Yeni Üyelik
67.
Bölüm
@selinayeda_x

Oturduğumuz kafede, hafif bir sessizlik çöktü üzerimize. Kahvemi yudumlarken, Raven’a bakışlarımı çevirdim. Geçmişi hatırlıyordum.

Onunla ilk kafe buluşmamızı hatırlamıştım.

Elimi masanın üstünden ilk kez tutuşunu, ellerinin verdiği sıcaklığı ve sıcak gülümsemesini…

Başımı iki tarafa sallarken yutkundum.

Artık her şey geride kalmıştı Luna, bir daha eskiye dönemezsin kızım!

Sanki kasabanın sessizliği bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı

Ama şimdi, yine masada karşılıklıca otururken her şeyin değiştiğini biliyordum. Ve bir daha eskiye dönemeyeceğimizi.

Çünkü ben değişmiştim.

Luna Claire değişmişti!

Raven, kahvesinden bir yudum alıp bana döndü. “Ne düşünüyorsun?” diye sordu, gözlerinde bir merak parıltısı vardı.

Bir an sustum. Ne düşündüğümü bilmiyordum. Ona güvenmek istiyordum, ama bir yandan da her şeyin altında başka bir plan olduğunu hissediyordum. “Sadece geçmişi hatırlıyordum,” dedim sonunda. ‘’Önemli bir şey değil. Her şey daha basitti o zaman.”

Raven, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Zamanla her şey karmaşıklaşır,” dedi, sesi alaycı bir tonda. “Ama biz yine buradayız, değil mi?”

Evet, yine birlikteydik ve gözlerimizin içine bakıyorduk. Ama hiçbir şey eskisi gibi değildi.’’

Kasabanın taş döşeli sokaklarında Raven’la birlikte yürürken, içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Sokaklar sessizdi, sadece Raven’ın yanımda olması yetiyordu bu garip hissi güçlendirmeye. Etrafta neredeyse kimse yoktu. Bu sessizlik, kasabanın doğasında vardı. Ama bir yandan da, o sessizlik sanki daha derin bir şeye işaret ediyordu. Havanın serinliği, üzerimdeki ince ceketin altına kadar işliyordu. Raven ise her zamanki gibi sakindi, etrafı dikkatle izliyor ama bir şey demiyordu.

Müze ve şerif binası gezimizden sonra, kasabanın diğer sokaklarına yöneldik. İçimden bir ses, bu kasabada daha önce fark etmediğim bir şeyler olduğunu söylüyordu. Belki de her köşe başında bir sır saklıydı; belki de Raven’ın dediği gibi, doğaüstü olaylar gerçekten bu kasabanın bir parçasıydı. Ama bu düşüncelerim arasında yürürken, bir an için arkamızdan gelen adım seslerini fark ettim.

Dönüp baktığımda, bir grup genç gözlerimi aldı. Uzakta, ama yine de tanınmayacak kadar yakın olan bu grup, yavaşça bize yaklaşıyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Aralarında Nova, Eva, Archer ve Ethan’ı görmem uzun sürmedi. Başka kim olabilirdi ki?

Kaç saat geçmişti biz buraya geleli, erkenden gelmiş olmaları çok saçmaydı?

Hiç yapmazlardı böyle!?

Ve ben büyük bir dikkatsizlikle yakalanmıştım işte onlara!

Raven bir şey fark etmemiş gibi sokakta yürümeye devam etti. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi, hiçbir şey hissetmiyormuş gibi… Ben ise adımlarımı hızlandırarak, onun yanına daha fazla yaklaşmaya başladım. Kafamda hızla dönen düşünceler vardı. "Onlar beni burada Raven’la birlikte görürlerse ne olur? Özellikle Archer…"

Özellikle söylediğim yalnız kalma yalanından sonra.

Onları anlayışsızlarmış gibi bir kefede tutarak Raven ile buluşacağımı gizledikten sonra üstelik!

Onlara daha da yaklaştığımızda, Nova’nın gözleri kocaman açıldı. Eva, yanındaki Archer’a bir şeyler söyledi ve Archer'ın yüzü kasvetli bir gölgeye büründü. Raven ise hâlâ etraftaki binalara bakıyordu, sanki onları fark etmemiş gibi yaparak oyunu sürdürüyor gibiydi.

“Luna?” Nova’nın sesi, aniden yankılandı boş sokakta. Hızla dönüp baktım ve karşılaşmaktan kaçındığım an, tam karşımdaydı.

"Nova..." Sesimi sakin tutmaya çalışarak karşılık verdim, ama ellerimin hafifçe titrediğini fark ettim. "Eva, Archer..." Onlara da bir bir selam verdim.

Nova, Raven’ı görünce gözleri kısılıp kaşlarını çattı. "Raven... burada ne yapıyorsunuz?" diye sordu merakla, sesi neredeyse küçümseyici bir tonda. Eva da bir şey söylemeden durumu izliyordu, ama gözlerinin Archer’a kaydığı her anı fark edebiliyordum. Raven ise hiç istifini bozmadan, hafif bir gülümsemeyle Nova’ya döndü.

‘’Kasabanın gizemlerini araştırıyorduk Luna’yla.’’ dedi sakin bir sesle. “Biraz zaman geçirelim dedik.”

Archer’ın bakışları üzerimdeydi. Yüzündeki soğuk ifade, içimi ürpertiyordu. Birkaç haftadır aramızdaki gerginlik sanki o anda daha da somut hale gelmişti. Onun gözleri, benim gözlerimden kaçmıyordu. Hâlâ bir şeylerin açıklamasını bekliyordu, ama benim ona verecek cevabım yoktu. Bu durumdan kurtulmam gerekiyordu.

“Biraz projeler üzerinde çalışıyorduk,” dedim, bu bahaneyi bir kalkan gibi kullanarak. “Kasaba hakkında bilgi topluyoruz. Şerif binasına da uğradık.”

Nova, buna pek ikna olmamış gibi bir ifadeyle başını salladı. “İyi,” dedi sonunda. ‘’Bizimle gelmek istemediğini ve bir başkasıyla gideceğini söylesen de anlayış gösterirdik.’’

Konuşmanın bu tedirgin edici atmosferinden kurtulmak için daha fazla bir şey söylemek istemedim. Raven’la yürüyüşe devam etmeliydik. Onlarla bu şekilde karşılaşmak, işleri sadece daha da karmaşık hale getirirdi. Özellikle Archer’ın gözlerinin üzerimde olduğunu hissetmek… Her şey daha da zorlaşmıştı.

‘’Üzgünüm…’’ dedim fısıltıyla.

Bir süre sonra onlardan nazikçe ayrıldık ve yürümeye devam ettik. Ama içimdeki gerginlik kaybolmamıştı. Archer’ın o sessiz bakışları aklımdan çıkmıyordu. Raven ise, onlarla karşılaşmamızdan hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu.

Raven, hafifçe güldü. ‘’Endişelenme, önemli değil. Onlara söyleyeceğimiz her şey hazır. Zaten senin projeler için kasabaya geldiğini söyledin, değil mi? Onlar da sana inanacaklardır."

Ama Archer’ın bana inanıp inanmadığı konusunda emin değildim. Bu gerginlik, içimde büyümeye devam ediyordu.

Kasabadaki zamanımızı tamamladığımızda, sokaklar kararmaya başlamıştı. Geri dönmek için kasabanın ana yoluna çıktık. Adımlarımız daha sessiz, daha yavaş ilerliyordu. Kafamda hâlâ Archer’ın bakışları vardı. Her şey o kadar karmaşık hale gelmişti ki, başımda bir ağırlık hissediyordum. Bu kasaba gezisi, bana daha fazla sorumluluk yüklemiş gibiydi.

 

Raven, bir süre sessiz kaldı. Belki o da düşüncelerine dalmıştı. Ama yanımda onun varlığı her zaman bir şeyleri sorgulamama neden oluyordu. Onun bu kadar sakin ve her şeyin kontrolünde olduğunu düşünmesi bile beni tedirgin ediyordu. Ona güvenmek istesem de, aramızdaki bu tuhaf bağ, her şeyin altında başka bir şeyin yattığını hissettiriyordu.

Yurtlara döndüğümüzde, hava tamamen kararmıştı. Kampüs sessizdi. Yurtların ışıkları uzaktan parlıyordu, öğrenciler sınav haftasına hazırlanıyordu ve herkes kütüphanede çalışıyordu. İçimdeki yorgunluk artıyordu. Bugün Raven’la birlikte kasabada geçirdiğim zaman beni hem fiziksel hem de zihinsel olarak yormuştu. Archer’la olan gerilim, Nova ve Eva’nın bizi görmesi…

Her şey içimde bir düğüm gibi büyüyordu.

Raven’a döndüm. "Sanırım buradan sonra yalnız devam etmem gerek," dedim ona, yurduma doğru yürürken.

Raven, gözlerini bana dikti. "Hiçbir zaman yalnız değilsin, Luna," dedi alaycı bir gülümsemeyle. "Ama yalnız kalmak istersen, o senin tercihin."

Başımı hafifçe salladım ve hiçbir şey demeden yurduma doğru yürümeye devam ettim. İçimdeki ağırlıkla birlikte yavaşça yurduma girdim, ama başımda hâlâ Archer’ın sessiz bakışları ve Raven’ın gizemli gülüşü yankılanıyordu.

Yurda girdiğimde, kalbimde bir yük var gibi hissediyordum. Raven’ın sözleri ve Archer’ın sessiz bakışları başımda dönerken, adımlarımı içeriye yönlendirdim. Odanın kapısını açtığımda, Nova’nın yatağında oturduğunu ve bir şeylerle meşgul olduğunu gördüm. Göz göze geldiğimizde, Nova gülümsedi ve beni görünce hemen yanına doğru işaret etti.

‘’Bende seni bekliyordum Luna, konuşacaklarımız var değil mi?’’ dedi Nova, bana doğru elini uzatarak.

Yavaşça yürüyüp yanına oturdum ve derin bir nefes aldım.

‘’Biraz karmaşık bir gün oldu değil mi?’’ diye sordum Nova’ya dönerek.

Ardından gözlerimi kaçırarak ekledim. “Aslında özür dilerim,” dedim.

Nova o sırada bana sarılıp gülümsemişti.

‘’Asıl bozulan ben değilim Luna, Archer... Raven'in eski sevgilin olduğunu falan biliyor mu? Ona karşı bir şey hissedip buluşmak istediğini ve Archer masadayken bir şey söyleyemeyip yalan uydurduğunu düşündüm sadece ve bu aramızda bir sorun yaratmaz.’’

Nova’ya sıkıca sarılırken ven de tıpkı onun gibi sarıldım.

"Gerçekten bu kadar anlayışlı olduğun için minnettarım."

Nova, sarılmayı sürdürürken, gülümseyerek başını eğdi. "Luna, seninle her zaman dürüst ve açık olabilmek, bu tür durumları daha iyi yönetmeme yardımcı oluyor. Raven’ın eski sevgilin olduğunu biliyorum. Archer ile olanlar peki?

Kafamı sallayarak başımı Nova’nın omzuna koydum. "Evet, Raven’la olan geçmişim, şu anki durumumu etkiliyor olabilir. Ama Archer’a karşı dürüst olmalıyım. Özellikle de bu tür karışıklıkları ortadan kaldırmalıyım."

Nova, ellerimi hafifçe sıktı ve "Seninle aynı fikirdeyim," dedi. "Birçok şeyin netleşmesi gerek. Özellikle de Raven’la olan geçmişin ve Archer’la olan ilişkilerin. Bu konuda açık ve dürüst olmak, aranızdaki güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olabilir.’’

Umarım Archer bir kere daha anlayış gösterir, yine tüm bu olup biten her şeye rağmen.

Çünkü yarın… Kütüphanede büyük bir proje hazırlama görevleri bizi bekliyordu!

O akşam, Nova’nın sözleri zihnimde yankılanırken, kafamda çeşitli senaryolar oluşturuyordum. Raven’la konuşma, Archer’la aramızdaki belirsizliği netleştirme düşüncesi, beni oldukça meşgul ediyordu. Yarın kütüphanede büyük bir proje hazırlama görevi bizi bekliyordu ve bu düşünceler arasında, görevlerin ne kadar yoğun olacağı kafamı kurcalıyordu.

Ertesi sabah, güne oldukça yoğun bir başlangıç yaptım. Nova’yla birlikte kahvaltı yaparken, hafta sonunun projeler için ne kadar önemli olduğunu tekrar düşündük. Kahvaltı sırasında sohbet ederken, kendimi biraz daha rahatlamış ve motive olmuş hissettim. Çalışma planlarımızı gözden geçirip, neler yapmamız gerektiğine dair kısa bir toplantı yaptık. Bu hafta yoğun geçecekti, ama hep birlikte çalışarak üstesinden gelmeye kararlıydık.

Kütüphaneye vardığımızda, içeri adım attığımızda, ortalık oldukça sessizdi. Öğrenciler genellikle çalışma alanlarında sessizce çalışıyorlardı. Biz de kütüphanenin en köşesinde geniş bir masaya yerleştik. Nova laptopunu açarken, ben de notlarımı düzenlemeye başladım. Projeler üzerinde çalışmak, birbirimize destek olmak ve zorlanılan noktalarda yardım etmek, işlerin biraz daha kolaylaşmasını sağlıyordu.

Kütüphane haftalarca bizim ikinci evimiz olacaktı. Eva’yla beraber erkenden gelip, kahvemizi yanımıza alır ve masaların en tenha köşesine yerleşip harekete geçecektk. Proje ödevlerinin ağırlığı omuzlarımıza çökmüş, günler geçtikçe bitmeyen bir döngüye girmiştik. Her dersin, her ödevin farklı bir zorluğu vardı. Her ne kadar zaman zaman tükenmiş hissetsek de birbirimize destek olarak, kütüphanede geçen bu haftaları atlatmaya çalışıyorduk.

İlk Günler: Kafamıza Yığınla Proje Üşüşürken… İlk günlerde Eva’yla bir plan yapmaya karar verdik. "Birinci sıraya İleri Düzey Edebiyat’ı alalım," dedim, masaya yaydığımız ders notlarına bakarken. ‘’Harden’in verdiği edebi inceleme gerçekten çok kapsamlı. Eğer bir an önce başlarsak, işimiz daha kolay olacak."

Eva başını salladı, “Haklısın. Ama ben hala hangi kitabı inceleyeceğimizi bilmiyorum. Modern mi seçsek, klasik mi?”

Bu soruya benden de kesin bir cevap çıkmamıştı. "Belki hem modern hem de klasik bir karşılaştırma yapabiliriz?" diye önerdim.

"İki kitap mı? Gerçekten mi? Bu çok zorlayıcı olur, ama ilginç de olur," dedi Eva, gözleri heyecanla parıldayarak. Onun bu heyecanı beni de motive ediyordu. Biraz cesaretle bu projeye farklı bir şey katabiliriz diye düşündüm.

Sonunda Hemingway’in Silahlara Veda adlı eserini seçmeye karar verdik ve onu modern bir yazarla, mesela Ian McEwan’ın Atonement adlı kitabıyla karşılaştıracaktık. Kütüphane raflarında bu iki kitabı bulduktan sonra masamıza geri döndük. İkimiz de kitapların ilk sayfalarını açarken içimizde hafif bir korku vardı. Bu projeye gömülmek üzer olduğumuzu biliyorduk.

Eva, “Sence bu iki kitabın ortak noktası ne olabilir?” diye sordu, kalemini not defterine vururken.

"Dönemleri ve savaşın insanların hayatlarına nasıl etki ettiğini ele alıyorlar. Ama Hemingway daha gerçekçi, McEwan ise daha duygusal bir bakış açısıyla yaklaşıyor," dedim.

 

Eva başını sallayarak onayladı. “Bu bakış açısı güzel olabilir. Ayrıca, karakterlerin psikolojik derinliği konusunda da karşılaştırma yapabiliriz.”

Eva ile aramızda bir sorun yoktu çünkü daha olayları anlamamıştı bile ve başımızda proje ile finaller varken bunu dert etmedi.

Upuzun bir edebiyat çalışması sonrası bir süre kafa dinlendirdik.

Bir diğer zorlayıcı projemiz Temel Psikoloji’ydi. İnsan davranışlarını gözlemlememiz gerekiyordu ve bu projeye nereden başlayacağımızı pek bilmiyorduk. Kütüphanenin yoğun sessizliği arasında, insanları gözlemlemek oldukça sıkıcı olabilirdi.

Eva, saat öğle arasına gelirken ve biz hala kütüphanede otururken, “Sence kafeteryaya mı gitsek?” diye sordu. “Orada daha çok insan var, daha fazla gözlem yapabiliriz.”

"İyi fikir," diye onayladım. "Hem gruplar arası etkileşimleri de daha net görebiliriz. Burada herkes sessiz, bu da çok işimize yaramaz."

Konuşmamızın ardından kafeteryanın köşesinde bir masaya yerleştik ve defterlerimizi açtık. Gözlerimiz etrafta dolaşıyor, insanları inceliyorduk. Gruplar arasında nasıl konuşmaların döndüğünü, beden dillerini dikkatle izlemeye başladık. Eva, iki kızın masasına bakarak, "Bak, şu kız nasıl da elini saçlarına doluyor. Bu, ilgisini göstermek değil mi?" dedi, notlarını karalarken.

"Evet, kesinlikle," dedim. "Ama aynı zamanda yanında oturan erkek ona tamamen ilgisiz görünüyor. Bu da dinamiklerde bir dengesizlik olduğunu gösterir."

Bir süre sonra, fark etmeden birçok kişinin davranışını gözlemlemiş ve psikoloji teorileriyle bağdaştırmaya başlamıştık. İnsanların nasıl davrandıklarına, jest ve mimiklerine dikkat ettikçe, bu proje daha ilginç hale geliyordu.

Oturduğumuz masa dolmaya başladığında kızları gördüm.

Nova, Alice, Chloe ve Sarah.

Nova ‘’Nereye kaçtınız erkenden bizi de bekler insan bizim projemiz yok sanki!?’’ diye sitem ettiğinde ona kıkırdadım kahvemi yudumlarken. Alice ise ona katılmıştı.

Öğle aramız rahat bir şekilde geçerken psikoloji ödevinin bitiminin verdiği rahatlıkla kütüphaneye geri dönecektik. Projede sadece ufacık pürüzler kalmıştı o kadar.

Kızlarla öğle yemeği sonra hep birlikte kütüphaneye yerleştiğimizde neyse ki yer bulabilmiştik de hep bir arada oturduk.

Matematik her zaman zorlayıcıydı bu yüzden Eva bunu es geçmeyi tercih etti, ben de öyle.

Yaptığımız boş çabanın hemen ardından!

Analiz projesiyle başa çıkmak için ciddi bir plan yapmamız gerekiyordu. Kütüphanede bir masanın başına oturup, kalemlerimizi ve hesap makinelerimizi çıkardık.

"Fonksiyonları analiz etmek gerçekten de çok zaman alacak," diye mırıldandı Eva, notlarına bakarken. "Bence grafikler üzerinde daha çok çalışmalıyız. Profesör Anita Hilss grafiklere çok önem veriyor."

"Ben de aynı fikirdeyim," dedim. "Ama denklemleri çözmek o kadar zor ki… Düzgün bir şekilde analiz yapabilmemiz için her birini adım adım incelememiz gerekecek."

Saatler boyunca formüller üzerinde çalıştık. Eva, defterinde çizimler yaparken ben de hesap makinesiyle farklı sonuçları kontrol ediyordum. Bazen yanlış yollara sapıyorduk. Hal böyle olunca olduğu gibi bıraktık.

Eva abisinin yardım edebileceğini düşündüğünden bu projeyi Archer’ın olduğu bir an için bekletmekteydi.

Matematik bizi epey bir yorduğunda kütüphaneden ayrıldım.

Daha fazla bir şey yapmak istemiyordum.

Kendimi yatağa atarken yarınki günü düşündüm.

Yarın ders çıkışı, Eva ben ve Archer baş başa sessiz kütüphanede olacaktık, Temel Matematik ve Analiz dersi için!

Ertesi sabah, güne erken başlamıştık. Alarmın sesiyle uyanıp, bir an için gözlerimi ovuşturdum ve derin bir nefes aldım. Hızla hazırlanıp kahvaltı masasına yöneldim. Kahvaltı salonuna vardığımda, sınıf arkadaşlarımın sohbetleri ve kahvaltı hazırlıkları arasında, bir köşede boş bir masaya oturdum. Yanıma Nova da geldi.

"İyi sabahlar, Luna!" dedi Nova, gülümseyerek. "Bugün yoğun bir gün olacak gibi görünüyor. Projeye başlamak için sabırsızlanıyorum."

Güne başlamak için kahvaltıda biraz enerji toplamak önemliydi. Masada taze ekmekler, peynirler, zeytinler ve çeşitli meyveler vardı. Ben de bir dilim ekmek üzerine peynir sürerken, Nova ile projeler hakkında konuşuyorduk.

Kahvaltıyı bitirdikten sonra, derslere doğru yola çıktık. Temel Matematik dersi, Anita Hills tarafından veriliyordu ve sınıfta çoğunlukla formüller ve hesaplamalar üzerine çalışıyorduk. Dersi anlamak için yoğun bir şekilde not alıyorduk. Anita’nın anlatımı her zamanki gibi netti, ama formüllerin karmaşıklığı bazen kafamızı karıştırıyordu.

Ders arasında, Eva’yla karşılaştım. Onunla kısa bir sohbet ettik, projeyle ilgili neler yaptığımızı ve Archer’ın yardımlarını nasıl planladığımızı konuştuk.

Öğle arası geldiğinde, kampüsün yeşil alanlarından birine oturduk. Çimenlerin üzerinde yayılmış gölgeli bir bankta otururken, güneşin sıcak ışıkları hafifçe üzerimize düşüyordu. Öğle yemeğimizi yedikten sonra, birbirimize günün nasıl geçtiğini ve projeyle ilgili planlarımızı anlatıyorduk.

Öğle arasının ardından, kütüphaneye hızlı bir geçiş yaptık.

Kütüphaneye adım attığımızda sessizlik beni bir anda içine çekti. Rafların arasında dolaşan birkaç öğrenci dışında, herkes masalarına gömülmüş, çalışıyordu. Eva ile yerimizi bulduk ve hemen masaya yayılan notlarımızı, kitaplarımızı çıkardık. Kendi aramızda kısa bir süre ödev planlamasından bahsetmeye başladık. Günlerdir bu ödevin yükünü üzerimizde taşıyorduk, ama en zor kısmı bugün başlıyordu. Archer’ın da bize katılması gerekiyordu ve aramızda bir süredir esen soğuk rüzgarlar bu ortak çalışmayı daha da zorlaştıracaktı.

Eva masadaki dosyaları toparlarken bir yandan konuşuyordu, “Hoca Anita Hills, bu ödevi verirken hepimizden çok şey beklediğini söylemişti. Özellikle matematiksel analiz ve grafik çıkarma konusuna ağırlık vermemiz gerekiyor. Hangi konuyu seçeceğimizi düşündün mü?”

Düşünceli bir şekilde elimdeki notlara baktım. “Evet, birkaç fikir var ama Archer’ın da burada olması lazım. Analiz konusunda onun katkısına ihtiyacımız var.” dedim, istemsizce biraz gergin bir tonla.

Tam o sırada Archer, her zamanki gibi sessiz ve sakin bir şekilde kütüphanenin kapısından içeri girdi. Bakışlarımız bir an için kesişti, ama hemen gözlerimi kaçırdım. Bu gerilim haftalardır sürüyordu. Ne Eva, ne de ben bu durumu doğrudan konuşmaya cesaret edebilmiştik, ama havada asılı duran bu soğukluk, her bir proje çalışmasında üzerimize daha da çöken bir ağırlık gibiydi.

Archer, masaya sessizce yaklaştı ve notlarını çıkarırken sadece kısa bir “Merhaba,” diyebildi. Eva bir şeyler mırıldanarak karşılık verdi, ben ise sadece başımı salladım. Sıfır gülümseme, sıfır sıcaklık. İçimde hissettiğim bu gerginlik, sanki her birimizde daha da büyüyordu.

Archer dosyalarını açıp göz gezdirirken, ben projeye dair elimdeki fikirleri topladım ve kağıtları önüne koydum. “Bu projede konu olarak ekonomik büyümenin matematiksel modelleri üzerine bir çalışma yapmayı düşündüm. Grafik analizleri, fonksiyonlar ve denklemleri kullanarak büyüme oranlarını inceleyebiliriz.” dedim, sesim olabildiğince sakin kalmaya çalışarak.

Archer, kağıtları eline aldı ve dikkatlice inceledi. Göz ucuyla yüzüne baktığımda, hafifçe kaşlarını çattığını fark ettim. Beni dinledi, ama gözlerinde hafif bir eleştiri vardı. Ardından gözlerini kağıtlardan kaldırıp bana baktı.

“Bu fikir iyi olabilir, ama ekonomik büyüme modeli mi? Çok klasik. Anita Hills’in istediği şey bu mu sence?” dedi, biraz fazla ciddi bir ses tonuyla.

Bir an için kalbimin hızlandığını hissettim. Archer’ın söylediklerinin haklı bir yanı olabilirdi, ama bu tavrı beni rahatsız ediyordu. Sanki söylediklerim hiçbir anlam taşımıyormuş gibi konuşması, aramızdaki gerilimi daha da arttırıyordu. Sessizliği bozan Eva oldu.

Eva araya girerek, “Belki farklı bir açıdan yaklaşabiliriz? Örneğin, ekonomik büyümenin yanında demografik faktörleri de inceleyebiliriz. Grafiklerle desteklemek hoca için yeterince yaratıcı olabilir.”

Archer, Eva’nın önerisini dinlerken başını salladı. “Demografik faktörler… Bu daha ilginç olabilir. Ama yine de elimizdeki verileri analiz ederken daha geniş çaplı fonksiyonlar kullanmamız gerek. Sadece grafiklerle yetinmek bizi sınırlar.”

İçimde bir şeyler kırılmaya başlıyordu. Archer’ın her şeyi daha karmaşık hale getirme çabası, sadece projeyi değil, aramızdaki ilişkiyi de daha zor bir noktaya sürüklüyordu. Gözlerimi ona çevirdim ve biraz sert bir sesle, “Tamam, o zaman senin önerin ne? Eğer benim fikrim bu kadar yetersizse, başka bir alternatifin var mı?” dedim.

Bir anlık sessizlik oldu. Archer, gözlerini benden kaçırdı ve masadaki notlarına odaklandı. “Ben sadece projeyi daha kapsamlı yapmamız gerektiğini söylüyorum. Grafiklerin yanı sıra, veriler üzerinde detaylı bir fonksiyon analizi yapabiliriz. Daha karmaşık matematiksel modeller kullanırsak, sonuçlar daha anlamlı olur.”

Onun bu açıklayıcı ama soğuk tavrı beni daha da sinirlendiriyordu. Proje konusunda haklı olabilir, ama bu gerilimle dolu konuşmalar, aramızdaki mesafeyi daha da açıyordu. Eva, iki arada kalmış bir şekilde sessizce bize bakarken ben derin bir nefes aldım.

“Pekala,” dedim sonunda. “Fonksiyon analizini de ekleyelim. Ama bu demek değildir ki, benim fikirlerim tamamen değersiz.”

Archer’ın yüzünde kısa bir süreliğine bir ifade belirdi, belki pişmanlık, belki de biraz mahcubiyet. Ama çok kısa sürdü. Hemen kendini toparlayıp, “Tabii ki değil. Sadece en iyisini yapmak istiyorum,” dedi, ama sesinde hala o mesafeli ton vardı.

Sessizce projeye geri döndük. Grafiklerle ilgili verileri analiz etmeye başladık. Eva, matematiksel verileri derlerken ben grafiklerin nasıl yerleştirileceği üzerine çalışıyordum. Archer ise denklemleri çözüyor, fonksiyon analizleri yapıyordu. Bazen göz ucuyla ona bakıyordum, ama o hep işine gömülmüş gibi görünüyordu. Arada bir göz göze geldiğimizde, hemen gözlerimizi kaçırıyorduk. Sanki o göz teması her şeyin farkında olduğumuzu ama bunu konuşacak cesareti bulamadığımızı hatırlatıyordu.

Saatler sonra, kütüphanede hala çalışıyorduk. Zaman su gibi akıp gitmişti, ama projeyi yavaş yavaş toparlamaya başlamıştık. Masanın üzerinde kağıtlar, hesap makineleri ve kitaplar her yana dağılmıştı. Eva, yorulmuş bir şekilde sandalyesine yaslanarak, “Bu proje gerçekten beynimi yakmaya başladı. Daha ne kadar devam edeceğiz?” diye sordu, hafif bir gülümsemeyle.

Archer, gözlerini ekrandan ayırmadan, “Son birkaç denklemi daha çözersek işimiz bitmiş olacak. Biraz daha dayan,” dedi. Sesi yumuşamış gibiydi, belki de saatlerdir süren çalışmanın sonunda artık gerilimin yerini yorgunluk alıyordu.

Ben de derin bir nefes aldım ve elimdeki kalemi masaya bıraktım. “Sanırım son düzlüğe geldik,” dedim, Eva’ya dönerek. Sonra Archer’a bakmadan edemedim. O da artık yorgun görünüyordu. Ama hala sessizliği koruyordu.

Son birkaç grafik ve denklemi toparlayıp projeyi bitirdiğimizde, hepimiz birer rahatlama nefesi verdik. Eva, projeyi bitirmenin mutluluğuyla, “Harikaydı! Sonunda bitti!” diye mırıldandı.

Archer ise sadece kısa bir baş hareketiyle onayladı. Gözlerimiz bir an daha buluştu, ama yine konuşacak bir şey bulamadım. Bu sessizlik, içimde büyüyen bir soru işareti bırakıyordu. Neden bu kadar uzaktık? Neden bu kadar gergindik?

Projeyi toparlayıp, kitaplarımızı çantalarımıza koyarken içimdeki bu boşluğu hissettim. Ama belki de doğru zaman değildi. Belki de bu gerilimi konuşmak için başka bir an beklemek zorundaydım.

Salı sabahı, alarmımın tiz sesiyle uyandığımda, gözlerimi zorla araladım. Yoğun bir gün beni bekliyordu, biliyordum. Sınıftaki herkesin Salı günlerinden çekindiği gibi, ben de bu günü biraz zor buluyordum. Hem sabahın ilk saatlerinde “Tarih ve Medeniyet” dersine girmek, hem de öğleden sonra daha zorlayıcı olan “Bilinçaltı ve Zeka” ve “Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji” derslerinin yükü altında ezileceğimi biliyordum.

Kahvaltımı hızlıca geçiştirip çantamı alarak kampüse doğru yola koyuldum. Yol boyunca havanın tatlı serinliği yüzüme çarpıyordu. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı ama yağmur yağacak gibi durmuyordu. Sınıfa girdiğimde, Eva çoktan yerine oturmuş, notlarına gömülmüş haldeydi. Ona göz kırparak yerine oturdum ve masama yaydığım defterlerimle derse hazırlandım.

Tarih ve Medeniyet dersi her zamanki gibi uzun bir girizgahla başladı. Profesör Eldric, ağır aksanıyla eski medeniyetlerden bahsediyor, her kelimeyi büyük bir titizlikle seçiyor gibi konuşuyordu. Ancak bu sabah, ne kadar yorgun olursam olayım, dersin konusuna odaklanmam gerekiyordu. Hafta sonunda yapılacak bir sınav vardı ve antik Yunan medeniyetinden Roma İmparatorluğu'na kadar uzanan uzun bir dönemi özetlememiz gerekiyordu.

Profesör tahtaya birkaç önemli tarih yazarken arkamda birinin fısıldadığını duydum. Dönüp bakmamaya çalışarak, notlarıma odaklandım. Birkaç saat böyle geçmiş gibi hissediyordum, ama aslında derste sadece yarım saat ilerlemiştik. Profesör, tarih boyunca büyük uygarlıkların çöküşlerini anlatmaya başladığında, kendimi daha da derse kaptırmaya çalıştım. Uygarlıkların yükseliş ve çöküş döngüsünü incelemek her zaman ilginçti, ama Eldric ağır anlatım tarzı bu ilgimi yavaş yavaş öldürüyordu.

Dersin sonunda, notlarımı toparlarken Eva, "Bu hafta sonu çalışmamız gerek, sınav çok zor olacak," dedi.

“Kesinlikle,” dedim, omuz silkerek. “Ama önce şu öğle arasını atlatalım, sonra da öğleden sonraki derslere kendimizi hazırlayalım.”

Öğle arası geldiğinde, kampüsteki kafenin bahçesine oturduk. Hava hala kapalıydı ama hafif bir esinti vardı. Sıcak bir çay alıp masaya yerleştiğimizde, Eva projelerden bahsetmeye başladı. Bir yandan ödevlerimizden, bir yandan da öğleden sonraki zorlu derslerden konuşuyorduk.

Çayın son yudumunu alıp masadan kalktık. “Tamam, hadi gidelim. Bu dersler bizi bitirecek,” dedim, çantamı omzuma asarken. Eva kafasını salladı ve birlikte kütüphaneye yürümeye başladık.

Öğleden sonra Bilinçaltı ve Zeka dersi, zihnimin her köşesini zorlayan bir dersti. Profesör Valeria, her zamanki gibi derin bir konuya daldı; bilinçaltının zeka gelişimindeki rolü. Valeria, psikolojik teorileri açıklarken tahtayı hızlıca dolduruyor, ara ara öğrencilere sorular yöneltiyordu.

“Luna,” dedi profesör, birden beni işaret ederek. “Sizce bilinçaltı, zeka gelişimini doğrudan etkiler mi, yoksa sadece bir yansıma mıdır?”

Bir an duraksadım, bu soruya tam anlamıyla hazırlıklı değildim. Sınıfta herkesin gözleri üzerimdeydi. “Bilinçaltı, zeka gelişimini etkileyen önemli bir faktör olabilir. Çünkü bilinçli olarak algılayamadığımız pek çok bilgi, zeka ile bağlantılı süreçlerde rol oynuyor olabilir. Özellikle yaratıcı düşünce süreçlerinde bilinçaltının katkısı yadsınamaz,” dedim, sesi titremeden çıkmasına özen göstererek.

Profesör Valeria, söylediklerimi dinledikten sonra hafifçe başını salladı. “İlginç bir nokta. Bilinçaltının zekadaki rolü gerçekten çok katmanlıdır. Bunu daha sonra daha derinlemesine inceleyeceğiz.”

Ders devam ederken, dikkatimi daha da toplamak için notlarımı sıkı sıkıya tutuyordum. Valeria’nın dersleri her zaman birer zihinsel egzersiz gibiydi; karmaşık ve derin, ama bir o kadar da büyüleyici.

Günün son dersi Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji idi. Yorucu bir günün ardından bu derse girmek, sanki maratonun son metresini koşuyormuşum gibi hissettiriyordu. Profesör Halderman, teknolojinin en son gelişmeleri hakkında bir sunum yapmaya başladı. Özellikle robotik teknolojiler ve yapay zeka üzerine konuşuyordu. Konu her ne kadar ilgimi çekse de, beynim yorgunluktan adeta yanıyordu.

Derste birkaç öğrencinin sunumunu dinledik. Haftaya burada biz olacaktık Eva ile ama önce projemizi tamamlamalıydık.

Çarşamba sabahı ise yoga finalimi sunacaktım. Bu ödev final yerine geçecek ve sınav olmayacaktık tıpkı sanat dersindeki gibi.

Çarşamba sabahı gelip çattığında, sabahın erken saatlerinde sınıfa adım attım. Bugün ödevimi sunacaktım. Yoga’nın “Güneşi Selamlama” hareketi üzerine yapmış olduğum araştırmayı hem açıklayıp hem de uygulamalı olarak gösterecektim. İlk başta biraz endişeliydim, ama konu hakkında yeterince bilgi sahibi olduğum için içimde bir rahatlık vardı.

Sınıf yavaşça dolarken, sunum sıramın gelmesini bekledim. Sıra bana geldiğinde, yerimden kalktım ve tüm bakışlar üzerime yöneldi.

“Bugün, sizlere Yoga’nın temel bir hareketi olan Güneşi Selamlama (Surya Namaskar) üzerine bir sunum yapacağım,” diyerek başladım. “Bu hareket, hem fiziksel hem de zihinsel olarak bedenimizi dengelemeye yardımcı olan bir dizi pozdan oluşuyor. Güneşi selamlama, güne başlamak için ideal bir pratiktir ve aynı zamanda zihni odaklama konusunda da oldukça etkili.”

Sınıftan birkaç meraklı bakış geldi. Projeye başlarken Yoga’nın tarihçesi ve Güneşi Selamlama pozlarının kökenlerine dair kısa bir açıklama yaptım. Bu hareketlerin nasıl hem fiziksel güç hem de zihinsel farkındalık sağladığından bahsettim. Ardından, sınıfa dönüp, “Şimdi bu hareketi uygulamalı olarak göstereceğim. Eğer isteyen olursa, sizler de benimle birlikte yapabilirsiniz,” dedim.

Yerimde durup nefesimi kontrol ettim. İlk poz olan Dağ Duruşu (Tadasana) ile başladım. Kollarımı yukarı kaldırırken, bedenimi tamamen esnetip nefes alıyordum. Ardından, yavaşça ileri eğilerek Ayak Parmaklarına Eğilme (Uttanasana) pozuna geçtim. Pozları sırasıyla yaparken, zihnimde her birinin anlamını ve bedenimde yarattığı etkileri hissediyordum.

Bir süre sonra, birkaç kişi daha bana katıldı ve hep birlikte hareketleri uygulamaya başladık. Kobra Pozu (Bhujangasana) ile sonlandırdığımda, nefesimi dengeliyordum ve sınıfın büyük bir kısmı da benimle birlikte hareket etmişti.

Sunumun sonunda, birkaç öğrenci daha bana katılmak için istekli görünüyordu. “Güneşi Selamlama, hem bedeninizi hem de zihninizi uyandırmanın mükemmel bir yoludur,” diye bitirdim sözlerimi. Öğretmen, memnuniyetle başını salladı ve otururken omzumdan bir yük kalkmış gibi hissettim.

Sözlü sunumumdan sonra derin bir nefes alıp yerime döndüm. Gerçekten zorlayıcı bir sunum daha bitmişti. Ama sunumla bitmek bilmemişti.

Bir sonraki dersimizde de sunum yapacaktık. Okulun on ikinci haftası olmasına rağmen…

Ders başladığında, sınıfta hafif bir gerginlik vardı. Sunum yapacak herkes heyecanlıydı ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. Eva’yla birlikte projeyi hazırlarken günlerce çalışmıştık. Konumuz bilinçaltının insanların karar alma süreçlerine etkisiydi. Oldukça kapsamlı bir araştırma yapmıştık ve örnek olaylarla desteklediğimiz ilginç veriler sunmayı planlıyorduk.

Profesör Valeria, sunumları başlatmadan önce derin bir sessizlik çöktü sınıfa. Kendisi derslerin her zaman en dikkat çekici anlarında bile çok sakin ve ciddi dururdu. Bakışlarını bize çevirdi ve gözlerini kıstı, ardından tahtaya birkaç not yazdı.

“Sıradaki sunum, Luna ve Eva. Gözlemlerinizi merakla bekliyoruz. Buyurun, kızlar,” dedi Valeria, her zamanki gibi sakin ama ciddi bir tonla.

Ayağa kalkıp sınıfın önüne doğru yürüdüğümüzde, kalbimin biraz hızlandığını hissettim. Eva da pek farklı değildi. Ama birbirimize kısa bir bakış atıp gülümseyerek başladık.

“Merhaba arkadaşlar,” diye başladım sunuma. “Bugün sizlere incelediğimiz öğrenci gruplarının psikolojilerinden ve toplumsal analiz raporlarımızdan bahsedeceğiz.’’

Eva, sunuma devam ederek bilinçaltının nasıl çalıştığını ve çeşitli psikolojik deneylerle nasıl test edildiğini anlatıyordu. Beraber hazırladığımız grafikleri tahtaya yansıttık, Freud’un savunduğu ilkel ve bilinçdışı dürtülerin, kişinin farkında olmadığı anlarda bile kararlarını etkilediği deney sonuçlarını özetledik.

“Bilinçaltının en güçlü örneklerinden biri, reklam sektöründe kullanılan tekniklerdir,” dedi Eva, sunuma devam ederken. “Bir reklam, size direkt olarak ‘Bu ürünü al’ demeyebilir. Ancak renk, ses ve görüntü seçimleri bilinçaltınıza hitap ederek sizi farkında olmadan etkiler. Bu konuda yapılan deneyler göstermektedir ki, bilinçaltı mesajlar farkında olmadan alınır ve bu durum kararlarımızı şekillendirir.”

Sınıftaki herkesin ilgisini çekmeyi başarmıştık. Valeria, notlarını alırken ara sıra başını sallıyordu. Projemizin son kısmında, Öğrenci topluluğu raporlarımızı sunduk tıpkı öğretmenin de istediği gibi. Sonuçlar ise oldukça çarpıcıydı.

"Sonuç olarak, bilinçaltı sadece bireysel kararlarımızı değil, topluluk davranışlarını da önemli ölçüde etkiler. Özellikle öğrenci gruplarında gözlemlediğimiz davranışlar, bilinçaltının sosyal dinamikler üzerindeki etkisini açıkça gösteriyor," diye bitirdim sözlerimi. Eva da bana katılıp ekledi:

"Özellikle büyük kararlar söz konusu olduğunda, grup psikolojisi ve bilinçaltının nasıl iç içe geçtiğini görmek gerçekten şaşırtıcıydı. Öğrenciler, farkında olmadan birbirlerinin davranışlarını etkiliyorlar."

Valeria, bizi dikkatle dinlemeyi sürdürüyordu. Sınıfın geri kalanına baktığımda ise herkesin gözlerinin üzerimizde olduğunu fark ettim. Sunumun başında hissettiğim gerginlik yerini bir başarı hissine bırakmıştı.

“Peki, gruplar arası farklılıklar hakkında ne söyleyebilirsiniz? Farklı geçmişlere sahip öğrenciler bilinçaltı düzeyinde aynı tepkileri mi veriyorlar?” diye sordu Valeria, gözlerini üzerimize dikerek.

Eva önce kısa bir tereddüt etti, ardından profesöre bakarak açıklamaya başladı. "Aslında, arka plan farklılıkları bilinçaltı süreçleri üzerinde önemli bir rol oynuyor. Daha bireyselci kültürlerden gelen öğrenciler, grup dinamiklerine daha az kapılırken, kolektivist kültürlerden gelenler grup baskısına daha duyarlı oluyorlar. Ancak bilinçaltının etkisi her iki durumda da mevcut. Sadece tepki biçimleri değişiyor."

Bu açıklama, Valeria'nın yüzünde memnun bir ifade bıraktı. "Çok iyi gözlemlemişsiniz. Kültürel etkenlerin psikolojik süreçler üzerindeki etkisini bu kadar iyi anlamış olmanız, projenizi güçlü kılıyor. Ellerinize sağlık."

Valeria, bize küçük bir teşekkür edip notlarına devam ettiğinde, derin bir nefes aldım. Eva ile kısa bir bakış daha attık, işimizi başarıyla tamamlamıştık.

Sınıfa doğru geri döndüğümüzde, arkadaşlarımızdan birkaç kişi gülümseyerek başlarını salladı. Gerginliğimiz sona ermişti.

Sunumun sonunda herkesin meraklı bakışları üzerimizdeydi. “Teşekkür ederiz,” dedim sunumu bitirirken. Birkaç saniye sessizlik oldu, ardından sınıftan hafif bir alkış yükseldi.

Profesör Valeria, bize bakarak hafifçe gülümsedi. “Çok ilginç bir sunumdu, Luna ve Eva. Araştırmalarınızı titizlikle yapmışsınız. Özellikle bilinçaltının karar verme süreçlerine etkisini raporsal örneklerle ele almanız çok etkileyici. Sizi tebrik ediyorum,” dedi ve ardından yerine geçmemizi işaret etti. Yerimize döndüğümüzde ikimiz de büyük bir rahatlama hissettik. Projemiz başarılı geçmişti.

Ders çıkışı gün de bitmişti ve biz rahat etmiştik. Ama rahatımız kısa sürmüştü tabii.

Projelerimizin hepsini bitirmeli ve finallere çalışmalıydık!

Loading...
0%