Yeni Üyelik
32.
Bölüm
@selinayeda_x

KAZA

Alt kata indiğimde etin yoğun kokusu tüm bünyemi sarmıştı. Pişmişe benziyordu. Mutfaktan sesler gelirken girmeye bile tenezzül etmemiştim. Doğruca kendimi salona attım.

Zaten mutfağa girişim Melez tarafından çoktan yasaklanmıştı.

Salonda on dakika kadar boş boş oturmuş televizyon izlerken yanıma Thomas’ın gelişiyle ondan tarafa döndüm.

‘’Gel bakalım. Yemekler hazır, bahçede yiyoruz.’’

Bahçe diyorsun ha!? Yeni bir icat. Bakalım sarabilecek miydi?

Thomas ile bahçenin yolunu tuttuğumda Melez masanın baş köşesinde oturmuş Brad ise bir yanına, sağ tarafına geçmişti. Thomas ile birlikte yanlarına geçtiğimizde Melez’in üstündeki lacivert polo yaka tişört dikkatimi çekti.

Nasıl yani?

Bir: Melez gömlek dışı bir şey giyer miydi?

İki: Madem giyebilirdi o kadar unu neden yedim!?

Bu da üç olsun: Neden başka renk yokmuş gibi lacivert!?

İç çekerek sandalyelere doğru ilerlediğimde Melez’in yanında olmaktan ziyade ondan uzak bir köşedeki sandalyeye oturmak istemiştim ki Melez öksürdü. Öksürerek lafa girdi ardındansa!

‘’Gel böyle soluma geç, uzak köşede ne işiniz var Adel Hanım!?’’ Thomas Melez’in bu sözleriyle çoktan tuttuğum sandalyeye oturmuşken, ki bu da fazlaca bir odundu, bende dolayısıyla Melez’in solundaki sandalyeye, Brad’in karşısına geçtim. Ben de oturduğumda hızlıca Brad yanındaki içecekleri servise başlamıştı. Kırmızı bir şişe, sarı bir şişe ve de turuncu bir şişe.

Kırmızı şişeyi Melez’e ithafen koyup önüne bardağı bıraktığında Thomas ve kendisine ise sarı renkteki bir şeyi bardağa doldurdu. Bana gelince ise turuncu şişedekini bardağıma koyarak bana vermişti.

Portakal suyu!

Melez’e kan.

Bana portakal suyu!

Kurt adamlara ise!

Ne olacaktı ki başka!? Alkolden başka!?

Gözlerimi devirerek meyve suyunu yudumladım. Gerçekten bu et bu içecekle mi giderdi ya!?

Onlar çoktan yemeklerini bitirmiş tabaklarındaki salataları da süpürmüş iken onlar için tatlı sırası gelmişti. Ben ise hala yemeğin yarısındaydım, salatanın da öyle. Onlar mı hızlıydı ben mi çok yavaş kaldım hiçbir şey bilmesem de öyleydi işte.

Kurtlar, Thomas ve Brad, tatlılarını alıp yemek için kaşıkladıklarında ikisi de aynı anda mest olmuşçasına bana döndü.

Sanırım tatlıyı başarmıştım. Son rötuşlar sadece kovulduğum için Melez’e kalmıştı o kadar!

‘’Efsane!’’ diyerek dolu dolu ikinci kaşığı alırken Brad Thomas da onu onaylamıştı. ‘’Kesinlikle öyle!’’ O da aynı şekilde ikinci kaşığını alırken sıra Melez’deydi ve de yorumlarında!

‘’Abartmayın, basit bir tatlı sadece.’’ Bakışlarım Melez’e kaydığında ciddi olduğunu fark eder etmez iç çektim.

Melez ve şu halleriyle işimiz vardı gerçekten!

Gözlerimi devirerek sessizce yemeğe gömüldüm. O sıra masada ufak bir sessizlik olmuştu. Yemeği bitirip tabağını kenara ittirdikten sonra önüme salatayı çektim. Onu da hızlı bir sürede kaşıkladıktan sonra sonunda benim için de tatlı vaktiydi ama önce portakal suyumu, içinde belirli ölçüde limon ve vişne bulunan portakal suyunu! Tek dikişte içirip bitirdim.

Görelim bakalım, bakayım tadına ben de şu tatlının!

Hiçbir sorun yoktu, bende bayılmıştım tatlıya. Melez’e dönüp bir bakış attığımda gözlerinin zaten bende olduğunu fark etmemle hızlıca önüme geri döndüm.

Melez’in kuru öksürüğü duyulduğunda tekrar ona dönmüştüm ki vakit kaybetmeden sözlerine başladı.

‘’Tatlılar da yendiğine göre!.. Masayı kaldırırsınız!’’ Ani bir rüzgâr esintisi olduğunda Melez’in sandalyesi tamamen boşa çıkmıştı.

Melez ortalıktan kaybolmuşken Thomas ve Brad ile sırasıyla bakıştım.

‘’Hayır!’’ diyerek haykırdım ama nafile!

İkisinin aynı anda kendi hızlarını kullanarak uzaklaşması bir olmuştu.

Hay ben bu şansın!

Yine mi!?

Bıkkınlıkla sandalyeden kalktım. İç çekerek tabakları üst üste dizdim. Üstlerine de iki tane tatlı bardağını koydum. Yavaş yavaş hepsini mutfağa taşıdım.

Bu sefer yol olarak yolu ana kapıdan doğru uzatmak yerine (buraya Thomas ile gelirken öyle yapmıştık.) direk mutfağı balkona bağlayan mutfak kapısını tercih etmiştim.

Mutfağın kapalıydı. Salondan vuran ufak ışık tezgâh tarafını aydınlatırken bahçede kurduğumuz yemek masasını aydınlatan tek ışık da sadece o bölgeyi aydınlatmaktaydı.

Mutfak ile bahçeyi ayıran bölüm hiçbir şekilde aydınlık değilken mutfağa giriş yaptım.

En azından giriş yaptığımı sanıyordum!

Mutfak ve bahçeyi ayıran kapıda bir eşik vardı. Görmeden içeriye dümdüz girmek isterken eşiğe takıldığım gibi dengemi şaşırarak ellerimdeki tabakları komple yere düşürmem bir olmuştu.

Kendi dengemi kapı kenarına zar zor tutunarak kurarken maalesef elimde taşıdığım her şey yere düşmüş paramparça olmuştu.

Kendimi kapı kirişine zorlukla tutunarak bıraktığımda bunu yaparken ağzımdan da ufak bir çığlık kaçmıştı.

Gittiğim yere zarardım.

Varlığımın olduğu her yere zarar getiriyordum.

Maddi veya manevi her iki türlü de! Her türlü zarardım.

Korkarak yere çöktüm.

Melez… Tabaklarına değer vermiyordur umarım, diye iç geçirdim.

Ellerim kazanın etkisiyle tir tir titrerken kırıklara yöneldim.

Sorun yok, sorun yok Adelia! Parası neyse verirsin değil mi?...

Cam kırıklarına uzanıp birkaçını toplamaya başlamışken ışığın açılışıyla korkarak elimi hızlıca geri çektim.

Bir tabağın sivri kısmı o an avucumu boylu boyunca keserken yüzümü buruşturdum.

Gerçekten…

Hem bana hem de çevreme.

Ne olursa olsun.

Hem maddi hem de manevi.

Tamamen zarar!

Tamamen zarardım!

‘’Hey hey hey dur olduğun gibi kal.’’ Bakışlarımı kanayan avcumdan çekerek kaldırdığımda karşımda endişeli bir Melez gördüm.

Benim için mi, tabakları için mi?..

Bakışlarım yerdeki kırıklara kayarken Melez ani bir hızla camların yanına geldiğinde dirseklerimden tutarak beni ayağa kaldırdı.

‘’Hey bana bak! Bana bak Adel.’’ Ellerim gerçekten de istemsizce titriyordu.

‘’Yok bir şey Prenses…’’ Dirseklerimdeki elleri bileklerime kayarken tekrardan baktım kendisine.

‘’Yavaşça gel bakalım tamam mı?’’ Başımı aşağı yukarı nefes alışveriş hızımı bir türlü dengeleyememişken salladım. Melez ise gülümsedi. Bir adım daha ileri geldi. Sonrasında da ellerini açtı. Kollarımın altından sıkıca kavradığında artık havalanmış ve bir süre sonra tekrardan yere inmiştim. Cam kırıklıklarından uzak bir köşede bulduğumda kendimi elime baktım. Benden önce Melez davranmıştı.

‘’Ufak bir sıyırık sadece, sorun yok tamam mı?’’ Of gerçekten ağlayacak gibiydim.

Azıcık daha dursam belki de ağlayacaktım.

Melez saniyeliğine bir kaybolduğunda gözümden bir damla yaş akmıştı. Melez geri geldiğindeyse elinde ilk yardım kiti duruyordu. Daha doğrusu pansuman çantasıydı.

Krem çıkarıp sürdükten sonra elimi sarmıştı. Tentürdiyot sürmemişti. Elim bir kez daha omuzum gibi yanmamıştı.

Melez sargılamayı bitirdikten sonra parmak eklemlerimi parmak uçlarıyla okşamaya başlamıştı ki içeriye Brad ve Thomas’ın endişeyle girmeleri bir olmuştu.

‘’Ne oluyor?’’ diye sordu Thomas.

Brad ise sessiz kaldı.

Melez ile onlara dönerken aklımda şu vardı.

Neden bu kadar erken? Çığlığım daha üç dört dakika önceydi.

Melez’in gözlerinde artık endişe ve az önceki şefkat yoktu. Bir anda yok olmuştu. Elimi bırakarak kurtlara döndüğünde sinirle soludu.

‘’Size!’’ dedi. Ardından da tane tane devam etti. ‘’Masayı toplarsınız derken kıza iş kilitleyin demedim! Size yapın dedim! Şimdi gidin ve şu basit işi halledin!’’ Brad Thomas’a döndüğünde Thomas başını sallamıştı. Thomas Melez’le birkaç saniye bakıştıktan sonra Brad’i de alıp kayboldu. Bahçeye gitmiş olmalıydılar. Büyük ihtimalle öyleydi.

Melez bana dönüp baktığında gözündeki öfkeyi bir kez daha göremedim.

Gülümsemişti. Sonrasında da yaralı olmayan elimi tuttu.

‘’Gel çıkalım şuradan.’’ Dedi. Bu sürekli kazaların yaşandığı mutfaktan gerçekten de şimdi çıkmam şarttı.

Şimdi çıkıp bir daha ayak basmamam!

Salonun yolunu tutup içeriye geçtikten sonra koltukların önüne geçmiş ardından da koltuğa oturup yayılmıştı.

Elimden çekip beni de yanına oturttuktan sonra televizyondaki açık filmi ve masanın üstündeki az önce kurtların içtiği alkol şişesini görmüştüm. Melez daha beş dakikaya kadar burada keyif yapıyordu.

Elimi daha henüz bırakmamıştı. Ben de elimi geri çekmeye yeltenmemiştim. Olayın şoku vardı üstümde. Ve Melez’in ne düşündüğü. Sanırım bunu da ancak ona sorarak öğrenecektim.

‘’Değerli miydi?’’ Sorumun saçmalığıyla şaşkınlıkla bana döndüğünde sordu.

‘’Ne?’’

‘’Tabaklar.’’ Diye kısa bir şekilde cevap verdiğimde gülmüştü. Kahkaha atmış ve tüm salon sesiyle yankılanmıştı.

‘’Saçmalama!’’ dedi. Gerçekten de saçmalama Adelia!

Ardındansa devam etti. ‘’Senden değerli değil Adel.’’

Ve ben o cümlenin şokuyla kalakalmıştım.

Senden!...

Senden değerli değil!

Adel!

Truth Or Dare.

Gerçekler…

Gerçekleri arıyordum. Ama bana bu sorumun ne bir cevabını verebilecek vardı ne de bu oyun gibi gerçekleri söyleyecek birisi.

Bunu kendim bulmalıydım ama daha şaşkınlığımı bile atamamışken!

‘’Ne?’’ Ne yani!? Nasıl bir tepki vermeliydim?

Ben…

Tabaklardan değerliydim.

Sadece tabaklardan olsa gerek çünkü gömleğinden değildim. Bir cansız kıyafetten bir insan daha değersizdi!

Melez gülümsedi. Gözlerini gözlerime dikti ve devam etti.

‘’Sen…’’ dedi. Dudağı yukarı kıvrıldı. ‘’Her şeyden daha değerlisin sadece ufak mutfak aletlerinden değil. Her şeyden! Bunu da sakın unutma, aklından da çıkarma.’’

Gözlerimin içi gülüyordu.

Yüzüm ise ifadesiz.

Ne diyebileceğimi düşünürken tamamen sessiz!

Bakışlarım bakışlarından hiç ayrılmaz iken eli elimden ayrılmış ve şişeye kaymıştı. Bardağa bir tane doldurup koyduktan sonra bana uzattı.

‘’Al hadi, acıyı alır.’’

Hangi acıyı!? Bunu gerçekten sorguluyordum. Sadece fiziki acıyı mı alırdı alkol yoksa kalp yarasını da kaldırır mıydı ortalıktan? Bu uyuşturma hissi sadece fiziksel yara ve acılar için mi geçerliydi yoksa kalbi de kapsar mıydı?

Kalp acım daha da büyükken fiziksel basit sızlamaları geçirip ne yapacaktım ki ben!?

Bir yanda her şeyden çok değerlisin diyen bir Melez varken bir diğer yanda ise üstüme koca bir paket unun yarısını sırf gömleği lekelendiği için başımdan aşağı doğru bocalayan başka bir Melez vardı.

Ve tek sorun ise ikisinin de aynı kişi olmasıydı.

Ve ben şimdi… Hangisine güvenebilirdim?

Hangisi gerçekti?

Hangisi benim hakkımdaki gerçek duygularıydı?

Beni her şeyden değerli bulan Melez mi?

Beni insan kadar basit gören ve sadece isteklerini yaptırıp üstümde istediklerini yapan Melez mi?

Ben hangisini istiyordum bu konu hakkında çok net olsam da… Önemli olan şey de bunun benim kararım olmayışıydı.

Ve ben tüm bu zaman dilimi içinde ve geçirdiğimiz vakit boyunca ben bir türlü kendisini tam anlamıyla tanıyamamıştım.

Ve bir gün geldiğinde, ayrıldığımızda -ki öyle bir şeyin olduğu gün gelecekti.- ne yapacağımı bilmiyordum.

Melez bu kadar ikili oynarken…

Thomas bana karşı hep iyi iken…

Brad ile yeni ateşkes yapmışken…

Üç insanüstü adamla birlikte kaldığım iki katlı bir evde iken…

Zaman nasıl işleyecekti gelecek nasıl şekillenecek, vampirlerin sonu ve yapacakları ne olacak, Wilhelm ve Melez arasında neler geçecek bunların hepsi benim için büyük bir soru işareti ve merak konusu iken bir kez daha iç çektim.

Değerliydim evet.

Ama sırf Wilhelm’e karşı bir koz olarak!

Yaralanana kadar sorun yoktu, kanım akmayana kadar her şey kabuldü ama bir damla kan akasıya… İşte o zaman melez için çok değerli olmaktaydım.

Bu acı gerçeğin en sonunda bugün farkına varmıştım.

Ben bir amaç değil araçtım.

Ve buradan çıkış yolu yoktu.

Dışarıda hayat sigortam bulunmazken en azından burada kaldığım günler hayatım sürüyor, nefes almaya devam edebiliyordum.

Yanisi… Burada kalmaya devam etmeli ve Melez’in kurallarına göre oynamalıydım.

Hepsini değil ama genelde benim aklıma büyük ölçüde yatan o kurallara uymalıydım.

Melez yanımdayken ölemezdim.

Bu imkansızdı.

Melez yanımdayken sürekli acı çekmem de imkansızdı.

Ama tek bir imkanlı olan bir şey vardı ki o da Wilhelm’den alabileceğim bir intikamdı!

Melez yanımdayken Wilhelm ile bir kez daha yüzleşmem ve intikam almam tamamen imkân dahilindeydi. İmkansızlıklara rağmen imkân dahilinde!

Melez’in uzattığı içkiyi hararetimi alır dercesine tek dikişte içtikten sonra tüm bünyeme bir anda yaptığı etkiyle başımı rastgele salladım. Melez bir bardak daha doldurduğunda onu da aynı şekilde içmiştim ki Melez elimden aldı.

‘’Yavaş! Sabah yine ağrılı uyanmak istemiyorsan tabii.’’ Haklıydı. Çok içersem çok fenalaşırdım.

Bende içmemeyi tercih ettim. Zaten alkol sevmeyen bir insandım. Sadece duygularımdan uzaklaşmak için birkaç kereliğine kendi isteğimle içtim o kadar. Bugünkü de aynı bu şekilde bu sebepten dolayıydı. Melez bardağı bir kez daha elime bıraktığında arkama yaslanarak yudum yudum içmeye devam ettim bu seferde.

Televizyondaki açık filme odaklandığımda içeceği ne ara bitirdiğimin de farkına varamamıştım, Melez’in onu elimden alışını da.

Ve sonrasında ne ara uykuya dalışımı da omuzlarında!

Bedenim havada süzülürken dakikalar içinde yumuşak bir iniş gerçekleştirdim.

Hayır bu bir rüya betimlemesi falan değildi.

Bu benim tamamıyla Melez’in kollarındayken ki hislerimdi!

Kuş kadar hafif, tüy kadar yumuşak!

 

Loading...
0%