, problem çözme teknikleri Sunumun son hali oldukça profesyonel görünüyordu ve slaytların her biri konuyla ilgili önemli bilgileri içeriyordu. Nova’nın masanın diğer tarafında sessizce oturduğunu fark ettim; o da çalışıyor görünüyordu. "Sunumun nasıl görünüyor?" diye sordum ona, odanın sessizliğinde bir an için dikkatini çekmek istedim. Nova, başını kaldırarak ekranda ne olduğunu inceledi. “Bayağı iyi görünüyor,” dedi gülümseyerek. “Tüm detaylar gayet net. Ayrıca, kişisel gelişim stratejilerin oldukça etkileyici. Umarım bu ödev de senin diğer projelerin gibi başarılı olur.” “Teşekkürler, Nova. Yani, seninki de hazır mı?” diye sordum. Nova, “Neredeyse,” dedi. “Biraz daha çalışmam gerekiyor ama çoğunu hallettim. Umarım her şey yolunda gider.” Ödevimi tamamlamış olmanın verdiği rahatlama ile, sunumumun son haline göz attım ve sunumun yapılacağı gün için hazırlıklara devam ettim. Bu sunumun başarılı bir şekilde geçmesini umuyordum. Hem de vize haftası bitmeden önce projeleri toparlayıp, final dönemine eksiksiz bir şekilde hazırlanmam gerekiyordu. Ve nihayet yarınki kasaba gezisi için hazırdım. Çünkü… Dokuz dersimin bulunduğu bu dönemdeki üç dersin projelerini rahat bir şekilde bitirmiştim. Sırada cumartesi güçlerimle ilgili bu sefer Raven ile kasaba gezisi yaptıktan sonra akademik hayatıma geri dönebilirdim. Annemler kasabanın mistik havasından bahsederken yanılmıyorlardı. Ve ben bu havayı bir de Raven ile tatmak istiyordum. O da benim gibi doğaüstüydü ve… Eminim ki kasabanın gerçek geçmişini, kurulumunu ve okulla alakasını, mistik havasının sebebini çözebilecektim! … Kasabanın havasında bir şeyler vardı, bunu her zaman hissetmiştim. O eski sokaklar, taş binalar, yılların yıpratamadığı o eski şerif binası… Her şey, bir sır barındırıyor gibiydi. Kasabanın geçmişiyle ilgili hikayeler anlatılırdı, ama neyin doğru neyin uydurma olduğunu kimse bilmezdi. Kasabanın mistik bir havası vardı; yıllardır süre gelen efsaneler, hikayeler ve bilinmeyenler burayı hep gizemli kılmıştı. Kasabayı gezmekten, onun sokaklarında dolaşmaktan keyif alacağımı biliyordum. Sonuçta, mistik olan her şey ilgimi çekerdi. Bu düşüncelerimle gecemi sonlandırırken gözlerimi de bu plan çerçevesinde açmıştım. Erkenden kalkıp hazırlandım kızlarla kahvaltımı ettim ve onlarla ayrıldım. Bu saatte kasabaya inmeyeceklerini bildiğimden rahattım. Raven ile kasaba yolunda buluştum ve yola koyulduk. Merakım her adımımda daha da artmaktaydı. Kasabaya vardığımızda, sokaklar beklediğimden daha sessizdi. Rüzgar, taş döşeli yollarda uğuldayarak dolaşıyordu. Binaların üzerindeki yılların ağırlığı, sanki kasabanın yaşanmışlıklarının iziydi. Bu sokaklarda daha önce de yürümüştüm, ama bu sefer yanımda Raven vardı ve bu her şeyi değiştiriyordu. Onun yanındaki sessizlik bile huzursuz edici bir hava taşıyordu. Raven’la birlikte kasabanın etrafını turlamaya başladık. Sokaklar, yavaşça bizi kasabanın dışına, eski patikalara doğru götürdü. Etrafı izlerken Raven’ın sesi duyuldu. “Biliyor musun,” dedi, gözlerini ufuktaki dağlara dikerek, “bu kasabanın çok ilginç bir geçmişi var. Burada doğaüstü varlıkların yaşadığı söylenir. Yıllar önce, kasabanın ortasındaki meydanda bir ayin yapılmış. İnsanlar gökyüzünden gelen bir ışık gördüklerini ve o ışığın ardından kasabanın bir daha eskisi gibi olmadığını söylerler.” Gözlerimi kısarak ona baktım. Raven’ın anlattıkları her zaman tuhaf bir şekilde ikna edici olurdu, ama bir yandan da onun anlattığı her şeyin ardında bir oyun olduğunu bilirdim. “Gökyüzünden gelen bir ışık mı?” dedim, kaşlarımı kaldırarak. “Bu biraz abartılı gelmiyor mu?” Raven hafif bir gülümsemeyle omuzlarını silkti. “Kim bilir? Belki de sadece bir efsanedir. Ama bu kasabanın gizemli bir havası var, bunu inkar edemezsin. Sanki her köşede bir sır yatıyor.” Gözlerimle kasabanın ufuk çizgisine yayılan binaları taradım. Raven haklıydı; buranın gizemli bir havası vardı. Ama onun anlattığı hikayenin ne kadarının doğru olduğunu asla bilemezdim. “Belki de,” dedim sessizce. “Ama buranın hikayeleri genelde abartılıdır.” Kasabayı gezmeye devam ettik. İlk durağımız kasabanın müzesi oldu. Burası, kasabanın tüm geçmişini içinde barındırıyordu. Eski fotoğraflar, belgeler, el yazmaları ve kasabanın tarihi ile ilgili her şey müzede sergileniyordu. İçeriye girdiğimizde, eski ahşap zeminlerin altında yankılanan ayak seslerimizden başka bir şey duymadım. Müzede neredeyse kimse yoktu. Sanki herkes bu yerden uzak durmaya çalışıyordu. Raven, sergilenen eserlere göz atarken bir yandan da bana kasaba hakkında daha fazla şey anlatıyordu. “Bu kasaba, dışarıdan bakıldığında sıradan bir yer gibi görünebilir,” dedi, bir vitrinde sergilenen eski bir haritayı işaret ederek. “Ama bu haritanın üzerinde yazanları okursan, burada yaşayan insanların geçmişte nelerle uğraştıklarını görebilirsin. Doğaüstü olaylar, kaybolan insanlar… Burada her şey mümkündür.” Başımı sallayarak ona katıldım. Müzeyi gezerken, kasabanın geçmişi gerçekten de bana daha da gizemli gelmeye başlamıştı. Bu hikayelerin ne kadarının doğru olduğunu bilmiyordum, ama kasabanın tarihinin karanlık olduğu kesindi. Müze gezisinden sonra, şerif binasına gitmeye karar verdik. İçimde bir heyecan vardı. Şerif binası, kasabanın merkezinde yer alan eski ve otoriter bir yapıydı. Kapısından içeri adım attığımızda, içerideki soğuk ve sessiz hava beni biraz ürküttü. Raven’la birlikte şerifin odasına yöneldik. Şerif masasının arkasında oturuyordu, sert bakışları bizi karşılar karşılamaz yüzünde bir merak belirdi. “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Raven, ona doğru eğilerek, “Kasaba hakkında bir proje yapıyoruz,” dedi sakin bir sesle. “Geçmişle ilgili bazı bilgilere ihtiyacımız var. Özellikle kayıtlara geçmiş doğaüstü olaylar ya da gizemli olaylar hakkında…” Şerif, Raven’ın söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, kısa bir süre düşündü. “Bu kasaba, her zaman tuhaf olaylarla anılmıştır,” dedi sonunda. “Ama resmi kayıtlarda bu olaylar genellikle ‘gizemli’ olarak geçer. Gerçek nedir bilinmez, ama kasabanın eski sakinleri birçok garip olaydan bahseder.” Şerif, bize bazı dosyalar gösterdi ve kasabanın geçmişi hakkında kısa bilgiler verdi. O an, Raven’ın bu kasaba hakkındaki bilgilere neden bu kadar ilgi duyduğunu anladım. Kasaba, onun ilgisini çeken tüm gizemli ve doğaüstü olaylarla doluydu. Ama bir yandan da, Raven’ın burada ne aradığını tam olarak çözemedim. Şerif binasından çıktıktan sonra, kasabanın sokaklarında dolaşmaya devam ettik. Vakit geç olmuştu, ama bu kasabanın gündüz olduğu kadar gece de mistik bir havası vardı. Sokak lambaları sönük bir ışık yayarak sokakları aydınlatıyordu. Raven’la birlikte bir kafeye oturup birer kahve içtik. Eski günlerdeki gibi… |
0% |