Yeni Üyelik
69.
Bölüm
@selinayeda_x

Perşembe günün ilk ışıkları pencereden odaya vururken uyandım. Edebiyat dersinde, Hemingway’in Silahlara Veda adlı eserini Ian McEwan’ın Atonement (Kefaret) adlı kitabıyla karşılaştırma sunumuna hazırdık. Eva ile birlikte haftalarca kütüphanede çalışmış, notlar almış ve analizlerimizi bir araya getirmiştik.

Kahvaltı sonrası Eva ile sınıfa girerken kalbim hızla atıyordu. Bu kadar derin bir konuyu ele alırken, edebiyat hocamızın beklentilerini karşılayabilecek miydik? O sabah hava hafif serin ve bulutluydu, sınıfın atmosferi de bu havaya uygundu: ciddiyet ve biraz gerginlik hissediliyordu.

Profesör ders masasının başında oturuyordu, gözlüklerini hafifçe burnunun ucuna kaydırmış, sınıfa göz gezdiriyordu. Yanındaki tahtada, o günkü konuların başlıkları yazılıydı: Savaş, Aşk ve Kefaret. Bu başlıklar bile içimde bir heyecan uyandırdı.

“Luna, Eva,” dedi profesör, hafif bir tebessümle. “Sıradaki sunum sizinki. Lütfen başlayın.”

Ayağa kalkıp Eva ile birlikte sınıfın önüne ilerledik. Parmaklarımda hafif bir titreme hissediyordum, ama derin bir nefes alarak kocaman bir gülümsemeyle konuşmaya başladım.

“Bugün sizlere iki önemli eseri karşılaştıracağız,” dedim. “Ernest Hemingway’in Silahlara Veda ve Ian McEwan’ın Atonement eserleri. Bu iki roman, dönemleri açısından farklı yerlerde dursalar da, savaşı ve savaşın bireyler üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı bir şekilde ele alıyorlar.”

Eva, küçük bir baş selamıyla devam etti. “Her iki yazar da savaşın insan hayatına etkisini ele alırken, farklı yazım teknikleri kullanıyorlar. Hemingway, savaşın duygusuz ve acımasız yönlerini sade bir dille anlatırken, McEwan daha duygusal bir yaklaşım sergiliyor. Biz bu iki farklı yaklaşımı inceleyecek ve aralarındaki benzerlikleri ve farkları tartışacağız.”

İlk slaytımızda Silahlara Veda’nın kapağı göründü. Hemingway’in savaşı anlatışındaki gerçekçilik hemen dikkat çekiyordu.

“Silahlara Veda,” dedim, “Birinci Dünya Savaşı sırasında, bir Amerikalı ambulans şoförü olan Frederic Henry’nin yaşadıklarını anlatır. Savaş, onun sadece fiziksel değil, ruhsal dünyasını da yerle bir eder. Hemingway, bu süreci olabildiğince basit ve yalın bir dille anlatır. Aslında, Hemingway’in en büyük gücü de buradadır: Olayların derinliğini fazla duygusal anlatımlardan uzak durarak, sade bir gerçekçilikle ifade eder.”

Eva, bu noktada Hemingway’in ünlü ‘Buzdağı Teorisi’ne atıfta bulunarak araya girdi. “Hemingway’in yazım tekniğinde, çok fazla şey söylenmeden, buzdağının altındaki duygular hissettirilir. Yazar, karakterlerin ruh halini doğrudan anlatmaktansa, basit olaylarla dolaylı bir şekilde gösterir. Mesela, Frederic Henry’nin savaş alanındaki yalnızlığı, fiziksel bir tasvirle değil, çevresindeki sessizlikle anlatılır.”

Sınıfın dikkatle dinlediğini hissediyordum. Bazı öğrencilerin not aldığını, bazılarının ise odaklanmış bir şekilde bize baktığını gördüm. Devam ettim.

“Hemingway’in aksine,” dedim, ikinci slayt açılırken, Atonement’ın kapağı ekrana yansıdı, “Ian McEwan, savaşın bireyler üzerindeki etkisini daha duygusal bir perspektiften ele alır. Atonement, savaşın yarattığı vicdan azabını ve kefaret arayışını anlatan bir hikaye. Kitap, genç bir kızın yanlış anlamaları ve bu yanlış anlamaların insanların hayatlarını nasıl mahvettiği üzerine kuruludur.”

Eva, burada devreye girerek, McEwan’ın anlatımına dair bir analiz yaptı. “McEwan’ın anlatımında en dikkat çekici unsur, karakterlerin iç dünyalarına derinlemesine inmesidir. Atonement’ın baş karakteri Briony, yaptığı yanlış bir suçlamanın sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Ancak bu, basit bir suçlama değil, savaşın karmaşası içinde daha da büyüyen bir vicdan azabıdır. McEwan, savaşın insan ruhuna yaptığı tahribatı, duygusal kırılmalarla çok etkili bir şekilde anlatır.”

Slaytta, iki kitabın ana karakterlerini karşılaştırdığımız bir tablo açıldı. Frederic Henry ile Briony Tallis’in karşılaştırmasını yapmıştık. Bu iki karakterin savaşın ortasında nasıl farklı yollara savrulduğunu açıklarken, herkesin dikkati dağılmadan bizi dinlediğini görmek beni rahatlatıyordu.

“Frederic Henry,” dedim, “Savaştan kaçmaya çalışır. Ama onun için savaş, hem dışarıda hem de içsel bir savaş haline gelir. Briony ise, savaştan kaçmaz, ama onun vicdanıyla olan savaşı asla bitmez. İki karakter de savaşın içinde sıkışmışlardır, ama yolları çok farklıdır.”

Eva, slaytta gösterilen metinlere işaret etti. “Hemingway ve McEwan arasındaki en büyük fark, anlatım tarzlarında yatar. Hemingway, karakterlerin duygusal dünyasına fazla dalmaz. Oysa McEwan, karakterlerinin içsel dünyalarına büyük bir mercek tutar. Briony’nin her pişmanlığı, her vicdan azabı, detaylı bir şekilde işlenir. Bu, McEwan’ın modern edebiyatın duygusal derinliklerine inme becerisini gösterir.”

Sunumun sonlarına gelirken, toparlama kısmına geçtik. Son slaytımızda, iki kitabın ortak noktalarını ve farklılıklarını özetleyen bir tablo hazırlamıştık.

“Sonuç olarak,” dedim, “Hemingway’in Silahlara Veda ve McEwan’ın Atonement eserleri, savaşın insan hayatı üzerindeki etkisini iki farklı perspektiften ele alıyor. Hemingway, savaşı olabildiğince soğuk ve gerçekçi bir şekilde anlatırken, McEwan duygusal açıdan çok daha derinlere iniyor. Ancak her iki yazar da savaşın yıkıcı etkisini ustalıkla ortaya koyuyor.”

Eva son cümleyi ekledi. “Bu iki eser, savaşın sadece fiziksel bir çatışma olmadığını, insan ruhunu da derinden etkilediğini gösteriyor. Her iki kitapta da savaşın getirdiği yıkım, aşk ve kefaret temalarıyla iç içe geçiyor.”

Sınıfta bir sessizlik oldu. Profesör Richards, kaşlarını hafifçe kaldırarak bize baktı. Gözlerinde takdir dolu bir bakış vardı.

“Çok iyi bir sunumdu,” dedi sonunda. “Hemingway ve McEwan’ı karşılaştırmak, özellikle savaş teması üzerinden çok derin bir analiz gerektirir. Her iki yazarın eserini bu kadar dikkatli bir şekilde ele almanız etkileyici. Tebrik ederim.”

İçimde büyük bir rahatlama hissettim. Eva’ya dönüp hafifçe gülümsedim. Sınıfa geri dönerken, hem projenin başarıyla tamamlanmasından hem de edebiyatın büyüleyici dünyasında yaptığımız bu yolculuktan büyük bir keyif almıştım.

Ödevimi teslim ettiğimden artık sanat dersi diye bir şey yoktu. Ve bu beni oldukça mutlu etmişti, tıpkı yoga dersinin olmayışı gibi.

Temel Psikolojide sunumlarımızı da sunduğumuzdan derse gitmemiştim. Çarşamba gününü tıpkı şu an gibi boş geçirmiştim.

Aslında boş değildim. Uzun bir şekilde finallere tek başıma bir süre çalışarak gözden geçirdim.

Şimdiyse de önümde tek bir ders vardı: Kişisel Gelişim ve Liderlik!

Bu dersten sonra finaller yapılacak ve daha fazla hiçbir şey öğrencileri bu okulda tutmayacaktı.

Nihayet özgürlük ve huzur!

Bugün öğle arasında Nova ve arkadaşlarıyla kafeteryada oturdum. Alice, Chloe ve Sarah da bizimleydi. Nova'nın arkadaşları genelde oldukça enerjik ve konuşkandı, bu yüzden masadaki sohbetler hep ilginç bir hal alırdı. Ben ise çoğunlukla dinleyici olarak kalmayı tercih ediyordum, ama bu sessiz kaldığım anlamına gelmiyordu. Zaman zaman sohbete dahil oluyor, arada bir espri yaparak herkesin gülmesine sebep oluyordum.

Chloe, tam bir dedikodu kaynağıydı. Kafeteryada etrafımızda kim oturuyorsa, kim kiminle takılıyorsa hemen onun hakkında bir yorum yapardı. "Baksanıza şu köşedeki masada oturanlara," dedi, başını hafifçe sağa eğip gözleriyle belli belirsiz bir işaret yaptı. "O çocuk kesin Ethan’ı tanıyor, çünkü onu hep Archer’la görüyordum."

Alice hemen ilgisini o tarafa çevirdi. "Ethan mı? Nova, sen onunla partide tanışmamış mıydın?"

Nova hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Evet, tanıştım. Aslında fena bir çocuk değil, biraz gizemli ama hoş bir tarzı var." Onun bu rahat tavrı, kızları gülümsetti. Alice ve Chloe birbirlerine bakarak kahkahalarını zor tuttular. Nova’nın böyle gizemli çocuklardan hoşlandığını hepimiz biliyorduk.

Sarah ise çatalıyla tabağındaki salatayı karıştırırken bize katıldı. "Ethan her zaman Archer’ın yanındadır zaten, o yüzden onu burada görmek şaşırtıcı değil. Luna, senin de Archer'la aranda bir şey var mı?"

Bu soruya hafifçe gülerek karşılık verdim. "Archer ve ben sadece arkadaşız. Yani şu anlık bu yoldayız." Bu lafım onların daha çok ilgisini çekmişti, ama sohbeti daha fazla derinleştirmemek için hızla konuyu değiştirdim. Öğle arası böyle sohbetlerle dolu keyifli bir zaman dilimi olmuştu.

Öğle arası bitiminde sanat dersi için bir boşluğum varken anı bahçede oturarak ve ders notlarımı okuyarak geçirdim. Sonraki dersimde ise bir sunum daha yapacaktım ve bu sefer sunumum bireysel idi.

Kişisel Gelişim ve Liderlik dersiiçin biraz gergindim. Bu dersi özellikle ilginç buluyordum çünkü sadece akademik bilgi vermekle kalmıyor, aynı zamanda kendi yeteneklerimizi, becerilerimizi ve liderlik potansiyelimizi keşfetmemiz için fırsatlar sunuyordu. Ancak bugünkü ders diğerlerinden farklıydı, çünkü bireysel sunumlar yapacaktık. Herkesin bir konuda kendi kişisel gelişim yolculuğunu ve liderlik becerilerini nasıl geliştirdiğini anlatması gerekiyordu.

Sunumum için haftalardır hazırlık yapıyordum, ama işte o sabah, sınıfa gitmeden önce son kez sunum dosyamı gözden geçirdim. Dizüstü bilgisayarımın başında oturup slaytlarımı yeniden kontrol ederken, elimde olmadan küçük düzeltmeler yapmaya devam ettim. Slaytların çok basit ya da çok karmaşık olmamasına dikkat ediyordum. Her şey net ve anlaşılır olmalıydı, aynı zamanda kendi kişisel deneyimlerimi de yansıtmalıydı.

Liderlik ve kişisel gelişim dersinde sunum yapma sırası geldiğinde, içimde bir heyecan ve aynı zamanda bir gerilim vardı. Bu sunumun benim kişisel becerilerimi ve liderlik anlayışımı yansıtacak önemli bir fırsat olduğunu biliyordum. Derin bir nefes alarak sunum alanına yürüdüm ve sınıfın önünde durarak projemin ilk slaytını açtım.

“Merhaba arkadaşlar,” dedim, sesimi olabildiğince sakin ve kendinden emin bir şekilde çıkararak. “Bugün sizlere liderlik ve kişisel gelişim konularında hazırladığım projeyi sunacağım. Projemde bireysel liderlik planı, stratejiler ve organizasyon üzerine odaklandım.”

İlk slayt “Liderlik ve Bireysel Gelişim” başlığını taşıyordu. Slaytın üzerinde liderlik ve kişisel gelişim arasındaki bağlantıyı özetleyen kısa bir özet yer alıyordu.

“Liderlik,” dedim, slayttaki başlığa işaret ederek, “bireylerin bir grup ya da organizasyon içinde yönlendirme, motive etme ve hedefe ulaşma süreçlerini yönetme yeteneğidir. Ancak etkili bir lider olmak sadece liderlik becerilerini geliştirmekle değil, aynı zamanda kişisel gelişime de bağlıdır.”

Slayt değişti ve “Bireysel Liderlik Planı” başlığı belirdi.

“Bireysel liderlik planı oluşturmak,” diye devam ettim, “her bireyin güçlü yönlerini ve gelişim alanlarını belirlemesini gerektirir. Bu plan, kişisel hedefler koymayı, bu hedeflere ulaşmak için gerekli adımları belirlemeyi ve sürekli geri bildirim almayı içerir. Kişisel bir liderlik planı oluştururken kendinizi tanımanız, güçlü ve zayıf yönlerinizi belirlemeniz gerekir. Ayrıca, kişisel değerlerinizi ve hedeflerinizi anlamak da bu sürecin önemli bir parçasıdır.”

Sunumumun bu bölümünde kişisel liderlik planı hazırlamanın önemine dair örnekler verdim. Kendi deneyimlerimden bahsederek, liderlik planımı nasıl oluşturduğumu ve hangi adımları takip ettiğimi detaylandırdım. Kendi liderlik planımda, kısa vadeli ve uzun vadeli hedefler koyarak, bu hedeflere ulaşmak için çeşitli stratejiler geliştirdiğimi anlattım.

Slayt geçişiyle birlikte “Stratejiler ve Organizasyon” başlığına geçtim.

“Stratejiler ve organizasyon,” dedim, “bir liderin başarıya ulaşmak için uygulaması gereken önemli aşamalardır. Strateji, bir liderin hedeflerine ulaşmak için planladığı eylemler bütünüdür. Organizasyon ise bu stratejilerin hayata geçirilmesi sürecinde gerekli olan yapıyı ve düzenlemeyi ifade eder.”

Slaytta strateji geliştirme süreci üzerine kısa bir özet yer alıyordu.

“Strateji geliştirme sürecinde,” dedim, “öncelikle hedeflerinizi net bir şekilde belirlemeniz gerekir. Bu hedefler doğrultusunda stratejik adımlarınızı planlayarak, her bir adımın ne şekilde uygulanacağını belirlemeniz önemlidir. Ayrıca, stratejik planlamada risk analizi yapmak ve olası engellere karşı çözümler geliştirmek de gereklidir.”

Sonraki slaytta, “Örnek Stratejiler ve Uygulama” başlığı altında, kendi stratejik planımı ve nasıl uyguladığımı anlattım. Örneğin, bir projede karşılaştığım zorlukları nasıl aştığımı ve stratejik planlamanın nasıl işe yaradığını detaylı bir şekilde açıkladım.

“Ayrıca,” dedim, “liderlik stratejilerinde etkili organizasyon çok önemlidir. Organizasyon, kaynakların etkili bir şekilde yönetilmesi ve görevlerin doğru bir şekilde dağıtılması anlamına gelir. İyi bir organizasyon, liderin belirlediği hedeflere ulaşmasını kolaylaştırır.”

Sunumun sonunda, “Sonuç ve Öneriler” başlığıyla projemi toparladım.

“Sonuç olarak,” dedim, “liderlik ve kişisel gelişim arasındaki ilişki oldukça güçlüdür. Etkili bir lider olmak için kişisel gelişime önem vermek ve bireysel liderlik planları oluşturmak gereklidir. Ayrıca, stratejiler geliştirmek ve iyi bir organizasyon kurmak, hedeflere ulaşmak için önemli adımlardır. Bu süreçler, her bireyin kendi liderlik becerilerini geliştirmesine ve başarılı bir lider olmasına yardımcı olabilir.”

Gözlerimi sınıfa çevirdim. Birkaç kişi not alıyordu, bazıları ise başlarını sallayarak dinliyordu. Profesör, notlarını alırken zaman zaman kafasını sallıyor ve sunumumuzu beğendiğini belirtiyordu.

“Teşekkür ederim,” dedim, sunumumu bitirirken, “sorularınız varsa memnuniyetle cevaplarım.”

Sınıfta birkaç soru geldi. Bazı arkadaşlarım liderlik stratejileriyle ilgili daha fazla ayrıntı sormak istedi. Cevaplarımı dikkatlice dinleyerek, sunduğum bilgilerin detaylarına yönelik sorular sordular. Bu, projemin gerçekten anlaşıldığını ve ilgi çektiğini gösteriyordu.

Sunumumu tamamladım ve yerine dönerken içimde bir rahatlama hissettim. Yorgun ama tatmin olmuş bir şekilde, öğretmenin olumlu geri dönüşleri ve arkadaşlarımın ilgisiyle yerime oturdum.

Ve en sonunda bir gerçek vardı ki o da bu yorucu sürecin bittiğiydi.

O halde başlasın finaller!

Bir hafta boyunca amansızca çalışacak olduğumuz finaller!

Final dönemi geldiğinde kütüphane, adeta bizim ikinci evimiz olmuştu. Her gün düzenli bir şekilde sabahın ilk saatlerinde kütüphaneye gider, kahvelerimizi alır, masaların en tenha köşesini kapardık. Ama final dönemi başladığında kütüphanenin o sessiz ve sakin havası gitmiş, yerini ders kitaplarının, notların ve sınav kaygısının getirdiği yoğun bir gerginlik almıştı. Gözlerim kitaplara ve notlara daldıkça zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum.

Cuma gününden itibaren on beşinci haftaya kadar upuzunca çalıştık.

Bir gün yine sabah erken saatte, Nova, Eva, Chloe, Alice, Sarah ve ben büyük bir masanın etrafında toplandık. Her birimiz yanımızda kitaplarımızı, notlarımızı getirmiştik. Nova’nın arkadaşları olan Chloe ve Alice, sessizce çalışma alanlarını düzenlerken, Eva kalemini tıkırdatıyor, yanındaki notlara bir göz atıyordu. Nova, finaller konusunda her zamanki gibi neşeli ve rahat görünüyordu. Ama bu rahatlığın altında da biraz stres vardı, bunu yüzündeki hafif gerginlikten anlayabiliyordum.

"Bu final dönemi gerçekten delilik," diye mırıldandım, masaya dağılmış olan notlara bakarak.

Eva başını kaldırıp hafifçe gülümsedi. “Evet, ama bir şekilde üstesinden geleceğiz. Sen hep böyle söylersin.”

"Senin kadar pozitif olabilmeyi isterdim," diye karşılık verdim, önümdeki analiz kitabına bakarak. Sayfalar birbirine girmiş, neyin ne olduğunu anlamakta zorlanıyordum.

 

Nova, yanındaki Sarah’ya dönüp bir şeyler fısıldadı, sonra gözlerini bana dikti. "Luna, şuna bak. Sadece birkaç hafta kaldı, sonra her şey bitecek. Bu kadar stres yapmaya gerek yok."

"Kolay söylemek," dedim, onun neşesine biraz olsun katılmak ister gibi. "Benim beynim şu an zaten dolmuş durumda."

Chloe sessizce çalışıyor, notlarını özenle düzenliyordu. Ara sıra başını kaldırıp bize bakıyor, sonra hemen tekrar çalışmaya dönüyordu. Onun yanında Alice, birkaç ders kitabını bir arada tutmaya çalışırken “Bir de bu kadar çok ders olmasa, belki çalışmak daha kolay olurdu,” diye şikayet etti.

O sırada kütüphanenin uzak köşesinden bir gölge belirdi. Archer… Eva’nın abisi, sessizce içeri girdi ve hemen gözlerim ona kaydı. O da beni fark etmiş olacak ki, bakışlarımız kısa bir an için buluştu. Archer, genellikle soğuk ve mesafeli bir tavır sergilese de, o an bakışları daha yumuşaktı. Son zamanlarda aramızdaki gerilim hâlâ sürüyordu, ama bu kısa bakışma sırasında sanki her şey bir an için durdu.

Eva, Archer’ı görünce hemen yerinden kalktı ve ona doğru yöneldi. “Abi, şunu bana bir daha açıklar mısın?” diye sordu, elindeki matematik notlarını göstererek. Archer, kız kardeşine yardım etmek için eğildi ve notlara bakmaya başladı. Ben ise uzaktan onları izliyordum.

Archer’la aramızdaki mesafeli ilişkiyi düşünmeden edemedim. Birbirimize yaklaşamıyorduk ama uzak da duramıyorduk. Eva, Archer’a bir şeyler sordukça, onun sesi yumuşak ve sakin geliyordu. İçimde bir yerlerde onun bu kadar düşünceli ve dikkatli olmasını görmek tuhaf bir his uyandırıyordu. Sonra tekrar çalışmalarıma dönmeye zorladım kendimi.

 

Çalışmanın Zorluğu ve Konsantrasyon

Masaya döndüğümde, Nova ve Alice hâlâ derslerine odaklanmışlardı. Nova, yanındaki Chloe’ye bir soru sormak üzereydi ki, benim dikkatimin dağıldığını fark etti. "Hey, Luna, odaklanabiliyor musun?" diye sordu gülerek. "Gözlerin dalmış gibi."

"Gözlerim dalmış çünkü beynim dolmuş," dedim, elimle başımı ovuştururken. "Bu kadar çok bilgi kafama sığmıyor gibi hissediyorum."

Nova başını iki yana sallayarak gülümsedi. "Kafanı boşaltman lazım. Arada bir mola vermelisin. Yoksa hiçbir şey aklında kalmaz."

Nova’nın bu rahat tavırları beni biraz kıskandırıyordu. O her zaman bu kadar sakin ve pozitif olmayı nasıl başarıyordu? Bense stres altında eziliyordum. Ama ona hak vermemek de elde değildi. Arada bir derin nefes alarak rahatlamaya çalışmak gerektiğini biliyordum.

"Tamam," dedim, derin bir nefes alarak. "Biraz mola verelim. Ama sonra geri dönüp şu Temel Psikoloji kitabına tekrar dalmamız lazım."

Eva, Archer’a döndü ve “Luna da sana bir şey sormak istiyor,” diye şaka yollu laf attı, gözümün Archer’da dalmış olduğunu fark ederek. Archer başını kaldırıp bana baktı, ama bu sefer bakışlarında bir şey daha vardı. Belki de hâlâ aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordu, ama o bakışlar sanki içinden geçen bir şeyi saklamaya çalışıyordu.

"Bir şeye mi ihtiyacın var?" diye sordu sakin bir sesle.

Başımı iki yana salladım. ‘’Pardon gözüm dalmış… Yok bir sorum.’’ Bu kısa konuşma bile aramızdaki gerilimi çözmeye yetmemişti, ama en azından sessiz bir uzlaşma vardı gibi hissediyordum.

Konuşmadan birbirimize sessizce bakmak ne kadar doğru olsa da günlerimizi böyle geçiriyorduk işte.

Bir süre daha çalışmaya devam ettik. Masadaki herkes sessizliğe gömülmüş, sadece notların ve sayfaların hışırtıları arasında kaybolmuştu. Eva, ara sıra Archer’a dönüp sorular sormaya devam etti, ama o da sonunda masamıza geri döndü. Archer ise sessizce kütüphanenin başka bir köşesine çekildi. Bir süre daha çalıştıktan sonra Nova masadan kalktı ve ellerini havaya kaldırarak gerindi.

"Tamam, bu kadarı yeter," dedi. "Biraz hava almaya ne dersiniz?"

Chloe ve Alice başlarını kaldırıp birbirlerine baktılar. "Ben de biraz hava alabilirim," dedi Chloe. "Ama sonra kesinlikle geri dönüp şu Tarih ve Medeniyet notlarına çalışmalıyım."

Hepimiz bir süre kütüphaneden çıktık, ama içimde hâlâ Archer’la olan bakışmamız yankılanıyordu. Dışarı çıktığımızda, Nova havayı içine çekti ve gülümsedi. "Bu kadar çalışmak gerçekten beyin yoruyor ama aynı zamanda insanı daha güçlü yapıyor, değil mi?"

 

"Güçlü mü?" dedim, gülümsememi gizlemeye çalışarak. "Şu an kendimi güçlü değil, yorgun hissediyorum."

 

"Biraz daha sabır," dedi Nova. "Sonunda hepsini atlattığımızda, tüm bu çabanın karşılığını alacağız."

 

Evet, Nova haklıydı. Final döneminin zorlukları her ne kadar yorucu olsa da, bu sürecin sonunda daha güçlü ve bilgili olacağımızı biliyordum. Ama içimdeki başka bir savaş da sürüyordu: Archer’la olan ilişkim, onunla aramızdaki çözülemeyen o ince gerilim… Bu düşünceler, tüm ders kitaplarının ve notların ötesine geçiyordu.

Kütüphaneye geri döndüğümüzde, herkes yeniden çalışma moduna geçti. Saatlerce daha masada kaldık, sayfalar arasında kaybolduk, notlarımızı karıştırdık ve zihnimizdeki bilgileri toparlamaya çalıştık. Ama her ne kadar çalışmaya odaklansam da, aklımın bir köşesinde hep Archer vardı.

 

Kütüphaneye geri döndüğümüzde herkes tekrar sessizliğe gömüldü. Final dönemi yaklaşırken üzerimizdeki baskı da gitgide artıyordu. Önümde bir yığın not ve kitap vardı, ama gözlerim onların üzerinden kayıp gidiyordu. Zihnim sürekli başka yerlere, özellikle de Archer’a kayıyordu. O bakışma, o an… İkimizin arasında süregelen bu garip, çözülmemiş gerilim, her an beni geri çekiyordu. Eva ise masanın diğer ucunda ciddi bir şekilde çalışıyor, arada bir sayfalarını çeviriyor ve Archer’dan yardım istemeye çekinmeden sesleniyordu.

 

Kütüphanenin sessizliğinde saatler geçiyor, ama zamanın nasıl aktığını bile fark etmiyordum. Masanın üzerinde duran kahve kupamı kaldırıp soğumuş olduğunu fark ettiğimde, derin bir iç geçirdim. Notlarımdan başımı kaldırıp çevreme bakarken Nova, her zamanki rahat tavrıyla arada bir dudaklarını büzüp derin bir nefes alıyordu.

 

"Bu kadar yoğun çalışmak gerçekten beyni yakıyor," diye mırıldandım, notların arasında kaybolmuş Eva’ya bakarak.

"Kesinlikle," dedi Eva, gözlerini sayfalardan bir an için kaldırıp bana doğru hafif bir gülümseme gönderdi. "Ama ne yaparsak yapalım, hepsini bitirmemiz gerekiyor. Hele şu psikoloji projesi… Ödevin tamamını toparlamaya çalışırken beynim durdu resmen."

Nova, Eva’nın sözlerine katılarak başını salladı. "Evet, ben de o konuda ciddi bir çıkmaza girdim. O kadar çok analiz var ki, hepsini nasıl bir araya getireceğimi bilmiyorum."

Bu sırada Archer, kütüphanenin uzak bir köşesinde, sessizce ders çalışmaya devam ediyordu. Eva arada bir ona bakarak “Abi, şunu bir daha anlatır mısın?” diye sesleniyor, Archer da kısa bir süreliğine yanımıza gelip Eva’nın sorularını yanıtlıyor, ardından tekrar kendi köşesine dönüyordu. Ama her seferinde, o yanımıza geldiğinde bir gerginlik hissediyordum. O fark etmese de bakışlarım ona kayıyor, sesini duyduğumda içimde tuhaf bir kıpırtı oluşuyordu.

Archer, masaya bir kez daha geldiğinde Eva’nın önündeki notlara baktı. "Burası mı zor geldi?" diye sordu, elindeki kalemle Eva’nın defterini işaret ederek.

"Tam olarak burası," dedi Eva, parmağını birkaç satırın üzerine koyarak. "Bu teoriyi bir türlü anlamadım. Sürekli dönüp dolaşıyor ama aslında ne demek istediklerini çözemiyorum."

Archer, Eva’nın yanına oturup sessizce açıklamaya başladı. Ben ise onları uzaktan izliyordum. Archer’ın sesi sakin ve sabırlıydı. Eva’yla bu kadar rahat iletişim kurmasını izlemek içimde bir karmaşaya sebep oluyordu. Çünkü ne zaman benimle konuşsa ya da bana baksam, bu rahatlık yerini soğuk ve mesafeli bir tavra bırakıyordu.

O an farkında olmadan derin bir nefes aldım. Eva’nın Archer’a olan rahatlığı, bizim aramızdaki mesafeyle tam bir tezat oluşturuyordu. İçimde bir yerlerde onunla konuşmak, ne düşündüğünü anlamak istiyordum, ama bir türlü bu mesafeyi aşamıyorduk. Her zaman bu sessiz gerilim vardı aramızda.

Archer, Eva’nın sorusunu yanıtladıktan sonra, masanın kenarına yaslanıp bana doğru bir bakış attı. Gözleri kısa bir süre için benimkilerle buluştu. O anda içimde bir kıvılcım çaktı, ama onun yüzündeki ifadeyi çözmek imkânsızdı. Benden ne kadar uzaktı… ve bir o kadar da yakındı.

"Her şey yolunda mı?" diye sordu, sesinde hafif bir merakla.

"Yolunda," dedim, ama sesim pek de ikna edici değildi. Hâlâ onun bu mesafeli duruşuna alışamamıştım.

Archer, kısa bir süre daha gözlerime baktı, ama hiçbir şey söylemedi. Sonra sessizce yerinden kalktı ve tekrar kendi köşesine geri döndü. O uzaklaştığında, içimde bir boşluk hissi oluştu. Bu bakışmalar, bu yarım kalmış anlar, aramızdaki çözülemeyen bu düğüm beni yavaş yavaş yoruyordu.

Kendimi toparlamaya çalışarak tekrar önümdeki notlara döndüm. Analiz kitabının sayfalarını karıştırdım, ama kelimeler bir türlü kafamda yer etmiyordu. Kütüphanedeki atmosfer, masanın üzerindeki sessizlik, Archer’la aramızdaki bu tuhaf gerilim… Hepsi beni başka yerlere götürüyor, derse odaklanmamı zorlaştırıyordu.

O sırada Nova, gözlerimi kitaba dikip boş boş baktığımı fark etmiş olmalı ki, hafifçe koluma dokundu. "Luna, her şey yolunda mı?" diye sordu.

 

Başımı sallayıp gülümsemeye çalıştım. "Evet, sadece biraz yorgunum sanırım."

"Yorgunluk değil de… başka bir şey mi var?" diye sordu Nova, kaşlarını hafifçe kaldırarak. "Son zamanlarda seni biraz gergin görüyorum."

Bir an duraksadım. Ne diyeceğimi tam olarak bilmiyordum. Ama Nova beni uzun zamandır tanıyordu. Archer’la olan bu tuhaf gerilimi fark etmiş olmalıydı.

Yine de bu konuda konuşmak istemedim, en azından şimdi değil.

"Yok bir şey," dedim, hafif bir gülümsemeyle. "Sadece final dönemi işte. Hepimizi zorluyor."

Nova, bu cevabı pek tatmin edici bulmasa da daha fazla üstelemedi. "Eğer bir şey olursa, bilirsin ki buradayım," dedi sıcak bir sesle.

Başımı salladım ve tekrar çalışmaya döndük. Ama o sessizlikte, arka planda hep Archer’la olan bu belirsizlik yankılanıyordu. Kütüphanenin derinliklerinde sessizce ilerleyen bu duygular, her ne kadar kelimelere dökülmese de varlığını hissettiriyordu.

Saatler geçtikçe kütüphanede hava daha da ağırlaştı. Eva sonunda başını kaldırıp derin bir nefes aldı. "Tamam, bu kadar yeter. Beynim yanmak üzere. Bir mola vermek zorundayım."

Chloe de başını kaldırıp saatine baktı. "Gerçekten mi? Zaten neredeyse öğle oldu. Biraz hava almak hepimize iyi gelir."

Nova’nın gözleri parladı. "Harika fikir! Hadi çıkalım. Hem biraz temiz hava almak çalışmayı daha verimli hale getirir."

 

Hep birlikte toparlanıp kütüphaneden çıktık. Kütüphanenin dışındaki ferah hava yüzüme çarpınca içimde bir rahatlama hissettim. Ama Archer hâlâ aklımın bir köşesinde duruyordu. Bakışlarımız, o kısa anlar, hissettiğim o yoğunluk… Bunlar nasıl çözülecekti? Bilmiyordum, ama bu belirsizlik beni daha da içine çekiyordu.

Dışarıya çıktığımızda Nova, Eva ve diğerleri etrafımda neşeyle konuşmaya başladı. Chloe, sabahki dersi hakkında şikayet ederken Alice, tatil haftası yapılacak olan bir partiye katılıp katılmayacağımızı sordu.

"Belki," dedim dalgın bir şekilde. Aslında bu tür etkinlikler şu an aklımda en son sıradaydı. Zihnim tamamen Archer’a ve final sınavlarına odaklanmıştı. Ama Nova ve Eva neşeyle planlar yapmaya başlamıştı bile.

"Sen de gelmelisin," dedi Nova, omzuma hafifçe dokunarak. Ama olumsuzca başımı sallamakla yetindim. ‘’Erken döneceğimi sanmıyorum evden.’’ Diyerek cevapladım.

Nova anlayışla başını salladığında diğerlerine bakış attım.

Hep birlikte kahkahalar atarak kampüsün etrafında dolandık. Ama ne kadar neşeli görünmeye çalışsam da, Archer’la olan bu belirsizlik ve gerilim içimde yankılanmaya devam ediyordu.

Dışarıda yürüyüş yaparken, güneş cılız ışıklarıyla kampüsün binalarına vuruyordu. Havada hafif bir serinlik vardı ama bu, uzun süre kütüphanede ders çalıştıktan sonra tam da ihtiyaç duyduğum bir tazelenmeydi. Nova, Eva, Chloe, Alice ve ben hep birlikte konuşuyor, hafif bir kahkaha eşliğinde yürüyorduk, ama aklım Archer’a, kütüphanede bıraktığım o sessiz bakışmalara takılı kalmıştı.

Bu konuşmaları dinlerken, aklım hâlâ Archer’da dolanıyordu. Ethan’ın Archer’ın arkadaşı olduğunu biliyordum ve Archer’ın da bu tür partilere katıldığını. Belki de o partide ne yapacağıma karar veremememin bir nedeni de buydu. Onunla bu belirsizlik içinde daha fazla yüzleşmek istemiyordum. Ama bir yandan da ona karşı olan bu tuhaf çekim, her seferinde beni daha da içine çekiyordu.

"Sen ne düşünüyorsun, Luna?" diye sordu Nova birden.

Düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. "Ne hakkında?"

O an Archer’ın neden hâlâ kütüphanede oturduğunu düşündüm. O da bizimle birlikte dışarı çıkabilirdi, bir araya gelebilirdik ama nedense bu hep mesafeli kalıyordu. Gerçi bunu anlamak da zor değildi. Bizim aramızdaki ilişki hâlâ belirsiz ve karmaşıktı. Onunla ne zaman bir şeyleri çözmeye çalışsam, daha da karmaşık bir hâl alıyordu.

Nova beni hayata döndürmek için öylesine sorduğu bir soru olduğunu fark ettiğimde onlar gülerken ben bir kez daha düşüncelerime dalmıştım ama çoktan!

Biraz temiz hava aldıktan sonra, tekrar kütüphaneye dönmeye karar verdik. Kampüsün geniş bahçesinden geçerken, herkesin keyfi yerindeydi ama içimde bir sıkıntı vardı. Kütüphaneye adım atar atmaz, sessizlik yine üzerimize çöktü. Bu sessizlik her ne kadar ders çalışmak için mükemmel olsa da, arada sırada içimdeki o huzursuzluğu daha da belirgin hale getiriyordu.

Masaya döndüğümüzde, herkes tekrar notlarına gömüldü. Eva, Archer’a bir kez daha seslenip psikoloji dersiyle ilgili bir şey sordu. Archer, bu sefer yanımıza gelmedi ama uzaktan, masanın başında durarak Eva’ya açıklama yapmaya başladı. O sırada, aramızdaki göz temasını bir kez daha yakaladık. Bu kısa ama yoğun bakışmalar, sanki bizim aramızdaki duyguları açığa çıkarmaya çalışan birer an gibiydi. Ama her seferinde bu anlar, hızlıca son buluyordu. Onun yüzünde hala mesafeli bir ifade vardı. O yüzü çözmeye çalışırken, içimde bir kararsızlık büyüyordu.

Eva, Archer’ın söylediklerini dikkatle dinledikten sonra başını salladı. "Teşekkürler abi," dedi neşeli bir şekilde. Sonra bana dönüp gülümseyerek, "Bu kısmı anlamak gerçekten çok zor. İyi ki yardım edebilecek bir abim var."

Ben de ona karşılık verdim ama düşüncelerim hâlâ başka yerlerdeydi. Eva, abisiyle bu kadar rahat iletişim kurarken, ben neden onunla bu kadar zorlanıyordum? Archer’la konuşmak, sanki devasa bir duvarı aşmaya çalışmak gibiydi. Ve her seferinde o duvara çarpıp geri dönüyordum.

Kütüphanede çalışmaya devam ederken, Nova bir süre sonra başını kaldırıp derin bir nefes aldı. "Biraz ara verelim mi? Bence hepimizin buna ihtiyacı var."

Eva da aynı fikirdeydi. "Kesinlikle. Bir kahve molası iyi gelir."

Hep birlikte kütüphanenin dışında, kampüs kafesine doğru ilerledik. Masada hepimiz yorgunluktan şikayet ediyorduk ama kahvelerimizi aldıktan sonra Nova birden konuya girdi. "Peki ya sizce bu final dönemi sadece dersler açısından mı zorlayıcı, yoksa başka şeyler de mi var?"

Chloe, bir an düşünceli bir ifadeyle başını salladı. "Kesinlikle başka şeyler de var. Derslerin dışında bu kadar sosyal baskı beni gerçekten yoruyor."

Alice de ona katılarak, "Evet, herkes her şeye yetişmeye çalışıyor. Dersler, projeler, sosyal etkinlikler... Bazen neye odaklanmam gerektiğini şaşırıyorum."

 

Ben ise sessiz kaldım. Aslında onların bu söylediklerine katılıyordum ama benim asıl zorluk yaşadığım şey Archer’dı. Onunla olan bu çözümsüz ilişki beni gerçekten tüketiyordu. Ancak bunu paylaşmak istemedim. İçimde saklı kalan bu duygu, her geçen gün daha da ağırlaşıyordu ama onunla nasıl yüzleşeceğimi bilmiyordum.

Kafede geçirdiğimiz kısa moladan sonra tekrar kütüphaneye döndük. Archer hâlâ sessizce çalışıyordu ama ben onun bu sessizliğinin arkasında neler sakladığını merak ediyordum. Eva, arada bir ona sorular soruyor, Archer da ona kısa ve net yanıtlar veriyordu. Ama o sırada benimle hiç konuşmuyordu.

Bir ara bakışlarımız yine kesişti. Bu sefer bakışları daha derindi, ama yine de bir şey söylemedi. Onun bu tavrı, beni daha da düşüncelere sürüklüyordu. Neden böyleydi? Neden benimle konuşmamayı tercih ediyordu?

O an içimde bir dürtü hissettim. Ayağa kalkıp ona gitmek, bu sessizliği bozmak istedim. Ama yapamadım. Masamın başında oturup bu belirsizliğin içinde kaybolmaya devam ettim.

Saat ilerledikçe kütüphanede ortam daha da sessizleşti. Eva, Nova, Alice ve Chloe birer birer masadan kalkıp yurtlarına döndüler. Kütüphanede sadece ben, Archer ve birkaç öğrenci kalmıştı. Archer hâlâ masasında çalışıyordu ama ben onun artık notlardan çok düşüncelerine daldığını fark edebiliyordum. Aramızdaki bu mesafe, belki de en çok böyle anlarda hissediliyordu.

Kütüphaneden çıkmadan önce son bir kez ona bakmak istedim. Sessizce masasında oturmuş, derin düşüncelere dalmıştı. İçimde ona bir şeyler söyleme arzusu vardı, ama adımlarım beni dışarıya doğru yönlendirdi. O gün, bu belirsizliğin çözümü için bir adım atamamıştım. Ama içimde bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyordum.

Kütüphaneden çıkıp soğuk havayı yüzümde hissettiğimde içimde bir şeyler ağırlaşıyordu. Geri dönüp Archer’la konuşmak istiyordum, ama her zaman olduğu gibi yine adım atmaktan çekiniyordum. O da sessizliğini bozmadığı için aramızda duran bu mesafeyi aşmak iyice zorlaşıyordu. Zihnimde dönüp duran düşüncelerle, yürüyüşümü biraz daha yavaşlattım. Kütüphaneden biraz uzaklaşmıştım ki, ayak sesleri duydum. Arkama döndüğümde Archer’ın bana doğru geldiğini fark ettim. Bir an için kalbim hızlandı.

“Luna!” diye seslendi.

Bu sesi duymak hem içimde bir rahatlama yaratmıştı hem de kalbime ani bir yük bindirmişti. Duraksadım, nefesimi toparlayıp ona döndüm. Archer birkaç adım daha yaklaştı ve gözlerimden kaçınmadan bana baktı. O karanlık bakışlarının içinde hala çözülmemiş bir şeyler vardı, sanki her ikimizin de açığa vuramadığı kelimeler birikmişti.

Bir an ne diyeceğimi bilemedim, ama o sessizliği bozdu.

‘’Söylemek istediğin çok şey varmışçasına gözümün içine bakıyorsun Luna, söylesene ne var?’’

Archer’ın sesi, içimdeki karmaşayı daha da artırmıştı. Gözlerimdeki belirsizlik, onun gözlerinde derinleşmiş bir endişeye dönüşmüştü. Derin bir nefes aldım, kelimeleri toparlamak için birkaç saniye durdum. Archer’ın baktığı yerden kaçmak istemiyordum ama o an kelimeler, içimdeki düğümleri çözmekte yetersizdi.

“Archer,” dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. "Bilmiyorum... Her şey çok karmaşık. Raven konusunda... Neden bu kadar rahatsız olduğunu anlayamıyorum."

Archer’ın kaşları hafifçe çatıldı, çenesini sıkarak gözlerini bir an yere indirdi. "Karmaşık olan tek şey, senin ona bu kadar güveniyor olman," dedi, sesinde alışık olmadığım bir sertlik vardı. "Luna, sana defalarca söyledim, Raven tehlikeli biri."

"Tehlikeli biri mi?" diye tekrarladım alaycı bir tonla, çünkü bu uyarıyı daha önce defalarca duymuştum. "Sana göre o tehlikeli biri, ama bana göre değil. Senin bu önyargını neden bu kadar kolay kabul etmem gerekiyor?"

Archer’ın gözlerindeki öfke belirginleşti, ama kontrolünü kaybetmemek için derin bir nefes aldı. "Sana açıklayamıyorum, çünkü... bazı şeyler... anlatılamıyor," dedi zorlanarak. "Ama inan bana, Luna. Benim bildiğim şeyleri bilseydin, ona karşı bu kadar savunmasız olmazdın."

Başımı iki yana sallayarak adım attım. "Bana güvenmiyor musun? Kendi kararlarımı verebileceğime inanmıyor musun? Raven hakkında söylediklerin sadece spekülasyon gibi geliyor. Ona bir şans verdim çünkü... çünkü o sadece biri, senin düşündüğün gibi biri değil."

"Ben mi ona güvenmiyorum, yoksa sen mi bana güvenmiyorsun?" dedi Archer aniden, sesi daha yüksek çıkmıştı. Bu, beni hazırlıksız yakaladı ve bir adım geri attım. "Luna, her seferinde ona olan kör güvenin beni endişelendiriyor. Sana zarar vermesinden korkuyorum!"

Bu sözleri duyduğumda kalbim hızla çarpmaya başladı. Archer’ın endişesinin kökeninde bana olan sevgisi mi vardı, yoksa Raven’ı kontrol etme çabası mı? Ama aynı zamanda, onun bu tavrından yorulmuştum. Sürekli beni korumaya çalışması, kendi ayaklarımın üzerinde durmama izin vermiyordu.

‘’Bunu konuşmuştuk. İlişkimizde senin bilmediğin fazlasıyla şey var Archer bu yüzden sesini bana yükseltmeden önce lütfen bunu da düşün. Ben Raven’e ikinci şansı verdim. Onunla arkadaş kaldım. Bana bazı konularda yardım ediyor, tıpkı senin de dediğin gibi.. Bazı şeyler anlatılamıyor.’’ dedim sonunda, sesim sakin ama kırılgandı.

"Ama beni kendi kararlarımı verecek kadar güçlü görmüyorsun gibi hissediyorum. Bana sürekli ‘Raven tehlikeli’ diyorsun, ama bunu somut bir şekilde açıklayamıyorsun. Bana güvendiğini hissetmek istiyorum."

Archer, ellerini saçlarının arasından geçirdi, sinirini belli eden bir hareketti bu. "Raven’ı daha fazla açıklayamıyorum, çünkü..." Bir an duraksadı, ağzının kenarına kadar gelmiş kelimeleri zorla yuttuğunu gördüm. "Çünkü sana zarar vermeden önce onu durdurmak zorundayım. Daha fazlasını açıklayamam, ama sana güvenmediğim için değil, seni korumak istediğim için."

Archer’ın cümleleri arasında kaybolmuştum. Bir yandan onu anlamak istiyordum, diğer yandan bana açıklamalarla gelmeyip sürekli koruma içgüdüsüyle hareket etmesi beni sinirlendiriyordu. Belki de gerçekten bu kadar basit değildi. Ama bana kalırsa, Raven’ın bu kadar tehlikeli olduğunu kanıtlayamıyorsa, onun sadece korkularının yansıması olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.

"Archer, sana zarar vermek istese, bunu çoktan yapardı," dedim sessizce. "Belki de onun geçmişini, iç dünyasını anlayarak ona ulaşabileceğimizi düşündüm. Herkesin kötü olmadığına inanmak istiyorum."

Archer başını salladı, gözleriyle bana adeta yalvarıyordu. "Oyun oynuyor, Luna. Bunu göremiyor musun? Sana yakınlaşmak, seni etkilemek için her şeyi yapıyor. Sadece senin ona acımanı istiyor."

"Ya sen?" dedim aniden. "Sen, Raven’ı sadece hayatımdan uzak tutmak için bu kadar çaba gösteriyorsun. Peki ya benim ne hissettiğim? Benim de düşüncelerim var, benim de kararlarım var."

Archer bir an için durdu, nefesi sıklaştı. "Bu, senin ne hissettiğinle ilgili değil. Bu, seni güvende tutmakla ilgili. Raven'ın oyunlarına gelmeni istemiyorum."

"Belki de güvenliğimi senin bakış açından değil de, kendi bakış açımdan değerlendirmem gerekiyor," dedim kararlı bir şekilde. "Raven'la olan ilişkim ne olursa olsun, benim hayatım ve benim seçimlerim. Onun kötü olduğunu kanıtlamadan, sadece kendi varsayımlarınla beni uzak tutamazsın."

Archer derin bir nefes aldı, ama bu kez daha yumuşak konuştu. "Senin hayatın, evet. Ama bazen, doğru seçimleri yapmamız için diğerlerinin uyarılarına kulak vermemiz gerekir. Ben seni zorlamıyorum, Luna. Sadece... Uyarıyorum.’’

Raven Archer hakkında söylediklerinde haklıydı belki de. O ve onun kız kardeşine davranırmış gibi korumacı tavırları beni sinir etmekten başka hiçbir şey yapmıyordu!

‘’Uyarını dikkate aldım! Bu seni memnun ettiyse eğer şimdi gidip dinleneceğim. Senin aksine iki erkek meselemden ziyade şu an önemli olan finallerim gibi bir izlenime kapıldım!’’

Archer, gözlerime baktı. Bakışlarında bir şeyler değişmişti sözlerimin ardından, bir kabul, belki de bir teslimiyet vardı. "Anlıyorum," dedi yavaşça. "Kendi yolunu bulman gerekiyor.’’

Ardından onun bu sözlerini geride bırakarak ondan uzaklaşmış ve yurt odamın yolunu tutmuştum.


Loading...
0%