Yeni Üyelik
91.
Bölüm

S2b16

@selinayeda_x

Vize haftasının yorgunluğunu atlatmamızın ardından kısa bir tatil başlamıştı. Üç günlük bu tatil, sınav maratonunun ortasında hepimiz için cankurtaran görevi gördü. Yorgun düşmüş zihinlerimiz ve bedenlerimiz, bu aralıkta kendini toparlama fırsatı buldu. Tatil boyunca herkes kendi rutiniyle ilgilenmişti; kimimiz kitap okumuş, kimimiz uykusuz geçen günlerin acısını çıkarmış, kimimiz de dışarıda gezip kafasını dağıtmıştı.

Ben, Eva ve Jared, ilk günün çoğunu evde dinlenerek geçirdik. Gün boyunca uyumak, sessizliği dinlemek ve derslerden uzak durmak, adeta zihinlerimizi sıfırlamamızı sağlamıştı. İkinci gün ise biraz olsun dışarı çıkıp birlikte kahve içmek ve şehirde yürüyüş yapmak istedik. İstanbul’un sonbahar serinliği, adeta bizi dışarı çağırıyordu.

Küçük bir kafenin dış kısmında oturmuş, demli çaylarımızdan yudumluyorduk. Etrafımızda, tatilin tadını çıkaran başka öğrenciler de vardı. Kimileri kütüphanelerde geçirdiği uzun saatleri telafi etmek için dışarıda arkadaşlarıyla kahkaha atıyor, kimileri ise yalnız başına kitap okuyordu. Eva, kafenin masasında otururken defterini çıkardı ve önündeki boş sayfalara birkaç şey karalamaya başladı.

“Tatilde bile not alıyor musun?” diye sordum gülümseyerek. “Gerçekten de çok disiplinlisin, Eva.”

“Hayır, sadece vize sonrası projelerle ilgili birkaç fikri not ediyorum,” dedi başını kaldırmadan. “Final haftası gelmeden önce bu fikirleri biraz olsun geliştirmek istiyorum. Böylece grup çalışmamızda zorlanmayız.”

Jared, sandalyeye yaslanıp iç çekti. “Haklısın ama bu tatili gerçekten de dinlenmek için değerlendirmeliyiz. Final haftası zaten hepimizi yeterince yıpratacak.”

Bu kısa sohbetin ardından tekrar sessizliğe gömüldük. Tatilin son günü, herkesin biraz daha enerjik olduğunu fark ettim. Sonunda, okulun yoğun temposuna dönmeye hazırdık. Yeni haftaya başladığımızda, vize sonrası dersler kaldığı yerden devam ediyordu. Ancak hepimizin üzerinde tatilin getirdiği bir rahatlık ve enerji vardı. Artık daha dinlenmiş ve zinde hissediyorduk.

Dersler teker teker işlenmeye devam ediyordu. Hocalarımızın bazıları, vize sınav sonuçlarını açıklayıp kısa değerlendirmeler yaparken, bazılarıysa yeni konulara başlamıştı bile. Harper Hoca, Etkili Konuşma dersinde bir önceki hafta yaptığımız sunumların üzerinden geçiyor, her birimiz için detaylı yorumlarda bulunuyordu.

“Luna, senin konuşman oldukça etkileyiciydi,” dedi Harper Hoca, gözlüğünü hafifçe indirip bana bakarken. “Konunun içeriğini çok iyi toparlamışsın ama ses tonunun biraz daha vurucu olmasını beklerdim. Senin gibi birinin daha güçlü bir ses kullanabileceğini biliyorum.”

Bu yorum, bir yandan beni mutlu etmişti ama bir yandan da eksikliklerimin olduğunu fark etmemi sağlamıştı. Başımı sallayarak teşekkür ettim ve notlarımı tekrar gözden geçirdim. Eva ve Jared da benim gibi Harper Hoca’nın yorumlarını dinledikten sonra kendi eksikliklerine odaklandılar.

“Bu dönem gerçekten çok şey öğretti bana,” dedi Jared, dersi bitirip kantine doğru yürürken. “Sunum yeteneklerimi daha da geliştirmek zorundayım.”

“Sen mi? Jared, sen zaten grubumuzun en iyi konuşmacısıydın,” diye cevap verdim ona. “Sadece biraz daha kendine güvenmen yeterli.”

Kantinde otururken herkes masaya dökülmüş gibi görünüyordu. Sadece biz değil, diğer öğrenciler de bu dönemin yoğun temposundan etkilenmişti. Vize sınavlarını atlatmanın rahatlığı yüzlerimize yansırken, aynı zamanda final dönemine yaklaşmanın baskısı da kendini hissettiriyordu.

Derken, Muir Hoca’nın Kültür Antropolojisi dersinde, her şey bir anda daha da karmaşık hale geldi. Sınıfa girdiğimizde, tahtanın üzerinde “Final Projesi” başlığı yazıyordu. Muir Hoca, her zamanki ciddi ifadesiyle sınıfı süzdü ve dersin açılış konuşmasını yaptı.

“Vize sınavlarınızı bitirdiniz ama dinlenmeye fazla vakit ayıramayacaksınız,” dedi kararlı bir ses tonuyla. “Önünüzde final projeniz var ve bu projeyi tamamlamak, vize sınavlarını geçmekten daha zor olacak.”

Sınıfın içinden birkaç şaşkınlık fısıltısı yükseldi. Çoğu öğrenci, tatilden döndükleri gibi yeni bir projenin haberiyle karşılaşmayı beklemiyordu. Muir Hoca, projenin detaylarını açıklamaya başladı:

“Bu sefer, size grup ödevi vermiyorum. Aksine, bireysel bir proje olacak. Her biriniz, kendi ilgi alanınıza uygun bir kültür öğesini inceleyip bunu detaylı bir araştırma projesine dönüştüreceksiniz. Kültürel ritüeller, toplumsal normlar, inanç sistemleri… Hangi konu üzerinde çalışmak istiyorsanız seçebilirsiniz ama projenin içeriği tamamen sizin sorumluluğunuzda olacak.”

Eva, yanımda hafifçe kıpırdandı. “Bireysel proje mi? Bu, beklediğimden de zor olacak.”

“Evet, ama aynı zamanda daha esnek bir çalışma yapabilmemiz için de bir fırsat,” dedim kısık bir sesle. “En azından, konumuzu özgürce seçebiliriz.”

Muir Hoca, sınıfın ortasında yürüyerek konuşmasına devam etti. “Projeniz en az beş bin kelime olmalı ve belirlediğiniz konuyu derinlemesine ele almalısınız. Kaynaklarınızı akademik olarak desteklemek zorundasınız. Proje sonunda bir sunum yapacak ve konunuzu sınıfa anlatacaksınız.”

Sınıfın içinde kısa bir sessizlik oluştu. Beş bin kelimelik bir proje hazırlamak, vize sınavlarını geçmekten çok daha zor bir işti. Hepimizin yüzündeki düşünceli ifadeleri görünce, Muir Hoca’nın bakışları yumuşadı.

“Biliyorum, bu kolay bir iş değil,” dedi sakin bir sesle. “Ama final projenizi tamamladıktan sonra, bu dersi gerçekten öğrenmiş olduğunuzu kanıtlamış olacaksınız. Kültür Antropolojisi sadece teorik bir ders değil; toplumu ve insanları anlamak, onları incelemek ve kültürel yapılar arasındaki bağlantıları çözümlemek zorundasınız. Bu projeyi yaparken sadece kitaplardan öğrenmeyeceksiniz, aynı zamanda araştırma yapacak, gözlemde bulunacak ve gerçek verilerle çalışacaksınız.”

Eva, Jared ve ben birbirimize baktık. Belli ki bu proje, sadece Muir Hoca’nın istediği bir ödev değil, aynı zamanda bizim kendimizi geliştirmemiz için de bir fırsattı. O gün ders çıkışında herkes, kütüphaneye ya da çalışma gruplarına dağılmadan önce bir süre kantinde kaldı. Muir Hoca’nın verdiği proje hepimizi şaşırtmış ve yeni bir heyecana sürüklemişti. Masaya oturup projeler hakkında konuşmaya başladık.

“Peki, hangi kültürel öğe üzerine çalışmayı düşünüyorsunuz?” diye sordu Jared, defterini açarken. “Ben toplum içindeki sözlü gelenekler ve bunların modern iletişim üzerindeki etkisi üzerine bir şeyler yapmayı düşünüyorum.”

“Ben ise daha çok toplumsal ritüelleri ele almayı planlıyorum,” diye cevap verdi Eva. “Küçük topluluklarda ritüellerin insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini araştırmak istiyorum.”

Kendi konum üzerine düşünürken, kafamda birçok farklı fikir belirdi. Kültürel yapılar, inanç sistemleri, toplumsal normlar… Ancak hangisi üzerine odaklanmam gerektiğinden emin değildim. “Henüz karar veremedim,” dedim düşünceli bir ifadeyle. “Belki toplumsal normlar ve ahlak anlayışlarının tarihsel süreçte nasıl değiştiğini araştırabilirim.”

Saatlerce bu projeyi nasıl yapacağımızı tartıştık. Projenin planlamasını, kaynak araştırmalarını ve ilk aşamaları nasıl ele alacağımızı detaylandırdık. Kütüphaneye gidip kaynak kitaplara göz attık, önceki yılların öğrenci projelerine baktık ve yapmamız gerekenleri zihnimizde oturtmaya çalıştık.

Bu proje hakkında detaylı konuşmamız ve konularımızı belirlememizin ardından, bir kez daha kütüphanede buluşmak için sözleştik. Zaten final haftasına kadar kütüphaneyi sık sık ziyaret edeceğimiz açıktı. Üçümüz de projemiz üzerinde sıkı çalışmak istiyorduk ve bunun için olabildiğince çok kaynağa ve araştırmaya ihtiyacımız vardı. O gün ders bitiminde kütüphanenin kapısından içeri girdiğimizde, sessiz bir kararlılıkla hemen kendimize bir masa bulduk ve kitap yığınları arasında kaybolduk.

Kütüphanedeki uzun çalışma seanslarımızda genellikle kendimize birkaç bölüm ayırırdık: İlk olarak konumuzu daraltır, ardından kaynak taraması yapar, en sonunda da bulduğumuz bilgileri sınıflandırırdık. Eva, disiplinli çalışma tarzıyla projesinde hızlıca ilerliyordu. Hemen hemen her seferinde, önündeki deftere düşüncelerini not alırken kaşlarını çatıyor ve yan sayfada duran kaynak kitaplara göz gezdiriyordu.

“Bu, düşündüğümden daha karmaşık bir konuymuş,” dedi bir gün sessizliği bozan Eva, başını kitaptan kaldırarak. “Ritüellerin insanlar üzerindeki psikolojik etkileri çok derin, birçok farklı perspektiften incelenebilir.”

“Eminim sonunda çok güzel bir şey çıkaracaksın,” diye karşılık verdim ona. “Hem, bu konuda yazacak çok şey var. Özellikle kültürel psikoloji ile bağlantı kurarsan daha da zengin bir içerik elde edebilirsin.”

Eva gülümsedi ve tekrar önündeki kitaba döndü. Jared ise toplumsal dil kalıpları ve sözlü gelenekler hakkında yazdığı projesine iyice gömülmüştü. Kendi konumu belirlemekte ise bir türlü emin olamıyordum. Her gün farklı bir şey buluyor, yeni bir başlık ekliyor ya da eskisini siliyordum. Kütüphanede geçen bu uzun saatler boyunca arayışım devam ediyordu.

Bir gün yine kütüphanede yoğun bir araştırma yaparken, Nova ve arkadaşları yanımıza gelip selam verdi. Nova, elinde bir sürü kitap taşıyor ve yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Arkadaşları da onun gibi çeşitli konularda araştırma yapıyormuş gibi görünüyordu. Masamıza geldiklerinde, hafif bir kargaşa yaşandı; herkes kendine yer bulmaya çalışıyor, sandalyeler ve kitaplar arasında dikkatlice hareket ediyordu.

“Hey, burada mısınız?” diye seslendi Nova. “Bu kadar ciddi bir şekilde ders çalıştığınızı görmek gerçekten ilginç.”

“Evet, bir nevi final projesi krizi yaşıyoruz,” diye cevap verdi Jared, gözlerini kaynak kitaptan ayırmadan. “Görünüşe göre bir süre daha bu kütüphanede kamp kuracağız.”

Nova, başını hafifçe eğerek gülümsedi ve masasının önündeki sandalyeyi çekip oturdu. “O zaman biz de size katılalım. Nasıl olsa hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.”

Diğer arkadaşları da etrafa dağılmak yerine masamıza yaklaşıp oturdu. Böylece, kütüphanenin bir köşesinde neredeyse sınıf büyüklüğünde bir grup oluşturmuştuk. Önceleri bu kadar kalabalık bir grupla çalışmak biraz kaotik gibi görünse de, herkes kendi projesi üzerinde çalışmaya başladığında ve odaklandığında işler hızla düzene girdi. Kimi sessizce kitap okuyordu, kimi not alıyordu, kimiyse laptop ekranına bakarak makale tarıyordu.

Arada bir küçük konuşmalar yapılıyor, birbirimize sorular soruyor ya da yaptığımız araştırmalar hakkında kısa yorumlarda bulunuyorduk. Sessiz bir şekilde yürütülen bu çalışma ortamı, bir tür ortak konsantrasyon alanı yaratmış gibiydi. Herkesin bir arada olması ve sessizce çalışması, motivasyonumuzu artırıyordu. Farkında olmadan saatler geçiyor, masanın üzerindeki kitaplar birer birer yer değiştiriyordu.

Eva bir ara başını kaldırıp Jared’a sordu: “Toplumsal dil kalıpları üzerine düşündüğün araştırma konusunu nasıl daralttın? Yani, bu kadar geniş bir konuyu nasıl ele almayı planlıyorsun?”

Jared, gözlerini kırpıştırarak cevap verdi: “Bunu daha çok aile içi iletişim bağlamında ele almayı düşünüyorum. Kültürel sözlü geleneklerin, aile dinamikleri üzerindeki etkisini inceleyeceğim. Özellikle dilin, nesiller arasında nasıl değiştiğine ve bunun aile ilişkilerine nasıl yansıdığına bakmayı planlıyorum.”

Bu açıklama, masadaki diğerlerinin de ilgisini çekti. Nova, kollarını göğsünde kavuşturup dikkatle Jared’ı dinlerken, “Gerçekten ilginç bir konu seçmişsin,” dedi. “Toplumlar arasında dilin kullanımındaki farklılıklar da bu bağlama dahil edilebilir mi?”

“Evet, hatta belki de konumu biraz daha genişletip dil ve toplumsal roller arasındaki ilişkiyi de işleyebilirim,” diye ekledi Jared.

Bu tür akademik tartışmalar, herkesin kendi projesine bakış açısını genişletti. Masanın etrafında dönen konuşmalar, bazen konudan sapıp daha eğlenceli konulara kayıyor, sonra tekrar akademik çerçeveye dönüyordu. Böylece uzun çalışma seansları, yalnızca bilgi yüklemekten ziyade, daha derinlemesine düşünmemizi sağlayan verimli bir zaman dilimine dönüşüyordu.

Masaya katılan herkes, en başta birbirinden çekinse de zamanla bu gerginlik kayboldu ve daha sıcak bir ortam oluştu. Proje yönetimi dersi için yaptığımız bir ödev üzerinde çalışırken, herkesin görüşlerini almak, tartışmak ve birbirine fikir vermek oldukça işe yarıyordu. Nova’nın arkadaşlarından biri, projemle ilgili birkaç öneride bulunmuş ve hangi kaynakları kullanmam gerektiğini söylemişti.

“Eğer toplumsal normlar üzerine çalışacaksan, Felsefe ve Etik dersinde incelediğimiz sosyal sözleşme teorisi konusuna da göz atmalısın,” demişti. “Bu, projenin temeline çok uygun düşebilir.”

Bu öneri üzerine not defterime hemen birkaç satır daha ekledim. “Teşekkür ederim, bu gerçekten de işime yarayacak,” dedim gülümseyerek.

Çalışma masamızın üzerinde birikmiş kitaplar, kağıtlar ve notlar arasında kaybolduğumuzda, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorduk bile. Günlerce kütüphaneye gelmeye ve bu şekilde birlikte çalışmaya devam ettik. Grup çalışması gibi görünen bu bireysel proje süreci, hem arkadaşlıklarımızı pekiştirdi hem de herkesin farklı konulara bakış açısını görmemizi sağladı.

Bir sabah, yine kütüphanede çalışmak için bir araya geldiğimizde, Nova ve arkadaşları masanın etrafında toplanmış, sesli bir şekilde tartışıyorlardı. Jared, yanlarına gidip ne olduğunu sorduğunda, Nova gülerek cevap verdi: “Sanırım projeler hakkında biraz fazla detaycı olduk. Hangi konuyu daraltmamız gerektiğine karar veremiyoruz.”

Kütüphanenin sessiz ortamında hep birlikte kahkahalar attık. Hepimiz bu projelere kendimizi fazla kaptırmıştık. Belki de tatil sonrası tekrar derslere adapte olmanın getirdiği bu yoğunlukla, her şeyin mükemmel olmasını istiyorduk.

O hafta boyunca kütüphanedeki çalışmamız daha da yoğunlaştı. Eva, Jared ve ben her gün kütüphaneye erkenden gelip akşam geç saatlere kadar çalıştık. Nova ve arkadaşları da çoğunlukla bizimle birlikteydi. Böylece kütüphane, bizim için bir ikinci ev haline geldi. Çalışma masalarımızı her gün düzenliyor, notlarımızı bir araya getiriyor ve birbirimize yardım ediyorduk.

Kütüphanedeki uzun çalışma seanslarımızın ardından, günün sonunda kantine gider, orada biraz dinlenirdik. Bu molalar sırasında genellikle, o gün kütüphanede neler yaptığımızı tartışırdık. Projeler hakkında daha fazla konuşmak istemediğimizde ise, filmler, kitaplar ve günlük hayat hakkında sohbetler ederdik. Bu şekilde kütüphanede kurduğumuz akademik bağ, kantin masasında daha samimi ve arkadaşça bir havaya bürünürdü.

Herkes derslerine odaklanmıştı, her gün kütüphane biraz daha kalabalıklaşıyordu. Kimi öğrenciler bireysel olarak çalışmayı tercih ederken, çoğu da bizim gibi gruplar halinde masalarda toplanıyorlardı. Haftalar ilerledikçe, birbirine kaynak önerenler, çalıştıkları konularla ilgili fikir alışverişinde bulunanlar ve hatta ara sıra küçük münazaralar yapanlar sık sık görülüyordu. Sessiz çalışma alanının gergin havası, kimi zaman bu hafif tartışmalarla dağılıyor ve kütüphane daha insani bir yüz kazanıyordu.

Bir gün yine kütüphanedeki çalışma seansımız sırasında, masanın bir köşesine sıkışmış, Eva’nın daha önce önerdiği birkaç kaynağı tarıyordum. Jared, karşıma oturmuş, konusuyla ilgili bir makale okuyordu. Gözlerinin etrafında beliren koyu halkalar, birkaç gecedir yeterince uyuyamadığını ele veriyordu. Yine de o gün, Jared’ı bu kadar kararlı ve odaklanmış görmek beni şaşırtmıştı. Projesi için bulduğu her kaynağı didik didik inceliyor, kenarlarına notlar alıyor ve bunları belli bir düzene oturtuyordu.

“Şu ana kadar kaç kitap taradın?” diye sordum ona, hafifçe gülümseyerek.

“On iki,” diye yanıtladı gözlerini kitaptan ayırmadan. “Ama henüz tam olarak işime yarayan bir şey bulamadım. Çoğu yalnızca yüzeysel bilgi veriyor.”

Eva da Jared’a katıldı. “Evet, bence senin konun için daha derinlemesine incelemeler yapman gerekiyor. Özellikle etnografik araştırmalar işine yarayabilir.”

“Etnografik mi?” diye sordu Jared, hafifçe kaşlarını çatarak. “Ama o çok geniş bir alan. Yani, nereden başlamalıyım ki?”

“Belki sözlü tarih ve toplum hikayeleriyle ilgili kaynaklardan yola çıkabilirsin,” dedim düşünceli bir şekilde. “Kültürel sözlü geleneklerin, toplumsal dil kalıplarına olan etkisi bu tür araştırmalarda daha iyi gözlemlenebilir.”

Jared başını salladı ve hemen laptopuna bir şeyler yazmaya başladı. Onun bu odaklanmış hali, beni de daha fazla çalışmam için teşvik etti. Böylece önümüzdeki birkaç saati sessizce, yalnızca kalemlerin ve klavyelerin hafif sesleri eşliğinde çalışarak geçirdik. Zaman zaman Jared veya Eva, buldukları bir bilgiyi paylaşır, kısa bir yorum yapar ve tekrar çalışmalarına dönerlerdi. Kütüphanedeki bu yoğun çalışma atmosferi, adeta zamanın akışını unutturuyordu.

Öğle saatleri yaklaştığında, karnımızın gurultusu hepimizi aynı anda çalışmaktan alıkoydu. Eva, önündeki notları kapatarak gerindi ve gülümsedi. “Ne dersiniz? Bir şeyler yiyip, kısa bir mola verelim mi?”

“Bence bu çok iyi bir fikir,” dedim. “Artık gözlerim sayfaları seçemez hale geldi.”

Jared da isteksizce olsa da masadan kalktı. “Tamam, ama çok uzun kalmayalım. Öğleden sonra bulduğum birkaç kaynağı daha taramam lazım.”

Kütüphaneden çıkıp kantine doğru yürürken, güneşli havanın içimizi ısıttığını hissettim. Günlerdir kütüphane duvarlarının arasında, sanki dünyadan kopmuş gibiydik. Açık havada yürümek, bir nebze de olsa rahatlatıcıydı. Kantine vardığımızda, Nova ve arkadaşlarını yine bizimkine benzer bir grupla ders çalışırken bulduk. Gözleri kitaplardaydı, önlerinde notlar ve laptoplar dizilmişti. Bizi gördüklerinde Nova hemen gülümseyip el salladı.

“Hey, siz de mi buradasınız?” diye seslendi Nova. “Bu kadar sıkı çalışmak için kütüphaneye gitmenize gerek yoktu, burada da gayet güzel çalışabiliriz.”

“Evet, ama orası daha sessiz,” diye karşılık verdi Jared. “Hem zaten hepimiz proje dosyalarımıza gömülmüş durumdayız.”

Nova gülerek başını salladı ve yanındaki boş sandalyeleri gösterdi. “O zaman buraya oturun. Beraber çalışabiliriz. Hem arada konuşmak iyi gelir.”

Böylece büyükçe bir masada, onlarla birlikte oturduk. Yemek siparişlerimizi verdikten sonra herkes tekrar derslerine döndü. Başlarda biraz sessiz geçti, herkes yemeklerini yerken bile gözlerini notlarından ayırmıyordu. Bu, kütüphanedeki sessizliğin bir devamı gibiydi. Ama yemekler bittikten sonra yavaş yavaş sohbetler başladı. Önce projelerimizle ilgili birkaç fikir alışverişinde bulunduk, ardından konu diğer derslere geldi.

“Etkili Konuşma dersinde Harper’ın son ödevini bitirebilen var mı?” diye sordu Nova’nın yanında oturan biri. “Konuşma metni hazırlamak ve bu metni kayda almak, düşündüğümden çok daha zor oldu.”

“Henüz başlamadım bile,” diye yanıtladım dürüstçe. “Ama Harper’ın, bu ödevden neleri ölçmek istediğini tahmin edebiliyorum. Sanırım, daha çok ses tonu ve diksiyonumuz üzerinde duracak.”

“Harper, genellikle kelimelerin telaffuzuna dikkat eder,” diye ekledi Eva. “Eğer ses tonunuza ve konuşma hızınıza odaklanırsanız, başarılı olabilirsiniz.”

Böylece, yalnızca proje değil, diğer derslerin ödevleri ve sınavları hakkında da konuşmaya başladık. Ders çalışma sohbetleri, bir süre sonra daha eğlenceli bir hale dönüştü. Jared, Mantık ve Zeka dersinde Karol’un sorduğu sorulardan şikayet ederken, yanımızdaki birkaç kişi aynı hocanın sınavlarına katılmanın ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu anlattı. Bu tür paylaşımlar, derslerin baskısını biraz da olsa hafifletiyordu.

Öğleden sonraki çalışma seansımız için tekrar kütüphaneye döndüğümüzde, bu sefer masada daha organize bir şekilde yerleştik. Nova ve arkadaşlarıyla büyük bir grup oluşturmuştuk. Aramızda küçük bir görev dağılımı yaparak, herkesin araştırdığı konuları birbiriyle paylaşmasını sağladık. Jared, toplumsal sözlü gelenekler konusuna odaklanmışken, ben kültürel ritüellerin psikolojik etkilerini araştırıyordum. Eva ise, ritüellerin zaman içerisindeki değişimini ve bunun toplumsal yansımalarını ele alıyordu.

Çalışma seansımızın ortasında, Eva aniden başını kaldırıp etrafına bakındı. “Bu kadar çok kaynağa birden bakmak kafa karıştırıcı olmuyor mu?” diye sordu.

“Olabiliyor,” diye itiraf ettim. “Ama bulduğumuz her şeyi bir kenara not alıyoruz. Sonra hangisini kullanacağımıza karar vermek daha kolay oluyor.”

“Belki de bu tür bir çalışma sistemini bizim gruba da uygulamalıyız,” dedi yanındaki arkadaşı. “Yani, hepimizin konuları birbiriyle ilişkili. O halde neden bilgileri ortak bir havuzda toplamayalım?”

Bu öneri hoşuma gitmişti. “Evet, bu çok iyi bir fikir,” dedim. “Bilgileri paylaştıkça, herkesin projesine katkıda bulunabiliriz. Hem belki birbirimizin çalışmalarını gözden geçirir ve eksik kalan yerleri tamamlayabiliriz.”

Böylece, kütüphanedeki çalışmamız daha yapısal bir hale geldi. Belirlediğimiz konu başlıklarına göre, bulduğumuz kaynakları ve notları bir araya getirip küçük bir bilgi havuzu oluşturmaya başladık. Bu süreç, bazen tartışmalara yol açsa da herkesin ufkunu genişleten bir çalışmaydı. Eva, topladığı verilerle ilgili sık sık Jared ve bana sorular sorar, onların konuları üzerine düşündükçe kendi konusunu genişletirdi. Aynı şekilde Jared, bulduğu bilgileri bizimle paylaşır ve yorumlarımızı alırdı.

...

İşte vize ve final haftaları her zaman böyle geçerdi bizim için.

 

Zamanla, bu bilgi alışverişi yalnızca akademik bir çalışma olmaktan çıktı; daha çok bir öğrenme ve öğretme sürecine dönüştü. Kimse yalnızca kendi çalışmasına odaklanmıyor, herkes diğerlerinin çalışmalarına da katkıda bulunuyordu. Kütüphane masamız adeta küçük bir çalışma grubu haline geldi. Bu şekilde ilerlemek, daha önce bu kadar detaylı düşünmediğimiz konulara da göz atmamızı sağladı.

 

Vize sınavları herkes için büyük bir stres kaynağıydı ve kampüsün havası aniden değişmişti. Normalde rahat ve keyifli olan öğrenciler, birden bire her şeyin en doğrusunu yapma telaşına kapılmışlardı. Koridorlarda aceleyle yürüyen, bir yandan telefonlarında son notlara göz atan ya da arkadaşlarıyla bir şeyler tartışan öğrencileri görmek, bu atmosferin ne kadar gerginleştiğini hissettiriyordu.

 

Biz de grubumuzla birlikte bu yoğun tempoya ayak uydurmaya çalışıyorduk. Eva, sınavların birçoğunun açık uçlu sorularla dolu olacağını ve bu yüzden konuları çok iyi kavramamız gerektiğini sürekli hatırlatıyordu.

 

Jared ise, bazı derslerdeki karmaşık konuların mantığını çözmekle uğraşıyordu. Birlikte çalışmamız ve her konuyu detaylıca tartışmamız, yalnızca kendi çalışmalarımıza değil, birbirimize de fayda sağlıyordu.

 

Kütüphanede uzun saatler boyunca ders çalışırken, bir süre sonra zaman algımızı yitirdiğimizi fark ettim. Sabah 9’da masanın başına oturup çalışmaya başladığımızda, sanki birkaç saat geçmiş gibi hissediyorduk; ama saat akşam 7’yi gösteriyordu bile. Eva, masanın üzerine yığılmış notlarına gözlerini dikmişti ve Jared ile bulduğu bir formülü tartışıyordu.

 

“Bu kesinlikle Mantık ve Zeka dersinde sorulur,” diye mırıldandı.

 

Jared, önündeki kağıtlara bakarak. “Karol genellikle bu tür bağlantı kurma sorularını seviyor.”

 

Eva başını salladı ve gözlerini kısıp bir süre formülü inceledi. “Evet, haklısın. Ama bu tür soruların yanıtlarını hızlıca hatırlayabilmek için daha fazla alıştırma yapmamız gerek. Ayrıca bir de... Şuradaki formülde, anlam bağlantısını nasıl kuracağını tam olarak çözemedim. Bu kısmı açıklayabilir misin?”

 

Jared, parmağıyla formülün bir kısmını işaret etti ve Eva’ya detaylıca anlatmaya başladı. Onun bu öğretici ve sabırlı tavrı, Eva’nın konuya olan bakış açısını da değiştirmiş gibiydi. İkisi, soruların mantığını anlamaya çalışırken ben de Felsefe ve Etik dersi için hazırladığım birkaç soruyu gözden geçiriyordum. Henry’nin sınav sorularını önceden kestirebilmek pek mümkün değildi; çünkü her zaman öğrencileri düşündürmeyi ve farklı bakış açılarıyla sınırlarını zorlamayı amaçlardı.

 

“Luna, sence bu soruda etik teorilerin mantıksal argümanlarına mı odaklanmalıyım, yoksa daha çok toplumsal etkilerine mi?” diye sordu Eva birden.

 

Düşünmek için birkaç saniye duraksadım. “Bence toplumsal etkilerine daha çok vurgu yap. Henry, toplumsal meselelerde kişisel yorumlarımızı dinlemeyi seviyor. Yani, yalnızca teori bilgisi yeterli olmaz. Kendi görüşlerini de katmalısın.”

 

“Tamamdır, not aldım,” dedi Eva. Hemen laptopuna birkaç cümle ekledi ve tekrar çalışmasına döndü..

 

 

 

Kütüphane masamızda herkes böylesine yoğun bir şekilde çalışırken, arada Nova ve arkadaşları da yanımıza uğruyor, kısa selamlaşıp çalışmalarımıza katılıyorlardı. Bir gün Nova, yanında üç arkadaşıyla birlikte masamıza geldi ve ellerinde sıcak kahvelerle bizi selamladı.

 

“Enerji takviyesi lazım, değil mi?” dedi gülümseyerek ve kahveleri masanın ortasına bıraktı. “Ben de kahve molası vermek için kantine gidiyordum, sizler için de bir şeyler aldım.”

 

“Teşekkürler!” dedi Jared, kahvelerden birini alırken. “Tam da gözlerim kapanmak üzereydi.”

 

Nova ve arkadaşları sandalyelere oturup masamıza katıldılar. Herkes bir şeyler soruyor, kendi projeleri hakkında bilgi veriyordu. Kısa bir süre sonra kütüphane masamız, küçük bir çalışma ofisine dönüşmüştü. Aramızda kısa bir görev dağılımı yaptık; kim hangi konulara odaklanacak, kim hangi kitapları tarayacak, bulduğu bilgileri hangi klasörde toplayacak… Jared’ın odaklanma becerisi sayesinde, birkaç saat içinde projelerimizin birçok kısmını tamamlamıştık.

 

“Peki, şunu düşünelim,” dedi Nova, kendi bilgisayarında bir makaleyi işaret ederken. “Eğer toplumsal sözlü gelenekler, kültürel ritüellerin ana unsuruysa, o zaman neden bazı toplumlar bu gelenekleri korumakta daha başarısız? Bizim projemizin temeli, kültürel ritüellerin nasıl korunduğu, değil mi?”

 

“Evet, ama bu konuda başarılı olamayan toplumların sebebi, dışsal etkenlerden ziyade içsel dinamiklere dayanıyor,” diye açıkladı Jared. “Toplumun kendi içindeki değişim süreci, sözlü geleneklerin de dönüşümünü etkiliyor. Bu dönüşüm sırasında ritüeller ya kayboluyor ya da farklı bir form alıyor. Dolayısıyla, başarısızlık değil, aslında adaptasyon süreci diyebiliriz.”

 

Nova, bu açıklama üzerine biraz duraksadı ve ardından başını salladı. “Haklısın. O zaman bu kısmı makalede biraz daha genişletebiliriz. Luna, senin bu konuda eklemek istediğin bir şey var mı?”

 

Düşüncelerimi toparlayıp onlara katıldım. “Bence ritüellerin kaybolmasını, yalnızca toplumsal dinamiklerle açıklamak yeterli olmaz. Tarihsel ve kültürel süreçlerin, toplumun geçirdiği travmaların da göz önünde bulundurulması gerekir. Örneğin, savaşlar, göçler, siyasi dönüşümler... Tüm bunlar ritüelleri ve toplumların sözlü geleneklerini etkileyebilir.”

 

Nova gülümsedi. “Bunları mutlaka ekleyelim. Luna, bu açıdan bakmamıştım. Teşekkürler.”

 

Bu tür fikir alışverişleri, yalnızca projelerimize katkı sağlamıyordu; aynı zamanda herkesin birbirini daha iyi anlamasına da yardımcı oluyordu. Masamızda farklı bölümlerden öğrenciler, kendi bilgilerini ve görüşlerini paylaştıkça, projelerimiz de zenginleşiyordu.

 

Vize ve final haftaları, ve tabii ki ondan önceki son bir hafta her zaman böyle geçiyordu.

 

Vizeler bitmişti ve biz finallere yarım halde hazırdık bile. roje ödevlerini bazı öğretmenlerin daha dersin başında vermesi ile de hazırlamış bulunuyorduk.

 

Ve ben Luna artık tamamen güçlerime odaklanmakta hazırdım!

 

Hazır ve de naz

ır!

 

 

Ve de o mentorun bir an önce okula gelişi ile!

 

 

 

Loading...
0%