Yeni Üyelik
49.
Bölüm

8.BÖLÜM GRİMSWOOD KASABASI

@selinayeda_x

Sabahın erken saatlerinde uyandığımda Nova hâlâ uyuyordu. Sessizce yataktan kalkıp hazırlandım. Günün ilk dersi ileri düzey edebiyattı ve bunun için gerçekten heyecanlıydım. Kahvaltıya indiğimizde herkes yavaşça uyanıyordu. Sıcak bir kahve ve birkaç dilim ekmekle karnımı doyurup hızla sınıfa doğru yola çıktım.

Edebiyat sınıfına adım attığımda, hoca çoktan tahtaya birkaç cümle yazmıştı. Profesör Harden, uzun boylu, ince yapılı, ama güçlü bir ses tonuna sahip biriydi. Her adımında ciddiyet ve disiplin vardı. Beklentileri yüksekti, öğrencilerinden en iyisini isterdi.

Derse başlarken, "Bugün modern edebiyatın toplumsal etkilerini inceleyeceğiz," dedi. "Bu konuyu anlamak, sadece yazılanları değil, yazılmayanları da okumanızı gerektirir."

İleri düzey edebiyat dersinde, her şey dikkatle planlanmış gibiydi. Profesör Harden, tahtaya yazdığı birkaç alıntıyı işaret ederek sınıfa dönüp bize baktı. Uzun boylu ve ince yapılıydı, ama duruşunda güçlü bir disiplin vardı. Derin mavi gözleriyle sınıfı tararken, herkesin ona odaklanmasını istiyordu. Derse başladığında odaya sessizlik hâkim oldu.

"Bugün modern edebiyatın toplumsal etkilerini konuşacağız," dedi. Sesi ciddi ve otoriterdi, ama aynı zamanda öğrencilere değer verdiğini hissettiren bir tonu vardı. "Edebiyat, sadece yazarın hikayesi değildir. Aynı zamanda toplumun hikayesidir. Yazılan her kelimenin ardında, bir ses, bir isyan ya da bir fısıltı bulabilirsiniz."

Kalemim elimdeydi, hızlıca not alıyordum. Profesör Harden, tahtaya kısa bir roman alıntısı yazdı. Alıntı, bir savaşın ardından bir kasabanın yıkılışını anlatıyordu. Ardından dönüp bize sordu, "Bu cümlelerin ardındaki mesaj ne? Yazar burada neyi anlatmak istiyor?"

Sınıftan birkaç kişi ellerini kaldırdı. Bir öğrenci, "Yazar savaşın yıkıcılığını ve insan hayatına etkisini anlatıyor," dedi.

Profesör başını sallayarak onayladı. "Doğru. Ama sadece bu kadar mı? Daha derine inelim." Gözlerini kısarak sınıfı taradı. "Buradaki semboller, savaşın ardından gelen yıkım ve kaybolmuş umutlar. Yazar, toplumun yeniden inşasını değil, belki de kaybolmuş bir geçmişin ağıtını yazıyor. Bu tür temaları anlamak, sadece kelimeleri değil, kelimelerin ardındaki hikayeyi okumayı gerektirir."

Derse olan ilgim artmıştı. Kalemim durmadan not alıyordu. Profesör Harris’in her sözü, beni daha da içine çekiyordu. Edebiyat dersleri genelde sıkıcı olabilirdi ama bu sınıf bambaşka bir derinlik sunuyordu. Sınıfın geri kalanıyla birlikte, tartışmalara katıldım, kendi yorumlarımı ekledim. Profesör her seferinde eleştirileri ve yorumları dikkatle dinliyor, ardından bizi daha derine inmeye teşvik ediyordu.

Ders bitiminde kendimi zihinsel olarak oldukça tatmin olmuş hissediyordum. Öğle arası gelmişti ve Nova’yla buluşmayı dört gözle bekliyordum, ama bu kez yalnızdım. Nova, Archer’la kütüphanede ödev yapıyordu ve ben üç dersin arasında pek vakit bulamamıştım.

Derin bir iç çekip yemekhaneye doğru yola koyuldum.

Yemekhane, her zamanki gibi kalabalıktı. Uzun sıralar, tabakların bir araya dizilişi ve öğrencilerin arasındaki sürekli hareketlilik, büyük bir karınca yuvası gibi hissettiriyordu. Öğle yemeğimi alıp sessiz bir köşeye oturduk Eva ile.

Yemeğimi yerken aklım sürekli Nova ve Archer’da, kütüphanede ne yaptıklarında kalmıştı.

Genelde ben böyleydim işte.

Koşullar ne olursa olsun çağrıldığım yere gidemeyince o yeri saatlerce düşünür ve iç çekerdim.

Çağrıldığım yere gidememek beni derinlemesine bir düşünce içerisine sokardı hep.

Acaba gitsem ne olurdu, acaba şimdi ne yapıyorlar, gibi birçok soru aklımda dolanırken yemeğimi yemeye devam ettim.

Yemekten sonra bir sonraki derse gitme vakti gelmişti. İleri düzey sanat ve yaratıcılık teknikleri dersi… Bu ders, birçok öğrenci için zorlu ve yoğun bir ders olarak bilinse de benim ilgimi çekiyordu. Ancak bu derste ne Nova vardı ne de Eva; yalnızdım ve bu durum beni biraz yalnız hissettirse de yaratıcı düşünceleri keşfetmek için heyecanlıydım.

Sınıfa girdiğimde, profesörümüz tahtada bir çizim yapıyordu. Orta yaşlı, kısa boylu ve daima enerjik bir kadındı. Profesör Meyers, yaratıcı düşüncenin önemini her dersinde vurgular, teknik detaylarla zenginleştirirdi.

"Bugün," dedi, gözlerini sınıfın üzerinde gezdirirken, "yaratıcılığı bir çerçevenin dışına taşıracağız. Hayal gücünüzün sınırlarını zorlamanızı istiyorum. Sanat, sadece bir resim ya da heykel değil, bir düşünce biçimidir."

Bu ders, zihnimde yaratıcı düşüncelerin akmasına neden oluyordu. Kalemimle notlar alırken, kendi hayal dünyamı genişletmeye çalıştım. Birkaç basit teknik üzerinden geçtik, ardından profesör bizden, bir hikaye ya da görüntüyü sanat yoluyla nasıl anlatabileceğimizi düşünmemizi istedi. Her şey o kadar derindi ki, düşüncelerimin labirentinde kaybolmuş gibiydim. Kendi içimde yarattığım bu dünyayı, dış dünyaya nasıl aktarabileceğimi düşünürken, zaman nasıl geçti anlamadım.

Ders bittiğinde, kafamda bir sürü fikir ve düşünceyle sınıftan çıktım. Sanatın böylesine yaratıcı ve düşünsel yönlerini öğrenmek, ruhumu beslemişti. Bir sonraki derse geçme vakti gelmişti: Kişisel Gelişim ve Liderlik. Bu ders daha çok teorik bir ders gibi görünse de, bana hem kişisel hem de akademik olarak gelişim fırsatı sunduğu için heyecanlanıyordum.

Sınıfa girdiğimde, öğrencilerin yüzleri ciddiydi. Sessizce Eva’nın yanına geçerek oturduğumda derste yavaş yavaş başlamıştı.

Profesör Carson, liderlik konusunda oldukça deneyimli bir isimdi. Kısa, yapılı bir adamdı ve kararlı bir havası vardı. Gözlerinin ardında keskin bir zekanın saklandığını her zaman hissediyordum.

"Bugün," dedi, tahtaya bir kelime yazarken, "liderlik nedir, bunu inceleyeceğiz. Ama burada bahsedeceğimiz liderlik, güç sahibi olmak ya da emir vermek değil. Liderlik, diğerlerini anlamak, yönlendirmek ve doğru kararları verebilmektir."

Derse olan ilgim artmıştı. Profesör Carson, tahtaya birkaç başlık daha ekledi. Ardından sınıfla bir tartışma başlattı. Öğrenciler, liderlik hakkındaki düşüncelerini paylaşıyor, profesör de her birini dikkatle dinliyordu. "Bir lider sadece güçlü değildir. Bir lider, aynı zamanda empati yapabilen ve çevresindekilere ilham verebilendir."

Bu sözler, içimde bir şeyleri harekete geçirmişti. Ders boyunca liderliğin farklı yönlerini keşfettik; kriz anlarında nasıl soğukkanlı kalınacağını, bir grubun nasıl motive edileceğini tartıştık. Kendi hayatımda bu dersin bana ne kadar yardımcı olabileceğini düşünerek notlar aldım. Kendime bir lider gibi hissetmesem de, gelecekte bu bilgilerin işime yarayabileceğini biliyordum.

Ders bittiğinde kendimi yurda attım.

Akşam yemeği saati yakındı.

Akşam olduğunda, yemekhaneye gitmek için tekrar Nova’yla buluştuk. Yine kalabalıktı, ama bu sefer biraz daha sessizdi. Yemeğimizi alıp boş bir masaya oturduk. Nova, yemek boyunca bana Archer’la kütüphanede ne yaptıklarını anlatmaya başladı.

"Archer’la ödev üzerinde çalışmak oldukça verimliydi," dedi Nova, çatalını tabağına batırırken. "Birlikte iyi bir ekip olduk. Senin de orada olmanı isterdim, Luna. Üç dersin olduğunu biliyorum, ama gerçekten güzel bir çalışma oldu."

İçimde dostça bir kıskançlık meydana gelirken gülümsedim, zorakice gülümsemeye çalıştım.

"Eminim harika bir gün geçirmişsinizdir. Keşke katılabilseydim."

Nova gülümsedi. "Evet, ama yine de başka zaman birlikte çalışırız. Archer gerçekten odaklanmıştı. Onunla çalışmak kolay oldu."

Yemekten sonra odalarımıza geri döndük. Odaya girdiğimizde Nova tekrar Archer’dan bahsetmeye başladı. "Kütüphanede ne kadar ciddiydi, inanamazsın. Ödevleri bitirdik, ama aynı zamanda okul hakkında da birçok şey konuştuk."

Nova’nın sözlerine cevap niteliğinde bilgisayarın klavyesine vuruşlarımın yankıları odayı ele geçirdiğinde amacım ders izlencelerine göz atmak idi.

Yatak odamızda, yemekhaneden döndüğümüzden beri odanın bir köşesine oturmuş, laptopumu açmıştım.

Kart okuyucusunu laptopun USB portuna bağladığımda bir anda ekran karardı.

Ekranda ardından sallanan bir zarf belirdiğinde fare ile üstüne tıkladım.

Davetiye!?

Davetiye, ince bir kadife zemin üzerine işlenmiş gibi gözüküyordu. Gözlerimi ekrana dikerek üzerindeki yazılara odaklandım. Davetiye, özel bir fontla yazılmış, lila rengiyle süslenmişti. Ekranın tam ortasında büyük harflerle, "GİZLİ PARTİ DAVETİYESİ" yazıyordu.

“İşte bu!” dedi Nova, heyecanla. “Bak, burada her şey var. Saat, yer, her şey.”

Ekrandaki detayları incelemeye başladım. Parti, okulun kampüsünde, öğrencilerin normalde erişim sağlamadığı gizli bir alanda yapılacaktı. Yer, kampüsün dışında, ağaçlarla çevrili bir bahçede gizlenmiş büyükçe bir bina olarak tanımlanıyordu. Partinin saati ise gece 20.00’da başlayacaktı.

“Şu detaylara bak,” dedim Nova’ya, davetiyedeki detayları işaret ederek. “Parti, kampüsün dışında, ağaçlarla çevrili bir alanda olacakmış. Sanırım bu, kampüsün gizli köşelerinden birinde.”

Nova, kartı ekranın üzerine dikkatle yerleştirerek, gözlerini bilgisayardan ayırmadı.

Parti detayları üzerine yapılan konuşmalar sırasında, ekranın köşesinde bir not belirdi: "Bu davetiye, yalnızca davet edilenler için geçerlidir! Gizli bilgi, sadece bu davetiyeyi alanların hakkıdır. Şehirdeki diğer öğrencilerden ve akademi çalışanlarından uzak durulması tavsiye edilir."

Gözlerimi yukarı kaldırarak, Nova'nın yüzündeki heyecanı gördüm. “Evet, bu gerçekten de büyük bir olay. Ve şansa bak ki… Bende de davetiye var!’’ dedi ve ardından şunları ekledi:

‘’Bütün birinci sınıflara bu davetiye gitmiş sanırım. Duyduğuma göre, Archer bu fikri öne sürdü ve kabul edildi.”

“Gerçekten mi?” dedim, başımı eğerek. “Archer’ın önerdiği bir etkinlik, kesinlikle ilginç olmalı. Bu, okuldaki ilk hafta sonu için büyük bir şey.’’

Davetiye üzerindeki bilgileri tekrar gözden geçirirken, birden aklıma geldi. “Nova, bu davetiye için hazırlık yapmamız gerekecek. Ne giyeceğimizi düşünmemiz lazım.” diyerek atıldım göze gözlerinin içine bakarak.

Nova, laptopun ekranına dikkatlice bakarken, “Evet, kesinlikle. Belki biraz daha rahat bir şeyler seçmeliyiz. Öyle bir partiye uygun, şık ama rahat kıyafetler.” dedi.

Ekranın kenarındaki tarih ve saat bilgisi, bu partinin önemli olduğunu ve bizim için harika bir başlangıç olacağını doğruluyordu. Luna ve Nova olarak, bu özel etkinliğe hazırlanmak için yavaş yavaş planlarımızı yapmaya başlamıştık. Bu, okuldaki ilk büyük etkinlikti ve tüm ilk sınıf öğrencileri için unutulmaz bir gece olacağı kesindi.

Kendimizi bu özel geceye hazırlarken, aramızda geçen konuşmalar ve heyecan dolu planlamalar, geceyi daha da ilgi çekici hale getirdi. Partinin detayları netleşirken, içimde büyüyen merak ve heyecanla, bu ilk haftanın sonundaki büyük etkinliği dört gözle bekliyordum.

Bu gece yatağa girerken, kafamda birçok düşünce vardı. Nova ve Archer’ın yakınlığı, derslerim, kişisel gelişimim… Ama en sonunda uykuya dalarken tek düşündüğüm beni çepeçevre saran güçlerim olmuştu. Yarının yeni fırsatlar getireceğine inanarak gözlerimi kapattım.

Cuma günü Luna Claire için derssiz bir gündü.

Cuma sabahı, dersim olmadığı için huzurlu bir şekilde uyandım. Odamın penceresinden süzülen güneş ışığı, perdelerin aralığından içeriye usulca sızıyordu. Yataktan kalktığımda tüm hafta boyunca üzerimde biriken yorgunluk, yerini hafif bir rahatlamaya bırakmıştı. Bugün ders olmadığı için kendime vakit ayırabilecek olmam beni mutlu ediyordu. Bu fırsatı değerlendirip kütüphaneye gitmeye karar verdim. Orada araştırmam gereken birkaç konu vardı, hem de biraz kafa dinlerdim.

Günlük rutinimi tamamladıktan sonra kütüphaneye doğru yola çıktım. Eryndor Akademisi’nin geniş, gotik tarzda inşa edilmiş kütüphanesi, okuldaki en sevdiğim yerlerden biriydi. Göz kamaştıran büyük pencereler, ahşap raflar ve binlerce kitabın arasında yürürken kendimi bambaşka bir dünyada hissederdim. Kütüphaneye adım atar atmaz o tanıdık kitap kokusu burnuma doldu; eski sayfaların, tozlu ciltlerin kokusu.

Sessizce rafların arasında dolaşmaya başladım. Elim kitapların sırtlarında gezinirken, ilgimi çeken birkaç kitabı çekip çıkardım. Araştırmam gereken çok şey vardı. Profesör Harris’in modern edebiyat dersinde bahsettiği toplumsal etkilerle ilgili birkaç kitap bulmuştum. Onları masaya yerleştirdim ve içlerinden birini açarak dikkatle okumaya başladım. Her sayfa, yeni bir bilgi ve yeni bir düşünce kapısı aralıyordu. Kitapta anlatılan olaylar, toplumsal yıkımlar ve insan psikolojisine dair derinlemesine bir analiz sunuyordu. Profesör Harris’in dersini hatırlayıp notlarımı gözden geçirdim. Her bir cümle bana farklı bir bakış açısı katıyordu.

Bir süre sonra kendimi tamamen kitaba kaptırmışken, başımı kaldırdım ve kütüphanenin sessizliğini fark ettim. Kitaplar, masalar, raflar… Hepsi sanki bir büyünün etkisindeydi. Kitaplarıma geri dönüp sayfaları hızlıca karıştırdım, fakat zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Bu sessizlikte kaybolmak her zaman bana huzur verirdi, ama bugün zihnim daha hareketliydi. Kitapların arasında kaybolmuşken aklımda başka şeyler de dolanıyordu; Nova ve Archer’ın dünkü birlikteliği, sınıftaki yoğun ders temposu…

Birdenbire içimde bir his belirdi.

Kütüphanenin arşivini her zaman karıştırabilirdim ama önemli olan… Vaktim varken bazı şeyleri erkenden gerçekleştirmek olacaktı!

Birdenbire içimde, bir değişiklik yapma isteği belirdi. Kütüphanede daha fazla oturmak istemiyordum. Kitaplarımı topladım, onları dikkatlice raflara geri yerleştirdikten sonra yavaşça kütüphaneden çıktım. Biraz hava almak, kasabaya inmek iyi bir fikir gibi geliyordu. Kasaba, akademinin hemen yanında yer alıyordu ve oradaki küçük kafe ve dükkanlar bana her zaman cazip gelmiştir. Biraz kasaba havası almak, hem kafamı dağıtmama hem de farklı bir şeyler yapmama yardımcı olacaktı.

Odaya döndüğümde ne giyeceğime karar veremedim. Kasaba sakin bir yerdi, ama yine de güzel görünmek istiyordum. Dolabımı karıştırıp, beyaz bir elbise ve rahat bir spor ayakkabı seçtim. Hava serinlemeye başlamıştı, bu yüzden üzerime ince bir ceket aldım. Aynada kendime son bir kez baktıktan sonra Nova’ya mesaj attım.

Bakalım dersleri ne zaman bitiyordu.

‘’ "Hey, kasabaya inmeyi düşünüyorum. Sen de gelmek ister misin?"

Biraz bekledikten sonra telefonum titreşti. Nova hemen cevap vermişti.

‘’Dersteyim Luna, seçmeli dersim var şu an.’’

Ne kadar da üzücü bir durum…

Nova’ya olumluca baş parmağı emojisi gönderdikten sonra yatağıma oturdum.

Tek gidebilecek miydim, ya da kaybolmadan?

Telefonumda elimde çevirirken aklımda da bambaşka isimler dolaşmaktaydı.

İçimden hafif bir gülümseme geçti, Eva!

Hemen ona mesaj attım, tıpkı Nova’ya attığım gibi.

Bir süre sonra mesajın okunduğunu gördüm, ancak cevap gelmedi.

Bir üre beklemeye başlarken aynada kendimi kontrol etti.

Kolye!

Kolyem eksikti, bu kombine bir kolye yakışırdı. Hem de ailemin verdiği!

Doğum günü kolyem olan kolyeyi taktıktan sonra telefonum bir süreliğine titredi.

Eva’dan cevap gelmişti.

Sessizce bildirime girip ne yazdığına bakarken gözlerime inanamamıştım.

‘’Selam! Archer ile gitmeyi planlıyorduk biz de. Hatta yurt bahçesindeyiz, çıkışa gidiyoruz. Hadi bize katıl, bekleyeceğiz seni!’’

Archer mı?.. Onunla gitme düşüncesi…

Telefonumu elime alıp hızlıca Eva’ya geri döndüm.

‘’Bekleyin beni de hazırım zaten!’’

Eva gülen surat emojisi attığında mesajını beğenerek çantamı da aldığım gibi yurttan çıktım.

Merdivenlerden hızlı hızlı inip yurt bahçesine vardıktan sonra bina çıkışına doğru yol almıştım.

Kapıya vardığımda Archer, her zamanki gibi sakin ve kendinden emin bir duruşla beni bekliyordu. Eva ise biraz tedirgin görünüyordu, ama yüzünde belli belirsiz bir merak da vardı.

Eva beni görünce neşeli bir şekilde gülümsedi.

‘’Luna! Hoş geldin, hazır mısın?’’

Eva’ya gülümseyerek karşılık verdim tıpkı onun gibi. Ve ardından da ekledim. ‘’Hazırım evet. Peki ya siz?’’

Archer omuz silkti. “Her zaman hazırım,” dedi hafif bir gülümsemeyle.

Eva ise sadece başını salladı.

Üçümüz işte o an yola koyulduk.

Eryndor Akademisi’nin taş kapılarından çıkarak, orman yoluna adım attık. Yürüyüş yolu, kasabaya kadar uzanıyordu ve yol boyunca ağaçlar arasında hafif bir esinti dolaşıyordu. Ormanın içindeki bu dar patikada yürürken, ağaç yapraklarının arasından sızan ışık, yola mistik bir hava katıyordu. Adımlarımızın altında kuru yaprakların çıtırtısı ve kuşların hafif ötüşleri dışında her şey sessizdi. Yolun sonuna geldiğimizde, kasaba ufukta belirmeye başlamıştı.

Kasabanın girişine yaklaştıkça, üzerime hafif bir heyecan çöktü. Kasabanın havası daha ilk adımdan itibaren bana farklı bir dünya vaat ediyordu. Yıllardır burada bulunan, eskimiş taş duvarlar, sokakları süsleyen eski lambalar ve evlerin ahşap pencereleriyle kasaba, sanki geçmişten gelen bir masal gibiydi. Burada bir şeylerin gizlendiğini, her köşede farklı bir hikaye saklı olduğunu hissediyordum. Hava serin ve hafif sisliydi, bu da kasabanın mistik havasını daha da artırıyordu. Nefes aldığımda burnuma ıslak toprak ve eski taşların o yoğun kokusu doluyordu.

“Burası gerçekten… farklı,” diye mırıldandığımda Eva başını sallamıştı ister istemez.

Kasabanın atmosferi, insanın ruhuna dokunuyordu. Eva da sessizce etrafı izliyordu, ancak yüzünde hafif bir huzursuzluk vardı. Kasaba, herkeste farklı hisler uyandırmıştı.

Sokaklarda yürümeye başladık. Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş dar sokaklar, her köşede farklı bir manzara sunuyordu. Küçük dükkânlar, eski kitapçılar ve kahvecilerle doluydu. Biraz daha ilerleyip kasabanın merkezine vardığımızda, gözümüze ilk çarpan şey, meydandaki büyük çeşme oldu. Çeşmenin etrafında insanlar toplanmıştı ve suyun şırıltısı, sessizliğe güzel bir ahenk katıyordu.

“Biraz keşfedelim,” dedim Archer’a ve Eva’ya dönerek.

İlk durağımız, kasabanın eski kitabevi oldu. Burası, kasabanın en ünlü yerlerinden biriydi. Kitabevinin dış cephesi, eski taşlardan yapılmıştı ve içeri girdiğimizde, raflardan yükselen kitap kokusu, buranın yıllardır sakladığı sırları hissetmemi sağladı. Kitabevi sahibi, yaşlı bir adamdı. Kapıdan içeri girdiğimizde, hafif bir gülümsemeyle başını sallayarak bizi selamladı.

Eva hemen bir köşeye çekilip kitaplara göz atmaya başladı. Archer ise biraz daha yavaş hareket ediyordu. Ben de rafların arasında gezinirken, ilgimi çeken bir kitap buldum. Kitabın kapağı, eski bir zaman dilimini andırıyordu. Başlığına baktığımda, Kasabanın Gizemleri ve Kayıp Güçler yazıyordu. Kitabın üzerindeki mistik semboller beni hemen içine çekti.

Bu kitabın, kasaba hakkında anlatılan bazı efsaneleri içerdiğini fark ettim. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, kasabayla ilgili eski efsaneler, kayıp güçler ve tarihin derinliklerine dair bilgiler buldum. Archer yanıma yaklaştığında, kitabı ona gösterdim.

“Bu kasaba gerçekten sırlarla dolu,” dedim. “Bu kitabı alacağım.”

Archer başını sallayarak kitabı inceledi. “Burası, sıradan bir kasaba gibi görünmüyor değil mi? Belki de hayaletler vardır ha!?’’ Archer ellerini öne uzatıp hayalet taklidi yapmaya çalışırken göz devirdim.

‘’Mistik ve tarih iç iç seviyorsam bunu anlamaman senin problemin.’’ Diyerek omuz silktim. Archer tatlı bir şekilde sırıttığında raftan bir kitap almıştı.

Savaşçıların Kayıp Ruhları, diye mırıldanır mırıldanmaz hemen sırıttım.

‘’Bana diyene bak!’’

Archer omuz silkerek kitabın sayfalarını karıştırmaya başladığında başımı yaa yatırmış onu izlemekteydim.

‘’Asker tarihi seviyorsam bunu anlamamak senin problemin olurdu küçük hanım.’’

Bak sen!

Bir de sözlerimi bana kullanıyor bir de küçük hanım he!

‘’İyi bakalım şu raflara da bakacağım!’’ diyerek yanından ayrıldığımda Archer o raflardaki kitapları dikkatle incelemeye devam etmişti.

Kadim Güçler ve Büyülü Sırlar.

Büyücünün Mirası.

Erydor’un Gizemi.

Bu kitaplar da neydi böyle!?

Hepsini alıp okuyacağım! Tabii param yeterse!

Kitapları aldıktan sonra kasaya ilerledik. Neyse ki kasadaki yaşlı ve sevimli kadın bu kadar çok kitap almamızı ve de tarihe meraklı olduğumuzu gördüğünde fazlasıyla bir indirim yapmıştı bizlere.

Kitapları satın aldıktan hemen sonra Archer’ın önerisi üzerine birkaç dükkan ötemizdeki kasabanın küçük kafesine yöneldik. Kafenin kapısından içeri girer girmez, hafif kahve ve tarçın kokusu burnumuza doldu. İçerisi, eski tahta masalar ve yumuşak koltuklarla döşenmişti. Her köşede küçük kitap rafları ve duvarlarda eski kasaba resimleri asılıydı. Kafenin mistik havası, kasabanın geneline uyum sağlıyordu.

Bir masaya oturduk ve kahvelerimizi sipariş ettik. Kahvemizi beklerken, Eva kitaptan bahsetmeye başladı. Archer ise sessizce etrafı izliyordu, arada bir sohbete katılıp kısa cümlelerle sohbet ediyordu.

Kahvelerimizi yudumlayıp, kasaba hakkında daha fazla şey öğrendikçe, burada geçirdiğimiz zamanın bizim için sadece bir gezi olmadığını anlıyordum. Bu kasaba, sanki bize geçmişten gelen bir mesaj veriyordu.

Kasabanın dar sokaklarında geçirdiğimiz saatler, sanki farklı bir zamana yolculuk yapmışız gibi hissettirdi. Her köşe başında eski bir hikâye, her adımda keşfedilmeyi bekleyen bir sır vardı. Kitabevinden çıktığımızda, elimde “Kasabanın Gizemleri ve Kayıp Güçler” adlı kitabı tutarken içimde bir heyecan dalgası yükselmişti. Archer ve Eva yanımda yavaşça yürürken, aklımda hem bu kasabanın geçmişi hem de kitabın içinde neler bulabileceğim düşüncesi dolanıyordu.

“Burası gerçekten büyüleyici bir yer,” diye mırıldandım, sokakları gezerken üzerimize düşen hafif gölgelerin arasında adımlarımız yankılanıyordu.

Archer yanımda durup kasabanın eski taş binalarına bakarak başını salladı. Yüzünde her zamanki sakin ifadesi vardı, ama gözlerinde bir şeyler saklıydı. “Bu yerin sadece tarihi değil,” dedi alçak bir sesle, “aynı zamanda bir ruhu var. Burası yaşayan bir yer gibi. Her taşın, her köşenin bir sırrı sakladığını hissedebilirsin hatta Archer’ın bu sözleri beni bir an duraklattı. Onun da bu kasabanın derinliklerinde bir şeyler hissetmesi beni daha da meraklandırdı. Archer genellikle bu tür şeylere pek inanmaz, her şeyin mantıksal bir açıklaması olduğuna inanırdı. Ancak şimdi, o da bu kasabanın gizemli havasından etkilenmiş görünüyordu. Eva ise, yanı başımda sessizce ilerliyor, gözlerini etraftaki dükkânlardan ve insanlardan ayıramıyordu. Bazen durup bir vitrini inceliyor, bazen de uzak bir köşede bir şeyler arıyormuş gibi görünüyordu.

“Eva, sen ne düşünüyorsun?” diye sordum ona, sessizliğini bozmasını umarak.

Bir an duraksadı, gözleri hala bir dükkânın vitrinindeydi. “Bilmiyorum,” dedi sonunda. “Burası garip bir şekilde beni de içine çekiyor. Hem biraz ürkütücü, hem de… bir şeyleri keşfetmek istiyormuşum gibi hissettiriyor. Ama nedenini tam olarak çözemedim.”

Gülümsedim. “Belki de bu aldığım kitaplar bir cevap verir ve okuduktan sonra bazı cevapları bulabilirim.” diyerek elimdeki kitaba işaret ettim. “Kasaba hakkında ne kadar bilgi bulabileceğimizi görmek ilginç olacak.”

Archer, gözlerini sokaklardan çekip bana döndü. “Kitaplar bazen sadece yüzeyi anlatır. Asıl gerçekleri bulmak için daha derine inmek gerekir.” Ses tonu ciddi ve hafif bir uyarı gibiydi.

Archer’ın bu sözleri, zihnimin bir köşesine yerleşti. Onun kasaba hakkındaki bu gizemli düşünceleri beni hem meraklandırıyor hem de biraz korkutuyordu. Ama aynı zamanda heyecan vericiydi de. Belki de bu yüzden Archer’ın yanında olmak bana bu kadar iyi geliyordu. Onun bakış açısı, sıradan olanı bile büyüleyici bir hale getiriyordu.

Kasabada biraz daha dolaştıktan sonra, Archer’ın önerisiyle kasabanın eski antikacısına girdik. İçerideki hava, eski tahta ve toz kokusuyla doluydu. Her köşede farklı bir obje, farklı bir hikâye anlatıyormuş gibiydi. Archer, sessizce raflar arasında geziniyor, bazen eline bir obje alıp dikkatle inceliyordu. Eva ise, ilgisini çeken bir eski tabloya bakmakla meşguldü.

“Bunların hepsi geçmişin izleri,” dedi Archer, elindeki eski bir pusulayı inceleyerek. “Ama hangileri gerçek? Hangileri sadece bir masal?”

Onun bu düşünceli hâli beni daha da etkiliyordu. Archer’ın bu kadar derin düşüncelere kapılması nadirdi ve onu böyle görmek, onun da bir parçası olduğumuzu düşündüğüm bu gizemin içine çekildiğinin bir işaretiydi.

Antikacıdan çıktıktan sonra, kasabanın kafesine geri dönmeye karar verdik. Hava serinlemişti ve üstümüze çeken hafif bir sis çökmüştü. Kafeye vardığımızda, içerideki sıcaklık ve kahve kokusu hemen içimizi ısıttı. Oturduğumuz köşedeki masa, sanki daha önce bu tür sohbetlere tanık olmuş gibi eski ve rahattı.

“Bu yerin neden bu kadar çekici olduğunu merak ediyorum,” dedim düşüncelerimi paylaşarak. “Sanki sadece dışarıda değil, burada otururken bile bir şeylerin bizi izlediğini hissediyorum.’’

Eva, kahvesinden bir yudum alırken düşünceli bir şekilde başını salladı. “Belki de bu his sadece bizim hayal gücümüzdür,” dedi. “Ama yine de… senin hissettiğini ben de hissediyorum.”

Archer, sessizce dışarıdaki sisli havayı izlerken, düşüncelere dalmış gibiydi. “Bazı yerler, insanı bir şekilde içine çeker,” dedi sakin bir sesle. “Bu kasaba, sıradan bir yer değil.’’

Kahvemizi bitirip kasabanın sokaklarına tekrar adım attığımızda, günün son ışıkları yavaş yavaş yerini akşamın alacakaranlığına bırakıyordu. Sokak lambaları birer birer yanmaya başlamış, dar arnavut kaldırımlı sokaklarda yankılanan adımlarımız daha da derinleşmişti. Hava iyice serinlemişti ve hepimiz hafif bir ürperti hissediyorduk. Sessizlik, sadece adımlarımızın ve ara sıra geçen birkaç kasabalının selamıyla bölünüyordu.

“Akademiye dönme zamanı geldi sanırım,” dedim, içimde hafif bir buruklukla. Bu kasabadan ayrılmak istemiyordum, ama biliyordum ki burada geçirdiğimiz her an bizi daha derin bir gizemin içine çekiyordu. Belki de geri dönmek ve bir süreliğine bu gizemden uzaklaşmak daha iyiydi.

Archer, yanımdan geçerken kısa bir bakış attı. “Bu sadece bir başlangıç,” dedi alçak bir sesle. Daha görülmemiş çok yer var. Gözle görülmemiş, kulakla işitilmemiş. Ve bu kasabanın gizemleri asla bir günde bitirilemez.’’

Sözleri beni daha da meraklandırdı. Archer’ın bu kadar derin bir şekilde kasabayla ilgilenmesi, benim de hissettiklerimi doğruluyor gibiydi. Eva ise, yüzünde hafif bir tebessümle yanımıza yaklaştı. “Bir dahaki sefer belki daha fazla şey keşfederiz,” dedi. “Ama şimdilik, gerçekten akademiye dönmemiz gerekiyor.”

Bir dahaki sefer daha çok şey öğrenecektik!

...

Loading...
0%