Yeni Üyelik
18.
Bölüm

16. ORMANIN HÜKÜMDARLARI

@selinayeda_x

ORMANIN HÜKÜMDARLARI

Ağaçların hışırtısı, Kanada ormanlarının serin havası ve ormanın hükümdarları…

Birkaç yıl öncesine kadar burada akrabaları bile yokken yedikleri sürgünle ormanları yeşerten hükümdarlar. Düşman ırk için hazırdalardı. Her şey yıllar boyu iyi gitti. Taa ki beklenmedik bir anda beklenmedik bir şekilde düşman ayağının ormanlarına ayak basması ile her şey değişmişti.

Ormanın hükümdarları düşmanlarına aynı şekilde tepki vermeyi artlarına koyarak sürgün edildikleri yere geri döndüler. Ormanlar onlarındı geceler ise düşmanlarının.

Güçsüzlükten ve azlıktan dolayı sürgün edilen orman hükümdarları şimdi düşmanları ile kapışmak için hazırdı. Çünkü arkalarına nihayet o büyük gücü almışlardı.

Her iki tarafa da ait olan, Kralı!

Bir koku, bir hissiyat ve bir önsezi. Ağaçlardan yayılan hışırtı sesleri ve üzerindeki kuşların ötüşü her şeyi belli ediyordu.

Bir Gecenin Dişi burada kol geziyordu.

Hayır sadece Gecenin Dişi değildi.

O Gecenin Prensi’nin ta kendisiydi.

Wilhelm Donovan. Şimdi, burada, Kanada’daydı.

Sevgilisi Adelia’yı bırakamayıp peşinden tam olarak Orman Hükümdarlarını sürgün ettikleri bölgeye gelmişti. Kurtların bölgesine.

Adelia’nın kokusu, yaydığı enerji, sıcak kanının verdiği o his… Wilhelm hepsini en ince detayına kadar hatırlıyordu.

Tüm bu yoğun kara rağmen onu üç kilometre öteden bulabilmesinin tek sebebi de işte buydu.

Wilhelm Donovan sevgilisi için karları geçmiş ona ulaşmış ve onu yerden kucaklayarak kaldırmıştı.

Adelia ellerinde titriyordu.

Ufak bir kar kazasıydı bu.

Wilhelm’in sıcak gülümsemesini gören Adelia çoktan kendinden geçmişti bile. Arkadaşlarının yanına götürüldüğünde ise bu seferde gerçekten kendinden geçmişti, gözleri kapanmış ve her şey karanlığa bürünmüştü.

Wilhelm’in burada, Kanada’da yapacak çok şeyi vardı. Adelia’nın peşindeydi ama düşmanları da buradaydı.

Arkadaşlarına Adelia’yı teslim ettikten sonra onları küçük bir telkinle kendilerinden geçirip ortadan kaybolmuştu.

Adelia’nın bilmesine gerek yoktu.

Wilhelm Donovan gizlice ilerlemeye devam etmeliydi!

Koku giderek artıyordu.

Orman Hükümdarları emindi. Ormanlarında gerçekten bir vampir dolaşıyordu.

Lider kokuyu yandaşlarıyla beraber iyice takibe aldı

Takip etti, takip etti ve takip etti. Bu şehir de onlarındı, hükümdarların. Ne diye gelmişti şimdi bu düşman!?

Ormanın girişine yakın, yüksek olmayan iki katlı binaların varlığı…

Gecenin Prensi’nin burada işi neydi? İnsanların içinde?

Kan gövdeyi götürüyordu.

Bir ara sokakta, duvarlara sıçrayan kanın yoğunluğu. Gölgelere vuran canavarlar…

Bir insan katliamı tam olarak bunu gerektiriyordu işte.

Bir katliamın, bir katilliğin, dehşet ile vahşetin getirisi!

Hazırlanmış bir plan ve Gecenin Prensinin yola çıkışı.

Bir katliam için onca yolu tepmesi.

Tek bir kişi için.

Gecenin Prensinin Prensesi.

Hükümdarlar artık bunu biliyordu.

Ve artık zamanı gelmişti, yeni devrin!

Buram buram, rutubetim ele geçirmiş olduğu bir odada yoğun şekilde kokan islerin eşliğinde, burnumun sızım sızım sızlaması sayesinde gözlerimi aralamıştım karanlığa.

Kendime gelir gelmez ilk hissettiğim şey beni uyandıran kokuydu. Ayıldığımı fark edip gözlerimi açtığımdaysa karanlık, duvarları tuğla görünümlü ve örümcek ağlarıyla kaplı, duvar kağıdının sökülmüş, aşçıların dökülmüş, sıvaların akmış olduğu bir yerde, bir odada bulunduğumu fark etmiştim.

Başım zonk zonk zonklarken Karanlığa alıştıkça her şey daha da belirginleşmişti ve odada var olan iki şeyi daha fark etmiştim.

İki silüeti!

Uyanıyor!" Dedi birisi.

"Şimdi sırası değil." Dedi bir diğeri de.

Ağzımda hissettiğim bir el ile tekrardan karanlığa gömüldüğümde son işittiğim şey ise şu olmuştu:

"Daha alfa gelmedi."

Yeni bir şehir yeni bir hayat demekti. Onlar için ise o yeni hayat asla olmamıştı.

Orman Hükümdarları sadece eski bölgelerine dönmüştü, yuvalarına! Birkaç yıla kadar uyumla yaşadıkları o yere. Amerika ormanlarına. Güzel küçük bir kasabaya, küçük bir şehre.

Onlar artık yuvasındaydı ve artık hiçbir güç onlara karşı koyamaz ve onları şehirden atamazdı.

Çünkü onlar için artık yeni bir devrin başlangıcıydı.

Ve yeni yönetici de sahalardaydı.

Kral!

Orman Hükümdarlarının tarafını almış, her iki tarafa da ait melez!

Şehre geri dönüş demek; zamanı, kuşağı, insanları ve onların insan davranışlarını kontrol etmek; bir nevi şehirde nabız tutmak demekti.

Kurtların bir kısmı da aynen böyle yapmıştı. Genç alfa ve yandaşları.

Şehrin güzel, görkemli, kıdemli bir üniversitesi vardı. Yeniyi çağıran, yeninin nabzını tutan. İsminde bile bu kelimeyi bulunduran. Gelecek için harika bir tercih olan!

Alfa ve yandaşları şimdi oradaydı.

Nabız tutmada!

Kendilerine en yakın bölümleri seçmişlerdi, orada bulunan düşmanları yoklamak için.

Ve daha ilk günden yepyeni şeyler öğrenmiş ve şans bir anda yüzlerine gülmüştü. Binadan içeriye adım atan gençler Prensesle karşılaşmayı asla beklemiyorlardı çünkü.

İki düşman tüm bu zaman boyunca, tıpkı yıllardır yaptıkları gibi birbirlerinin nabızlarını tutmuşlar ve bunu yapmaya da devam etmişlerdi.

Kim nerede ne yapıyor ve kim kiminle nerede ne zaman buluşuyor!?.

İşte bütün mesele bundan ibaretti.

İki zıt türün düşmanlığından ve rekabetinden ibaret.

Ve şimdiyse hükümdarlar yuvaya geri döndüğünde… Her şey daha da karmaşıklaşacak ve sırrı bilen herkes tehlikeye girecekti.

Hatta…

Çoktan girmişlerdi bile!

En çok da Prenses…

En azından kendilerinin düşüncesiyle… Prenses!

 

Hafif bir bilinç bulanıklığı ile kendime gelmeye başladım. Başımda keskin bir ağrı, burnumda ise keskin bir kimyasal kokusu vardı. Gözlerimi açmak istedim, ama gözkapaklarım kurşun gibi ağır geliyordu. Gözlerimi nihayet araladığımda, etrafıma odaklanmakta zorlandım. Bulanık görüşüm yavaş yavaş netleşirken, nerede olduğumu anlamaya çalıştım.

Yine o yerdeydim, yine aynı yerde.

Kokmuş bir yerde, duvarların üstüme geldiği bir yerde!

Yoğun isin örümcek ağlarına eşlik ettiği, duvardaki alçı ve sıvadan iz bile kalmamış bir odadaydım.

Etraf karanlık ve soğuktu. Duvarlarda hiçbir şey yoktu; sadece çıplak, soğuk taş duvarlar ve zemin. Vücudumda bir soğukluk hissi, sanki yere temas eden her yerim donmuş gibiydi. Başımı çevirmeye çalıştığımda, boynumdaki ağrı daha da belirginleşti. Zorla başımı sağa sola çevirdim ve kendimi beton bir odanın ortasında, ince bir şilte üzerinde yatarken buldum.

Elleri ve ayakları bağlanmış bir şekilde yatıyordum. Ellerim arkamda, bileklerim sert bir şekilde bağlanmıştı. Bileklerimdeki iplerin acısı, derimin altına işleyen bir ızdırap gibiydi. Ayak bileklerim de aynı şekilde sıkı sıkıya bağlanmıştı ve her hareketimde iplerin etrafında dönen sürtünme, dayanılmaz bir acıya dönüşüyordu.

Nefes almakta zorlandım. Göğsüm sıkışmış, nefesim kesik kesikti. Başımda dönen düşünceler bulanık ve dağınıktı. Son hatırladığım şey, arkadaşlarımla birlikte keyifli bir gün geçiriyorduk. Thomas'ın gülümseyen yüzü, Jeremy'nin komik figürleri, Brad ve Lilith'in cilveleşmeleri… Bu görüntüler zihnimde hızla parlayıp söndü.

Aniden burnumun ucunda hissettiğim keskin kimyasal kokusu geri geldi. Eter... Beni bayıltmak için eter kullanılmıştı. Bu düşünce, kalbimin hızla çarpmasına neden oldu. Kim beni kaçırmıştı? Neden buradaydım? Korku ve panik dalgaları tüm vücudumu sardı.

Ve hatta…

Daha doğrusu…

Alfa da neydi!?

Bir an için durup etrafıma daha dikkatlice baktım. Odada hiçbir pencere yoktu; sadece küçük, demirden yapılmış bir kapı vardı. Kapının ardında ne olduğunu bilmiyordum. Belki de beni kaçıran kişi ya da kişiler oradaydı. Korkumu bastırmaya çalışarak, derin bir nefes aldım ve durumu anlamaya çalıştım.

Kaçış planları zihnimde belirmeye başladı, ama ilk adımımın ne olacağını bilmiyordum. Elleri ve ayakları bağlı bir şekilde ne yapabilirdim ki? Belki de bağırarak yardım istemeliydim, ama kimse beni duyar mıydı? Yoksa sadece dikkat mı çekerdim?

Belki de uyandığımı anlar anlamaz yanıma gelirlerdi. Ve o an devamının ne olabileceğini asla tahmin edemiyordum!

Kafamdaki sorular ve belirsizlikler beni daha da endişelendirdi. Ama bir şeyden emindim; burada kalamazdım. Beni buradan kurtaracak bir yol bulmalıydım. Tüm gücümü toplayarak, bağlarımı gevşetmeye çalıştım. Ellerimle ipleri zorladım, bileklerimdeki acıyı görmezden gelerek. Ancak ipler çok sıkıydı ve her hareketimle daha da acı verici hale geliyordu.

Bir an için durup etrafı dinledim. Dışarıdan gelen hiçbir ses yoktu; sadece kalbimin hızla atan ritmi kulaklarımda yankılanıyordu. Odada yapayalnızdım ve her saniye bana bir ömür gibi geliyordu. Ama içimde bir umut kıvılcımı vardı. Buradan kurtulmalıydım ve bunun bir yolunu bulacaktım.

Başımı tekrar çevirdiğimde, gözüm köşede duran küçük bir objeye takıldı. Bir metal parçası gibi görünen bu şey, belki de bağlarımı gevşetmem için kullanabileceğim bir araç olabilirdi. Ona ulaşmam gerekiyordu. Tüm gücümü toplayarak, vücudumu hafifçe yana doğru kaydırmaya başladım. Bileklerimdeki acıya aldırmadan, yavaşça o metal parçaya doğru ilerledim.

Her hareketimle, içimdeki korkuyu ve umudu dengede tutmaya çalıştım. Belki de bu küçük metal parçası, benim kurtuluşum olacaktı. Onu elime alana kadar durmayacaktım. Ve sonunda, ona ulaştığımda, buradan çıkmanın bir yolunu bulacağıma emindim.

Ellerim ve ayaklarım bağlı bir şekilde yatarken, köşede duran küçük metal parçası benim tek umudum olmuştu. O parçaya ulaşmak, buradan kurtulmanın ilk adımı olabilirdi. Gözlerimi ondan ayırmadan, tüm gücümü topladım ve yavaşça vücudumu yana doğru kaydırmaya başladım.

Bileklerimdeki iplerin her hareketimde daha da sıktığını hissettim. Acı dayanılmaz hale geliyordu, ama pes edemezdim. Derin bir nefes alarak, zihnimi acıdan uzaklaştırmaya çalıştım. Metal parçasına odaklandım ve ona ulaşma arzusuyla hareket etmeye devam ettim.

Yavaşça ilerledim. Her bir santimetre, vücudumda bir ömür kadar uzun geliyordu. Ellerimi arkamda hareket ettirerek, metal parçaya ulaşmak için dirseklerimi kullanarak zeminde ilerlemeye çalıştım. Yüzümde soğuk taşın sertliğini ve nemini hissettim. Kaslarımın titrediğini fark ettim, ama yılmadan devam ettim.

Sonunda, metal parçasına ulaşmak için yeterince yaklaştım. Parmak uçlarımı onu kavrayacak şekilde uzattım. Metalin soğuk ve pürüzlü yüzeyi parmaklarıma değdiğinde, içimde bir umut kıvılcımı parladı. Onu kavramak için tüm gücümü kullandım ve sıkıca tutmaya çalıştım.

"Başardım," diye fısıldadım kendi kendime, sesim neredeyse duyulamayacak kadar hafifti. Metal parçasını ellerimde tutarken, bileklerimdeki ipleri kesmek için kullanabileceğim bir araç olduğuna inanmak istiyordum.

Ellerimi dikkatlice hareket ettirerek, metal parçasını iplerin arasına sokmaya çalıştım. Her hareketimle, iplerin üzerindeki baskıyı hafifletmeye ve onları kesmeye odaklandım. Metal parçasını iplerin arasına sokup ileri geri hareket ettirerek, ipleri kesmeye başladım. Bu süreç oldukça zordu; ellerim titriyor ve kaslarımın ağrısı daha da artıyordu. Ama pes etmemeliydim.

Dakikalar geçtikçe, iplerin gevşediğini hissettim. Bileklerimdeki acı hafiflemeye başladı ve sonunda, ellerim serbest kaldı. Derin bir nefes aldım ve hemen ayak bileklerimdeki ipleri çözmek için metal parçasını kullanmaya başladım. Aynı dikkat ve özenle, ayak bileklerimdeki ipleri de kestim.

Ayaklarım serbest kaldığında, büyük bir rahatlama hissettim. Yavaşça ayağa kalktım ve vücudumu esnettim. Kaslarım hala ağrıyordu ve başım dönüyordu, ama buradan kurtulma fikri beni ayakta tutuyordu.

Etrafı dikkatlice inceledim. Küçük odada başka bir çıkış yolu var mı diye baktım. Tek görünen çıkış, demir kapıydı. Adımlarımı sessizce atarak kapıya doğru ilerledim. Kulak kesildim, dışarıdan gelen herhangi bir ses olup olmadığını dinledim

Gerçekten fazlasıyla bir sessizlik hakimdi.

Kapıyı yavaşça araladım ve dışarıya baktım. Koridor uzun ve karanlıktı. Birkaç zayıf ışık, koridorun sonunu zar zor aydınlatıyordu. Dışarıda kimse yok gibiydi.

Sanırım kurtuluş zamanıydı!

Yanılmıştım!

Hem de çokça!

Kapıyı açıp adımımı dışarı attığım anda, birdenbire karşımda beliren figürü fark edemedim. Gözlerim karanlığa alışmaya çalışırken, aniden biri kollarımı kavradı. Güçlü ve sert eller beni acımasızca yakaladı. O kadar hızlı ve güçlüydü ki, neler olduğunu anlamadan kendimi tekrar soğuk taş zemin üzerinde buldum. Bu güç insanüstüydü; normal bir insan böyle bir kuvvet uygulayamazdı.

Sertçe yere düştüğümde, başım arkamdaki duvara çarptı ve gözlerimde yıldızlar çaktı. Bedenim ağrılar içinde kıvrandı. Kafamı kaldırıp bakmak için mücadele ederken, karşımda duran kişinin siluetini gördüm.

Thomas!?

Kalbim hızla çarpmaya başladı; korku tüm vücudumu sardı.

"Kaçmaya çalışmak kötü bir fikir," dedi, sesi derin ve tehditkârdı. "Senin gibi biri için çok tehlikeli."

Nefes almakta zorlanıyordum. Güçsüz ve savunmasız hissettim

Ben… Ben tam olarak çok feci kandırılmıştım.

‘’Sen!?’’ diyebildim sadece, zorlukla.

O ise karşımda soğuk bir şekilde sırıtmaktaydı.

‘’Evet ben!’’ dedi ardından tüm sertliğiyle.

Sonrasında ise sesler koridoru inletmişti. İki tane insan çıkageldi.

Ah hayır onlar da Thomas gibiydi! Vampirdi!

Vampirlerdir değil mi!?

Benim Gecenin Prensine ait olduğumu bile bile tehditkâr bir şekilde beni kaçırmak…

Tamamen intihardı!

Ama dur bir saniye!

Sıcak vücutlar…

Soluk olmayan ten…

Lezzetli bir şekilde yemek yemek!

Bunların hepsi asla kurgu olamazdı.

Karşımdaki kişiler vampir falan değildi!

Onlar…

Onlar bambaşka bir türdü!

Benim asla ama asla bilmediğim!

Wilhelm’in bana asla ama asla söylemediği!

‘’Nesin sen!?’’ diye bağırdım o an kendimden bile hiç beklemediğim bir anda.

Thomas sırıtarak arkadaki ikiliye dönüp güldü.

‘’Çocuklar!.. Bizim kim olduğumuzu hala anlayamamış!’’ diyerek tekrar güldüğünde arkasında duran kişilere baktım.

Brad!

Jeremy!

Tabii ya!

Her şey bir tuzak. Ve ben de yemleri olmuştum! Ne kadar da aptalmışım!..

Gözlerindeki vahşilik, güç ve hız… Neredeyse birebir vampirler gibi olup da vampir olmayan bir tür… Ne olabilirdi ki?

O an koridordan koşu sesi geldi. Ardındansa bir bağırtı.

‘’Alfa!’’ Silüet yanımızda durduğunda bir saniye soluklanışın ardından sözlerini sürdürdü.

‘’Gelmen gerek. Çok önemli bir şey var.’’

Alfa…

Alfa Thomas’tı!

Thomas arkasında duran Brad ve Jeremy’e döndü.

‘’İyi bakın ona. Bağlamanıza da gerek yok, kaçabileceğini sanmıyorum!’’ diyerek onu çağıran başka bir yaratıkla geldiği yere geri döndü.

Ve ben ise iki bilmediğim türün canlıları ile baş başa kalmıştım bu odada.

Yavaşça doğrulmaya çalıştım, ama Jeremy beni tekrar yerine oturttu. "Sakin ol," dedi, sesi yumuşak ama bir o kadar da tehditkardı.

Sonrasında da Brad söze atıldı.

"Buradan kaçamazsın. Kaçmayı denemenin sonuçları ağır olur."

Titreyen ellerimi yere dayayarak kendimi tekrar doğrulttum.

"Neden beni buraya getirdiniz?" sesim titrek ve zayıftı.

Jeremy omuz silkti Brad ise gözlerini devirmişti. İkisinin de anlatmaya niyeti yoktu.

Brad bir adım geri çekildi, gözlerini benden ayırmadan. "Seninle işimiz var," dedi. "Ama bunu zamanı gelince öğreneceksin." ki o an beynimde bir kez daha şimşekler çakmıştı!

Mitoloji.

Vampirler.

Mistik varlıklar…

Alfa kime denir!?

Vampirlerin düşmanı kim!?

Kurt Adamlar!

Bunlar… Kurt adamdı! Ve Wilhelm’in aslında baş düşmanlarıydı.

Ve Wilhelm bana bunu söylemeye bile tenezzül etmemişti!

Yavaşça sırtımı doğrulttum ve o ikisine baktım.

‘’Siz.’’ Dedim, ardındansa ekledim. ‘’Kurtsunuz, kurt adam! Başınız, alfanız da Thomas! Doğru mu?’’ Sözlerimin ardından Jeremy beni başıyla onaylamıştı. Brad ise ona sert bir bakış attı.

Jeremy ise Brad’a dönmüştü.

‘’Ne!? Ne var!? Biliyor işte kız, bu saatten sonra yalanlaması mı kalmış!?’’ diyerek çıkıştığındaysa Brad de doğası gereği kendini savunarak ona karşı çıktı.

Aralarında bir tartışma başlayacakken fırsat bu fırsat tekrar denemeliydim kaçmayı.

‘’O türünün yüz karası! Vampirlerin lideriyle çıkıyor. Kim bilir ne istiyor!?’’

Brad’in sözlerine Jeremy’in tavrı netti.

‘’O bir insan!’’ Ama Brad de asla geri basacak durmuyordu.

‘’O bir hiç! O Bowling alanında ne olduysa hepsini unut. Plandı bu! Unuttun mu, basit bir kaçırma planı! Ne bu sıcaklık!? Eline dokundu diye mi yoksa!? Kendine gel Jer!’’ Brad’in sözleri Jeremy’i o kadar derinden etkilemiş görünüyordu ki hiç düşünmeden Brad’i sertçe itmişti.

Brad ardından onu karşılık verircesine geri ittirdiğinde ben de fırsat verircesine hemencecik uçarak kapıya fırladım. Kapı zaten açıktı, sadece yine de her şeye rağmen birazcık hızlı koşmam lazımdı.

Başım hala ağrıyordu ve vücudumda hissettiğim acı daha da artmıştı.

Koridorda hızlıca koşarken arkamdan büyük bir bağırtı kopmuştu.

‘’Kız kaçıyor!’’ Ses Jeremy’e aitti.

Arkama dönüp bakacak bile vaktim yoktu.

Hızlıca koridor boyunca koşarken kolumdan tutulup fırlatılmamla koridor duvarına sertçe yapışmam bir oldu.

Duvara sert çarpışımın etkisiyle kolyemin paramparça oluşu bir olduğunda Brad öfkeyle üzerime yürüdü. Sapsarı gözleri parıl parıl parlarken vampirlerden daha derin, sert görünümlü dişleri de ortaya çıkmıştı. Bu daha da ürkünçtü, daha da alışılmadık. Kurt adamlar vampirlere göre daha tehlikeli ve vahşiydi!

‘’Brad!’’ diye bir ses duyuldu arkadan. Brad tam da üstüme atlamak üzereyken.

Jeremy de hızlı bir şekilde yanımızda bittiğinde ‘’O bize lazım.’’ Diyebilmişti. Brad ise dişlerinin arasından söze girerek devam etti. ‘’O bize lazım evet. Ölüsü ya da dirisi fark etmiyor sadece. Vampir lideri buraya her türlü gelecek!’’ Brad tam üstüme atladığında bir anda bağırarak geri çekildi.

Etrafta sarı dumanlar kol gezerken onlar öksürmeye ve bağırmaya başlamıştı.

Jeremy ‘’Bu ne böyle!?’’ diye haykırırken ondan daha fazla zarar görmüş olan Brad kükredi. ‘’Kurtboğan!’’

Kurtboğan…

Mine çiçeği gibi bir etkiye sahip olup kurtları, dolayısıyla kurt adamları da etkileyen bir çiçek.

Kolyemin içindeki çiçek!

Ortama sarı duman hâkim olmuşken iki kurt da aynı anda yere yığılmıştı.

Kalkmaya çalışırken bir silüet daha fark etmiştim.

Ardındansa tanıdık bir koku…

Wilhelm!

Gelmişti!

O buradaydı!

‘’Çok doğru söylüyorsun. Buradayım işte kurt bozuntusu gel ve dişlerini göster!’’ Wilhelm’in alay edici gülümsemesi yüzünde belirirken Brad ağır ağır öksürüyor ve ayağa kalkmaya çalışıyordu.

Onlardan bir cevap alamayan Wilhelm yanıma omuz silkerek ilerledi. Bakışlarım ona kayarken sağ çaprazımda kalan Jeremy çoktan ayaklanmıştı.

Bir hışımda üstümüze doğru geldiğinde tepki dahi verememiştim.

Çığlığım yarıda kalmışken olan da olmuştu.

Şok içinde kalakalmış olsam da… Olmuştu işte!

Jeremy onun omzuna o sivri dişlerini sertçe geçirmiş Wilhelm ise hızı ile gücünü aynı anda kullanarak Jeremy’i arkadaki duvara fırlatarak itmişti. Ve Wilhelm o an bir saniye bile düşünmedi.

Jeremy’in kalbine eli bir hışımda girdiğinde aynı hızda çıkması da bir olmuştu. Şimdi Jeremy’in göğsünde bir boşluk varken Wilhelm ise elinde bir kalp tutuyordu.

Kurt adama ait bir kalp!

‘’Wilhelm!’’ diye ne kadar yakınsam da… Olmuştu işte.

Wilhelm Jeremy’in kalbini söküp atmıştı.

Brad yerde dehşet içinde kıvranırken titreyen vücuduma daha fazla dayanamayarak kendimi zemine bırakmıştım.

Düştüğüm yerde titremelerim artarken Wilhelm bana döndüğünde onunla yaşadığım saniyelik bir bakışmanın ardından gözlerimi karanlığa bir kez daha yummuştum.

Jeremy’in öldüğünün bilincinde.

Wilhelm’in bana bir kez daha yalan söylediğinin bilincinde.

Bir insan olarak iki ırk arasında tehlikede kaldığım bilincinde!

Gözlerimi bir kez daha araladım.

Bu sefer bir kimyasal kokusuyla değil.

Daha çok…

Kan kokusuyla!

Burnumu delip geçen sivri bir kan kokusuyla uyandım.

Tam başımın ucunda Wilhelm vardı ve ben ise boylu boyunca yatakta uzanıyordum.

‘’Wil…’’ dedim zorlukla. Sonrasında doğrulmaya çalıştığımda başıma keskin bir ağrı girmişti.

Olduğum yerde kalıp Wilhelm’e baktığımda omzundaki yara izini gördüm.

Hala iyileşmeyen bir yara izi!?

Nasıl olabilirdi ki bu!?

Ve en önemlisi neden yapmıştı?

‘’Sen..’’ diyerek elimi zorlukla uzattım.

Wilhelm elimi havada kaptığında gülümsemekteydi.

‘’İyisin.’’ Dediğinde başımı iki yana salladım.

Yalan değil.

İyi falan değildim ben.

İyileşsem de asla iyi olamazdım zaten.

Çünkü benim yaram derindeydi.

Wilhelm’in gaddarlığı, Jeremy’in o son acı dolu bakışı…

Gözümün önünden asla gitmeyecek ve aklımdan asla silinmeyecek bir anı olarak kalacaktı hayat boyu benimle!

Yataktan dirseklerimden aldığım destekle doğruldum. Başımın ağrısı yavaş yavaş geçmekteydi.

‘’Dinlenseydin.’’ Dedi Wilhelm. Sanki artık daha fazla uyuyabilecekmişim gibi!

Yatakta oturur pozisyona geldiğimde bakışlarımı Wilhelm’e dikmiştim ama sonrasında gözlerim tekrardan yarasına kaymıştı.

Benim yarasına baktığımı fark ettiğinde dikkatimi başka yere çekmeye çalıştı.

Ama nafile!

Bu yaranın neden hala iyileşmediğini bilmem lazımdı!

‘’Neden iyileşmiyorsun?’’

Soruma belli bir süre yanıt vermemişti ama sonrasında birazcık tebessümle soruma geri döndü.

Nihayet açık sözlüydü.

‘’Kan ihtiyacım var.’’ Gözlerimi devirdiğimde ağzımdan bir anda şu sözler dökülmüştü. ‘’Avlansaydın o zaman.’’ Onu durduran neydi ki!? Bir kurt adamı katlederken yapabiliyordu da doğal alanda beslenmesi mi zor gelmişti şimdi!?

Başını iki yana sallayarak burukça gülümsedi.

‘’Yavaşça güçten düşüyorum. Dışarı çıktığım an açık av olurum.’’ Şu an adeta sınırları zorluyordu.

İyileşmek için kanımı istediğini gayet açık bir şekilde belli ediyordu.

Ben ise…

Son olaylardan sonra fena halde kafam ve aklım karışık bir şekilde kalakalmıştım.

Ne yapacağımı bilemiyordum.

Wilhelm bana doğru sandalyesini kaydırdığında irkilerek geriye çekildim. O ise çoktan elini belime dolamıştı.

‘’Sakin ol acıtmayacak, çok kısa sürecek.’’ O an dişleri tenime battığında adını kuvvetli bir şekilde haykırdım.

‘’Wilhelm!’’

İstemiyordum.

Ama bu onun umurunda bile değildi.

‘’Wilhelm!’’ Bir kere daha sayıkladım.

Ama durmaya hiç mi hiç isteği yoktu.

Boynuma batan dişler de daha da derine giderken çığlık attım.

Acıtıyordu!

İlk defa… Bu kadar fazla!

Dayanılamayacak, katlanılamaz bir acıydı.

Demek ki o ilk tanıştığımız geceki kızın çığlıkları… Tam olarak bu yüzdendi.

İnsandan çok kanı arzulandığında bir insanın hali tam olarak böyle oluyordu.

‘’Dur!’’ Onu ittirmeye çalışırken boynumdaki acı daha da keskinleşmişken dişlerin bedenimden ayrılması en nihayetinde Wilhelm’in geri çekilmesi ile son buldu.

Omzundaki yarayı eliyle bastırırken titreyerek ona bakıyordum sadece.

‘’Lanet olsun!’’ Wilhelm geriye doğru sendelediğinde olduğum yerde kalakalmıştım.

‘’Zehir çok güçlü.’’ Wilhelm dişlerini sıkarken bu kelimeleri zorlukla çıkartmıştı ağzından.

Wilhelm’e bakakalmışken gözlerimin önünde bir anda sendeleyerek yere düşmesi ve terlemeye başlaması bir olmuştu.

‘’Lanet!..’’ Wilhelm sözlerine devam edemezken korkuyla kalakalmıştım.

‘’Ne oluyor!?’’ diye bağırabildim sadece.

Ardındansa boynuma aldırmadan yanına gittim.

‘’Wilhelm!’’

Gözleri gözlerimi bulduğunda elimi sıkıca kavradı.

‘’Düşmanlarım! Tuzak kurdu.’’ Hala anlamaz gözlerle ona bakıyordum ki kapının açılmasıyla içeriye Richard’ın girmesi bir olmuştu.

Ne yani her şeyi dinlemiş miydi!?

Wilhelm’i yerden kaldırıp yatağa bırakırken gözleri beni bulmuştu.

‘’Kurt adam tarafından ısırıldı. Kurt adam ısırığı biz vampirler için zehirli. Onlar bunu bildiğinden ve senin kanını içeceğini de öngördüklerinden vücuduna mine çiçeği enjekte etmişler. Şimdi zehir iki kat etkili ve o ölebilir, anlayabiliyor musun Adelia!?’’

Tuzak…

Tuzak üstüne tuzak!

Her şey planlı bir tuzak.

Her şey Wilhelm’i öldürebilmek için kurulmuş bir tuzaktan mı ibaretti yani!?

‘’Ne… ne yapabiliriz!?’’ Richard’ın sesi gayet ciddi ve netti.

‘’Tek bir şey var. Aksi takdirde ölür.’’ Wilhelm’i hayata bağlayacak sadece tek bir çözüm vardı.

Peki o neydi!?

‘’Ne o!?’’ diye sorduğumda cevap gecikmedi.

‘’Melezin kanı!’’ Melezin…

Bir de melezler mi vardı!?

Bu doğaüstü dünya ne bitmek tükenmek bilmeyen sırlar dolu kapılarını bana aralamıştı böyle!?

Tek bir şans…

Tek bir şey.

Başarı oranı yüzde yüz.

Wilhelm’i geri kazanmak için yapmam gereken tek şey sadece melez kanı!

Nerede bulabileceksem!?.

Richard beni es geçip Wilhelm’in yanına gittiğinde onu iyice bir süzdükten sonra iç çekti.

‘’Durumu kötüleşiyor.’’ Wilhelm’in titreyen ve terler içinde kalmış bedenine bir bakış attığımda en az Richard kadar iç çektim.

‘’Melezi nerede bulabilirim.’’

İşte yeni maceram tam olarak bu olabilirdi.

Melezi bulmak ve Wilhelm’i iyileştirmek!

Richard kahkahayla güldü bana. Ama bu sadece sinir etmişti beni.

‘’Öyle birisi yok.’’ Duyduklarımla şoka uğradığımda bir kez daha kalakalmıştım.

Öyle birisi yok.

Melez yok.

Wilhelm… Artık ondan da geriye hiçbir şey kalmayacaktı.

Richard Wilhelm’in durumunu bir kez daha kontrol ettiğinde bana döndü.

‘’Çok yakınında bulunmamalısın. Önce ter döktürür ardındansa korkunç halüsinasyonlar gördürür. Seni öldürebilir. Ben başındayım. Jenna’yı bul, şurana pansuman yapsın.’’ Richard’ın söyledikleriyle boynumu bir kez daha hatırladığımda bir kötü olmuştum.

Wilhelm…

Kendini tutamadığı için kanımdan beslendiği için bu haldeydi.

Ve Thomas bunu çok önceden ön görmüştü.

Vampir avcıları gibi kanıma mine enjekte etmişti.

Thomas da aslında bu kurt adam formunda bir vampir avcısıydı. Sadece avcılardan daha üstün, daha güçlüydü, doğaüstüydü.

Peki bu filmin içinde gerçek kötüler hangi taraftı?

Sanırım bunu asla anlayamayacaktım.

Wilhelm yaşamazsa ben de ölürdüm.

Ve Wilhelm’i yaşatacak hiçbir şey kalmamıştı elimde.

Bu yeni bir son sayfası mıydı benim için?

Yine mi ölümle bu kadar çok burun buruna gelmiştim ben?

Peki ya şimdi ne olacaktı benim bu halim, Wilhelm’in hali.

Sanırım o öldüğünde görecektim ne olup bittiğini.

Ve bu koşullar altında bana da sadece beklemek kalıyor idi.

Odadan çıkıp Jenna’yı koridor sonunda bulduğumda bana belli belirsiz buruk bir tebessüm yapmıştı. Ardındansa da beni arkasından bir odaya sürükledi.

Revire!

Burada birçok vampir vardı.

Hepsi belli bir yerinden yaralı ve Wilhelm gibi durumdalardı.

Yoksa…

Yoksa bu vampir ırkına bir saldırıydı da ilk önce lidere mi suikast düzenlenmişti!?

Jenna beni boş bir yatağa oturtarak yarama pansuman işlemine başladı. Mühendis bir kızın bu denli iyi bir pansuman yapması… Şaşırtıcıydı. Ya vampirken çok yarayla mücadele etmişti ya da benim bölüme yakın bölümlerde okumalıydı. İkinci seçenek en baştan elendiğine göre geriye ise sadece ilk seçenek olarak vampiristik olaylar kalıyordu!

Vampiristik!

Loading...
0%