@selinayeda_x
|
Leo’nun sözlerinden sonra etrafa hafif bir sessizlik yayıldı. Sanki herkes, o an söylediklerinin altında yatan anlamı çözmeye çalışıyordu. Ardından, birkaç saniye süren bu sessizliği Nova’nın alkışları ve gülümsemesi bozdu. Onun peşinden diğerleri de alkışlamaya başladılar. Leo’nun yüzünde her zamanki kendinden emin gülümseme belirdi. “Şimdi, hepinizin kendinizi göstermesi için sahneyi açıyorum. İsteyen gelsin, yeteneklerini sergilesin ya da sadece burada bizimle olsun. Gece boyunca neler yapabileceğimizi görmek istiyorum. Potansiyelinizi serbest bırakın!” dedi Leo, ve sahneden inip bizim aramıza katıldı. Sözleri ise... Sadece mecaziydi. Bir nevi... Bizleri dansa davet etmekte idi! Müzik yeniden çalmaya başladığında, insanlar sahneye çıkmak için sıraya dizilmeye başladı. Kimisi sıradan bir yetenek sergiliyor, kimisi de güçlerinin sınırlarını zorluyordu. O an, buranın ne kadar özel bir yer olduğunu bir kez daha fark ettim. Nova, sahnenin kenarına yaslanmış, etrafı izliyordu. Gözleri zaman zaman Leo’ya kayıyor, dudaklarında hafif bir gülümseme beliriyordu. Leo’nun yanına yaklaşırken Nova’nın duruşunda bir değişiklik oldu. Onunla baş başa kalmak istiyordu. Bunu her halinden anlayabiliyordum. Leo, Nova’nın yanına geldiğinde başını eğdi ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Nova başını geriye atıp güldü ve ardından Leo’nun koluna girdi. İkisi birlikte sahneden biraz uzağa, daha loş bir köşeye doğru yürüdü. Gözlerimi onlardan ayıramazken birden, bir elin hafifçe omzuma dokunduğunu hissettim. Aniden irkilip döndüğümde Archer’la burun buruna geldim. Gözlerinde kurnaz bir parıltı vardı. “Luna,” dedi hafif bir sesle, gözlerini benden ayırmadan, “Bu gece garip bir hava var, değil mi?” Kollarımı göğsümde birleştirip ona baktım. “Bunu mu demek istiyorsun, Archer? Bu gece tuhaf şeyler olacağını mı düşünüyorsun?” Sesimde hafif bir meydan okuma vardı ama aslında hissettiklerimden o kadar da emin değildim. Archer hafifçe gülümsedi. “Hayır, sadece senin gözlerinden neler geçtiğini merak ettim. Leo’nun bu gece neden bu kadar coşkulu olduğunu anlıyor musun?” dedi ve gözleriyle Leo’yu ve Nova’yı işaret etti. Ona cevap vermek yerine, gözlerim tekrar Leo ve Nova’ya kaydı. İkisi de birbirlerine çok yakındı. Nova, Leo’nun boynuna hafifçe eğilmiş, ona bir şeyler fısıldıyordu. Leo ise ona hafifçe gülümsüyor, elini Nova’nın sırtına doluyordu. İçimde bir huzursuzluk dalgası yayıldı, ama bu hissi bastırdım. Onlar sadece… dans ediyorlardı. Sadece bu kadardı. Archer tekrar konuştuğunda, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Sanırım bu gece hepimizin içindeki bazı duygular açığa çıkacak. Leo sadece bu partiyi düzenlemekle kalmadı, aynı zamanda hepimizi burada bir araya topladı. Görmüyor musun? Hepimiz buradayız. Güçlerimizle ve sırlarımızla.” Gözlerimi Archer’a çevirdim, onun gözlerindeki o kararlılığı görmezden gelmek zordu. “Bu, sadece bir gece, Archer. Bunu fazla büyütüyor olabilir misin?” dedim, ama onun bakışları beni susturdu. Sanki tüm sırlarımı biliyormuş gibi bakıyordu. “Belki,” dedi omuz silkip, “Ama dikkatli ol, Luna. Bu gece hepimiz biraz daha yakından gözlemleniyoruz. Sen bile.” Archer’ın söyledikleri içimde bir şeyleri tetikledi. Ama bunu düşünmeden önce, birdenbire Archer bana doğru bir adım attı ve elini uzattı. “Dans etmek ister misin?” diye sordu. Gözlerinde hafif bir meydan okuma vardı. Tereddüt ettim. Ama bu gece zaten her şeyden uzaklaşmak istemiyor muydum? Anı yaşamak? Derin bir nefes alarak elini tuttum ve o anda Archer, beni yavaşça dans pistine çekti. Müzik değişmişti; ritmik ama bir o kadar da sakin bir melodi çalıyordu. İçimdeki gerilimin bir kısmı, Archer’ın beni nazikçe yönlendirmesiyle dağıldı. “Bu gece garip şeyler olacakmış gibi konuşuyorsun ama şu an garip olan tek şey, senin bu kadar ciddi olman,” dedim alaycı bir şekilde, başımı hafifçe ona çevirip. Archer gülümsedi. “Bu gece ciddi olmak istemiyorum, Luna. Bu gece sadece…” Sözleri yarıda kaldı ve gözleri bir an için uzaklara daldı. “Sadece buradayım. Seninle.” Kalbim bir an durdu. Bu cümlelerin altında yatan anlamı çözmeye çalışıyordum ama o anda gözlerimiz kesişti ve tüm bu düşüncelerim kayboldu. Archer’la böyle bir an yaşamayı hiç beklemiyordum. Gözlerimin içine bakarken, elini sırtıma daha sıkı bastırdı ve beni kendine çekti. Sanki tüm dikkatini bana vermişti ve bu beni tedirgin ediyordu. “Archer, bu gece sadece dans edelim, tamam mı?” diye fısıldadım, sesimdeki hafif kırılganlığı gizlemeye çalışarak. Archer başını hafifçe eğdi, yüzünde küçük bir gülümseme vardı. “Elbette, Luna. Sadece dans…” Müzik yavaşça devam ederken, ikimiz de sessiz kaldık. Onunla böyle yakın olmak, hem tuhaf hem de rahatlatıcıydı. Archer’ın sıcaklığı ve onunla bu anı paylaşmak, içimde garip bir huzur hissi yarattı. Ama aynı zamanda, o gece Leo ve Nova’ya bakışlarımı çevirdiğimde gördüğüm şey beni tekrar düşünmeye itti. Nova, Leo’nun kollarındaydı. Birbirlerine çok yakın dans ediyorlardı, ve Nova’nın Leo’ya olan bakışlarında bir şey vardı… Duygusal bir yoğunluk, bir istek. Leo ise onun beline hafifçe dokunmuş, neredeyse bir koruma içgüdüsüyle onu kendine çekmişti. Gözleri, Nova’nın her hareketini izliyor gibiydi. “Leo ve Nova…” dedim sessizce. Archer gözleriyle beni takip etti. “Onlar… farklı bir noktadalar,” diye mırıldandı Archer. “Ama sanırım bu gece o sınırları aşacaklar. Sen de görüyorsun, değil mi? Nova’nın Leo’ya olan ilgisi gözlerinden okunuyor.” Başımı hafifçe salladım. “Evet, görüyorum. Ama Leo… O da Nova’ya karşı aynı duyguları besliyor mu?” Archer hafifçe gülümsedi. “Bunu söylemek zor. Leo karmaşık biridir, biliyorsun. Ama Nova onunla olmayı gerçekten istiyor. Belki de bu gece o adımı atarlar.” Nova, Leo’nun kollarında dans ederken bir an için başını ona yasladı. Leo ise onu daha da yakınına çekti. O an içimde garip bir duygu belirdi. Nova ve Leo’nun bu kadar yakınlaşması, ikisi arasındaki ilişkiyi çok daha ileriye taşıyabilirdi. Archer ve ben dans ederken, içimdeki bu karmaşayı bir kenara bırakıp anın tadını çıkarmaya çalıştım. Ama o gece, Leo ve Nova’nın yakınlaşması; Archer’ın beni bu kadar dikkatle izlemesi ve söyledikleri… Hepsi, bu gecenin sadece bir eğlenceden ibaret olmadığını gösteriyordu. “Archer…” diye mırıldandım, başımı onun omzuna yaslayarak. “Bu geceyi unutmak istemiyorum. Ama aynı zamanda… Bir şeylerin değişeceğinden korkuyorum.” Archer’ın eli sırtımda hafifçe gezindi. “Korkma, Luna. Değişiklik her zaman kötü bir şey değildir. Bazen, sadece olması gerekendir.” Archer’ın sözleri içimde yankılandı. “Değişiklik her zaman kötü bir şey değildir,” demişti. Ama ben, bu değişikliğin ne olduğunu bile anlayamamışken nasıl rahatlayabilirdim? Müzik daha da yavaşladı, ortamda fısıltılar haricinde neredeyse çıt çıkmıyordu. O sırada Leo ve Nova’nın birbirlerine ne kadar yaklaştığını fark ettim. Nova, yüzünü Leo’nun göğsüne yaslamıştı, elleri ise Leo’nun omzunda usulca geziniyordu. Leo’nun gözleri kapalıydı, sanki her anın tadını çıkarmaya çalışıyordu. Bir süre böyle durdular. Gözlerimi onlardan ayıramıyordum. O kadar yakındılar ki aralarındaki bağın gerçekliğini inkar etmek imkansızdı. Nova, Leo’ya gerçekten bağlıydı. Peki ya Leo? O da Nova’ya aynı şekilde mi bağlıydı? Archer’ın hafifçe kıkırdadığını duydum. Başımı kaldırıp ona baktığımda, gözlerinde yine o kurnaz bakış vardı. “Ne?” diye sordum, kaşlarımı çatarak. “Onları izlerken yüzündeki ifadeyi görmeliydin,” dedi, dudaklarının köşesi hafifçe yukarı kıvrılarak. “Leo ve Nova’ya bu kadar dikkat etmen garip, Luna. Yoksa onların… bir çift olmasını mı istiyorsun?” Sesi hafif bir alayla doluydu, ama gözlerinde derin bir merak vardı. “Bu… saçma,” dedim hemen, gözlerimi kaçırarak. “Sadece… merak ediyorum. Yani, ikisi de zor karakterler. Eğer gerçekten… bir şey yaşarlarsa, bu onları nasıl etkiler bilmiyorum.” Archer başını hafifçe eğdi ve gözleriyle Leo ve Nova’yı işaret etti. “Onların arasındaki şey, basit bir merak ya da eğlence değil, Luna. Nova, Leo’nun dikkatini çekmek için çırpınıyor ve bence Leo’nun bu ilgisi hoşuna gidiyor. Ama Leo’nun Nova’ya ne hissettiği, onun kafasındaki bir sır. Yine de, bu gece…” Archer bir an sustu, sanki kelimelerini seçiyormuş gibi. “Bu gece, Leo’nun sınırlarını zorlayabilir. Nova’ya gerçekten ne hissettiğini açığa çıkarabilir.” Ona başımı salladım ama gözlerim tekrar o ikisine kaydı. Leo, Nova’nın saçlarını okşarken hafifçe eğildi ve Nova’nın alnına bir öpücük kondurdu. Nova, gözlerini kapatıp iç geçirdi. O an, bu sahne çok fazla anlam yüklüydü. Leo’nun Nova’yı koruma isteği, Nova’nın ise Leo’ya daha da yaklaşma arzusu… İkisi de birbirlerini tamamlayan bir şekilde duruyorlardı. Archer’ın sözleri aklımda yankılanmaya devam etti: Onların arasındaki şey, basit bir merak değil… Müzik bir kez daha değişti. Bu sefer daha hızlı, daha coşkulu bir parça çalmaya başlamıştı. Leo, Nova’nın elini tuttu ve onu dans pistinin merkezine çekti. Nova önce şaşırmış bir ifadeyle baksa da Leo’nun gülümsemesi ve ellerini beline dolamasıyla hemen uyum sağladı. Onların bu halini izlerken Archer’ın elini sırtımdan çekip dans pistine yöneldiğini fark ettim. “Ne yapıyorsun?” diye sordum kaşlarımı çatarak. “Ne yapıyorum sanıyorsun?” dedi hafifçe gülümseyerek, gözlerinde yine o meydan okuma vardı. “Eğer Leo ve Nova bu kadar eğlenebiliyorsa, biz de edebiliriz.” Elini uzattı ve bekledi. O an, Archer’a karşı koymak istemedim. Ne olursa olsun, onunla dans etmekten zarar gelmezdi. Elini tuttum ve o anda beni tekrar kendine çekip dans pistine yönlendirdi. Dans etmeye başladığımızda etrafımızda renkli ışıklar yanıp sönüyordu. Müzik yükseldikçe, ortamda bir coşku dalgası yayıldı. Archer, adımlarını hızlı ve enerjik bir şekilde atıyordu. Ben de ona ayak uydurmak için çabalıyordum ama onun yanında hep bir adım geride kaldığımı hissediyordum. Birkaç dakika boyunca sadece eğlendik. O an, Leo ve Nova’nın yakınlaşmasını tamamen unutmuştum. Fakat bir noktada, Archer ansızın durdu ve gözlerini kısarak bana baktı. “Luna, bir şey itiraf etmeliyim,” dedi aniden, sesi ciddileşmişti. Duraksadım. “Ne itirafı?” diye sordum, sesimdeki şaşkınlığı gizleyemeyerek. Archer gözlerimi dikkatle inceledi. “Bu gece burada bulunmamın tek sebebi, Leo ve Nova değil. Asıl sebep…” Gözlerini kısarak yüzüme baktı, sanki duygularımı okumaya çalışıyordu. “Asıl sebep sensin.” Bu cümle, kalbimin hızla atmasına neden oldu. “Ben… ne demek istiyorsun?” Archer gülümsedi, ama bu seferki gülümsemesinde hafif bir hüzün vardı. ‘’Öyle işte... Sadece öyle.’’ “Ne demek istiyorsun?” diye tekrarladım, ama bu sefer sesim daha yumuşak çıkmıştı. “Leo ve Nova… Onlar arasında bir bağ var doğru. Ama bu gece sadece onları izlemekle yetinme. Kendini de gözlemle. Kendi hislerini de fark et.” Bu sözlerle Archer, elimi nazikçe bıraktı ve birkaç adım geri çekildi. Gözlerinde hem bir meydan okuma, hem de hafif bir teşvik vardı. “Leo ile Nova’ya odaklanmak seni bir yere götürmez, Luna. Onlar arasında ne yaşanıyorsa yaşansın, sen de bu denklemde varsın. Bunu asla unutma.” Archer’ın bu sözlerinden sonra, içimde karmaşık duygular kabardı. O anda Leo ve Nova’ya tekrar baktım. Onlar, dans pistinin ortasında neredeyse kimseyi umursamadan dans ediyorlardı. Leo, Nova’yı sıkıca tutmuş, yüzünde hafif bir gülümsemeyle onu kendine daha da çekiyordu. Nova ise başını Leo’nun omzuna yaslamış, gözlerini kapatmıştı. İkisinin bu kadar yakın olması, aslında aralarında çok derin bir bağın işaretiydi. O an, Archer’ın sözlerinin altındaki anlamı çözmeye çalıştım. Ben de bu denklemin bir parçasıydım, değil mi? Peki ama nasıl? Ne yapmalıydım? Bu gece, her şeyin değişeceği bir gece miydi? Müzik daha da hızlandı, insanlar dans pistinde çılgınca dans etmeye başladı. Archer’ın yüzündeki o kurnaz gülümsemeyi son bir kez gördüm ve ardından kalabalığa karıştı. O an, yalnız kaldığımı hissettim. Sadece izlemekle yetinmeyeceğim bir geceydi bu. Anın tadını çıkarmak istesem de içimde bir yerlerde Leo ve Nova’nın bu yakınlaşmasından dolayı garip bir kıskançlık vardı. Ama bu kıskançlık, tam olarak Leo’ya mı yoksa Nova’ya mı yönelikti, emin değildim. Belki Archer haklıydı. Belki de kendimi gözlemlemem gereken bir geceydi bu. Ama bir şeyden emindim: Bu gece sadece bir başlangıçtı. Leo ve Nova’nın arasındaki sınırlar, bu geceden sonra tamamen değişebilirdi. Ve ben de kendi içime ve duygularıma bakmam gerekiyordu! Neden mi? Hisler ve güçler! Çünkü... Çünkü her şey bağlantılı! ... Sabah, odamda telefonumun alarmı çaldığında, başım yastıktan kalkmak istemedi. Gecenin yorgunluğu hâlâ üzerimdeydi. Ne partide yaşananları ne de Archer’ın söylediklerini aklımdan çıkarabiliyordum. Yine de günü kaçırmamak için derin bir nefes alıp yavaşça yataktan kalktım. Eva’nın yatağına baktım; çoktan kalkmıştı bile. Kıyafetlerini yatağının üzerine düzenlice koymuş, neredeyse çıkmak üzere gibi görünüyordu. Bu kadar düzenli oluşu ona özgüydü. Banyoya gidip hızlıca üzerimi değiştirdikten sonra saçlarımı topladım ve Eva’nın sesini duydum. "Luna, seni bekliyordum! Hadi, kahvaltıya geç kalacağız," dedi neşeyle. Sesinde her zamanki rahatlık ve enerji vardı. Kapının önünde beni beklemekteydi. Nova’ya bir bakış attığımda bana ‘’Görüşürüz.’’ manasında el sallayınca ona gülümsedim. Anlaşılan bugün Eva ile baş başaydım. Önce kahvaltıda ardından derste ve belki de sonrasında öğle arasında! Eva ile yan yana kantine doğru yürüdük. Koridorlar her zamanki gibi cıvıl cıvıldı; öğrenciler sınıflarına koşuşturuyor, bazıları da gruplar halinde köşe başlarında sohbet ediyorlardı. Kantine girdiğimizde, ortalık sabahın erken saatine rağmen oldukça kalabalıktı. Çoğu öğrenci tepsilerine yiyeceklerini almış ve masalara dağılmıştı bile. Eva ve ben, köşedeki boş masalardan birine yöneldik. “Geceyi nasıl geçirdin?” diye sordu Eva, bakışlarını üzerime dikerek. Yüzünde hafif bir endişe vardı. Onsuz bir parti olmuştu ve Eva bundan haberdardı. “Güzeldi,” dedim geçiştirmeye çalışarak. Ama şimdi derslerime odaklanmam lazım.” Eva omuz silkti ve tepsisine aldığı meyve salatasından bir kaşık aldı. “Bence her şeyi kafana takmamalısın, Luna. Her şey olacağı gibi olur.’’ Derin bir nefes aldım. Eva bazen her şeyi fazlasıyla iyi anlıyordu. Ona biraz daha açık olmak istesem de, şimdilik sadece sessizce başımı sallamakla yetindim. “Haklısın. Sadece… yoğun bir hafta olacak. Kendime zaman vermem lazım.” Eva’nın dudakları hafifçe büzüldü, ama daha fazla üstüme gelmedi. Yemeğimizi bitirip dersliklere doğru yola çıktık. İlk dersim Etkili Konuşma ve İletişimdi. Derse girdiğimizde, sınıfın her zamankinden daha gergin olduğunu fark ettim. Neredeyse herkes masalarına gömülmüş, sessizce notlarına bakıyordu. Profesör Harper içeri girdiğinde, sınıf anında sessizleşti. O, ortadan ikiye ayrılmış kısa beyaz saçları ve çelik gri gözleriyle son derece otoriter bir figürdü. Ama aynı zamanda konuşurken insanı hipnotize edici bir yapısı vardı. Sınıfın ortasında yavaşça yürüdü ve gözlerini bir süre sınıfın üzerinde gezdirdi. “Etkili iletişim,” diye başladı, sesi derin ve tok. “Düşüncelerinizi net bir şekilde aktarabilmenin ötesinde bir beceridir. İnsanları etkileyebilmek, ikna edebilmek ve hatta onları harekete geçirebilmektir.” Gözleri bizde geziniyordu. Her birimize tek tek bakarken, sanki ruhumuzu okuyor gibiydi. “Bugün, kelimelerle dünyayı nasıl değiştirebileceğimizi öğreneceğiz. Her kelimenin, her cümlenin bir ağırlığı vardır. Ve bu ağırlığı taşıyabilmek, onları bilinçli bir şekilde seçmekle mümkündür.” Ardından tahtaya bir kelime yazdı: Güç. “Bu kelimeyi tanımlayın,” dedi, gözlerini bana dikerek. Birden kendimi sınıfın ortasında bulmuş gibi hissettim. Boğazım düğümlendi, ama derin bir nefes alarak konuşmaya başladım. “Güç, sadece fiziksel bir üstünlük değildir,” dedim, kelimeleri dikkatle seçerek. “Aynı zamanda, başkalarını etkileme ve kontrol edebilme kapasitesidir. Bu bazen kelimelerle, bazen tavırlarla, bazen de sadece varlığınızla olabilir.” Profesör Harper başını onaylar şekilde salladı. “Güzel. Ama yeterli değil,” dedi sertçe. Sınıfın üzerindeki baskı neredeyse somut bir hal almıştı. “Güç, kontroldür. Güç, baskı yaratmaktır. Ancak bu baskıyı yaratırken aynı zamanda kırılmamaktır. Kelimeleriniz güçlü olabilir, ama eğer o kelimeleri taşıyacak iradeniz yoksa, o zaman gücünüz sadece boş bir tehditten ibarettir.” Derse devam ederken, Profesör Harper bizden birbirimizi ikna etmemiz gereken küçük oyunlar oynamamızı istedi. İki gruba ayrıldık ve bir tartışma başlattı. Eva ve ben, farklı gruplardaydık. O an, kelimelerin ne kadar güçlü olabileceğini bir kez daha anladım. Eva, kendi grubundaki herkesi sessizce ama etkili bir şekilde yönlendiriyordu. O sırada, ona farklı bir gözle baktım. Eva’nın bu yönünü daha önce fark etmemiştim. Sessiz, ama güçlüydü. Dersin sonunda Profesör Harper tekrar öne çıktı ve gözlerini kısarak sınıfa baktı. “Bu sadece başlangıç,” dedi alaycı bir gülümsemeyle. “Bir sonraki derse kadar, konuşmanız gereken bir konuşma hazırlayın. Konunuz: ‘İkna’. İkna edici bir konuşma hazırlayın ve sınıfın karşısında sergileyin. En zayıf olanlar, bu süreçte kendilerini gösterecektir.” Sözleriyle hepimizin üzerinde bir baskı oluşturmuştu. Ders bittiğinde, Eva ve ben tekrar yan yana geldik. “Bayağı zordu, değil mi?” dedim hafif bir gülümsemeyle. Öğle arası için yemekhaneye giderken, aklım hâlâ profesörün söylediklerinde takılı kalmıştı. Her zamankinden daha dikkatli olmalıydık. Öğle yemeğini hızlıca yedik ve sonrasında Kültürel Antropoloji dersine yöneldik. Dersin hocası Profesör Muir, uzun boylu ve gözlüklerinin arkasından dünyaya her daim merakla bakan bir adamdı. Derslere başladığında, genellikle hepimizi düşünmeye sevk edecek sorularla başlardı. O gün de istisna olmadı. “Sizce,” diye sordu tahtaya dünya haritasını çizerek, “Kültür nedir? Ve kültürel farklılıklar insan doğasını nasıl etkiler?” Sınıf bir süre sessiz kaldı. Herkes sorunun ağırlığını anlamaya çalışıyordu. Kültür… Bu, bir kelimeden çok daha fazlasıydı. Profesör Muir, sınıftaki sessizliği fark edince hafifçe gülümsedi ve devam etti. “Kültür, insanların değerlerini, inançlarını, düşünce tarzlarını ve yaşam biçimlerini şekillendirir. Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır ve bu kültür, o toplumun tarihsel geçmişine dayanır. Ama daha da ötesinde, kültürel farklılıklar bireylerin düşünme biçimlerini, birbirleriyle olan etkileşimlerini ve dünya görüşlerini etkiler. Bu yüzden kültür, sadece bir toplumu tanımlamaz. Kültür, bireyi de şekillendirir.” O günkü ders, kültürel yapılar ve farklı toplumların tarih boyunca geliştirdikleri kimlikler üzerineydi. Profesör, eski çağlardan başlayarak, antik uygarlıklardaki toplumsal yapılar ve ritüelleri anlattı. Örneğin, Eski Mısır’ın ölüme bakış açısı ile Mezopotamya’nın ölüm sonrası yaşam inancı arasındaki farkları açıkladı. Tahtaya büyük bir grafik çizdi ve her bir uygarlığın inanç sistemlerini karşılaştırdı. Bu inançların, o toplumun sosyal ve ekonomik yapısına nasıl etki ettiğini ayrıntılı bir şekilde işledi. Saatler geçtikçe, ders daha da derinleşti. İnsanların kültürel farklılıkları nasıl benimsediği, başka kültürlerle karşılaştığında nasıl tepki verdiği, savaşların, anlaşmaların ve göçlerin kültürel kimlikleri nasıl değiştirdiği üzerine uzun uzun konuştu. Ders sonunda hepimizin kafası bilgiyle dolmuştu. Ders çıkışında, Eva’yla birlikte yurda döndük. Gün boyunca beynimi meşgul eden sorular ve konuşmalar, zihnimde dönüp duruyordu. Ama bunlar sadece başlangıçtı. Akşamları ise bambaşka bir dünyaya adım atıyorduk. Öğrendiğimiz her şeyin bir anlam kazandığı, gerçek bilgiye dönüştüğü bir dünya… Bu hafta boyunca gündüzleri normal derslerimizdeyken, akşamları Müdire Isabella’nın özel odasına giderdik. Her dersin sonunda Leo da yanımızda olurdu. Müdire, bize eski yazıtlar, semboller ve gizli bilgilerle dolu bir kitaptan bahsederdi. Her bir bilginin, her bir sembolün bir gücü olduğunu söylerdi. Bazen o kadar çok şey anlatırdı ki, tüm bildiklerimiz bulanıklaşır, gerçek ve hayal birbirine karışırdı. Leo ise bazen sessizce kenarda oturur, bazen de devreye girerek müdireyi tamamlayan açıklamalarda bulunurdu. Bu sabah öğrendiğim güç kelimesinin anlamı, geceye döndüğümde çok daha farklı bir boyut kazanmıştı. Gerçek güç neydi? Kontrol müydü? Bilgi mi? Ya da her ikisinin birleşimi miydi? ... |
0% |