-Düzenlenmiştir.
AKUAMARİN TAŞI
Akuamarin taşının soğuk ışıltısı, Melez'in geçmişine uzanan köprünün ilk adımıydı; her bir kesiti, unutulmuş anıları ve bastırılmış gerçekleri fısıldar gibiydi.
Kampüsün öğle arasında bile durulmak bilmeyen hareketliliği, her köşeye yayılan insan sesleri ve kahkahalarla adeta canlı bir organizma gibi nefes alıyordu. Göz alabildiğine uzanan çimenliklerde öğrenciler gruplar halinde oturmuş, bazıları ders kitaplarına gömülmüş, bazılarıysa ansızın patlayan kahkahalarla sohbet ediyordu.
Perşembe günleri genellikle daha sakin geçiyordu. Dersler daha hafifti ve dolayısıyla da hafif -yavaş- bir tempoya sahipti.
Kampüsteki bir haftam tam anlamıyla böyle geçmişti işte!
Yani vize haftasına hazırlık haftam!..
Akşamları odamda ders çalışırken, kapımın ardında yankılanan evin sessizliği arasında kendimi tamamen odama hapsetmiştim. Dışarıya adım dahi atmıyordum, sanki varlığımı dört duvar arasına hapsetmek güvenli bir alan yaratıyordu. Kokumun evin her köşesine yayılmasına izin vermeden sadece koridorlara yaydım. Elimde olsa odama uçarak ya da camdan merdivenle girerdim ama yapamıyordum işte ne yapayım?..
Suyumu ve kantinden aldığım bir poşet dolusu atıştırmalıkları yanıma açarak masaya koydum. Onlarla ders çalışması ayrı bir motivasyon kaynağıydı ve bana derslerime çalışmamda iyi bir odak sağlıyordu. Onlar varken dışarı çıkmaya bile ihtiyaç duymamıştım. Tuvalet ihtiyacı desen… Odamda kendime ait de tuvalet ile banyo bulunduğundan her şey tamam ve tam da Melez’in istediği gibiydi. Oda da kal, kokunu sakla, Melez’i de çileden çıkarma! Dersin ortasında kafamda dönen Melez sorunlarıyla artık baş edemez hale gelmiştim. Kendimi berbat hissederken yatağa gömüldüm.
Okul günleri gayet istediğim gibi Melez’den uzak geçmişti. Peki ya aynısını Hafta sonu yapabilecek miydim?
Asla!
Bende kurt evini ziyaret etmeye karar verdim. Orada Lilith ile ettiğim biyoloji sohbetleri ve sağlıkçı terimleri derslerime de katkı sağlardı hem. Ve Melez evinde kafa dinlerken ben de Melez’in yokluğunda Melez’den uzak iken kafayı dinlerdim.
Evet bunu kesinlikle yapmalıydım.
Sabahın ilk ışıklarında hortlak gibi kalktım. Ders kitaplarımı ve defterleri bu üç gün için giyecek kıyafetlerimi hazırladım.
Artık hazırdım. Üstüme beyaz iki cep detaylı crop bir tişört altıma da ince koyu yeşil kargo pantolon giydim. Ayağıma da beyaz airlerle kombinimi tamamladım. Şimdiyse ikna kalmıştı.
Çok kolay gerçekleşecek olan bir ikna!
…
‘’Nereye böyle?’’ Thomas’ın şaşırtan sorusuna gülümsedim.
‘’Derken?’’ ve devam ettim. ‘’Kurt evine gidiyoruz hadi hazırlan!’’ Şaşırmıştı sonra da öksürdü.
‘’Yalnız bu hafta eğitim yok.’’ Başımı salladım ve gülümsedim.
‘’E biliyorum zaten! Rahat rahat huzurlu bir ortamda ders çalışmak için, Lilith ile sohbet edip ondan güzel bilgiler öğrenmek için gideceğiz. Huzurlu bir orman havası zihin açmayacaksa ne açabilir ki!?’’ Thomas iç çekti. Ayaklarıyla ritim tuttu. Etrafına baktı. Ardındansa bir kez daha bana dönerek iç çekti.
‘’Melez gitmeyeceğimizi biliyor.’’ Gözlerimi devirdim. Ardından omuzlarına dokundum.
‘’Kurt adamların alfası olan sensin. Kurt evindeki liderde öyle. Ve bu ev de Melez’in evi. Ve ben burada pek iyi karşılanmıyorum.’’ Thomas’ın gözleri ciddiyetle açılırken fısıldadı.
‘’Karşılanmıyorum derken?’’ Başımı iki yana salladım. ‘’Unut gitsin, gidiyoruz değil mi?’’ dedim büyük bir heyecanla. Thomas ise birkaç saniyeliğine olduğu yerde durdu ve bakışlarını bir noktada odakladı.
Kısa süre sonrasında ise hemen söze girmişti.
‘’Tamam gidiyoruz!’’
Eh demiştim değil mi!?
İşte bu kadar basitti!
Erkekler otorite tavırları ile kolay ikna edilirdi. Asıl lider Thomas’tı. Thomas’ın kanında alfalık vardı. Ve ben onun alfalık onurunu okşadığımda… Cevap gecikmedi.
Olumlu evet cevabını sadece dakikalar içinde alıvermiştim kendisinden!
İşte bu iş bu kadar basitti!
Brad ve Thomas’ın hazırlanması ile bir kez daha kurt evinin yolunu tuttuk. Bir kez daha Melez camdan izlemişti güneşe ve bana meydan okurcasına.
Melez’in izni vardı.
Melez’in izni olmadan hiçbir şeyi gerçekleştiremiyorduk ki!
Kurt evine vardığımızda odama eşyaları atıp Lilith’in yanına uçtum. Lilith’in tıbbi bilgilerini ve biyoloji sohbetlerini merak ediyordum.
Thomas ve Brad okumak için değil sadece Wilhelm için kaydolmuşlardı. Az çok bildikleri bu teknik bilgilerle sınavı geçmek onlar için yeterken benim için yetmiyordu işte.
O yüzden önce Lilith’e sonra da kendi zihnime ihtiyaç duydum. Geldiğimiz gün tüm gün Lilith ile vakit geçirirken neredeyse ondan öğrenmem gereken her şeyi öğrenmiştim. Bir yandan yemek yaparken bir yandan evi süpürüp silerken bir yandan antrenmanlar esnasında yaralanan kurtlara bakım yaparken!
Tüm günüm böyle geçmişti, tıpla iç içe!
Akşam yemeğinde hepimiz koca masada bir arada olduğumuzda herkesin odağı aynı şey olmuştu, yemek!
Akşam yemeğini Lilith ile birlikte yapmıştık.
Kurtlar hızlı hızlı yemeklerini yiyip bir taraflara çekildiğinde ve mutfak artıkları yine bize kaldığında sohbete de kaldığımız yerden devam ettik.
‘’Bırak.’’ Dedim. ‘’Boş ver yapmayalım! Ben hallederim bu işi.’’
Lilith şaşkınlıkla bana dönmüştü.
Başımı olumsuzca salladım ve sözlerimi sürdürdüm. ‘’İzle de gör.’’
Tabii önce Thomas’ı bulmam lazımdı!
…
Salonda diğer erkeklerle oturduğunu gördüğümde yanına gittim. Lilith ise kapı girişinde öylece durmuştu.
Ne yani? Kurt adam erkekler bir aradayken yanlarına dişi yaklaşamaz mıydı?
Öksürdüm. Zaten girişimle varlığımı hissetmişlerdi ama dönmeye gerek duymamışlardı. Öksürdüğümde ise hepsi bana baktı. Yeni tanıştığım Elliot ve Lucas biraz sinirli dururken Brad’e baktım. Daha nötrdü. Thomas’a döndüm. Thomas ise normal bir şekilde bakıyordu. Alfalığını umursamadan normal bir arkadaş gibi.
‘’Thomas.’’ Kurt adamlar daha dikkatli bana baktığında konuşmamı sürdürdüm. ‘’Konuşabilir miyiz?’’ Thomas başını sallayıp kalkarken Elliot araya girdi. Bakışları bende sertçe gezinirken sözleri Thomas içindi.
‘’Bir alfaya bu şekilde seslenmek doğru muydu?’’ Thomas’ın bakışları sertçe Elliot’a döndüğünde Elliot da en sonunda üzerimdeki bakışları çekerek Thomas’a baktı.
‘’Adelia sürümden bir kurt adam değil! Bana alfa olarak seslenmesine ve bana itaat etmesine de ihtiyacım yok. O değerli bir arkadaş ve ben yokken de saygılı olmalısınız. Kurt adamlık insanlardan üstün olup onlara üstünlük taslamak değildir. Vampirlerden üstün olup vampirlere üstünlük taslamaktır, yani dengimize! İnsanlarla iyi anlaşın, ego yapmayı bırakın. İnsanlar bizim küçük savunmasız dostlarımız.’’
Thomas bana karşı gülümseyip göz kırptığında herkes başıyla onu onayladı.
‘’Evet efendim!’’ Thomas da başını onlara karşı salladıktan sonra beni takip etti. Ben, Lilith ve Thomas koridora çıktığımızda ise Thomas’ın gözleri Lilith’e kaymıştı.
İkisinden biri söze girmeden önce hızlı davranıp aralarına girdikten hemen sonra sözlerimi bir kez daha sürdürdüm.
‘’Seninle konuşacaklarımız var Thomas. Ben konuşacağım hatta. Lilith hakkında.’’ Lilith gözlerini açmış bana bakarken Thomas’a döndüm.
Lilith o an söze girmişti. ‘’Saçmalıyor yok bir şey!’’ diyerek öne atıldıktan sadece saniyeler sonra başını eğdi. ‘’Kabalık ettim özür dilerim.’’ Lilith’in başı hala eğikken Thomas koluna nazikçe dokunup gülümsedi.
‘’Sen Jeremy’den sonraki en önemli betamsın. Söz hakkın var tabii ki.’’ Lilith şaşırmıştı. Ama sesini çıkarmadı ve ben de tam vakti diyerekten atıldım. ‘’Evdeki tüm işleri kendisi her gün her saniye başı tek başına yapıyor. Bu evdeki tek kurt adam Lilith mi yoksa tek bir hizmetli? Lilith’in önemli olduğunu söyleyip bütün işleri yaptırmak kabalıktı bence. Diğerlerinden daha iyi bir konumda olan betana böyle davranmak ise yakışıyor mu sana hiç! İş bölümü anlayışınıza ne oldu sizin? Hani sürü halinde gezerdiniz? Sanırım sadece dolunayda geçerli olsa gerek!’’
Thomas gülümsedi. Başkaldırışıma ve betasını kendisine karşı savunmama gülmüştü. Lilith beni susturmaya çalışsa da susmamıştım. Thomas da bu davranışımı beğenecek olacaktı ki kaşları çatılmamıştı aksine beğenmiş olacaktı ki dudakları kıvrılmıştı. Sonra başıyla onayladı.
‘’Evet iş bölümü gerekli!’’ ve bu da aldığım büyük zaferlerden biri olarak tarihe geçmişti.
Betalara zulme hayır!
İş bölümü kavramına evet!
‘’Maya ile işleri bölüşürsünüz, ev temizliği, bulaşık, masa kaldırma. Akşam yemeği ve sabah kahvaltılarını da sürüden herkesin hazırlayabileceğini düşünüyorum. Her gün bir kişi yemek yapacak. Kabiliyetsiz birisini görürsem!.. Temizliği devralırsınız erkekler!’’
İşte bu da ikinci galibiyetti. Sevinçten sessizce havalara uçarken Lilith’e döndüm. O da halinden memnundu. Erkekler ise hiç hoşnut durmuyordu.
Ama demem o ki lidere baş kaldırma cesaretleri de yoktu. Çünkü alfalık mücadelesi pes etmeye dayalı ölüm kalım oyunuydu!
…
Büyük zaferimin ardından, akşamın loş ışıkları altında yankılanan sessizliği hissetmiştim. Lilith, her zamanki telaşıyla mutfağın yolunu tutarken, ben Thomas ile dışarı çıkmıştım. Göz alabildiğine uzanan bahçenin serinliği, ağaçların rüzgârla dans eden yapraklarının hışırtısıyla birleşip insanın ruhunu dinginleştiriyordu. Böceklerin ara ara duyulan tiz sesleri, sanki bu huzurlu sahnenin fondan yükselen nağmeleri gibiydi.
Thomas ile yan yana, eski bir ahşap bankta oturduk. Hafifçe çatırdayan tahtanın altında toprak bir nebze yumuşamış, ayaklarımızın bastığı yerden gelen toz kokusu havayı doldurmuştu. Oysa içimde kopan fırtınalar bu dingin atmosferle taban tabana zıttı.
"Ne oluyor?" diye sordu Thomas, aniden sessizliği bozarak. Sesi sakin ama dikkatliydi; benden bir şeyler öğrenmek istediği belliydi. Gözlerimi kırpıştırarak ona döndüm ve anlamazca yüzüne bakakaldım.
"Ne demek istiyorsun?" diyemedim, çünkü gözlerindeki sorgulayıcı ifadeden ne geleceğini az çok tahmin ediyordum.
Thomas, gözlerini benden ayırmadan devam etti: "Hatta şöyle söyleyeyim ki daha iyi anla… Melez ile ne oluyor?"
Ah, işte yine aynı mesele! İçimde sabırla öfke arasında gidip gelen o ince çizgiye tutunmaya çalıştım. Şimdi bu akşamın huzurunu bozacak olan, yine geçmişin karanlık sırlarıydı.
Gözlerimi yıldızlara dikip ufak çaplı bir göz devirme seansının ardından kendisine döndüm.
‘’Yok bir şey.’’ dedim, bu işin peşine düşsün istemiyordum. Yüzünü yüzüme yaklaştırmış ve yüzündeki ifadeyi değiştirmeden fısıldamıştı ama o. ‘’Emin misin?’’ onu ittirdiğimde ise sırıttı. Etrafıma bakındıktan sonra Thomas’a döndüm.
‘’Burada mı?’’ diye bir soru yönelttiğimde kendisine tabii ki de Melez’i kast etmekteydim. Kaşlarını çatmıştı. ‘’Hadi ama!’’ dedim. Sonrasında da sürdürdüm sözlerimi. ‘’Burada mı değil mi?’’ Başıyla beni onayladıktan sonra gözlerini kapattı. Ben de onu bekledim.
Gözlerini tekrar açtığında başını olumsuzca salladı. ‘’Yok.’’ Tam da istediğim cevap!
Ona iyice sokulduktan sonra öne doğru eğildim. Thomas da aynı pozisyona geçtikten sonra pür dikkat beni dinlemişti.
‘’Odasına girdim.’’
Thomas’ın yüz ifadesi değiştiğinde gözlerimi kaçırdım.
‘’Nasıl?’’
‘’Ah tam bir aptalım işte!’’ diye bir karşılık verdiğimde Thomas’ın nefes verişini duydum. Ona döndüğümdeyse de bana baktı ve elini sırtımdan geçerek diğer taraftaki omzuma koydu.
Çok ciddiyetle omzuma iki defa vurduktan sonra şu sözleri sarf etti.
‘’Her zaman sürümde bir yerin var, yeni beta olarak.’’ Bu sözleri söylemesiyle birlikte şaşırırken o aksine ciddi kalamayıp kahkahayı basmıştı.
‘’Melez ile bir anlaşmamız var sürümdeki kimseye dokunamaz.’’ Bu yüzden Brad omzumda yara açtığında hemen gelmeyip sadece önümde durdu ve varlığını belirtti. Bu yüzden Brad bana öfkesini kusarken beni sadece arkasına almakla yetindi. Thomas’ın sürüsü demek hayata giden trende bir biletti.
‘’Ciddi değildin dimi?’’ diye sorduğumda sırıttı. Başını olumsuzca salladığında ise iç çekmiştim.
‘’Kurt adam olamazsın. Bizim gibi olmadan sürüye dahil olursan da… Lilith’i savunduğun şeyden daha fazlası olamazsın.’’ Açık ara yediğim hakaretlerin en büyüğüydü.
Hakaret içerikli bu teklifinden sonra başımı olumsuzca salladım. Hizmetçi olacağıma Melez’e yem olurdum daha iyi!
Ayağa kalktım ve Thomas’a döndüm. ’’Çalışmam lazım, aslında senin de öyle.’’ Dedim. Thomas tekrar sırıtırken onu ardımda bırakarak ders çalışmak için odama çıkmıştım. Üst kat tamamen sessiz olduğundan rahatım rahattı. Alt kattaki kurtları da alfa Thomas bir şekilde susturunca her şey halloldu. Uyuyana kadar ders çalıştım, hafta sonu kalkasıya ders çalıştım ve kahvaltı sonrası öğlene kadar ders çalıştım. Derslerin yarısı hallolmuşken şimdi biraz da dinlenme vaktiydi. Öğlen için birkaç atıştırmalık yiyip bahçede gezindikten sonra tekrar dersime dönerdim illaki.
Bahçe boyunca gezinirken arka taraftan gelen seslere kulak kesildim. Birileri dövüşüyordu.
Elliot ve Lucas.
Aslında bu bir antrenmandan fazlası değildi.
Onları rahatsız etmeden geri dönüp içeriye geçtiğimde tekrar odama kapandım. Saatler sonra telefonumu elime aldığımdaysa saat beş idi. Akşam yemeği hazırlıkları başlamış olmalıydı. Yorgunlukla kendimi bir süre yatağa bıraktıktan sonra telefonumu tekrardan kucakladım.
Altıyı on geçerken yataktan doğrulup aşağı indim. Başım ağrıyordu.
Bu kadar yoğun çalışmak bünyeye gerçekten de zarar veriyordu.
Her zamanki gibi birlikte akşam yemeğini yedikten sonra erkekler gitti. Maya ise kalmıştı. Şaşırtıcı.
Lilith’e masayı toplamasında yardım ederken bende birkaç şeye el attıktan sonra tekrardan üst katın yolunu tuttum.
Saat dokuzu geçerken dayanacak gücüm kalmamıştı artık. Kendimi yatağa atmamla uykuya dalmam bir olmuştu. Neyse ki yarına çok bir şey kalmamıştı. Sınavlara hazırlığım hemen hemen bitmiş sayılırdı. Yarın sadece ufak tekrarlar yapıp işimi halledebilirdim.
Gözlerimi karanlığa kapadım.
Açtığımdaysa daha karanlık bir evrendeydim.
Başka ben ve başka düşünceler.
Kafamdaki zihin haritasında bambaşka şeyler yaşanırken, ayaklarımın koordinesi istemsizce beyindeki sinyallere itaat ederken beyin başka bir düşün kontrolündeydi.
Nasıl mı?
İşte tam olarak şöyle:
Gecenin bir yarısı uyandım. Her şey beni tek bir yöne doğru gitmemi telkin ederken ayaklarım buna uydu. Önce odamdan çıktım sonra merdivenleri yavaş yavaş inerekten evden!
Yolum basitti.
Tek bir yolum vardı zaten! O da bulmaktı.
Aradığımı bulmak, dönmek!
Nereye gittiğimi bilmeden istemsizce tüm yolları kat ederken çalıları, büyük ağaçları geçiyordum.
Bir şey arıyordum.
Sık ağaçların arasında bir aralık. Ağaçsız saf bir aralık. Çalılardan ve ağaçlardan uzak dümdüz boş bir alan.
Çalıların hışırtısı, kuşların sesi, baykuşun ötüşü ve yarasalardan çıkan o tiz sesler... Ortamdaki en hâkim ses ise rüzgâr.
Rüzgâr ve rüzgâr senfonisi Ağustos böceği sesleri.
Etraf çok netti. Sesler çok netti. Ben çok nettim. Adımlarım kararlıydı. Yere sağlam basıyordum. Ağaçların köklerinin üstünden takılmadan geçiyordum.
Nihayet aradığımı bulduğumu hissettiğimde çalıların arasından çıktım.
Peki ya ben buraya neden gelmiştim?
Ne arıyordum?
Son ağaç kökünün üstünden de geçince en sonunda boş alana doğru ilerledim. Sonra bir mermi sesi kulağımda patladı. Çığlık attım. Yanımdan geçen bir şeyin fırlatılması ardından çıkan rüzgarı delip geçici sesi kulağımda çınlarken ikinci silah sesi de duyulduğunda nefesim adeta kesildi. Nefes alıp verişim neredeyse durmuş raddeye gelirken nefes nefese bir elimi -sol elimi- karnıma götürdüm. Bir şey karnıma saplanmış gibi bir hissiyata büründüğümde nefesim kesilmişti. Ayaklarım titredi. Titremeler geçmeyince bedenim kendini taşıyamadı. Nefes alamazken sırt üstü arkaya doğru sendeleyerek düşmeye başladım. Yorgun ve güçten düşmüş bedenimi iki elin arasında hissettiğimde gözlerim seğirdi. Kulağıma dolan sesler çok tanıdık gelirken hala nefes alamamanın verdiği ölüm hissi tüm bünyeme işlemekteydi, bu ölüm fısıltısı bana korkuyla gözlerimi kapatmamı emretmişti. Gözlerim kapanacak gibi olurken bedenim nemli çimenlerin arasından koptu, kucaklanmıştım. Bütün bedenim yerden bir hamleyle kesilivermişti.
"Sakin ol! Sakin ol bir şey yok! Geçti, geçecek. Bana bak! Adel!.." dedi tanıdık, beni sözlerine bağlayıp dünyadan kopmamamı sağlayan bir ses.
Yutkundum.
Son yutkunuşlarımdı. Bedenim yerden havalandığında gözüm tamamen kapanmıştı.
Bir ağacın altında, ağaç gövdesine yaslanmış beni de kendine yaslamış pozisyonda gözlerimi bir kez daha kırpıştırdım.
Ölmemiştim
Yaşıyordum.
Aslında...
Aslında az önce yara bile almamıştım.
Yağmur damlaları üzerime düşerken bir tanesi dudaklarım arasına seğirtmişti kendini.
Tadını aldığımdaysa bunun bir yağmur değil de gözyaşı olduğunu fark etmemle gözlerimi daha da açtım. Bünyem aksini gerçekleştirmek istese de gözlerimi araladım ve en sonunda açtım.
Tanıdık gelen ses
Tanıdık bir silüet.
Ay ışığı altında yüzü, yüz hatları tamamen belirginleşince kendisini çok yakından tanıdım.
Elimi yüzüne doğru uzatırken elimi havada yakalayıp öptü.
"İyisin. Tamam mı iyisin!?" Başımı zorlukla sallarken saçlarını okşadı ve yüzünü ay ışığına çevirdi.
"O taşı niye odamda bıraktım ki!?" İç çekişlerini kulağımda işitirken zorlukla fısıldadım.
"Hangi?.." Bakışları tekrar beni bulduğunda gülümsedi.
"Akuamarin. Gerçek Akuamarin. Doğal taş olan." Başımı aşağı yukarı sallarken yorgunluğumun beni tekrar esir aldığında başım sağ tarafa doğru yavaşça düştü. Bir kez daha kahramanım olan Melez'in kolları arasında küçük bir uykuya dalmıştım. Bana olan şeylerin hiçbirini anlamadan, algılayamadan ve de bilmiyorken!..
...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.81k Okunma |
15.4k Oy |
0 Takip |
135 Bölümlü Kitap |