@selinayeda_x
|
Günlerden çarşambaydı, hiçbir dersimin olmadığı bir diğer gün! Sabahın ilk ışıkları odama süzülürken, sessizce uyanıp ders kitaplarıma gömülmeye karar verdim. Kütüphaneden ödünç aldığım kalın ciltli tarih kitabını açıp önemli noktaları not almaya başladım. Odaya hâkim olan sessizlik ve sabahın erken saatleri bana her zaman verimli bir çalışma ortamı sunuyordu. Bir süre sonra, yanımdaki yatakta kıpırtılar başladı. Nova uyanıyordu. Başını yastıktan kaldırıp gözlerini ovuşturdu ve bana baktı. "Sabahın bu kadar erken saatinde ders çalışıyorsun, ha?" dedi, sesi uykulu ve biraz da şaşkındı. Onun bu hâline gülmemek elde değildi. "Kahvaltı vaktinin geldiğini sen uyanınca anlıyorum," dedim hafifçe gülümseyerek. "Hadi kalk, yoksa ben buradan çıkmayacağım." Nova yataktan kalkarken bir yandan da mırıldanıyordu. "Çarşamba günü ve sen hâlâ çalışıyorsun. Ara vermelisin, Luna." "Güçlü olmak istiyorsam, çalışmalarımı aksatamam," dedim ciddi bir şekilde. "Hem finaller yaklaşıyor, biraz hızlanmam gerekiyor." Nova, üzerindeki pijamaları çıkartıp rahat bir kıyafet giymek için dolabına yöneldi. "Tamam, tamam. Kahvaltıdan sonra seninle bir kahve içeceğiz ve kısa bir mola vereceğiz. Yoksa bu tempoyla beynin sulanacak." Kahvaltı salonuna birlikte gittik. Salona vardığımızda herkesin sabah mahmurluğunu atmaya çalıştığı o klasik atmosferle karşılaştık. Masaların çoğu doluydu, ancak arka köşede boş bir masa bulabildik. Kahvaltı tabağımı doldururken, Nova benim arkamdan mırıldanmaya devam ediyordu. "Bak," dedi, tabağına bir krep alırken. "Şu an bu tabağıma aldığım tatlı şeyler gibi hayatın tadını çıkarmalısın. Yani her zaman çalışmak zorunda değilsin, Luna." Ona bakıp gülümsedim. "Nova, bu senin gibi tatlı düşkünü biri için geçerli olabilir ama benim için değil. Hem sen de biliyorsun ki bu akademide sıradan bir öğrenci değilim." Nova tabağını masaya koyup karşıma oturdu. "Evet, biliyorum," dedi ciddi bir ses tonuyla. "Ama sıradan biri olmasan bile, bir insan olduğunu unutma. İhtiyacın olan şey sadece biraz rahatlama ve kendine vakit ayırmak." Bir an için durup onun söylediklerini düşündüm. O haklıydı; arada bir nefes almak gerekirdi. Ama aklımda dolaşan onca şeyle ve omuzlarıma binen sorumlulukla, nasıl dinlenebilirdim ki? Archer ve Raven arasındaki gerilim, finaller, güçlerimi kontrol etme baskısı... Bunlar sürekli aklımı meşgul ediyordu. Kahvaltıyı bitirirken masamızda daha fazla konuşmak yerine sessizce oturduk. Nova’nın beni anlamaya çalıştığını biliyordum ama o da benim hissettiklerimi tam olarak kavrayamazdı. Diğerleri kahvaltıdan sonra kampüs yolunu tutarken, ben yine odamıza döndüm. Günün geri kalanını çalışma odasında geçirmek niyetindeydim. Kitaplarımı yatağa yığdım, notlarımı çıkardım ve finallere hazırlanmaya devam ettim. Her dersin kendine has zorlukları vardı ve bu sefer özellikle Matematik ve Analiz dersine yoğunlaşmak istiyordum. Saatler geçti. Öğle vakti gelip çatmıştı, fakat o kadar derin bir odaklanma içindeydim ki, öğle yemeğini es geçmeye karar verdim. Karnım hafifçe guruldasa da bunu dikkate almadım. Mide gurultusunu bastırmak için su içtim ve çalışmaya devam ettim. Sürekli formüller, teoriler ve problem çözümleriyle uğraşıyordum. Bazen başımın zonkladığını hissetsem de bırakmadım. Akşam saatine doğru gözlerim yorulmaya başlamıştı. Kitaplarımdan birini kapatıp geriye yaslandım. O sırada aklıma kütüphane geldi. Kütüphane, akademinin en gizemli yerlerinden biriydi. Raflarında sıradan ders kitaplarının yanı sıra, bazen insanı şaşırtacak türden antik metinler ve gizemli kitaplar da bulabiliyordunuz. Uzun zamandır orada vakit geçirmemiştim. Birdenbire aklıma bir şey geldi. Hızla bilgisayarımı açtım ve okulun kütüphane sitesine girdim. Kütüphane kataloğunda garip bir başlık gördüm: "Gizli Bilimler ve Yasaklı Büyüler." Odağımı kaybetmiş, dikkatle bu başlığı incelemeye başlamıştım ki, bu tür bir bölümün daha önce hiç farkında olmamıştım. Şaşırmıştım. Hemen bu bölümdeki kitapları araştırmaya başladım. Ancak listedeki kitapların büyük bir kısmının yerinin belli olmadığını fark ettim. Katalogda "bulunamıyor" olarak işaretlenmişlerdi. Bir süre daha bu gizemli başlığı incelemeye devam ettim. Ancak hiçbir şey net değildi. Tam bu sırada Nova odanın kapısını açtı. "Akşam yemeğine gidiyor musun?" diye sordu bana. Gözlerimi ekrandan kaldırıp ona baktım. "Ah, evet. Hemen geliyorum," dedim aceleyle. Düşüncelerim hâlâ kütüphanedeki gizemli kitaplarda takılı kalmıştı. Nova’yla birlikte yemekhaneye doğru yürürken, aklımda bir plan şekilleniyordu. Yemekhanede diğer öğrencilerle dolu uzun masalarda oturduk. Nova, yemeğini sessizce yerken ben de ona katıldım, ama zihnim hâlâ başka yerlerdeydi. "Luna, biraz dalgınsın," dedi Nova, çatalla tabağımdaki yemeği dürterken. "Bu kadar çalışmak seni mahvetti." "Öyle değil," dedim sessizce. "Sadece bir kitap arıyordum ve buldum katalogdan. Kütüphane kapanmadan önce almalıyım o kadar.’’ Kütüphaneye girmek, özellikle de kapanış saatinden sonra girmek, kural dışıydı. Ancak bu, aklımda belirginleşen planı değiştirmeyecekti. Akşam yemeğini hızlıca bitirdik ve diğerlerini yanından yavaşça ayrılarak kampüsün yolunu tuttum. Kampüste akşam dersleri de tercihe göre yapılıyor olduğundan etraf halen daha aktifti ve öğrenciler bulunmaktaydı. Tabii bu derslerin son dakikalarıydı. Kütüphane kapanırken, herkes binayı terk etmeye başladı. Kütüphanenin kapanış saatine birkaç dakika kalmıştı ve ben diğer öğrencilerle birlikte binadan çıkar gibi yaptım. Herkes koridorda ilerlerken ben kütüphanenin ana kapısının yanında saklandım. Işıkların birer birer kapanmasını beklerken kalbim hızla çarpıyordu. Kütüphane görevlisi odanın ışıklarını kapatıp kapıya doğru ilerlediğinde, nefesimi tutup yere çömeldim. Anahtarla kapıyı kilitleyip kapının önünden ayrıldığında sessizlik tekrar çökmüştü. Bir süre bekledikten sonra, parmak uçlarımda yürüyerek kapıya doğru yaklaştım. Kilidi incelemek için eğildim. Cebimden çıkardığım ince tel parçasını dikkatlice anahtar deliğine soktum. Elim biraz titriyordu. Uzun zamandır böyle bir şey yapmamıştım. Telin içerde hafifçe dönmesiyle bir "klik" sesi duydum ve kapı açıldı. Küçük bir zafer gülümsemesiyle kapıyı araladım ve içeri girdim. Kütüphane karanlıktı ve rafların arasında sadece ay ışığı dar bir yol oluşturuyordu. Telefonumu çıkardım ve ışığını açarak rafların arasından geçmeye başladım. Daha önce hiç bu kadar sessiz ve terkedilmiş hissetmemiştim. Sanki kitapların arasında birer hayalet dolaşıyordu. Her adımımda tahta zeminden gelen hafif gıcırdamalar bile yankılanıyordu. Kalbim heyecanla atıyordu. Bu gizli bölmeyi bulmalıydım. İçeride saklı olan her neyse, onun bir şekilde beni buraya çektiğini hissediyordum. Raflar arasında ilerlerken kendi kendime mırıldandım. "Eğer bu bölme gerçekten varsa, nerede olabilir?" Ellerimle rafları hafifçe ittiriyor, aralarına bakıyordum. Aradığım şeyin ne olduğunu tam olarak bilmiyordum ama bu yerin bir şekilde sıradan olmadığını hissedebiliyordum. "Belki bir düğme ya da gizli bir mekanizma," diye fısıldadım kendi kendime. Rafların arkasına dikkatlice bakıyordum. Her köşeyi, her boşluğu kontrol ediyordum. Bir an durup nefesimi düzenlemeye çalıştım. Ayak ucumla rafın altına doğru ittim ve… Evet, bir şey vardı! Ayak parmaklarımın altında küçük bir çıkıntı hissettim. Eğilip daha dikkatlice bakınca, ahşap rafın alt kısmında gizli bir menteşe gördüm. Heyecanla eğildim ve onu ittirip çevirmeye çalıştım. Aniden rafın bir kısmı hafifçe açıldı ve karşımda küçük bir geçit ortaya çıktı. "İşte bu!" dedim sevinçle. İçeriye adım attığımda, tozlu ve karanlık bir odayla karşılaştım. Küçük bir oda gibi görünüyordu, raflarda toz kaplı kitaplar vardı. Bazıları oldukça eski ve yıpranmıştı. Parmak uçlarımda yürüyerek kitapları incelemeye başladım. Kapağı üzerinde mistik semboller olan bir tanesini elime aldım ve dikkatlice açtım. Sayfalar sararmıştı ve üzerindeki yazılar neredeyse okunmaz hâle gelmişti. Tam bu sırada, arkamdan aniden bir el geldi ve ağzımı ve burnumu sıkıca kapattı. Çığlık atmaya çalıştım ama nefes alamıyordum! Kalbim hızla atmaya başladı. Korku tüm bedenimi sarmıştı. Kimseye haber veremeyecektim; burada, karanlıkta, yalnızca ben ve saldırganım vardı. Bir an sonra kulağıma tanıdık bir fısıltı geldi. "Sakın kıpırdama, Luna." Archer’ın sesiydi bu. O an içimdeki korku bir nebze hafifledi. Archer'ın sesini duymak, bana bir şekilde güven vermişti. Elini yavaşça burnumdan çektiğinde nefes almaya başladım. ‘’Sessiz ol tamam mı?’’ diye fısıldadığında başımı ileri geri olumluca salladım. Archer’ın eli yavaşça dudaklarımdan ayrılırken yine aynı yavaşlıkta kendisine döndüm. "Archer!" diye fısıldadım, hâlâ nefesim kesik kesikti. "Ne yapıyorsun? Burada ne işin var?" "Sessiz ol," dedi, sesindeki ciddiyet beni susturdu. "Görevli geliyor." O sırada kütüphane kapısının açıldığını ve ayak seslerinin yankılandığını duyduk. Görevli, karanlıkta birinin olduğunu fark etmiş olmalıydı. Archer beni karanlığın içine doğru çekti ve elini tutarak rafların arasına doğru sürükledi. Kalbim hızla atıyordu. Görevlinin ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. "Eğer burada yakalanırsak, Luna, çok büyük bir sorun çıkar," diye fısıldadı Archer. "Şimdi benimle gel. Bu yolu biliyorum." Elini sıkıca tuttum. Onunla birlikte rafların arkasında dolanırken, her an köşeden görevlinin çıkıp bizi yakalayacakmış gibi hissettim. Adımlarımızı sessiz tutmaya çalışarak ilerledik. Kütüphanenin arka kısmına geldiğimizde, Archer beni dar bir geçidin önüne çekti. O sırada telefonumun ışığını kapattı ve beni duvara doğru itti. "Nefesini tut," diye fısıldadı. "Bizi burada fark ederse, kaçışımız yok." Görevli hemen yanımızdaki rafların arasına doğru bakıyordu. Nefesimi tutup bekledim. Archer da başını duvara yaslamış, gözlerini kapatmıştı. İkimiz de hareketsiz kaldık. Görevlinin ayak sesleri bir süre daha yakınlarımızda yankılandı, ardından uzaklaştı. Derin bir nefes aldım, fakat Archer elimi sıkıca tutmaya devam etti. "Henüz değil," dedi alçak bir sesle. Görevlinin gerçekten uzaklaştığından emin olana kadar bekledi. Sonunda ayak sesleri tamamen uzaklaştığında, Archer elimi bıraktı ve rahat bir nefes aldı. "Neler oluyor Archer?" diye sordum, sesimdeki endişeyi saklayamayarak. "Beni neden takip ettin?" ‘’Yapacağın deliliği tahmin ettim ve geldim, hala bunu mu konuşacağız, akademik hayatını kurtarıyorum şurada!’’ dedi kararlı bir şekilde. "Buraya tek başına gelmen çok tehlikeliydi. Bu kütüphanede sıradan olmayan şeyler var ve sen bunu biliyorsun." Archer, duvardaki bir noktaya dokundu ve hafifçe itti. O an, hiç fark etmediğim bir panelin açıldığını gördüm. Gizli bir geçit ortaya çıktı. Hayretle ona baktım. "Bunu nereden biliyorsun?" dedim, şaşkınlıkla. "Bazen," dedi, bakışlarını benden kaçırarak, "bazı şeyleri bilmek zorunda kalırsın." Geçide girdiğimizde, dar bir koridordan geçtik. Archer önümde yürüyordu ve ben onun ardından adım atıyordum. Karanlıkta birbirimize yakın hareket ediyorduk. Koridorun sonunda dar bir merdiven vardı. Merdivenlerden inerek kütüphanenin arkasına doğru ilerledik. Archer aniden durdu ve bana döndü. "Bak, Luna," dedi, sesi ciddi ve biraz da endişeliydi. "Burada gördüklerin ve öğrendiklerin kimseyle paylaşılmamalı. Özellikle de şu an güvende olman gerek. Bununla ilgili daha sonra konuşacağız." "Evet ama—" diye itiraz etmeye çalıştım, ancak o parmağını dudaklarına götürdü ve susmamı işaret etti. "Şimdi değil," dedi yumuşakça. "Beni dinle. Sana güveniyorum. Ama bu gece burada daha fazla kalamayız." Birlikte merdivenlerden indiğimizde, gizli geçidin diğer ucundaki kapıyı açtı. Kütüphaneden uzak, kampüsün arka tarafındaki bir bahçeye çıkmıştık. Gecenin karanlığında, soğuk hava yüzüme çarptı. Archer, kapıyı arkamızdan kapattı ve derin bir nefes aldı. Bir süre öylece durduk. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu. Ona döndüm, gözlerinin içine baktım. "Beni korumak mı?" diye fısıldadım, gözlerimdeki soruları saklayamayarak. "Neden, Archer? Neden bu kadar önemsiyorsun?" Archer, bakışlarını kaçırmadan bana baktı. "Çünkü senin güvende olman gerekiyor, Luna," dedi. "Tıpkı diğer öğrenciler gibi. Bu okul sıradışıydı hep Luna ve sen bunu yavaş yavaş öğreniyorsun.’’ Onun sözleri bir yandan beni rahatlatırken, diğer yandan kafamı daha da karıştırdı. Bu işin içinde daha fazlası vardı. Onunla ilgili bilmediğim bir şeyler... Ama şimdilik, bu cevaplarla yetinmem gerekiyordu çünkü beni yurt yoluna sokmuş yurtların önüne vardığımızdaysa benden ayrılmıştı. Kalan günlerde aklımda hep bu varken zorlukla çalışmıştım finallere. Ve en sonunda o an da gelmişti. Final zorunlu dersler açısından iki güne bölünmüştü. Bize kapkalın bir kitapçık vereceklerken ilk partta ilk üç ders, ve sonraki partta da kala üç ders yer alacaktı. … Sınav sabahı her zamanki gibi erkenden uyandım. Gecenin yorgunluğu üzerimdeydi ama sınav stresi içimde gittikçe büyüyordu. Nova, henüz uyanmamıştı, nefes alışları derin ve sakin bir uykuya daldığını gösteriyordu. Sessizce yataktan kalktım, perdenin ucunu aralayıp dışarıya baktım. Kampüs, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu. Ağaçların yaprakları, hafif bir sabah rüzgarında kıpırdıyor, havada tatlı bir serinlik dolaşıyordu. İçimden derin bir nefes aldım. Bugün sınavların ilkiydi ve ne kadar çalışmış olsam da o an içimdeki kaygıyı bastırmak mümkün değildi.
Kendimi toparlayıp hazırlanmaya başladım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynada kendime baktım. Gözlerimin altındaki hafif yorgunluk çizgileri, geçen haftaların yoğunluğunu açıkça gösteriyordu. Eva ve ben kütüphanede neredeyse bütün haftayı çalışarak geçirmiştik. Şimdi ise o çalışmanın karşılığını alma zamanıydı.
Nova, yatağında mırıldandı ve yavaşça uyandı. “Bugün o büyük gün, değil mi?” diye sordu, esnerken.
Başımla onayladım, ama içimdeki gerginliği saklayamadım. “Evet, işte geldik. Hazır mıyım emin değilim, ama elimden geleni yaptım.”
Nova, bana anlayışlı bir bakış attı. “Sen her zaman hazır olursun, Luna. Hem senin kadar çalışan biri mutlaka başarılı olur. Sakin ol, sınavı yeneceksin.”
Onun bu sözleri bir an için içimi rahatlattı. Hazırlanmaya devam ettim ve kısa süre sonra Eva’yla buluşmak için yurdun dışına çıktım. O da yorgun görünüyordu, ama her zamanki gibi enerjik bir şekilde beni selamladı. “Sabahın bu saatinde kalkmak işkence gibi değil mi?” dedi, gözlerini ovuşturarak. “Ama bugün sonunda bu sınavdan kurtuluyoruz.” Birlikte sınav salonuna doğru yürümeye başladık. Yol boyunca aramızda kısa ama anlamlı sohbetler oldu. Konuşmalarımız, derslere ve sınavlara odaklıydı; ikimiz de kaygılarımızı birbirimizle paylaşarak hafifletmeye çalışıyorduk. “Sence bu sınav çok mu zor olacak?” diye sordu Eva, gözlerini hafifçe kısarak. “Çalıştıklarımızın dışında bir şey sorarlar mı?” Omuz silktim. “Bilmiyorum, ama en kötü senaryoya hazırlıklı olmalıyız. Tüm detaylara dikkat etmeye çalıştım, ama biliyorsun, bu ders her zaman bir sürpriz yapabilir.” Sınav salonuna vardığımızda, etraftaki öğrencilerle dolup taştığını gördüm. Herkesin yüzünde aynı endişeli ifade vardı. Bazıları ders notlarına son bir kez göz atıyordu, bazıları ise arkadaşlarıyla konuşarak rahatlamaya çalışıyordu. Biz de kapıya yaklaştıkça sessizleştik. O an, sınavın ciddiyeti tamamen üzerimize çökmüştü. Salonun önünde sıramız geldiğinde, Eva bana son bir kez döndü. “Başarılar,” dedi hafifçe gülümseyerek. “Bunu başaracağız.” “Sen de,” dedim, gülümsemeye çalışarak. İçimdeki kaygı her an artıyordu ama onunla bu anı paylaşmak bir nebze de olsa rahatlatıcıydı.
Sınav salonuna adım attığımızda, masa düzeni klasik sınav salonu görüntüsündeydi. Sıralar arasında geniş boşluklar bırakılmıştı ve her masanın üzerinde bir kalem, silgi ve soru kitapçıkları yerleştirilmişti. Eva’yla birbirimize sessizce baktık, ikimiz de içimizden başarılar dileyerek farklı köşelere oturduk. O an tamamen yalnızdık. Sınav kağıtlarını elimize alana kadar, odaklanmaya çalıştım. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapatıp zihnimi boşalttım. Gözetmenler sınav kitapçıklarını dağıttı ve her şey sessizleşti. Saatler kuruldu, sınav başlamıştı. İlk sayfayı çevirdiğimde, sorular gözümün önünde dans etmeye başladı. Başlarda biraz zorlandım, çünkü sınavın stresi zihnimi karıştırmıştı. Ama birkaç derin nefes alıp odaklandığımda, çalıştığım bilgilerin birer birer aklıma geldiğini fark ettim. İlk soruya baktığımda beynim bir an boşaldı, o formüller ve terimler bir anda anlamını yitirmiş gibiydi. Ama birkaç dakika sonra, zihnimin derinliklerinden bir yerden formüller aklıma geldi. Kağıdın üzerine hızla dökülmeye başladılar. Zorlayıcı olsa da, her sorunun üstesinden bir şekilde geldim. Özellikle analiz soruları oldukça karmaşıktı ama Eva’yla geçirdiğimiz o uzun gecelerin boşa gitmediğini fark ettim. İlk soruları çözerken kalbim biraz daha sakinleşti. “Evet, yapabilirim,” diye düşündüm. Kalemim sayfanın üzerinde hızla kaymaya başladı. Eva’nın nerede olduğunu bilmiyordum ama onun da aynı şekilde mücadele ettiğini hayal edebiliyordum. Sorular arasında ilerlerken, bazıları oldukça kolaydı ama diğerleri beni gerçekten zorladı. Özellikle analiz gerektiren sorular, uzun ve karmaşıktı. Ama haftalar boyunca kütüphanede geçirdiğimiz vakit boşa gitmemişti; bu soruların üstesinden geleceğime inanarak ilerledim. Saatler geçerken, odadaki diğer öğrencilerin kımıldamaları ve derin nefes almaları duyulabiliyordu. Gözetmenler, salonu sessizce dolaşıyor, bizleri izliyorlardı. Zaman hızla akarken, bitmeye yakın soruları tamamlamaya odaklandım. Sayfaların sonuna yaklaştığımda, içimde büyük bir rahatlama hissettim. Yorgundum ama başardığımı biliyordum. Liderlik sınavı diğerlerinden farklıydı çünkü bilgi kadar, yorum ve analiz yeteneği de gerektiriyordu. Liderlik sınavında sorular düşündüğümden biraz daha zorluydu, ama en azından sınavın doğası gereği özgün düşüncelerimizi ortaya koyabiliyorduk. Liderlik teorileri üzerine yazarken, hocanın geçen derslerde söylediklerini hatırladım. Kendi deneyimlerimi ve derslerden öğrendiklerimi yazıya dökerken, bu sınavın diğerlerinden daha rahat olduğunu fark ettim. Bütün sınav boyunca zihnimde dolaşan liderlik tanımları, bir bir kağıda döküldü. Son soruya geldiğimde, kalbim hafif bir coşkuyla çarptı. “Bitti,” dedim içimden. Kağıdımı son kez gözden geçirdikten sonra, derin bir nefes aldım ve kalemimi masanın üzerine koydum. Arkama yaslanıp salonun sessizliğini dinledim. Eva’ya göz ucuyla baktım. O da son sorularla boğuşuyordu, ama yüzünde kararlı bir ifade vardı. Her şeyin yolunda gittiğini anlamıştım. Gözetmenler, sınavın bitmesine birkaç dakika kaldığını duyurduğunda, salonun içindeki gerilim biraz daha arttı. Son dakikalarda hızlanan kalem sesleri duyuluyordu. Bazı öğrenciler, son bir gayretle soruları tamamlamaya çalışırken, diğerleri masanın üzerine kapanmış, bitkin halde bekliyordu. Sonunda gözetmen, sınavın bittiğini duyurdu. Kalemler bırakıldı, kitapçıklar toplandı ve hepimiz derin bir nefes aldık. Eva, oturduğu yerden bana doğru döndü ve gözleriyle gülümsedi. İkimiz de başarmıştık. Sınav salonundan çıkarken, içimde büyük bir rahatlama hissettim. Eva yanımdaydı ve ikimiz de gözlerimizdeki yorgunluğa rağmen hafif bir gülümsemeyle birbirimize baktık. “Bitti,” dedi Eva. “Sonunda.” “Evet,” diye onayladım. “Şimdi biraz rahatlayabiliriz.” Koridorda yürürken, sınavın bitişinin hafifliği üzerimize çökmüştü. Öğle güneşi dışarıda parlıyor, serin hava bizi ferahlatıyordu. Sınavların ağırlığı geride kalmıştı, ve artık önümüzde sadece biraz dinlenmek vardı. Final haftası, hepimizin üstüne bir ağırlık gibi çökmüştü. Sınavlar ardı ardına geliyordu ve her biri sanki bir öncekinden daha zordu. Her sabah erkenden uyanıp sınav salonlarına gitmek, zihnimi sınav moduna sokmak ve soruların üzerime hücum ettiği o anlarla baş etmek yorucuydu. Ama bir yandan, bir şeyi başarmanın verdiği tatlı bir his de içimde dalga dalga yayılıyordu. Kütüphanede Eva’yla, Nova’yla ve diğer arkadaşlarla geçirdiğimiz saatlerin meyvesini toplama zamanıydı. İlk günkü sınavımız Temel Matematik ve Analiz, Uygulamalı Bilimler ve Teknoloji ile Kişisel Gelişim ve Liderlik’ten oluşmuş iken yarınki sınavımız ise Temel Psikoloji, İleri Düzey Edebiyat ile Tarih ve Medeniyet dersleri olmuştu. … Ertesi sabah erkenden uyandım. İlk sınav gününden sonra hala yorgundum, ama bugün yine üç zorlu sınav beni bekliyordu: Temel Psikoloji, İleri Düzey Edebiyat ve Tarih ve Medeniyet. Daha kahvaltı bile etmeden yatağımın ucuna oturup, ders notlarımı bir kez daha gözden geçirdim. Beynim sanki dolmuş gibiydi. Her şey iç içe geçmişti; teoriler, tarihsel olaylar, edebi akımlar… Derin bir nefes alıp derin konsantrasyona geçmeye çalıştım. Bugün kendime güvenmek zorundaydım. Kahvaltıda Nova ile kısa bir sohbet ettik. Tabağıma biraz meyve ve yoğurt aldım ama pek iştahım yoktu. Nova, "Luna, ne kadar çalıştığını biliyorum. Sadece rahatlamaya çalış. Zaten elinden gelenin en iyisini yapıyorsun," dedi bana gülümseyerek. Onun bu cesaret verici sözleri biraz olsun içimi rahatlattı. Onun yanından ayrılıp Eva ile sınav dersliğinin yolunu tuttuğumuzda biraz rahatlamıştım. Bu gün bittiğinde yarın son bir ders kalacaktı ve ben ardından aileme kavuşacaktım. Yerlerimize oturup beklediğimizde zaman hızlı geçmişti. Sınav kitapçıklarımız dağılıp zaman tutulduğunda sınavın başlaması ardından kitapçığı çevirmemle karşılaştım: İlk sınavımız Temel Psikoloji’ydi. Sorulara göz gezdirdim. Freud’un bilinçaltı teorilerinden Jung’un arketiplerine kadar birçok konu vardı. İlk sorudan başlayarak yanıtlamaya koyuldum. Bilinç, bilinçaltı, ego ve süper ego hakkında detaylı bir analiz istiyorlardı. Kağıdın üzerindeki soruları okudukça, zihnimde öğrendiğim teoriler ve kavramlar birer birer beliriyordu. Bilincin farklı katmanlarını ve bu katmanların insan davranışlarına etkisini açıklamaya başladım. Bu konu hakkında düşündüklerimi kağıda dökmek, içsel bir yolculuk gibiydi. Freud’un psikoanalitik teorisinin derinliklerine daldıkça, bilinçaltının ne kadar karmaşık ve etkili bir yapıya sahip olduğunu tekrar fark ettim. İkinci bölüm, Jung’un arketipleri üzerindeydi. İnsan psikolojisinin bu evrensel temsilleri hakkında bilgi vermemiz gerekiyordu. Jung’un "Gölge" kavramını açıklarken, herkesin içinde var olan bu karanlık yönü nasıl tanımladığını detaylıca yazdım. Sonra "Persona" ve "Anima/Animus" kavramlarını ele aldım. Sınav boyunca, öğrendiğim her şeyi kağıda dökmek bir nevi kendimi ifade etme şekliydi. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, son soruya gelmiştim. Bu, pratik bir analiz sorusuydu; belirli bir vakayı verilen psikolojik teoriler çerçevesinde değerlendirmemizi istiyorlardı. Derin bir nefes aldım ve vakanın analizine başladım. Sınav bitiminde derin bir nefes aldım. Kalemi masaya bıraktım ve gözlerimi kapattım. Sınav bittiğinde içimde hafif bir rahatlama hissettim. Kötü geçmemişti. Bir sonraki sınav, İleri Düzey Edebiyat’tı. Bu benim için en zorlu olanlardan biriydi. Edebiyatı seviyor olmama rağmen, bu dersin derin analizleri ve metin incelemeleri beni zorlayabiliyordu. Sınav salonuna girdiğimde, kalbim biraz daha hızlı atmaya başladı. Sorulara bakınca, Shakespeare’den Dostoyevski’ye, Virginia Woolf’tan modernist akımın temsilcilerine kadar geniş bir yelpazeyle karşılaştım. İlk soru Shakespeare’in bir eserinin derinlemesine bir analiziyle ilgiliydi. Özellikle "Hamlet" üzerindeydi; karakterlerin içsel çatışmaları, dramatik yapı ve tematik derinlik hakkında bir inceleme yapmamız isteniyordu. Kafamdaki düşünceleri organize ederek yazmaya başladım. Hamlet’in içsel çatışmalarını ve "olmak ya da olmamak" sorunsalını detaylıca inceledim. Karakterin yaşam ve ölüm arasında gidip gelen düşüncelerini, onun içsel monologları üzerinden açıklamaya çalıştım. Ardından metnin dramatik yapısını ve bu yapının Shakespeare’in diğer eserleriyle olan ilişkisini ele aldım. Shakespeare’in zamanında ele aldığı toplumsal ve felsefi konuları da analizime ekledim. Sonraki sorular farklı edebi akımlarla ilgiliydi. Romantizm, Realizm, Modernizm gibi akımların özelliklerini ve bu akımlara damgasını vurmuş yazarların eserlerini incelememiz gerekiyordu. Özellikle Virginia Woolf’un "Kendine Ait Bir Oda" eserini ele alan bir soru vardı. Woolf’un kadınların edebiyat dünyasındaki yerini ele alışı, döneminin toplumsal yapısı ve onun feminizm üzerine etkileri hakkında uzun bir inceleme yaptım. Zaman hızla akıp geçti ve son soruya geldiğimde hâlâ yazmak istediğim çok şey vardı. Ama sınav süresi doluyordu. Ve günün son sınavı Tarih ve Medeniyet! sayfaları çevirirken derin bir nefes aldım. İlk soru, Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinin karşılaştırmalı analizi hakkındaydı. Tarihin bu iki dev medeniyeti arasında sayısız benzerlik ve fark vardı. Öncelikle, Antik Yunan’ın demokratik yapısından ve felsefi düşünceye olan katkılarından bahsettim. Özellikle, Atina’daki demokrasi ve bu demokrasinin toplum üzerindeki etkisi hakkında detaylı yazdım. Ardından, Roma’nın yönetim sistemine ve hukuk yapısına geçtim. Roma İmparatorluğu’nun merkeziyetçi yapısını, hukuk sistemini ve geniş topraklar üzerindeki hakimiyetini inceledim. Bu iki medeniyetin birbirlerinden nasıl etkilendiklerini ve kendi içlerinde nasıl bir evrim geçirdiklerini açıklamak, oldukça derin ve karmaşık bir analiz gerektiriyordu. Zihnimdeki bilgileri kağıda dökerken, sanki bir zaman makinesinde bu medeniyetlere yolculuk yapıyordum. Bir diğer soru, Orta Çağ Avrupa’sındaki feodal sistemin analizi ve bu sistemin toplum yapısına etkisiydi. Feodalizmin toplumsal ve ekonomik yapıdaki yerini, kilisenin otoritesini ve toplum üzerindeki etkisini yazmaya başladım. Sınavın sonlarına doğru, daha yakın tarihe geçtik; Rönesans ve Aydınlanma dönemi ile ilgili bir soru vardı. Bu dönemlerin, bilim, sanat ve felsefe üzerindeki etkilerini yazarken, aynı zamanda toplumsal değişimi nasıl tetiklediğini de açıklamaya çalıştım. Sınav bitiminde derin bir nefes aldım. Artık bu uzun ve zorlu gün sona ermişti. Gözlerimi kapatıp bir an için düşündüm; her ne kadar zorlayıcı olsa da, her sınavda kendimden bir şeyler bulmuştum. Artık dinlenme zamanıydı. Ancak biliyordum ki, Çarşamba günü bizi bekleyen bir diğer sınav daha vardı. Seçmeli dersim olan Bilinçaltı ve Zeka sınavı, hem merak uyandırıcı hem de biraz tedirgin ediciydi. Bu ders, bilinçaltının derinliklerine dalan, zihin ve algı üzerine odaklanan bir dersti. Çarşamba sabahı uyandığımda, sınavdan önce bir miktar heyecan hissediyordum. Kahvaltıda Nova bana "Bilinçaltı ve Zeka sınavı kesinlikle senin için, Luna," dedi. "Bu dersi hep çok ilgiyle takip ettin." Sınav salonuna girdiğimde, içerideki atmosferin diğer sınavlardan biraz farklı olduğunu hissettim. Gözetmen profesör, oldukça ciddi bir yüz ifadesiyle sınav kağıtlarını dağıttı. İlk soru bilinçaltı ve rüyaların zihinsel süreçlerdeki rolü hakkında detaylı bir analiz gerektiriyordu. Özellikle Freud’un rüya analizleri ve Jung’un arketipleriyle ilgili öğrendiklerimi hatırlamaya çalıştım. Bilinçaltının, rüyalar aracılığıyla kendini ifade ettiği ve bu ifadelerin bilinçli düşüncelerimize nasıl yansıdığı üzerine bir inceleme yapmaya başladım. Sonraki sorular zeka kavramı ve zeka türleri üzerindeydi. Gardner’ın çoklu zeka teorisi hakkında detaylı bilgi vermemiz isteniyordu. Bu teoriyi derste çokça tartışmıştık; dilsel zeka, mantıksal-matematiksel zeka, görsel-uzamsal zeka gibi farklı zeka türlerini açıklamak için oldukça detaylı yazmam gerekiyordu. Her zeka türünün günlük yaşantımızda ve kişisel gelişimimizde nasıl bir rol oynadığını analiz ettim. Özellikle, duygusal zekanın insan ilişkilerindeki önemine vurgu yaptım. Sınavın son kısmı, bilinçaltının insan davranışları üzerindeki etkisiyle ilgiliydi. Bu kısımda, bilinçaltındaki düşüncelerin ve hislerin, bilinçli olarak fark etmediğimiz anlarda bile kararlarımızı nasıl etkilediğini analiz etmemiz gerekiyordu. Bilinçaltının gücü ve bu gücün insan psikolojisine olan derin etkileri hakkında yazarken, bu dersin ne kadar büyüleyici olduğunu bir kez daha fark ettim. Sınav bittiğinde, bir süre yerimde kaldım. Bütün bu bilgi ve analizleri kağıda dökmek beni hem yormuş hem de tatmin etmişti. Zihnimde, bilinçaltının o derin ve karanlık dünyasına dair yeni kapılar açılmış gibiydi. Sınav kağıdımı teslim ettikten sonra derin bir nefes aldım. Her şeyin bittiğini ve bu zorlu sınav maratonunun sona erdiğini fark ettiğimde, üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Çıkışta derin bir nefes aldım. Bu sınavın sonunda, sanki üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Eva yanıma geldi ve birbirimize uzun bir bakış attık. “Sonunda bitti,” dedim. “Evet,” diye onayladı Eva. “Ve hiç fena değildik.” Gerçekten… Sonunda bitmişti ve artık eve dönüp nefes alma vaktiydi! … |
0% |