Yeni Üyelik
28.
Bölüm

BÖLÜM 2: ERYNDOR

@selinayeda_x

ERYNDOR

 

Ay ışığının penceremin arasından girmesi karanlık gecemi aydınlatıyordu.

Uyandıktan sonra hala rüyanın etkisinde kalmış bir şekilde idim. Kalbim hızlı hızlı çarpmaya devam ediyordu, zihnimde beliren tapınak ve o taş kitap, içimde bir şeylerin uyanmaya başladığını hissettiriyordu. Yatağımda doğruldum, yanımda duran eski kitabı elime aldım ve derin bir nefes alarak odadaki ayak uçlarımın hizasında duran küçük masanın yanındaki pencereye doğru yürüdüm. Camın önündeki sandalyeye oturup dışarıdaki sessiz geceyi izlemeye başladım. Ayın ışığı odaya süzülüyordu, hafif bir meltem pencereden içeri giriyordu.

Kitabın sayfalarını yavaşça çevirdim, her sayfa ayrı bir sır, ayrı bir gerçek taşıyor gibiydi. Güçlerin tarihine dair yazılmış olanları okudukça kendimi daha da derinlere çekiliyormuş gibi hissediyordum. Sayfalar arasında kaybolurken bazı yerleri sesli okumaya başladım.

"Bu güçler, dünya dengede olduğunda en parlak haline ulaşır. Fakat dengesizlik olduğunda, kontrol edilmesi zorlaşır. Duygular, bu güçlerin kapılarını açar. Seçilenler, sadece güçlü değil, aynı zamanda bilge olmalıdır. Çünkü bilgelik olmadan güç, kaosa dönüşür..."

Dudaklarımın arasından çıkan bu cümleler beni irkiltti. Kitap tam olarak bana ne yapmam gerektiğini anlatıyordu. Sanki sadece fiziksel bir beceri değil, ruhsal bir yolculuk yapmam gerektiği vurgulanıyordu. Duygularımı kontrol etmem, kendimi tanımam gerekiyordu.

Sayfayı çevirirken bir başka cümle daha dikkatimi çekti. Yavaşça ve dikkatle okudum:

"Ataların ruhları, seçilen kişiye rehberlik eder ve ona güç verir. Güç, ancak ruhsal denge ve sevgiyle tam anlamıyla kontrol edilebilir..."

Bir anda derin bir iç çekiş duydum ve arkamı dönmeden önce annemin ve babamın odaya sessizce girdiklerini fark ettim. Yavaşça yanıma yaklaştılar, annemin bakışlarında yumuşak bir endişe vardı. Babam ise bana biraz daha güçlü bir duruşla baktı, ama onun da içinde bir şefkat gizliydi.

"Luna, artık uyumalısın," dedi annem nazikçe, elini omzuma koyarak. "Kitap seni çok etkiliyor, ama dinlenmen gerekiyor."

İtiraz etmek istemedim. Onların haklı olduğunu biliyordum. Yavaşça kitabı kapattım ve yatağıma doğru yürüdüm. Babam, kitabı dikkatlice aldı ve yatağımın yanındaki küçük masaya bıraktı. Annem yorganı üzerime çekti, sonra ikisi de yatağımın yanına oturdu. Annem alnıma yavaşça bir öpücük kondurdu. "Biz her zaman buradayız, Luna. Seni seviyoruz."

Babam da elini saçlarımda gezdirerek, "Her şeyin bir zamanı var," dedi. "Kendini yormadan, adım adım öğreneceksin. Şimdi dinlen."

Gözlerim yavaşça kapanırken, ikisinin sessizce odadan çıkışlarını duydum. Yorgunluğun ve rüyanın etkisiyle hızla derin bir uykuya daldım. Gece boyu bir daha rüya görmedim, sanki içimdeki tüm karmaşa biraz olsun yatışmış gibiydi.

Sabah güneşinin penceremden süzülerek gözlerimle buluşmasının ardından gözlerimi kırpıştırarak açtım ve böylece uyandım. Oda aydınlıktı, dışarıda kuşların cıvıltıları duyuluyordu. Uyandığımda kendimi hafif ve dinlenmiş hissediyordum. Oda sanki bir önceki geceye göre daha sıcak ve huzurluydu. Ama çok kısa sürmüştü bu huzur!

‘’Mirasını hatırla Luna!’’

Aklımda hala dolanan bu sözler kafamı epeyce bir karıştırmıştı.

Daha ne yapacağımı anlayamamışken sorunlarıma bir diğeri ekleniyordu.

Üzerimdeki yorganı yavaşça kenara atıp yataktan kalktım. Annem mutfakta bir şeyler hazırlıyordu, babam ise gazeteyi okuyor gibi görünüyordu. İçimde huzurlu bir his vardı; o an, her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu düşündüm.

Mutfakta bana ayrılmış olan sandalyeye oturduğumda annem gülümseyerek önüme sıcak çay ve kahvaltı tabaklarını koydu. "Bugün dinleneceksin, Luna," dedi. "Dün gece yeterince yoruldun."

Babam da başını gazetesinden kaldırarak bana bir bakış attı. "Biraz daha sakinleşmeye ihtiyacın var," dedi nazikçe. "Bu sabah her şey yavaş yavaş akacak."

Kahvaltı masasında ailemle birlikteyken, sıcak çayımı yudumlarken her şey sanki normal bir sabah gibi görünüyordu. Yumurta, peynir, zeytin... Her şey normaldi, ama içimdeki o yeni uyanan güç, beni bu normallikten çekip bambaşka bir dünyaya götürüyordu.

Babam, kahvaltı sonunda sandalyesinde biraz doğrularak ciddi bir bakışla bana döndü. “Luna, bu yolculuk senin için kolay olmayacak. Ailemizden gelen güçler, her zaman bir sorumluluk anlamına gelmiştir. Ama seni zorlamadan, yavaş yavaş öğreneceksin. Önünde uzun bir süreç var."

Annem, babamın söylediklerini destekleyerek ekledi. "Bugün seninle bazı temel şeyleri paylaşmak istiyoruz. Güçlerinin ne olduğunu anlamak için önce onları tanımalısın. Kitap seni yönlendirecek, ama biz de buradayız."

Babam, biraz duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti. "Güçlerimizi kullanırken en büyük zorluk, onları kontrol etmektir. Güçler duygularla bağlantılıdır, hatırlıyor musun? Özellikle öfke, korku ve kaygı güçlerini serbest bırakabilir, ama aynı zamanda onları tehlikeli hale getirebilir."

Annem, babamın sözlerine ekleme yaparak, “Senin için en önemli şey duygularını tanımak, dengelemek ve doğru kullanmak. Gücün içinde barınan enerjiyi doğru yönetirsen, atalarımızın yolundan giderek dünyaya denge getirebilirsin.”

Bu söylenenler içimde bir ağırlık bıraksa da, aynı zamanda bir kararlılık hissettim. Kahvaltı boyunca annem ve babam bana, yolculuğumda dikkat etmem gereken şeyleri anlattılar. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak güçlü olmam gerektiğini, duygularımı kontrol etmeyi öğrenmenin en büyük sınavım olacağını söylediler.

Yavaşça babam bana kitabı geri uzatarak ekledi, “Bu kitabı okurken dikkatli ol, Luna. Her cümlesi bir ders, her sayfası bir rehber. Ama unutma, sadece okumak yetmez. İçinde hisset, bu bilgileri hayatına geçir. Ancak o zaman tam anlamıyla gücünü kullanmayı öğrenebilirsin.”

Kitaba bakarken derin bir nefes aldım. Önümde uzun bir yol vardı, ama ailemin desteğiyle bu yolda ilerleyebileceğime inanmaya başladım.

Tam bir hafta!

Arayışım müdahalesiz tam bir hafta sürmüştü.

Bu geçen bir hafta, hayatımın en karmaşık ve yoğun dönemlerinden biriydi. Kitap beni o kadar içine çekmişti ki, zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyordum. Günler birbirini kovalıyordu ve her yeni sayfa, beni biraz daha derine sürüklüyordu. İlk başlarda, kitabın dilini anlamak zordu. Eski, karmaşık semboller ve metaforlarla doluydu. Ama ne kadar çok okursam, o kadar fazla anlam çıkarmaya başlıyordum. Kitap sanki zamanla benimle konuşuyor gibiydi. Her okuduğumda farklı bir şeyler keşfediyordum; güçlerimin sınırları, atalarımın yaşadığı deneyimler, bu yeteneklerin ne kadar derin ve karmaşık olduğuna dair hikayeler. Bu süreçte, kendimi tamamen bu kitapla bir bütün gibi hissetmeye başlamıştım.

Odamda neredeyse kapana kısılmış gibi günler geçirdim. Sabahları erkenden uyanıyor, kitabı alıp pencerenin önündeki sandalyeye oturuyordum. Saatlerce hiç ara vermeden okuyordum. Her sayfa, beni geçmişe, atalarımın dünyasına götürüyor ve sanki onların anılarını yaşıyordum. Bu gücün tarihini öğrenmek, onu anlamak beni büyülüyordu. Kitaptan öğrendiklerim sadece teorik bilgiler değildi; içimde, ruhumda bir şeyler uyanıyordu. Kendimi daha önce hiç hissetmediğim kadar farklı ve güçlü hissediyordum.

Güçlerimle ilgili her bir bilgi beni derin bir yolculuğa çıkarıyordu. Kitapta sıkça vurgulanan şey, bu güçlerin sadece fiziksel değil, ruhsal bir boyutunun da olmasıydı. Gücün kaynağı, içimdeki duygularla bağlantılıydı. Güç ne kadar büyükse, kontrolü de o kadar zor oluyordu. Bu yüzden kendimi sürekli bir denge içinde tutmam gerektiğini anladım. Öfke, korku, ya da aşırı sevinç gibi duygular, gücün taşmasını sağlayabiliyordu. İçimdeki enerji, bir barajın ardında birikiyormuş gibi hissediyordum. Bunu kontrol etmezsem, baraj yıkılacak ve her şey kaosa dönüşecekti.

Bu süreçte annem ve babam da benimle konuşmayı denediler. Annem özellikle odama gelip dışarı çıkmamı, biraz hava almamı istedi, ama her seferinde onu reddettim. "Anne, anlamıyorsun. Bu çok önemli," dedim birkaç kez. O ise bana anlayışla yaklaşmaya çalıştı, ama bakışlarında endişeyi görebiliyordum.

Odamda geçirdiğim günler boyunca sık sık annemle göz göze geliyordum. Beni izlerken içindeki kaygıyı gizlemeye çalışıyordu, ama başarılı olamıyordu. Babam ise bu süreçte biraz daha sessizdi, ama onun da beni gözlemlediğini fark ediyordum. Her geçen gün, kitapla olan bağım güçleniyor, ama aynı zamanda içimde büyüyen bir yalnızlık hissi de artıyordu. Arkadaşlarımdan tamamen kopmuş gibiydim. Telefonum haftalardır elime bile değmemişti.

Bir hafta sonra annem, artık bu sessizliğe daha fazla dayanamamış olmalı ki, odaya girip yatağımın kenarına oturdu. Elinde bir fincan sıcak çay vardı ve bana baktığında yüzünde ciddi bir ifade belirdi.

“Luna, bu kadar içine kapanmak sana iyi gelmiyor,” dedi, sesi sakin ama kararlıydı. “Evet, bu kitap önemli. Güçlerin ve tarihin senin için çok şey ifade ediyor olabilir, ama hayat sadece bu değil. Sen genç bir kızsın. Dışarı çıkman, arkadaşlarınla buluşman, dünyayla bağını koparmaman gerekiyor.”

Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerim kitaptan yorgun düşmüştü. Annemin söylediklerini anlıyordum, ama sanki başka bir boyutta yaşıyormuş gibiydim. “Anne, bu güçler… Sadece bir kitaptan ibaret değil. İçimde hissediyorum. Gerçekten güçlü bir şey var ve bunu anlamadan nasıl dışarı çıkabilirim ki?”

Annem bir an sessiz kaldı, derin bir nefes aldı ve sonra tekrar konuştu. “Biliyorum, Luna. Senin yaşadıklarını anlamaya çalışıyorum. Ama bu güçleri anlamak için kendini bu kadar soyutlaman doğru değil. Güçler, dünyayla bağlantılıdır. Eğer kendini dünyadan tamamen soyutlarsan, onları nasıl kontrol edeceksin? Yaşamın bir parçası olmalı, dengeyi bulmalısın.”

Bir an durdum, düşündüm. Annem haklıydı. Bu güçlerin kontrolü, içsel dengeyle bağlantılıydı ve ben bu dengeyi sadece kitap okuyarak bulamazdım. Biraz hayal kırıklığıyla kitabı yavaşça kapattım. Annemin bana verdiği mesaj çok açıktı; dışarı çıkmam gerekiyordu, dünyaya karışmam gerekiyordu.

O an, telefonumu elime aldım ve uzun zamandır görmediğim arkadaşlarıma mesaj attım. Kısa bir süre sonra, birkaç arkadaşımın resim atölyesinde buluşmayı teklif ettiğini gördüm. Birkaç mesaj yazıp, buluşmayı kabul ettim. Çizim yapmak, her zaman beni rahatlatan bir şeydi, belki bu bana da iyi gelecekti.

Atölyeye gittiğimde arkadaşlarım beni sıcak bir şekilde karşıladı. Yüzlerinde bir şaşkınlık vardı, çünkü neredeyse haftalardır ortalarda yoktum. Herkesin bana sorular sormaya başlaması biraz bunaltıcıydı, ama ben olabildiğince kısa ve net cevaplar verdim. İçimde hala kitaba ve güçlere dair bir şeyler düşünüyordum, ama kendimi bu anın içine çekmeye çalıştım.

Atölyeye oturduğumda önüme boş bir tuval koydular. Ellerime kömür kalemini aldığımda, içimde bir kıpırtı hissettim. Çizim yapmak her zaman benim için bir kaçış olmuştu. Tuvalin önünde otururken, kalemim sanki kendiliğinden hareket ediyormuş gibi hissettim. Gözlerim çizime odaklandıkça, içimdeki enerji de tuvale akıyordu. Güçlerim resimlerime sızıyor gibiydi. O kadar odaklanmıştım ki, çevremde olup biten hiçbir şeyi duymuyordum. Sadece tuval ve ben vardık.

Bir süre sonra, gözlerim yorulmaya başladı. Çizdiğim her çizgi sanki beynimde bir yankı bırakıyordu. Tuvale baktığımda, gördüğüm şey beni biraz şaşırttı. Yaratıcı bir güçle çizdiğim bu resim, olağanüstü detaylı ve canlıydı. Gözlerim resme her baktığında bir dalgalanma hissediyordum, sanki resim canlanacak gibiydi. O an anladım ki, güçlerim sadece fiziksel bir boyutta değil, sanatsal yaratıcılığımda da kendini gösteriyordu.

Bu his, bana tuhaf bir huzursuzluk verdi. Çizimle bu kadar derin bir bağ kurmak, gücümün tuvale yansıması beni ürküttü. Kalemi elimden bıraktım ve geri çekildim. Gözlerim acıyordu, başım hafifçe dönüyordu. Bu, kesinlikle gücümün bir yan etkisiydi.

İçimdeki enerji resme aktıkça, gözlerimdeki yorgunluk arttı. Gücüm resimlerime bile etki ediyordu. Resmin bu kadar canlı ve detaylı olmasının bir nedeni vardı. İçimdeki güç, çizgilerin arasına sızmıştı. Çizdiğim her çizgi, sanki içimdeki enerjiden besleniyordu. Ama bu enerji kontrolsüzdü. O an anladım ki, güçlerim sadece fiziksel dünyada değil, sanatsal yaratımlarımda bile var olabiliyordu.

Güçlerimle bir tür yaratıcı bağlantı kurmuş gibiydim. İçimdeki enerji, çevremdeki dünyaya sızıyor, çizim yaptığımda bile etkisini gösteriyordu. Bu güçlerin neden ve nasıl ortaya çıktığını daha iyi anlamaya başladım. Güçlerim, duygularımla bağlantılıydı ve bu duygular tuvale yansıyordu.

Başım hala dönmeye devam ederken, atölyedeki arkadaşlarım yanıma yaklaştı. Onlara her şeyin yolunda olduğunu söyledim, ama içimde fırtınalar kopuyordu. Güçlerim, sadece savaş ya da savunma amaçlı değildi.

Yaratıcılık, sanatsal ifade bile bu güçlerle dolup taşıyordu.

Atölyedeki resim seansı sonrası başım dönerken güçlerimin yarattığı etkiyi göz ardı edemezdim. Ellerimle çizdiğim resmin önünde dururken, başımın dönmesi geçmiyordu. İçimde bir fırtına kopmuş gibiydi. Resme baktıkça, gözlerim daha da yoruluyor, sanki içimdeki enerji tuvalden geri bana vuruyordu. Bu güç, sanatıma bile sızıyordu ve kontrolsüzdü. Kalemi elimden bıraktım ve derin bir nefes aldım.

Atölyedeki arkadaşlarım ne olduğunu anlamadan bana yaklaşıp endişeli bir şekilde sordular:

"Luna, iyi misin? Yüzün bembeyaz oldu."

Gözlerimi kapatıp toparlanmaya çalıştım. "Biraz başım döndü sadece," diye mırıldandım. "Yorgunum galiba."

Ancak içimdeki gerçek sebebi biliyordum: Gücüm artıyordu ve kontrolümden çıkıyordu. Annem ve babamın söyledikleri zihnimin bir köşesinde yankılanıyordu. Bu güç, sadece bende değil, atalarımda da vardı. Ama onlar kontrol etmeyi öğrenmişlerdi, bense tamamen kaybolmuş gibiydim. Bu durumu nasıl yöneteceğimi bilmiyordum.

Arkadaşlarıma kısa bir süre daha eşlik ettim, ama içimdeki bu baskı, beni eve dönmeye zorluyordu. Atölyeden ayrılırken adımlarım ağırlaştı. Telefonum cebimde titrediğinde, annemden bir mesaj aldım: “Akşam yemeğine gel, konuşmamız gereken şeyler var.”

Ev yolunda aklımda hala o tuvaldeki resim vardı. Güçlerim sadece fiziksel olarak değil, zihinsel ve sanatsal olarak da bana hükmetmeye başlamıştı. Evde bu durumu nasıl anlatacaktım? Ne diyecektim? Korkum büyüyordu.

Eve girdiğimde, annem mutfakta hazırlık yapıyordu. Yemeğin kokusu etrafa yayılmıştı ama iştahım yoktu. Babam henüz eve gelmemişti, ama annem oldukça sessiz ve ciddi görünüyordu. Yanıma gelip bir süre bana baktı. Sanki ne hissettiğimi anlıyordu. Her zaman olduğu gibi, annemin gözlerinde o güven verici bakışı buldum, ama bu sefer bir şeyler değişmişti. İçinde derin bir endişe vardı.

"Biraz dinlen, baban gelince konuşuruz," dedi annem, yumuşak bir sesle. Sessizce başımı salladım ve odama çekildim.

Odamda kitap, masamın üzerinde açıktı. Sayfalarına bakarken bir hafta önce nasıl bu kadar derinlere daldığımı düşündüm. Kitabın içeriği büyüleyici, ama aynı zamanda yorucuydu. Güçlerim hakkında öğrendiğim her şey, bu yükü taşımanın düşündüğümden daha zor olacağını gösteriyordu. Atalarımın yaşadığı bu deneyim, benim için bir mirastan çok, koca bir sorumluluktu.

Akşam yemeği saati geldiğinde, babam eve girdi. Klasik bir gün gibi görünse de, içerideki hava farklıydı. Babam her zamanki gibi mutlu ve enerjik görünmüyordu. Sofraya oturduğumuzda, üçümüz arasında ağır bir sessizlik vardı. Annem ve babamın gözleri sürekli birbirine bakıyor, sanki bir şey söylemek için zaman kolluyorlardı.

Sonunda babam konuşmaya başladı. "Luna," dedi, sesi her zamankinden daha ciddi. "Seninle bir konuda konuşmamız gerekiyor."

Kaşığımı tabağa bıraktım ve ona baktım. Babam derin bir nefes aldı, sanki bu konuşmayı yapmak zorundaymış gibi bir hali vardı. Gözleri, annemin gözlerine kaydı, ardından bana döndü.

Sesi sakin ama derindi. "Bu güçler… sadece sende değil. Her zaman var olan ve yıllarca nesilden nesile geçen bir miras. Ama biz bu kadar kısa sürede bu kadar güçlenebileceğini tahmin etmedik."

Bir an donup kaldım. "Ne demek istiyorsun? Güçlerimin kontrolden çıktığını mı düşünüyorsunuz?"

Annem derin bir nefes alıp lafa girdi. "Hayır, Luna. Ama kontrolsüz olduğunu düşünüyoruz. Güçlerin, sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da sana etki ediyor. Bunu kontrol altına alman gerekiyor, aksi takdirde daha fazla sorun yaşayabilirsin."

Gözlerim doldu. İçimdeki baskı iyice arttı. "Peki nasıl? Bu gücü nasıl kontrol edeceğim?"

Babam derin bir nefes alıp devam etti. ‘’Bunu başarmaya çabalamalısın. Ardından da uzaklaşmayı. Bir yerden başka bir yere geçtiğinde ve ortam değiştirdiğinde bu sana iyi gelecektir.’’

‘’Ne… Ne değişimi anlamıyorum?’’ Sesim titrek ve korkarak çıkmıştı. Sanki cevabı biliyormuş gibiydim. Babamın yüzüne bakmaya devam ettiğimde sözlerini sürdürdü.

‘’Yeni okul döneminde güzel sanatlar akademisi olan Gryndol’da değil bir kasaba şehrinin sınırlarında yer alan doğayla iç içe olan Eryndor Akademisi’nde okuyacaksın. Teknoloji ve geçmiş mirası harmanlayan, vizyonu ve misyonu gelişmiş bir okul. Geleceğin liderlerini, aklı selim insanlarını yetiştiren bir akademi. Seçmeli dersler, atölyeler, ders dışı etkinlik yönünden oldukça gelişmiş bir akademi olmakla birlikte öğrenci alım konusunda da seçicilerdir. Kalabalıktan uzak, gürültüden uzak, en önemlisi de eski yaşantından uzak bu yerin misyonu sana iyi geleceğini düşünüyoruz. Orada yeni bir başlangıç sana iyi gelecek Luna, güçlerini okulun derin tarihini barındıran kütüphanesinde keşfedebilecek, ormanın gepgeniş çevresinde güçlerini deneyebilecek ve terk edilmiş kiliselerde güçlerinle ilgili ritüeller yapabileceksin. Şehrin içindeki bu zorlu hayattan ziyade seni oraya kaydetmeye karar verdik. Yaz tatili bitimi, güz döneminde oradasın tatlım.’’

Sözleri beynimde yankılandı. "Okul mu?’’ diye sordum şaşkınlıkla.

‘’En çok sevdiğim şeyi yapabileceğim bir akademiye gidecekken neden böyle bir şey yapıyorsunuz baba!?’’ Sesim gereğinden fazlaca ve kaba çıkmışken çoktan ayaklanmıştım.

Mirasımın öfkesiydi bu, güçlerimin.

Annem yanıma gidip elimi sıkıca tuttuğunda sesi yumuşaktı. ‘’Sakin ol Luna. Senin iyiliğini istiyoruz eminim sen de anlayış göstereceksin. Seni kabul etmeye karar verdiler, okulun dibindeki yurtta da bir oda bulacaksın kendine, sadece başvuru yapmalıyız. Burada keşfettiğin ve dizginlemeye çalıştığın öğrendiğin bu yeni güçleri o kasabada tamamen arşa çıkarabilirsin. Sen… Luna Claire’sin, bizim kızımızsın! O kasaba geçmişimizin bir mirası, güçlerin mekanı! En azından böyle düşünerek daha anlamlı kılabilirsin yolculuğunu. O kasabada mistik bir hava var ve o kasabanın mistik havası seni hemen içine çekecek göreceksin, insanları çok sakin ve de sessiz. Huzur var mutluluk var sevgi ve saygı var! Tam da senin ve de güçlerinin ihtiyacı olan şey. Orada asla yalnız hissetmeyeceksin Luna, sadece kendine güvenmeli ve bu yeni hayata adımını cesurca atmalısın. Çünkü biz sana güveniyoruz sevgili kızım! Orada kendinin en iyi halini bulacaksın.’’

Bir akademi… Geleceğimi parlatacak akademi!

Bu patlak vermiş yeni güçlerimi korkusuzca kullanabileceğim sakinlikte bir kasabanın akademisi!

Köylü okuluna mı gideceğim yani!?

Annem masadan kalktı ve odadan bir kutu getirdi. İçinde bir bileklik, bir kolye ve küçük bir şişe vardı. "Bu bileklik, gücünün yoğunlaştığını hissettiğinde takabilirsin," dedi, bilekliği elime verirken. "Bu da enerjini dengelemek için," diye ekledi, kolyeyi uzatırken. "Eğer kendini fazla enerjik hissedersen, bu kolyeyi kullanarak enerjiyi azaltabilirsin."

En son elime küçük bir şişe verdi. "Bu ise en son çare… Eğer kontrol tamamen elinden çıkarsa, bunu kullanarak gücünü kesebilirsin. Ama bunu sadece en zor durumda kullanmanı istiyoruz."

Şişeyi elimde tutarken, içimde bir ağırlık hissettim. Sanki bu objeler, güçlerimin ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyordu. Annem ve babam bana bu objeleri verirken, onların ne kadar endişeli olduklarını hissettim. Ama aynı zamanda, bu güçleri kontrol etmem için bana bir yol gösteriyorlardı.

İçimde karışık duygular vardı: korku, merak, sorumluluk. Ama bu yeni yolculukta yalnız olmayacaktım, bu beni biraz olsun rahatlatıyordu.

Odama çekilerek pembe laptobumun kapağını kaldırarak açtım.

Bakalım şu kasaba okulu Eryndor’a!

Babamın bahsettiği okul… Eryndor Akademisi… Gerçekten nasıl bir yerdi? Orada benim gibi insanlar var mıydı? Güçlerimi kontrol etmeyi öğretecekler miydi?

Tarayıcıyı açıp hemen okulun adını arattım: Eryndor Akademisi. Birkaç saniye içinde ana sayfası yüklenmeye başladı. Sayfa açılır açılmaz, gözümün önüne etkileyici bir görüntü geldi. Geniş, taş duvarlı bir bina, etrafında yemyeşil çimenler ve ağaçlarla çevriliydi. Okulun ana binası, adeta tarihin içinden kopmuş bir kaleyi andırıyordu. Yüksek kuleler, zarif kemerler ve büyük cam pencereler… Bir an duraksadım, çünkü bu yer, düşündüğümden çok daha fazlasıydı.

Ana sayfada yer alan büyük başlık dikkatimi çekti. Geleceğin İçin Eryndor!

İçimden bir ürperti geçti. Ardından siteyi araştırmaya koyuldum.

Sayfanın aşağısına kaydırdım ve "Mezunlar" kısmına geldim. Okulun mezunlarından bazılarının isimleri ve başarıları listelenmişti. Bir kadın — Aislin Moore — doğaüstü şifa yetenekleriyle tanınıyordu. Yani aslında Eryndor’un ders konusunda çeşitliliği çok fazla idi. Bu kişi şifa yetenekleriyle bilindiğinde göre tıpsal dersler de vermekteydi.

Bu mezunlar sitenin yazdıklarına göre harika yerlere gelmiş bireyler olmuşlardı.

Belki ben de bir gün bu insanlar gibi olabilirdim.

Akademik kadroya bakmadan önce ders içeriklerine göz gezdirmek istedim.

Enerji Kontrolü, Yönetim ve Gelişim, Teknoloji, Doğa Bilimi, Ekoloji, Çevre Bilinci, Sağlık, Fizyoloji, Anatomi, Görsel sanatlar ve müzik…

Artık bakmama dahi gerek yoktu!

Görsel sanatları gördüğüm an kalbim durmuştu çünkü!

Burası gerçekten inanılmaz bir yer izlenimi vermişti bana. İçimdeki korkunun yerini yavaşça bir merak aldı.

Okulun fotoğraflarına baktım. Kocaman sınıflar, laboratuvarlar, doğayla iç içe olan yürüyüş yolları… Hepsi bir masal dünyasını andırıyordu. Öğrencilerin toplandığı büyük bir avlu vardı; bu avlunun ortasında bir çeşme, etrafında da oturmuş gençler görünüyordu. Kimisi kitap okuyordu, kimisi konuşuyordu, kimisi ise gözlerini kapatmış bir şeyler yapıyordu… Belki meditasyon? Fotoğraflardaki yüzler yabancıydı ama tanıdık bir şey vardı ki o da hemen hemen yaşıtlarım oluşuydu!

Aylar sonra birinci sınıf olarak ilk dönemime başlayacak ve de ilk dersime girecektim, reşit olarak!

Belki de sonunda kendimi ait hissedebileceğim bir yer bulmuştum.

"Bu yer… inanılmaz," diye kendi kendime fısıldadım. Zihnimdeki endişeler hafiflemeye başladı. Başlangıçta babamın bu okul fikrini ortaya atması bana ürkütücü gelmişti. Güçlerimi kontrol edebileceğimi bile düşünmüyordum. Ama şimdi, Eryndor’un sunduğu imkânları ve ortamı gördükçe, sanki bir umut ışığı belirmişti. Burada gerçekten bir şeyler öğrenebilirdim. Belki de bu güçlerin sadece bir lanet olmadığını, doğru yönlendirildiğinde bir lütfa dönüşebileceğini keşfedecektim.

Sayfanın altında yer alan "Sıkça Sorulan Sorular" bölümüne tıkladım. "Öğrencilerin yaşadığı zorluklar" başlığı altında, ders seçiminde yaşanılan kararsızlıklardan bahsediliyordu ve Eryndor hepsini seçebilme imkanı sunmuştu. En az altı ders olan bir dönemde aslında altıdan daha fazla ders niteliğinde seçmeli dersler alabileceğimizi sunuyordu bizlere.

Ve bu misyon ve vizyon tek bir kişiye aitti.

Belli değil miydi?

Tabii ki de bir kadına aitti!

Müdire İsabella Ra Folga!

Sayfada hakkında yazanları okurken, kendimle özdeşleştirdiğim birçok şey buldum.

Birden zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark ettim. Annem odama girdiğinde, sanki bir süre başka bir dünyada kaybolmuş gibiydim.

“Nasıl buldun?” diye sordu annem, sesinde yumuşak bir tını vardı.

Başımı laptop ekranından kaldırıp ona baktım. “İnanılmaz bir yer… Gerçekten harika görünüyor,” dedim, hala fotoğrafların ve yazıların etkisi altındayken.

Annem gülümsedi, gözlerinde derin bir rahatlama vardı. “Biz de senin için doğru yer olduğuna inanıyoruz,” dedi, elini omzuma koyarak. “Babanla bu kararı kolay almadık, ama senin gücünü kontrol edebilmen ve kendini daha iyi tanıman için bu akademinin en iyi yer olduğuna inanıyoruz.”

Başımı salladım, hala içimde bir yerlerde o karmaşık hisler devam ediyordu. Ama artık kendimi bu yola daha hazır hissediyordum. Zaten başka bir seçenek de yoktu. Kontrolsüz bir şekilde yaşamaktansa, bu yolculuğa adım atıp kendi içimdeki gücü tanımak zorundaydım.

Yavaşça laptopu kapattım ve derin bir nefes aldım. "Hazırlanmam lazım," dedim kendi kendime. Bu yeni hayat, bu yeni okul… Hepsi yakında gerçek olacak.

Bu yolculuğun başında olsam da, şimdi kendime olan güvenim artmıştı. Her şey belirsizdi, ama içimdeki bu karmaşık gücü anlamak ve kontrol edebilmek için bir fırsat vardı. Ve bu fırsat, belki de bana gerçekten kim olduğumu gösterecekti.

Günler hızla geçerken, her şey bir kabustan uyanmış gibi hissettiriyordu. Ailemin doğaüstü olduğumu açıklaması, ardı arkası kesilmeyen kaygılar ve şimdi önümde duran yeni bir başlangıç… Hayatım aniden ters yüz olmuştu. Birkaç gün içinde bir okula kaydolacak, yeni bir yer, yeni insanlar ve yeni bir kimlik kazanacaktım.

Annemle babam, beni o akademiye göndermek için her şeyi hazırlamaya başlamıştı. Online kayıt işlemi yapılırken, gözlerim ekranın parlak ışığında geziniyordu. Babam, kayıt formunu dikkatle dolduruyordu.

Bu sadece beş yıllık bir eğitim süreci değildi. Beni tam anlamıyla başka bir dünyaya adım attırıyordu. Formları tamamladık, annem bir kenarda sessizce oturup her şeyi izliyordu. Gözlerinde tuhaf bir karışım vardı; hem umut hem de korku.

Kayıt işlemi tamamlandığında, odama çekildim.

Üzerinde “Akademi Yurdu” yazan bir yurt kaydı da onaylanmıştı. O koca bina... Onun içinde ne tür sırlar saklanıyordu acaba?

 

Loading...
0%