Yeni Üyelik
16.
Bölüm

14. AFFEDİŞ

@selinayeda_x

 

 

 

AFFEDİŞ

Tüm gece, her saat, uyuyana; belki de bayılana kadar…

Sabah nasıl olmuştu farkına bile varamamıştım.

Halbuki güneş gibi olmalıydım.

Bakın güneşe…

Ne batmaktan korkuyor ne de doğmaktan yılıyordu.

Ben ise oturup kara bahtıma yanıp durup sadece ağlayacak mıydım?

Yapmama lazımdı, yapmamalıydım!

Hızlıca yataktan kendimi attım.

Güneş daha yeni doğmuştu.

Sabahın ilk ışıklarında işte tam olarak uyanıktım ve ayaktaydım.

İnce askılı beyaz bir body üstüne de bir bolero giydim. Sonrasında altına da koyu kahverengi bol paçalı bir pantolon giydim.

Sonrasında da kahvaltı için mutfağın yolunu tutmuştum.

Önce kendime bir kahve yaptım, ayılmam gerekiyordu.

Kahveyi içtikten sonra kendime de güzel bir kahvaltı hazırladım.

Kahvaltının ardındansa saate baktığımda bir saat kaldığını görmüştüm. Bir saat içinde çıkıp derse gitme vaktiydi.

Saç ve makyaj için makyaj masasına oturduktan sonra hazırlanmaya başladım.

Kahve tonlarda ruj ve açık kahverengi turuncu ve ten rengine yakın bir far sürdüm.

Her şey artık tamamen hazır olduğunda ise doğruca okulun yolunu tuttum.

Okula geldiğimde hiçbir yere uğramadan doğruca sınıfa girmiş ve bir yere oturmuştum. Bir cam kenarıydı ve cam kenarına doğru yüzümü dönmüş öylece camdan dışarısını seyretmekteydim. Bir elim de başıma yaslıydı. Dirseğim ise her zamanki gibi masadaydı.

İsmimin söylendiğini işittiğimde bu zorlukla anlatabildiğim pozisyondan çıkmam ise sadece bir saniyemi almıştı.

Hızlıca dönüp baktığımda Thomas’ı fark etmem bir olmuştu. Gelip yanıma oturup selam verdiğinde artık tamamen ona dönmüştüm.

‘’Günaydın.’’ Diyerek ona karşılık verdim.

Thomas yanıma oturduğunda gülümsemişti. Ben gözlerimi kaçırdığımda ise diğer kızların ona baktığını fark edivermişti.

Daha yeni gelmişti ve tüm kızların gönlünü de yine o fethetmişti.

‘’Hey! İyi görünmüyorsun bir şey mi oldu?’’ Thomas’ın sözlerine şaşkınca kaldığımda o sadece benden bir cevap beklercesine yüzüme bakıyordu.

Bende o an zorlukla gülümseyerek ona cevap verme amacıyla ağzımı açtım.

‘’Şey… Evet biraz kötüyüm. Baş ağrısı falan…’’ Thomas sözlerime karşılık iç çekerek adeta gözlerini devirdi.

Sonrasında da tekrardan gözlerime bakmıştı.

‘’Ağladığını anlamadım mı sandın yoksa?’’ Gerçekten… Anlamış mıydı!? Halbuki morlukları o kadar kapatmışken.

‘’Gözlerin kıpkırmızı.’’ Dedi.

‘’Uykudandır.’’ Dedim. Çok basit bir şeymiş gibi.

Sonrasında gülümsedi bana.

‘’Eminim öyledir.’’ Gülümsemesi bir kez daha büyümüştü yüzünde. Sonrasında da sözlerini sürdürdü.

‘’Okuldaki ilk arkadaşımsın diyebilirim. Ve eğer özel bir şey değilse ya da dertleşecek birine ihtiyacın varsa… Seni dinleyebilirim.’’ Bu sefer sıra bendeydi.

Ona içtenlikle gülümsedim.

‘’Teşekkür ederim.’’ Teşekkürüme tebessümle cevap verdiğinde tekrardan yüzümü düşürmüştü hatırladıklarım. Sonrasında derince iç çekerek anlattım.

‘’En yakın arkadaşımın abisi siz geldiğiniz gün öldü. Öyle işte… Onun etkisi diyelim.’’ Anlayışla başını sallamıştı. Sonra da içtenlikle gülümsedi.

‘’Ben de çok kez kaybettim yakınlarımı. Ama geçiyor merak etme. Kabuk da bağlıyor acısı. Bazen intikam ateşi söndürüyor acıyı. Geçecek diyelim…’’ Ona başımı salladığımda bir kez daha gülümsedi ve sırtıma dokundu. Sonrasında ise öğretmenin içeriye girmesi ile konuşmamızı sonlandırmanın vakti gelmişti.

Öğle arası, dersler bitmişti.

Thomas Jeremy ve Brad hep birlikte kantine gitmiştik. Kantindeki ufak sıraya geçip beklemeye başladıktan bir süre sonra sıra nihayet bize gelebilmişti. Ben bu sefer iki köfteli bir hamburger almışken kendime Jeremy üçerden üç tabak tam dokuz dilim farlı farklı çeşit çeşit pizzaları doldurmuştu.

Thomas da ne alabileceğine dair bakınırken Brad’i izlemeye karar vererek ikisi de Jeremy’in izinden giderek pizza dilimlerini kapmışlardı.

Hatta diğer öğrencilere şu an pizza bile kalmamış olabilirdi aslında.

Jeremy ‘’Maalesef kaşarları çiğ bırakmışlar.’’ Diyerekten yakınmaya başladığında Brad sırıttı.

‘’Fark eder mi ki sana?’’ Thomas onlara gülerken Jeremy de Brad’a tip tip bakmaya başlamıştı. Ben ise onların bu arkadaş muhabbetine hiç gömülmeden burgerime odaklanmıştım.

‘’Ya öyle!’’ diyerekten bir sitem geldiğinde Jeremy’den Brad kendini düzeltme kararı almıştı.

"Fark eder mi ki derken az pişmiş mi seviyorsun Jeremy?"

Jeremy onun bu sözüne kısaca cevap verdi. Aslında sanki… Sanki tüm açıklamaları sadece bana yapıyor gibiydiler.

‘’Ah tabii, ben çok kızarmış yiyemem bana yağlı geliyor.’’

Onların bu saçmalık saçan konuşmasının ardından üçlünün arasında bir bakışma yaşanmıştı ama ben yine de neden olduğunu anlayamamıştım. Tüm bu olanlar garip gelirken ve onları çözümlemeye çalışırken hepsi yemeğini bitirmiş ardından içeceklerimizi de alarak okulun bahçesinde kısa bir turlamaya çıkmıştık. Derslere halen daha yirmi dakika vardı.

" Okula alışabildiniz mi?" diyerek hızlıca konuya derinlemesine bir giriş yaptım.

Bu sohbet bizi on dakika boyunca alıp götürür diye hissetmiştim.

Brad sadece tek bir kelime ile cevap vermişti.

‘’Sayılır.’’

Onun bu tavrına ise Thomas karşılık verircesine kendi okul hakkındaki görüşlerini ortaya attı.

‘’Hala anlayamadığımız bazı şeyler olsa da idare ediyoruz diyelim. Zamanla o pürüzleri halledeceğiz, değil mi çocuklar!?’’

Hepsi birden önce birbirlerine sonra da bana baktıklarında kafalarını sallamışlardı.

Bu anladıklarına işaretti değil mi, öyle olmalıydı.

..

Öğle arası bittiğinde diğerlerinden ayrılarak Thomas ile kendi bölümümüzün dersliğine geçmiştik. Yolda Thomas bu mesleği neden seçtiğimi sormuştu. Aynı soru tabii onun için de geçerliydi.

Thomas’a kalırsa o havalı diye seçmişti. Puanı veyahut parası da tuttuğundan okumak istemiş.

Güzel bir tercih diyelim…

Ben ise birazcık ilgiliydim.

İşte bu yüzden seçmiştim. Tabii biraz da aile meseleleri vardı ama oraya şu an gerçekten hiç ama hiç girmek istemiyordum.

Yoğun bir ders olmuştu bizim için. Ardındansa derslerimizin bitmesi ve bir okul gününün sonlanması da bir olmuştu.

Kendimi hızlıca derslikten atıp okul bahçesine çıktığımda Thomas kendi arkadaşlarına takılmak için benden ayrılmıştı. Ve ben de yoluma tek devam etmiştim. Otobüs durağına yöneldiğimde birinin arkamdan gelişi ile duraksadım.

Wilhelm!

‘’Yanındaki kimdi!?’’ Wilhelm yine şaşırtmıyordu!

Anında konuya girivermişti!

‘’Beni mi takip ediyorsun?’’ Cevabı hızı kadar hızlıydı, ışık hızında!

‘’Evet! Belli olmuyor mu!?’’ Biraz fazla sinirli duruyordu. Gereğinden fazla!

‘’Oluyor.’’ Diyerek kestirip attığımda tekrardan konuya balıklama daldı.

‘’Ondan uzak dur Adelya!’’ Ne yani vampir diye bana emir falan verebileceğini mi sanıyordu bu!?

Kiminle takılacağıma karışma hakkını kendinde nasıl bulabilirdi?

Tamam anladık vampir kıskançlığı var üstünde ama… Bu kadarı kabul edilemez! Ben bu kadarıyla baş edemem. Etmem bile!

‘’Asıl sen benden uzak dur!’’

 

Ve kendimi gelen otobüse atıp oradan uzaklaşmam bir olmuştu. Wilhelm hala arkamdan bakarken!

Yoğun bir günün ardından işte yine odamdaydım. Kendimi huzursuz bir şekilde yatağa bıraktım.

Aklımda Emery vardı, onu aramam gerekiyordu.

Hızlıca telefona sarılıp numarasını bulmaya rehbere girdiğimde bir anda kapım çaldı.

Açtığımda karşımda Wilhelm'i görmüştüm. Elinde beyaz orkide ve küçük bir kutu vardı.

"Adelya, konuşabilir miyiz?" dedi, gözlerinde derin bir üzüntüyle. Bir an tereddüt ettim ama sonra başımı sallayarak onu içeri aldım.

Daha geçen günlerde izin bile istemeden içeriye dalan adam şimdi benden bir davet almadan içeriye girmemişti.

Ve bir de… Her zamanki gibi söylediği şekliyle hitap etmişti bana yine, Adelya…

Wilhelm elindeki orkideyi uzattığında şaşırmıştım.

Gerçekten beklemiyordum.

Bir vampirden orkide alacağımı hiç tahmin dahi edemedim!

‘’Bunlar senin için. Orkideler, masumiyetin ve güzelliğin simgesi, senin ‘’gibi.

Gözlerim doldu, orkideyi alıp kokladım.

Aslında bir vampir… İstese romantik olabiliyormuş!

Bütün düşüncelerim tekrardan uçup gitmişti. Onun bu nezaketi, düşünceli tavrı tekrardan kalbimi ısıtmıştı.

"Teşekkür ederim, Wilhelm," dedim, sesim titreyerek.

Wilhelm, küçük kutuyu açtı ve içinden zarif bir kolye çıkardı. İçinde tıpkı boynumdan çekip aldığı mine çiçekli kolyedeki gibi bir çiçek vardı. Belki de gerçek bir hayat ağacı simgeli bir kolyeydi bilemezdim. Ama gerçekten o kadar zarifti ki sorarak kabalık etmek dahi istemedim.

"Bu da senin için.’’ Dedi ve sonrasında da sözlerini sürdürdü.

‘’Hiç çıkarma olur mu, ne olursa olsun? Ne kadar küssek, kavga etsek bile… Kalbim hep seninle, işte bu kolye gibi.’’

Ardındansa kolyeyi boynuma taktığında kollarımı boynuna doladım. İhtiyacım olan o sıkıca kucaklaşmaya nihayet kavuştuğumda Wilhelm saçlarımı okşamıştı. Dudakları kulağıma gömülürken fısıltıyla sordu.

‘’Barıştık mı?’’ Gülümseyerek kafamı salladım. O her ne kadar gülümsememi görmemiş olsa da başımı sallamamdan anlamıştı.

‘’Barıştık.’’

Evet barışmıştık işte, bir kez daha.

‘’Senin için her şeyi yaparım.’’ Dedi bana bir kez daha.

Tekrar başımı salladım sonra.

‘’Jonathan benim için bir şey ifade etmese de… Emery’in o hali beni mahvetti. Tüm o kontrolsüz çıkışmalarımın sebebi bu yüzdendi.’’ Başını onaylarcasına salladı. Sonrasında dudaklarını yanağıma sürttü.

‘’Artık bir önemi yok.’’ Dedi.

Barıştık ya… Artık hiçbir şeyin, hiçbir önemi yoktu.

Her şey pürüzsüzleşmiş gibi geliyordu.

Tek bir tanesi dışında.

Kıskançlık problemi.

Ve o an soramamıştım da. Unutmuştum o an. Gerçekten beni alıp bulutların üstüne çıkartması sadece saniyelerini alıyordu Wilhelm’in.

Ve durumda böyle olduğunda benim aklım sürekli uçup gidiyordu böyle!

 

Bir hafta sonuydu.

Okulun ilk hafta sonu. Cuma harici olan cumartesi ve pazar günleri…

Emery’siz ilk okul hafta sonu.

Onu gerçekten özlemiştim.

Onun için gerçekten fena halde üzülmüştüm.

Aklıma tekrardan düştüğünde yine bir arama kararı aldım.

Ama ne yazıktır ki onu her aramaya çalıştığımda kendimi Wilhelm’in aramasında buluyordum.

Evet Wilhelm beni tekrardan aramıştı.

Evet Wilhelm beni tekrardan Emery’i arayacakken yakalamış, basmıştı.

‘’Nasıl gidiyor?’’ diye sordu heyecanlı bir şekilde.

Şaşırmış ama bunu sesime iletmeden cevaplamıştım.

‘’İyidir sen?’’

‘’Birazdan çok iyi olacağım’’ diye bir cevap verdiğinde tekrar şaşırdım. Sonrasında o sözlerine devam etmişti.

‘’Sana bir sürprizim var.’’ İşte işler ilginçleşiyordu ve ben daha da fazla şaşırdım!

Günün ilerleyen saatlerinde, Wilhelm beni almak için yeni arabamızla geldi.

Arabaya bindiğimde, sepet dolusu yiyecek ve içecek hazırlamış olduğunu fark ettim.

Piknik!

Ah kesinlikle bu bir piknik! "Wilhelm, bu gerçekten çok düşünceli bir sürpriz," dedim, gözlerim parlayarak.

Wilhelm gülümsedi. "Seninle doğanın tadını çıkarmak istedim. Hadi, yola çıkalım," dedi ve arabayı dikkatle sürdü.

Ormana vardığımızda, Wilhelm arabayı büyük ağaçların gölgesinde park etti. Sepeti alıp yürümeye başladık. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, kuşların cıvıltısı ve rüzgârın yapraklarla oynayışı huzur vericiydi. Yüksek ağaçların dalları, adeta gökyüzüne dokunuyordu. Yaprakların arasından süzülen ışık, yerde küçük parıltılar oluşturuyordu. Her adımda, ayaklarımızın altındaki yaprakların hışırtısı duyuluyordu.

Bir vampir ile piknik…

İşte hiç yaşanmaz denilen şeylerin yaşandığı o listeye bir yenisi daha eklenmişti.

Şimdi burada bir vampirle piknik yapacaktım adeta!

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla.

"Birazdan göreceksin," dedi Wilhelm, gizemli bir gülümsemeyle. Onun bu gizemli hali beni her zaman etkilemişti. Kısa bir yürüyüşten sonra, geniş bir çayıra vardık. Çevresi ağaçlarla çevriliydi ve ortasından küçük, berrak bir dere akıyordu. Wilhelm’in bu güzel manzaralı yeri bulmuş olması beni bir kez daha etkilemişti.

"Burası harika," dedim, hayranlıkla etrafa bakarak. Çimenlerin üzerine yayılan çiçekler, doğanın renklerini sergiliyordu. Rüzgârın hafif esintisi, yaprakların tatlı bir melodiyle hışırdamasına neden oluyordu. Burası gerçekten de harika!

Manzarası efsane, düşüncesi efsane, huzur verici sesler efsane, Wilhelm efsane!

Daha ne isteyebilirdim ki, her şey efsane!

Wilhelm, piknik örtüsünü serip yiyecekleri düzenlemeye başladı. Sepetten çıkardığı yiyecekler arasında, sandviçler, taze meyveler, çeşit çeşit peynirler ve iki kadeh şarap vardı. Bunların hepsini sepetten çıkarırken bende ona yardım etmiştim.

Şaka gibi, Wilhelm… Gecenin Prensi, vampirlerin lideri ayak işi yapıyor; bana hizmet ediyordu.

Eh ne demişler o kadar insana söz geçer de bir canana asla!

Benim için, sevgisi için yapıyordu.

Herkes bilmeliydi ki gün sonunda hanımcılık kazanırdı çünkü.

Bu da böyle yazılı olmayan kurallardan bir tanesiydi işte!

Yiyeceklerin arasında sandviçler, meyveler, peynir ve şarap vardı. "Bunları nasıl hazırladın?" diye sordum, gülerek. "Vampirler yemek yapmayı öğrenmiş mi?"

Wilhelm gülümsedi. "Biraz yardım aldım ama senin için her şey," dedi, göz kırparak.

Pikniğe başladık. Yemeklerin tadını çıkarırken, doğanın içinde olmanın verdiği huzuru hissetmiştim bir kez daha.

En son doğada kaybolup yokluğa gidecekken şimdi Wilhelm ile huzurla kokusunu içine çekiyor rahatça içinde gezebiliyordum.

Yemekten sonra, dere kenarına oturduk. Wilhelm elimi tuttu. Ona gülümseyerek bende onun omzuna yaslandığımda bugünün geçirdiğim en harika gün olduğunun farkına varmıştım, yıllar sonra.

Ben iki yıl önce üniversiteye başlayan ve iki yıl önce ailesini kaybeden bir üniversiteliydim.

Kaza demişlerdi ölümlerime. Ve benim hakkımda tek istedikleri şehrimizde okumamdı, anısıyla; anılarıyla.

İşte hayatıma dair gerçekler böyleydi.

Ölüm çıkan bu şehirde tüm bu ölüme, tüm bu kayba rağmen onların hatırına, bıraktığı mirasları için katlanıyor ve okuyordum.

Güzel bir üniversiteydi, kazanması zor. Ama başarmıştım.

Ve yine onların isteğiydi biyoloji. Ama ben saf biyolojiden ziyade mühendislik okumaya başlamıştım işte.

Hayatımdaki bu kararı neden vermiştim bilmiyordum ama belki de o kararı vermeseydim şimdi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Kim bunun garantisini verebilirdi ki bana? Tabii ki de hiçbir kimse!

‘’Ne o daldın gittin?’’ Wilhelm’in sözleriyle düşüncelerimden sıyrılmıştım. Başımı omzundan kaldırıp sonrasında ona sıkıca sarıldım.

‘’Yok bir şey.’’ Ama o inatçıydı.

‘’Var bir şey.’’ Dedi ve saçlarımı öptü. Ona daha da kendimi teslim edip sıkıca sarıldığımda elleri belimi sarıp sarmalamıştı.

Huzurumdu, huzur verici kaçış rotam!

Güneş batarken, gökyüzü turuncu ve pembe renklere büründü. Wilhelm, bu anı ölümsüzleştirmek için küçük bir fotoğraf makinesi çıkardı ve birlikte birkaç fotoğraf çektik. O an, hayatımızın en güzel anılarından biri olarak hafızama kazınacaktı, yıllar sonra hatırlanacak…

‘’Biraz eğlenelim mi?’’ dedi Wilhelm. Ardından da ekledi.

‘’Vampir güçlerimi test etmemiz gerektiğini düşünüyorum,"

Wilhelm gizemli bir gülümsemeyle ayağa kalkmıştı.

‘’Ne dersin deneyelim mi?’’

Tabii ya! Hava kararırken vampirlerin devri başlardı.

Ve ben şimdi Gecenin Prensi ile birlikteydim.

Ve sanırım artık Gecenin Prensi ile resmen tanışma vaktiydi!

"Vampir güçlerini mi? Ne demek istiyorsun?" diye sordum, heyecanla.

Wilhelm elimi tutarak, "Sana ne kadar güçlü ve hızlı olduğumu göstermek istiyorum diyelim.’’ Diyerek göz kırptı.

Gülümseyerek ona yanaştığımdaysa da bu her şeyin başlangıcı olmuştu.

Onu kabul edişimin. Onun yeteneklerini görmek isteyişimin… Her şeyin!

Ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladık. Yüksek ağaçların arasında, güneş ışığı yaprakların arasından süzülüyordu. Kuşların cıvıltısı ve rüzgârın yapraklarla oynayışı, doğanın büyüleyici atmosferini daha da güzelleştiriyordu. Wilhelm, durduğu her noktada doğayı gözlemliyor, sanki etrafındaki her şeyi birer birer analiz ediyordu.

Bir süre yürüdükten sonra, geniş bir açıklığa vardık. "Tamam, burada duralım," dedi Wilhelm, çevresine bakarak.

Ardındansa bana dönerek konuştu.

‘’Beni dikkatli izle bakalım, hızıma ayak uydurabilecek misin?’’

Ardındansa Wilhelm’in ağaçlar arasında kayboluşu bir oluvermişti.

Gözlerimi kırpmadan ona bakarken, Wilhelm bir anda gözden kayboldu. Bir saniye içinde, yüz metre ötedeki bir ağacın tepesinde belirdi. "İnanılmazsın," diye bağırdım, gözlerim hayretle açılmıştı.

Wilhelm, bir anda tekrar yanıma geldi. "Bu sadece başlangıç," dedi, gülümseyerek.

Sonrasında kendimi onun kolları arasında bulmam bir olmuştu.

Wilhelm beni kollarına aldı ve bir anda havalandık. Ağaçların üzerinden geçerken, rüzgâr saçlarımı savurdu ve kalbim hızla çarpmaya başladı. Wilhelm’in güçlü kolları beni güvenle sararken, aşağıdaki manzaranın güzelliği ve yüksekliğin korkusu adeta aynı anda içime işlemişti.

"Wilhelm, bu harika!" dedim, gülerek. "Bu kadar güçlü ve hızlı olduğunu bilmek… Gerçekten inanılmaz, gerçekten inanılmazsın Wilhelm!"

Wilhelm, yumuşak bir iniş yaparak beni tekrar yere indirdi. O sırıtışı yüzünden hiç eksik olmamıştı.

Wilhelm'in vampir güçleri, onun sadece fiziksel olarak değil, duygusal olarak da ne kadar güçlü ve kararlı olduğunu da kanıtladı.

Gecenin Prensi ve vampir ırkı lideri Wilhelm Donovan. Tanıştığımıza gerçekten memnunum şu an!

Seni tüm yeteneklerinle görmem, seninle böyle romantik, içten bir anı paylaşmam…

İçimde kalan en ufak bir buz kırıntısı bile yok olup gitmişti. Bu an bana gerçekten çok iyi gelmişti!

Bugün, bu kaçamak bana çok iyi gelmişti. O uzun süredir beklediğim ihtiyacı karşılamıştı. Tekrardan biraz tebessüm etmeme yardım etmişti.

Artık iyiydim ve de kendimi iyi hissediyordum. Ben yalnız değildim. Emery de yalnız değildi ailesiyleydi.

Emery de iyileşecekti.

Gelecek ve tekrarda birlikte olmaya devam edecektik. O eğlenceli okul günleri geri gelecekti.

Seneye kesinlikle bir eve çıkacaktık.

Artık çıkmamız şarttı.

Kararan havanın verdiği soğuklukla buz kütlesi kıvamındaki vampirin bedenini sardım üşümemek için ama bu da yeterli olmamıştı.

Wilhelm üşüdüğümü hissettiği an ayaklandı.

‘’Sanırım artık gitme vakti.’’ Sanırım artık gitme vaktiydi.

Loading...
0%