Yeni Üyelik
68.
Bölüm
@selinayeda_x

Perşembe sabahı kahvaltı sonrası ilk dersimiz İleri Düzey Edebiyat idi. Profesör Harden sınıfa girdiğinde ders tüm hızıyla başladı. Derste diğer öğrencilerinin sunumunu haftaya burada kendimizin olacağını bilerek Eva ile dikkatlice dinledik.

Dersten çıktığımızda Eva’yla birlikte öğle arasına çıktık. Çimenlerin üzerindeki banklara oturduk, her zamanki gibi öğle yemeğimizi yavaşça yerken, birbirimize günün nasıl geçtiğini anlattık.

“Edebiyat dersinde biraz kafam dağıldı. Donovan çok derinlere indi.” dedi Eva.

“Evet, ben de öyle. Ama Lily’in sunumu da fazla basitti.’’ dedim, omuz silkerek.

Eva beni onaylamıştı. Daha fazla sunumları konuşurken ikimizin de aklında aynı şey vardı. Diğer sunumları bitirmek!

Yemekten sonra, artık sırada Sanat dersim vardı. İleri düzey tuval çalışmamı teslim edecektim ve bu, son birkaç haftadır üzerinde titizlikle çalıştığım bir projeydi. İçimde hafif bir heyecan vardı, çünkü yaptığım çalışmayı öğretmenime sunarken bir yandan da onun görüşlerini almak istiyordum.

Sınıfa girdim ve tuvalimi dikkatlice yerine koydum. Öğretmen Meyers sınıfın önünde dolaşıyordu, her zamanki gibi disiplinli ve titiz görünüyordu. Öğrenciler sırayla tuval çalışmalarını sunmaya başladılar. Herkesin kendi stilini yansıttığı çalışmalar göz dolduruyordu. Sıra bana geldiğinde, derin bir nefes alarak tuvalimi sınıfın önüne taşıdım.

“Bu çalışmada, doğanın ve insan duygularının birleşimini ele almak istedim,” dedim, tuvalimi gösterirken. “Renk paletini özellikle böyle seçtim, çünkü doğanın enerjisini ve insan ruhunun dinamiklerini bir arada yansıtmayı amaçladım. Kişisel iç dünya çatışması da bulunuyor Ayrıca, figürlerin soyut olması, insanların duygusal karmaşıklığını temsil ediyor.”

Meyers tuvalin önünde birkaç adım durdu, gözleriyle detayları inceleyerek. Sonra bana dönüp başını hafifçe eğdi. “Çok güçlü bir çalışma olmuş, Luna. Özellikle renk seçimin ve soyutlama tekniğin oldukça başarılı. Bunu geliştirmen için sana birkaç öneri verebilirim, ama genel olarak harika bir iş çıkarmışsın.”

Bu sözler içimi rahatlatmıştı. Yerime dönerken, bir projeyi daha başarıyla tamamlamış olmanın mutluluğunu hissediyordum.

Son ders ise Kişisel Gelişim ve Liderlik dersiydi. Bugün, sadece başkalarının sunumlarını izlemekle yetinecektik. Bu, biraz rahatlayacağımız anlamına geliyordu. Sınıfta herkes sırayla liderlik ve iletişim üzerine hazırladıkları sunumları yaparken, ben sessizce notlar alıyordum. Konular ilgi çekiciydi; bazı öğrenciler ekip çalışmasının öneminden bahsederken, diğerleri bireysel liderliğin gücüne odaklanıyordu.

Sunumlar arasında, bazen Eva’yla fısıldayarak yorumlar yapıyorduk. “Bu gerçekten iyi bir sunum oldu, özellikle takım içi iletişimle ilgili söyledikleri yerinde,” dedi Eva, bir öğrencinin sunumundan sonra.

Ben de başımı sallayarak onayladım. “Evet, takım çalışması her zaman önemli. Bireysel başarılar bile aslında bir ekibin parçası olmaktan geçiyor.”

Günün sonunda, bir yorgunluk hissi olsa da, haftanın en ağır derslerini geride bırakmıştık. Kendimi rahatlamış hissediyordum, çünkü projeler ve sunumlar gayet iyi gitmişti. Haftanın geri kalanını daha hafif geçireceğimizi umarak sınıftan çıktık ve kampüsün serin havasında yürümeye başladık.

Cuma günü, Eva ile yeniden kütüphaneye dönerek son birkaç projeyi toparlamaya başladık. Özellikle Bilinçaltı ve Zeka ile Uygulamalı Bilimler derslerindeki sunumlar üzerinde biraz daha çalışmamız gerekiyordu.

Kütüphanede saatlerce çalışarak eksik kalan detayları tamamladık ve sunumları daha etkileyici hale getirmek için birkaç görsel ekleme yaptık. "Sonunda gerçekten bitmek üzere," dedi Eva, gözlerini kısarak bilgisayar ekranına bakarken.

"Geriye sadece ufak tefek düzenlemeler kaldı," diye yanıtladım. "Bu hafta sonu her şeyi tamamlayıp, sunumlarımızı hazır hale getireceğiz."

Ama en önemlisi de günün en zor projesini sona bırakmak olmuştu.

Tarih ve medeniyet!

Kütüphane her zamanki gibi sessiz ve huzurluydu. Raflar arasında kaybolmuş, sessizce çalışan öğrenciler ve raflara sıralanmış eski kitaplar, buranın her zaman benim favori çalışma alanım olmasını sağlardı. Bir masa seçip malzemelerimizi çıkardık. Notlar, kalemler, bilgisayarlar derken masamız iyice dolmuştu.

Tarih ve Medeniyet dersi için verilen proje belki de en kapsamlısıydı. Medeniyetlerin gelişimini incelememiz, eski belgeleri bulmamız ve bunları yaratıcı bir sunumla desteklememiz gerekiyordu. Kütüphanede saatlerce eski kitapları karıştırmış, belgeler ve haritalar üzerinde çalışmıştık. Profesör Marks, her bir detayın önemli olduğunu sık sık vurguluyordu.

Eva, eski bir haritayı dikkatlice incelerken, “Bu haritalar bizi ne kadar geriye götürecek?” diye sordu. “Bence Roma İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine bir proje yapmalıyız.”

"Roma İmparatorluğu çok iyi bir fikir," dedim. "Hem medeniyetin doruk noktası hem de çöküş süreci üzerinde durabiliriz. Ama bunu hem belgelerle hem de bir maketle nasıl sunacağız?"

"Bir şehir maketi yapabiliriz," diye önerdi Eva. "Roma dönemine ait bir yapı. Ama bunun için biraz daha araştırma yapmamız gerekecek."

Saatlerce eski belgeler ve haritalarla uğraştık, Roma dönemi hakkında bulabildiğimiz her detayı topladık. Ayrıca bir maket yapabilmek için planlar çıkardık. Eva, abisi Archer’la konuşacağını ve bize maket konusunda yardım edeceğini söyledi. O an Archer’dan bu projede yardım alabileceğimiz için biraz rahatladım, ama sadece biraz. Çünkü rahatlama yerini saniyeler içinde bir kez daha gerginliğe bırakmıştı!

Archer, biraz gecikmeli de olsa sessizce yanımıza geldi. Yüzünde her zamanki gibi biraz donuk, ama bir o kadar da derin bir düşünce hali vardı. Sandalyeye oturduğunda bize kısaca başını salladı.

“Ödevi duyduğunuzda ilk ne düşündünüz?” diye sordu, sesinde ciddi bir tonla. Amacı kardeşine, dolaylı yoldan da bana yardım etmek idi. Bu projeyi geçersek sınıfı da geçerdik çünkü.

Eva, içini çekerek, “Zor olacağını düşündüm. Ama senin yardımlarınla daha kolay olabilir,” dedi gülümseyerek.

Archer, kısa bir süre sessiz kaldı. Sonra önündeki notları alıp göz gezdirdi. “Hangi medeniyeti seçtik?” diye sordu, konuyu hemen ciddiye alarak.

Ben konuşmaya başladım: “Roma İmparatorluğu’nu seçtik. Çünkü kültürel ve mimari anlamda çok zengin bir medeniyet. Sunumda bu medeniyetin hem sanatsal hem de sosyal yapısını derinlemesine inceleyeceğiz.”

Archer, kısa bir süre kaşlarını çattı, ama ardından sessizce başını salladı. “İyi bir seçim. Roma, özellikle hukuki ve mimari anlamda oldukça önemli bir medeniyetti. Ayrıca bulabileceğiniz birçok eski belge var.”

Onun bu ciddiyeti beni her zaman etkilerdi. Konuya tamamen odaklanmıştı ve işin içine duygularını katmadan hemen çözümler üretmeye başlamıştı. Bir yandan notlarımıza bakarken, bir yandan da onu izliyordum. Aramızda geçen son olayları düşünmeden edemiyordum, ama şu anda tamamen bu ödeve odaklanmamız gerekiyordu.

Eva, elindeki notları düzenlerken, “Maket kısmı biraz zor olacak gibi,” dedi. “Roma mimarisinden bir eseri seçmemiz lazım.”

“Pantheon yapabiliriz,” dedim, notlarımı karıştırarak. “Roma mimarisinin en önemli yapılarından biri. Kubbesi ve sütunlarıyla çok etkileyici.’’

Archer, başını sallayarak onayladı. “İyi bir seçim. Kubbenin matematiksel yapısını da sunumda açıklayabiliriz. Pantheon, dönemin mimari harikalarından biri.”

Onun bu kadar bilgili ve detaycı oluşu beni her zaman etkilerdi. Archer’ın tarih konusundaki bilgisi sayesinde, sunumumuzun çok daha etkileyici olacağını biliyordum.

Sonraki birkaç gün boyunca, kütüphanede sık sık bir araya geldik. Eva, maket kısmını organize ederken, Archer ve ben eski belgeler ve makaleler üzerinde çalışıyorduk. Özellikle Roma dönemine ait hukuk sistemi ve mimari üzerine bulduğumuz eski metinlerden alıntılar yapıyorduk.

Bir gün, Archer bir belgeden alıntı yaparken, onun yüzündeki düşünceli ifadeyi fark ettim. Hâlâ kırgın görünüyordu. Cesaretimi toplayıp, sessizce sordum: “Her şey yolunda mı, Archer?”

O an, gözleri bana doğru kaydı, ama bir an için duraksadı. Sonra başını salladı. “Evet, sadece... birçok şey var kafamda.”

Eva, ikimizin arasında bir şeyler olduğunu fark etmiş gibiydi, ama konuyu açmadı. Onun yerine, kendi bölümümüzü yazmaya devam etti. Ben de daha fazla üstelememeye karar verdim, ama Archer’ın hâlâ kırık olduğunu biliyordum.

Archer’ın kısa yanıtları ve mesafeli hali devam ediyordu, ama yine de ödev için yardımını esirgemiyordu. Her şey çok profesyoneldi; aramızdaki kişisel gerilim sanki askıya alınmış gibiydi.

Pazartesi günkü analiz sunumumuzun hemen ardından Salı günü de bu dersin sunumunu yine Eva ile birlikte yapacaktık.

Pazartesi sabahıydı ve haftanın en yoğun günlerinden biriydi. Günlerdir Eva ile üzerinde çalıştığımız temel matematik ve analiz dersinin grup ödevi sunumunu yapmak için sınıfa doğru ilerliyorduk. İkimiz de biraz gergindik, ama bu gerginliğin altında bir heyecan da vardı. Eva, elinde tuttuğu dosyayı sıkıca kavramıştı; parmak uçlarıyla sayfaları hafifçe okşayarak bir rahatlama bulmaya çalışıyor gibiydi.

"Her şey hazır mı?" diye sordum, aslında cevabı biliyordum. Son birkaç günümüzü sayılar, grafikler ve teorilerle boğuşarak geçirmiştik. Eva detaylar konusunda çok titizdi, bu yüzden bir eksik olma ihtimali yoktu. Yine de, sormak içimi biraz olsun rahatlatıyordu.

Eva hafif bir gülümsemeyle bana döndü. "Hazır, Luna. Endişelenme, bu sefer her şey yolunda gidecek." Gözlerindeki kararlılık beni de biraz sakinleştirdi. Eva’nın bu sakin, kendinden emin tavrı bana her zaman güven verirdi.

Sınıfa girdiğimizde, diğer öğrencilerin yerlerini aldığını gördüm. Sınıfın enerjisi her zamanki gibi yoğundu, herkes birbirine sunumlar hakkında konuşuyor, son dakikada notlarını kontrol ediyordu. Biz de en ön sırada boş bir yere oturduk ve sıranın bize gelmesini beklemeye başladık.

Sunumların başladığını duyuran zil çaldığında, sınıfın ön tarafındaki tahtanın yanında duran profesör hepimizi dikkatle süzdü. Profesör Anita Hills, matematik konusunda oldukça yetkin ve titiz bir öğretmendi. Onun dersinde hata yapmak istemezdim, çünkü her zaman her şeyin mükemmel olmasını beklerdi. İçimden derin bir nefes alarak, sunum sıramızın yaklaşmasını bekledim.

İlk grup sunumunu yaptı. Onları izlerken, Eva’yla göz göze geldim. İkimiz de sessizce kendi sunumumuzu kafamızda tekrar ediyorduk. Bir yandan kağıtlarıma bakarak son bir kez daha notlarımı gözden geçirdim. Sayılar ve formüller kağıt üzerinde anlamlı görünse de, bunları herkesin önünde anlatmak her zaman zorlayıcı oluyordu.

Sonunda profesör, bizim ismimizi anons etti. "Luna ve Eva, sıradaki sizsiniz."

Kalbim hızla çarpmaya başladı ama kendimi sakinleştirmeye çalışarak yerimden kalktım. Eva da aynı anda ayağa kalktı ve birlikte tahtaya doğru ilerledik. Sınıfın tüm gözleri üzerimizdeydi. Tahtanın önüne geldiğimizde, Eva kısa bir bakışla bana destek verdi. Sunumda benim başlayacağım konusunda anlaşmıştık.

Projeksiyon cihazına bilgisayarımızı bağladım ve slaytlarımızı yansıttım. İlk slayt matematiksel analiz kavramları ve teorilerini içeren bir girişti. "Bugün sizlere temel matematiksel analiz teorilerini ve bunların gerçek dünyadaki uygulamalarını anlatacağız," diye başladım. Sesim biraz titriyordu, ama hemen toparlandım. "Bu çalışma, özellikle fonksiyon, limit ve türev kavramlarının günlük hayatta nasıl kullanıldığını anlamamıza yardımcı olacak."

İlk başlarda biraz tutuktu ama konuşmamı ilerlettikçe daha rahat hissetmeye başladım. Eva, yanımda sakin ve odaklanmış bir şekilde duruyor, sunum sırası ona geldiğinde devreye girmek için hazır bekliyordu. Ben limitler ve türevlerin temel mantığını açıkladıktan sonra, Eva’ya döndüm. "Eva, şimdi size bu teorilerin grafiksel gösterimlerini ve nasıl hesaplandıklarını anlatacak."

Eva, benim kaldığım yerden sorunsuzca devam etti. O, türevlerin nasıl hesaplandığını detaylı bir şekilde açıkladı, ardından türevlerin eğim hesaplamalarında ve hızın belirlenmesindeki rolüne değindi. Eva’nın sunumu, grafiklerle desteklenmişti. O anlatırken, sınıfın bir kısmının onun açıklamalarını dikkatle dinlediğini, bazılarının ise kağıtlarına notlar aldığını fark ettim.

Eva’nın konuşması bittikten sonra, tekrar devraldım. "Şimdi ise bu teorilerin gerçek hayatta nasıl kullanıldığını göstermek istiyoruz." Projede üzerinde çalıştığımız bir örneği sunmaya başladım.

“Bugün sizlere, son birkaç haftadır üzerinde çalıştığımız demografik faktörlerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini anlatacağız,” dedim. Sesimin kararlılığı beni bile şaşırtmıştı, Eva da aynı kararlılıkla devam etti.

“Bu çalışmamızda, ülkenin çeşitli bölgelerinden topladığımız demografik verileri analiz ettik. Özellikle gelir düzeyi, nüfus artışı ve işsizlik oranları gibi ekonomik göstergeleri, bölgesel farklılıklar çerçevesinde ele aldık.”

İlk slaytımız, temel verilerimizi gösteren bir grafikle başladı. Gelir düzeylerine göre ayrılmış bölgeleri gösteren renkli grafiklerin yanında nüfus artış hızları yer alıyordu. Herkesin gözleri, ekranın üzerindeydi. Eva, göstergeyi kullanarak grafiklere işaret etti ve açıklamaya devam etti.

“Bu grafiklerde, ülkenin farklı bölgelerindeki nüfus yoğunluğu ve gelir düzeylerini karşılaştırıyoruz. Nüfus artış hızının en yüksek olduğu bölgeler aynı zamanda işsizlik oranının en düşük olduğu yerlerdir.”

Eva konuşurken, elimdeki notlara kısaca göz gezdirdim. Bir sonraki aşamada, Archer’ın projeye eklememizi istediği karmaşık matematiksel analizlere geçecektik. İçimdeki o tuhaf huzursuzluk yeniden baş göstermeye başladı, ama bu anı iyi atlatmak zorundaydık.

Eva, bana başıyla işaret etti, sunumun bir sonraki kısmına geçmem gerektiğini biliyordu. Sıra bende. Derin bir nefes aldım ve ekrana döndüm. Slaytlarda, Archer’ın önerdiği fonksiyon analizlerini ve karmaşık matematiksel modelleri içeren veriler gözüküyordu. Bu kısmı anlatmak zorundaydım.

“Bu noktada, sadece grafiklerle yetinmedik,” dedim.

“Verilerin derinlemesine analizini yaparken, nüfus artış hızı ile ekonomik büyüme arasındaki korelasyonu göstermek için daha karmaşık matematiksel modeller ve fonksiyonlar kullandık. Özellikle, bu grafiklerde yer alan fonksiyon analizlerine bakarsak, nüfus artış hızının iş gücü piyasasını nasıl doğrudan etkilediğini görebilirsiniz.”

Bir slayt daha geçti, ekranda eğriler, fonksiyonlar ve denklem sonuçları beliriyordu. Burası Archer’ın analiziyle dolu olan bölümdü. Devam ettim, ama içimde hafif bir sıkıntı vardı.

“Bu modelde, işsizlik oranlarını azaltmak için uygulanan politikaların etkinliğini ölçtük. Yaptığımız fonksiyon analizlerinde, belli bölgelerdeki nüfus artış hızının, ekonomik büyüme üzerinde pozitif bir etkisi olduğunu gördük. Ancak bu etkiler, gelir dağılımındaki eşitsizlik nedeniyle bazı bölgelerde zayıf kalıyor. İşte burada, nüfus artış hızına ve gelir düzeyine göre bölgesel farklılıkları hesaba katan bir fonksiyon eğrisi kullanarak, politikaların etkinliğini ölçmeye çalıştık.”

Bu noktada sınıftaki yüzlerin meraklı ifadeler takındığını fark ettim. Özellikle sınıfın arka tarafında oturan birkaç öğrenci, denklemleri dikkatle inceliyor gibiydi. İçimde bir rahatlama hissettim. En zor kısım buydu ve bunu da başarıyla tamamlamıştık.

Eva yeniden sözü aldı ve sunumu toparlamaya başladı. “Sonuç olarak, elde ettiğimiz veriler, ekonomik büyüme ile demografik faktörler arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösteriyor. Ancak bu büyümenin bölgesel eşitsizlikler nedeniyle her yerde aynı oranda etkili olmadığını da ortaya koyuyor.”

Son cümlelerimi söyledikten sonra, Eva ile birbirimize baktık.

Sunumun sonlarına yaklaştıkça, içimde bir rahatlama hissetmeye başladım. Her şey planladığımız gibi ilerliyordu. Son slayta geldiğimizde, "Sonuç olarak, matematiksel analiz, yalnızca teorik bir alan değil, aynı zamanda günlük hayatımızın bir parçası olan birçok duruma da uygulanabilir," dedim. Eva da sunumun kapanışını yaptı. "Bu teoriler, mühendislikten ekonomiye kadar birçok alanda kullanılmaktadır ve bu, bilimin temel taşlarından biridir."

Profesör Anita Hills sunumumuzun sonunda birkaç saniye sessiz kaldı. Ardından, "Güzel bir sunumdu," dedi. "Limitler ve türevler üzerine iyi bir çalışma yapmışsınız. Gerçek hayattan örnekler kullanmanız sunumunuzu daha anlaşılır kılmış. Ancak, bazı noktaları biraz daha detaylandırabilirdiniz. Özellikle grafikler kısmında bazı açıklamalar eksik kalmış gibi."

Eva’yla birbirimize baktık ve başımızı salladık. Eleştirileri ciddiye alarak dinledik. Profesör, bizimle ilgili yorumlarını tamamladıktan sonra, yerine geçti ve biz de yavaşça sınıftaki yerimize döndük. Sınıfa geri döndüğümüzde, üzerimdeki baskı hafiflemişti. Eva’nın da rahatladığını hissedebiliyordum.

"Sanırım fena değildi, değil mi?" diye fısıldadı bana Eva, yerine otururken.

Başımı salladım. "Evet, kesinlikle. Profesör Anita Hills’den daha kötü bir yorum alabilirdik. Bence başarılıydık."

Sıramıza oturup diğer grupların sunumlarını dinlemeye devam ederken, içimde bir rahatlama hissettim. Bu sunum haftalardır bizim üzerimizde bir baskı yaratmıştı, ama nihayet bitmişti. Eva’yla birlikte yaptığımız çalışma, aslında düşündüğümden daha başarılı bir şekilde sonuçlanmıştı.

Sınıftaki sunumlar devam ederken, Eva’yla zaman zaman birbirimize bakıp gülümsemekten kendimizi alamadık. Bir süre sonra, dersin sonuna gelindiğinde, o yoğun heyecan yerini büyük bir rahatlamaya bıraktı.

Başarıyla tamamlanmış bir projeyle sınıfın önünden ayrıldık, ama içimde hâlâ Archer’a karşı duyduğum o huzursuzluk vardı. O, projeyi daha karmaşık hale getirmeyi başarmıştı, evet, ama bu süreçte aramızdaki soğukluğu da derinleştirmişti.

Ve sıradaki ders olan Tarih ve Medeniyet dersinde bir kez daha zorlu bir sunum bizi beklemişti.

Pazartesi gününden ardından gelen Salı gününün ilk dersi olan Tarih ve Medeniyet!

Sunuş günü geldiğinde, sınıfın atmosferi her zamankinden daha yoğundu. Herkesin yüzünde ciddi ifadeler vardı. Bu, sadece bir ders sunumu değildi, aynı zamanda büyük bir emek ve araştırma gerektiren bir projeydi.

Eva ile birlikte tahtanın önünde yerimizi aldık.

Sunumumuz başladığında, önce ben Pantheon’un mimari yapısını anlatmaya başladım. Slaytlarda Roma mimarisinin nasıl büyük bir mühendislik harikası olduğunu, Pantheon’un kubbesinin nasıl bir devrim yarattığını ve bu yapının bugüne kadar nasıl ayakta kalabildiğini açıkladım.

Eva, Roma hukuk sistemini detaylı bir şekilde anlattı. Özellikle Roma’nın adalet sisteminin, modern hukuk üzerinde ne kadar etkili olduğunu vurguladı. Yaptığımız alıntılar ve bulduğumuz eski belgeler, sunumumuzu güçlendirmişti. Sınıftaki öğrenciler sessizce dinliyordu. Herkesin gözleri üzerimizdeydi.

Son olarak, maketimizi gösterdik. Pantheon’un minyatür versiyonunu yapmıştık ve Eva’nın el becerisi sayesinde oldukça etkileyici görünüyordu. Archer, bu kısmı da yakından izledi, ama herhangi bir yorum yapmadı.

Sunumun sonunda, Profesör Eldric ayağa kalktı ve bizi tebrik etti. “Mükemmel bir sunumdu,” dedi. “Roma İmparatorluğu’nu sadece tarihsel değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal açıdan da çok iyi ele aldınız.”

Öğretmenin sesinin tonlaması içimde bir rahatlama yarattı. İşte bu, yaptığımız işin değdiğinin bir kanıtıydı.

Dersin sonunda öğle arasına girdiğimizde Eva ile aklımızda bir sonraki sunumumuz vardı. İki sunum arası fark sadece önce bir öğle saati kadar ardındansa bir teneffüs saati kadardı!

Bu hafta resmen sunumlar haftası olmuştu, yani on üçüncü hafta.

Ve biz aynı zamanda finallere de çalışmalıydık.

Ve şimdiki sunumumuz ise bilinçaltı ve Zeka dersine aitti!

Ve ardındansa Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji geliyordu.

Valeria'nın dersinde sunum sırası yine bize gelmişti. Bilinçaltı ve Zeka üzerine hazırladığımız projemizi sunacaktık. Zihinlerin karmaşık dünyasını ve zekanın nasıl ölçüldüğünü anlamak için haftalarca çalışmıştık. Zeka testlerinin tarihinden modern uygulamalara, psikolojik analizlerden verilerin nasıl yorumlandığına kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı araştırmamız.

Eva ve ben sınıfın önüne çıktığımızda, sunumumuza başlamak için derin bir nefes aldım. Kalbimin atışları hızlanmıştı ama kendimi toparlamaya çalışıyordum. Eva, yanımda oldukça rahat görünüyordu; bu durum beni her zamanki gibi biraz sakinleştirdi.

"Merhaba arkadaşlar," dedim, sesimi netleştirerek. "Bugünkü sunumumuzda zeka testlerinin tarihini, uygulamalarını ve bu testlerden elde edilen sonuçların nasıl analiz edildiğini ele alacağız."

Projeksiyonda ilk slaytımız belirdi: Zeka Testlerinin Tarihçesi. Slaytta büyük harflerle Binet-Simon Testi (1905) yazıyordu.

Eva, ilk sözü alarak başladı. "Zeka testlerinin tarihi, Fransız psikolog Alfred Binet ile başlar. 1905 yılında Binet, çocukların öğrenme kapasitelerini ölçmek amacıyla ilk zeka testini geliştirdi. Binet-Simon ölçeği olarak bilinen bu test, modern IQ testlerinin temellerini atmıştır. Binet, bu testi geliştirirken zekanın sabit olmadığını, çevresel ve sosyal etkenlerle gelişebileceğini savunmuştur."

Eva, tahtaya yansıttığımız test örneklerini işaret etti. Binet'in testlerinde soruların yaşa göre düzenlendiğini ve çocukların bilişsel yeteneklerinin ölçüldüğünü açıkladı. Sınıfta herkesin dikkatle dinlediğini hissettim. Valeria'nın bakışları üzerinde olmasına rağmen, rahat konuşuyordu. Derinlemesine bilgi veriyordu ve tam zamanında bana pasladı.

"Modern zamanlara geldiğimizde," dedim, slayttaki tarih aralıklarına işaret ederek, "zeka testleri sadece çocuklar için değil, her yaş grubu için geliştirildi. David Wechsler, 1939 yılında yetişkinler için Wechsler Zeka Ölçeğini geliştirdi. Wechsler’ın testleri, sadece sözel değil, aynı zamanda görsel-mekansal yetenekleri de ölçüyordu. Bu, IQ testlerine çok boyutlu bir yaklaşım getirdi. Şu anda kullandığımız pek çok modern zeka testi bu yapıya dayanır."

Bir sonraki slayt açıldı: Zeka Testlerinin Modern Uygulamaları ve Analiz Yöntemleri. Eva burada tekrar devreye girdi.

"Zeka testleri günümüzde sadece akademik başarıyı ölçmekle kalmaz, aynı zamanda bireylerin çeşitli yeteneklerini ve problem çözme becerilerini de analiz eder. Örneğin, bir zeka testi sadece kelime bilgisine değil, aynı zamanda mantık yürütme, hafıza ve görsel-mekansal yeteneklere de odaklanır."

Eva’nın ardından ben tekrar sözü aldım ve modern analiz tekniklerini açıkladım. "Günümüzde zeka testlerinden elde edilen veriler, sadece bireyin zekasını ölçmek için kullanılmaz. Aynı zamanda bu veriler, kişinin eğitim hayatındaki başarısını, sosyal becerilerini ve hatta mesleki yeteneklerini tahmin etmek için de kullanılır. Ancak bu noktada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Zeka testleri gerçekten bireyin tüm kapasitesini ölçebilir mi?"

Bu soru üzerine sınıfın bir kısmı fısıldaşmaya başladı. Bu, bizim amacımıza ulaştığımız anlamına geliyordu; dikkatlerini çekmeyi başarmıştık.

"Zeka," dedim, "her zaman somut verilere indirgenemeyecek kadar karmaşık bir kavramdır. Zeka testleri bu karmaşıklığın sadece bir kısmını ölçebilir. Bilimsel araştırmalar da gösteriyor ki, zekanın sadece genetik değil, çevresel faktörlerle de şekillendiği gerçeği, bu testlerin güvenilirliğini her zaman tartışmalı hale getiriyor."

Sonuç kısmına gelirken Eva sözü devraldı. "Zeka testleri, bireyin bilişsel yeteneklerini anlamak ve belirli standartlarda değerlendirmek için önemli bir araçtır. Ancak bu testler, bireyin tüm potansiyelini ölçemez. Eğitimde, psikolojide ve mesleki alanlarda bu testlerin dikkatli bir şekilde kullanılması, bireyin gelişimini tam anlamıyla yansıtacak şekilde ele alınmalıdır."

Sunumu bitirirken sınıfa bakıp, herkesin bu karmaşık konu üzerine düşündüğünü görmek beni rahatlatmıştı. Valeria’nın küçük bir tebessümle başını sallaması, doğru yolda olduğumuzun işaretiydi.

Sunumumuzu başarıyla bitirmenin rahatlığı içinde, bir sonraki dersimize odaklanmak üzere yerimize döndük.

Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji dersinde, sunum yapacağımız diğer proje bizi bekliyordu. Profesör Halderman her zamanki gibi ciddi ve odaklanmış bir şekilde dersin başında duruyordu. Bu ders için hazırladığımız sunum, bilimsel hipotezler, analiz yöntemleri ve araştırma süreçleri üzerineydi.

Sunumumuza başladığımızda, ilk olarak bilimsel yöntemin tarihsel gelişimini ele aldık.

"Bilimsel yöntem," dedim, "dünyayı anlamak için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Hipotez, gözlem, deney ve analiz aşamalarını içeren bu süreç, bilimsel bilgiyi üretmenin temelini oluşturur."

Eva, burada bilimsel yöntemin tarihine kısaca değindi. "16. yüzyılda Galileo Galilei, bilimsel yöntemin temellerini atan ilk bilim insanlarından biridir. Galileo’nun yaptığı deneyler ve gözlemler, modern bilimin doğuşunu sağlamıştır. Onun çalışmalarından sonra bilim dünyası, gözleme ve deneye dayalı bir bilgi üretim sürecine girmiştir."

Sonra ben sözü devraldım ve projemizde ele aldığımız hipotezden bahsettim. "Bizim hipotezimiz, çevresel faktörlerin bitki büyümesi üzerindeki etkisini incelemek üzerine kurulu. Bitkilerin farklı ışık seviyelerine nasıl tepki verdiğini araştırdık ve sonuçlarımızı analiz ettik."

Slaytta bitki büyüme sürecinin grafikleri ve analizleri yer aldı. Eva, bu aşamada verileri analiz etmenin önemine değindi. "Bilimsel bir araştırma, sadece verilerin toplanmasıyla bitmez. Toplanan veriler dikkatli bir şekilde analiz edilmeli ve hipotezi doğrulayıp doğrulamadığına karar verilmelidir. Biz de farklı ışık seviyelerinde bitkilerin büyüme hızlarını karşılaştırdık ve sonuçlarımızı analiz ettik."

Sonuçlar oldukça netti. Farklı ışık seviyelerinde yapılan deneyler, bitkilerin büyüme hızının önemli ölçüde değiştiğini göstermişti. Işık seviyesinin düşük olduğu ortamlarda bitkilerin fotosentez hızı düşerken, daha fazla ışık alan bitkilerin büyüme hızlarının arttığı açıkça görülüyordu.

"Bu deney," dedim, "bilimsel yöntemin ne kadar sistematik ve titiz bir süreç gerektirdiğini bize bir kez daha gösterdi. Gözlemlerimizi dikkatli bir şekilde not aldık, hipotezimizi test ettik ve sonuçlarımızı analiz ettik. Sonuç olarak, çevresel faktörlerin bitki büyümesi üzerinde belirleyici bir etkisi olduğunu gördük."

Eva son cümleyi ekledi. "Bu, sadece basit bir deney olabilir. Ama bilimsel yöntemin temel ilkelerini uyguladığımızda, ne kadar önemli sonuçlar elde edebileceğimizi bir kez daha anlamış olduk."

Profesör Halderman, gözlüğünün üzerinden bize baktı ve kafasını sallayarak, "Sunumunuz oldukça kapsamlıydı," dedi. "Hipotezi doğru bir şekilde oluşturmuş ve verilerinizi titizlikle analiz etmişsiniz. Bilimsel yöntemi doğru bir şekilde uygulamış olmanız, projenizin sağlam temellere dayandığını gösteriyor."

Derin bir nefes alarak yerimize döndük. Haftalarca süren çalışmalarımızın sonunda, projelerimizi başarıyla sunmanın mutluluğu içindeydik.

Dersten sonra yurda gittiğimizde Nova’yı odada yakaladım. Birlikte yarım saat içinde tekrardan aşağıya yemekhaneye inmiştik.

Nova ile bugün yalnızca ikimiz oturduk. Diğer arkadaşları bir şekilde farklı yerlere dağılmıştı. Nova, konuşulacak bir konu bulamayınca Leo hakkında konuşmaya başladı. Onun heyecanlı hali ise gözden kaçmıyordu.

"Partide Leo ile konuşurken fark ettim ki, o gerçekten farklı biri. Yani, başta öyle görünmüyor ama onu tanıdıkça daha fazlası olduğunu anlıyorsun," dedi, gözlerini hafifçe kısarak bana baktı. "Sence kulüp başkanı olması, onun da gizemli biri olmasını mı sağlıyor?"

Gülümsedim. "Belki de. kulüp çevresinde olan herkesin bir sırrı var gibi geliyor bana."

Nova, bu cevabımı düşündü. "Bu doğru olabilir. Ama Leo’da başka bir şey var. Bilmiyorum, belki de onu daha fazla tanımam gerekiyor." Bu konuda derin bir iç çekti ve öğle yemeğini yemeye devam etti.

Biz Nova’yla böyle sakin bir akşam yemeği geçirirken, yemekhanenin arka tarafında oturan çocuklardan birinin bize baktığını fark ettim. Onun Leo olup olmadığını bilemedim, fazla uzaktaydı ve Nova bunu fark etmemişti. İçimden onunla bu konuda daha sonra konuşmak gerektiğini düşündüm.

Akşam yemeği sonrası doğruca yurt odamıza döndük. Odada sessizdik. İkimiz de masalarımıza oturmuş ve sessiz sessiz finallerimiz için ders çalışmaktaydık.

Bu hafta fazlasıyla yorucu geçmişti.

Vizeler sonrası haftalar her daim hızlı ve yorucu mu geçecekti?


Loading...
0%