Yeni Üyelik
46.
Bölüm
@selinayeda_x

Bölüm ikiye bölünmüş olup devamı s2b16 sekmesindedir...

GEÇMİŞİN İZLERİ

Şaşırmıştım.

Melez ilk defa şaşırtmıştı.

Şaşırtıcı!

O da benim gibi konuşmakta istekliydi.

Dediğine göre sorularımı cevaplama yönünde istekliydi. Bu da beni bir nebze olsun mutlu etmişti. Hadi bakalım. Anlayalım şimdi ne oluyor!?

Melez'i odasına çekilmeden önce yakalayıp salona çektim. Konuşacak özel bir şeyimiz vardı. Thomas ve Brad'in burada bulunmamasını gerektiren. Melez onları birkaç saatliğine evden uzaklaştırdığında artık konuşma vaktiydi.

Öyle de yapmıştık onunla.

Karşılıklı, rahatça koltuklara yerleştikten sonra başlamıştık her şeye, yeniden, en başından!

Hatta öyle bir şeydi ki bu...

Benden önce Melez davranmıştı hemen.

"Dün gece yaşananlar... Çok karışık. Ama şunu bil ki..." Melez tekrar sustuğunda merakla bekledim. Sabırsız olmadan, büyük bir sükûnet ile!

Ve Melez sözlerini en sonunda devam etme kararı aldığında gözlerim pür dikkat açıldı ve kulaklarım sözleri için kabardı.

"Geçmiş; bitmiş ve rafa kaldırılmış bir meseleydi sen kapağını tekrardan açıp sayfalarını çevirene kadar."

Ne yani tüm tespitler yalan mıydı?

Melez'in aşk acısı çektiğine dair tespitler, kızın kurt oluşu, Wilhelm ile düşmanlık... Hepsi mi!?

Anlamamış gözlerle bakarken Melez tekrardan devam etti.

"İmkansızlar imkansızdır. Tek duyduğum şey pişmanlıktı. Karşısına çıkıp onu bu hale soktuğum, kendimi bu hale getirdiğim konusunda. Geçmiş biraz karışık. On sekiz, yirmi yaşlarımda iken idi. Vampirler üreyemez. Belli bir ayin gerekir, kan takası. Annem bunu gerçekleştirdi. Kanından kan, canından can istedi. Ritüel gerçekleşti ve zorlu süreçlerin ardından imkansızlara rağmen hamile kaldı. Bir bedel yaşayacağını bile bile yaptı bunu. Sonrasında yıllar geçti. Avcılar çıktı. Avcıların avı olacak iken daha küçük bir çocuğun annesi iken başka bir avcı tarafından kurtulmuştu. İşte o zaman lanet onlara da bulaştı.’’ Yutkundu ve tekrar devam etti.

‘’Kendi türüne ihanet eden bir avcı olmuştu adam. Ama bunun sebebi kendisinin de çok küçük bir çocuğu oluşuydu. Öyleymiş yani. Yıllar geçtikten sonra biz şehre geri döndük. Vampirlerin hükümeti ve avcıları karanlık devri süreğen iken annemin vampir hisleri ağır bastı. Az daha avlanacakken onu bir kez kurtarmış olan avcı yeniden çıkagelmiş ve hayatını bir kez daha bağışlamıştı. Kan borcu demiştik değil mi? Bir Melez için tam dört kişinin kanı dökülmüştü yıllar sonra. Benim on sekiz yaşıma girmemle gerçekleşti. Önce annem babam iki farklı ırka ait olduklarından delirip birbirlerine saldırdı. İkisinin arasına girememiştim. Aynı anda birbirlerinin kalplerine kazıklar saplandığında tamamen bir başıma kaldım. Şehirde beni isteyen hiçbir şey yoktu artık. İki yıl kadar Kanada da durdum. Bir kurt sürüsüyle. Alfası Leon idi. Sen sormadan söyleyeyim Thomas'ın babası. İki yıl boyunca onlarla kurtluğumu geliştirdim. Ve yirmi yıl sonra dayanamadım buraya şehre döndüm.’’ Bu şehir… Bu şehir herkesin belası olmuştu. Belalı şehrin kaçamaklarını ağırlayan Kanada. İki insanüstü ırkın birleşim noktası. Şehrin bunaltıcılığından sıkılıp Kanada’ya kaçma meselesi… İşte bu herkes, tüm bu farklı ırklar için tek ortak nokta olarak tarihe geçmişti çoktan.

‘’Annemin hayatını iki kere bağışlayan vampire gidecektim. Gitmiştim de. Ama oraya da bela getireceğimi bilemezdim tabii.’’ Derince bir iç çekişinin hemen ardından sözlerine devam etti.

Tüm bu süreç boyunca hiçbir şey saklamıyordu. Her zaman açık ve dürüsttü.

‘’Yirmi yaşındaydım. Avcıyla karşı karşıya geldiğimde tanıdık bir sima gördüm. Kızları vardı. Çok sağlam eğitilmiş, donanımlı. Soğukkanlı, güçlü. Tam bir avcı. Avcılık kanında vardı. Avcılık özel bir şeydi. İşte bu yüzden... O da insanüstü diye nitelendirilirdi bizim kitabımızda. O insanüstü kız fotoğraftaki kız. Bir anısına eriştiğin kız. O gece beni duyan vampir avcılarının saldırısında babasının verdiği kesin bir talimatla... Beni savunmasız bıraktıklarında bana sıkmak yerine lideri hedef aldı. Avcıların lideri. Büyük bir çatışma çıktığında kendime gelip iyileştim. O çevik, ciddi duruşlu kız beni babasını ziyaret ederken kısa sürede yakalayıp boynuma kazığı yerleştirdiğinde etkilendim. Bir Melez'e kafa tutmak zaten sadece onun hamuruyla yoğurulmuş birinin harcıydı. Kanımın ihalesi. Ritüelin vurgunu. Avcının kızı o geceki çatışmada ölümsüz olduğumu bile bile ve kendinin ölümlü olduğunu bile bile gümüş silahın önüne atladı. Neyse ki göğüs değil de karnına isabet etmişti o kurşun. Tam yirmi yıl önce gerçekleşen imkânsız bir değil iki koca ailenin hayatını taşımaktaydı artık. Kader bağları birbirine kenetlenmişi çoktan. Kanım neyse ki onu iyileştirdi. Neyse ki iyileşti. Ama en büyük sorun elinden onu en sağlam yapan, en güçlü yapan benliğinin gidişi olmuştu. Savunmasız kaldı, bir daha kendi olamadı. Duygusal saf bir kıza dönüştü. Onun benliğini kendi tek bir gözlerimle, tek bir telkinimle sırf babası istediği için silmiştim, silip attım vampir avcılığına dair anılarını, öğrendiği bilgi ve becerileri.’’

Gözlerindeki acıyı biliyordum. Geçmişe duyulan acı, geçmişin izlerine duyulan vicdan azabı!

‘’Artık tamamen savunmasız bir kıza dönüştüğünde liderle de anlaşma yapılmıştı. Tabii öyle sanılıyordu. İki yol sonra kızın hayatını karartan olay yaşandı ve vampir avcılarının lideri vampir avcısı olan karı kocayı katlederek savunmasız kızı tamamen ortada bırakıp daha da savunmasızlaştırdı. Aşık değilim, pişmanım. Her şeyin başı ve beş hayatın da sonu olduğum için. Dört ölüm çıkmış ve bir kızın da benliğini silip atmıştım. Kız hayat mücadelesinde yalnız kaldı. Bu da beş ölüm ederdi benim için. Ve inanıyordum ki bu da sonuncusuydu. Artık daha fazla kan borcu kabul edemem. Bir zaman sonra ağır geliyor... Melez olmanın getirisi, en güçlü olmanın getirisi, doğaya karşı gelmenin getirisi işte tam olarak buydu. Ben hayatlara dokunuyordum, dokunuşum yaşamlarını ellerinden alıp yok ediyordu. Ailem ne olacağını biliyordu. Ama o vampir avcısı aile doğanın bir cilvesi olarak yoktan yere suçsuzken katledilmişti işte. Bu da bünyede büyük bir etki bıraktı. Neyse ki aynı etki beni daha da güçlendiren şey olmuştu. Gittim. Tam dört yıl oldu. Dört yıl oldu geri gelmedim. Taa ki bir şeyler duyana kadar. Kurt ve vampirler arasında kavga. Isıtılan bir vampir. Ve öğrendim ki kurtlar bana yardım eden, kurt kısmımı geliştiren sürüydü. Leon'dan sonra başa Thomas geçmişti. Her daim kurtlardandım. Vampirlere karşı bir düşmanlığım yoktu. Taa ki nefret ettiğim bu hipnoz özelliğinin bir kişinin hayatını altüst ettiğini görene kadar. Kurallarımdan en büyüğünü çiğneyen bir vampirin varlığını kendi gözlerimle görüp kulaklarımla bizzat işitene kadar. ‘’

Şimdi de bu yoğun öfkesi gözlerinin irislerinden belli olurken yine bölmedim kendisini. Sakince bekledim. Bekledim ve o da ardından hemen hızlıca bir şekilde devam etmişti sözlerine, geçmişin izlerine ve hikayesine!

‘’Wilhelm işte bu yüzden benim için bir sorun. Her ne kadar aynı kan borcuyla doğmuş olsa da... Sadece saf kan bir vampir olduğundan vampir özellikleri ağır basmış kendisini kaybetmişti. O gençti. Her ne kadar lider ve güçlü olsa da kan arzulamaktan başka bir şey yapmıyordu. Kanın şehirde az bulunan ve vampirler tarafından lezzetli kabul edilen bir kategoride olunca bulduğu şeyi bir daha kaybetmek istemedi. Zamanla kanını ala ala daha da arzuladı. En sonunda bir gün öldürecekti bu kan arzusu. Ve bu gerçekleşmeden önce telkini bozdum. Kendi ellerinle kendini zayıf bir yırtıcıya teslim etmeni istemedim. Zekiydin. Kanımı verdiğimde hayata tutunabilmek için sen de içtin. Yetişmeseydim... Bir ihtimal ölüp dirilir ve yoğun bir dönüşüm sürecine girip melez olurdun tıpkı benim gibi. Ya da tüm kanın vücudundan akıp gittiği için bedenin temelli ölümü kabullenecek ve bir daha daha güçlü haliyle doğmayacaktı. Bu en riskli dönüşüm evresidir. Tüm kanın tükenmesi sonucu dönüşüm. Sadece ihtimaller konuşur. Seni yaşatmak için çok uğraştım Adel. İki hafta sürdü ama buna değdi. Ve madem gerçekleri konuşuyoruz ve madem birbirimizi biraz daha fazla tanımaya başlıyoruz... Şunu da bilmem gerektiğini düşünüyorum. Seni sen olduğun için koruyorum. Bazen davranışlarım her ne kadar aksini iddia etse de. Wilhelm'e karşı koz değil. Melez'in bir isteği olduğu için."

Bu upuzun hikâye nasıl yarıda kesilir nasıl bölünürdü ki!? Ağzımı en az üç kez açıp kapamış ve sonucu beklemiştim. Melez en sonunda sözlerini bitirince iç çektim. Ne söyleyebilirdim ki?..

Hangi bölümüne ne söyleyecektim ki?

Aradığım cevaplara ulaşmıştım. Ben sormadan Melez tahmin ederek anlatmıştı hatta.

Âşık olmadığını söylemişti kıza. Fotoğrafı neden vardı peki? Neden aşk itirafı gibi hayatıma hayat katan anlamlı kadın diyordu? O bağlamı her ne kadar çözemesem de... Bir şeyler söylemek istemiyordum. Daha fazla üstelemek de istemiyordum. Yüzündeki ifade açıkça belliydi. Söylediklerinin hepsi gerçekti. En azından anlamlı bakışları vardı. Wilhelm de bunlar bile yokken nasıl oldu da kanabilmiştim ona!? Doğru ya! Melez'in kınadığı hipnoz!

...

Tam bir buçuk saat süren yoğun bir geçmişi ağıt etme konuşmasından sonra saat sekiz buçuk olmuştu.

Bakışlarım Melez’in üstünde gezinirken ayağa kalktım. Ayağa kalkmam ile yoğun bakışları beni buldu. Ardından istemsizce kendi de ayağa kalkmıştı. Daha saat erkendi ve açıkçası bu yüzleşmenin bu kadar kısa süreceğini düşünmemiştim. Melez tabii öngörüsüyle her şeyi önceden görerek hareket etmeseydi ve ben ondan bilgi almak adına birçok soru sorsaydım, kelimeleri ağzından cımbızla çekseydim en az iki buçuk saatimi alırdı.

Şimdi ise sadece bir buçuk saat sürmüştü. O da hikâyenin uzun oluşundan kaynaklanmıştı. O kadar yılın, o kadar geçmiş izinin birkaç cümleye sığdırılmasını kim bekleyebilirdi ki?

Burada edebiyat yapmıyorduk, gerçekleri konuşuyorduk ve özetlenebileceği kadar uzunlukta olmalıydı ne ayrıntılı ne de ayrıntısız!

‘’Bir şey söylemeyecek misin?’’ diye söze girdi Melez. Beni bu düşüncelerimden çekip çıkaran şey de sözleri olmuştu zaten.

Bakışlarım bir kez daha gözlerine kayarken boğazımı temizledim.

‘’Ne dememi bekliyorsun ki?’’ Tüm bu sözleri bana ağır gelmişti zaten, bu ona yetmez miydi?

Melez omuz silkti ve devam etti. ‘’Birkaç şey söylersin diyordum.’’ Başımı olumsuzca salladım ve salonun çıkışına yöneldim.

‘’Sanırım buna içeceğim!’’ diyerek mutfağın yolunu tuttum. Her daim buzdolabında bir şeyler olurdu. İster yüzyıllık kadehler ister bir gecelik biralar. Ama yine de illaki bir şey olurdu.

Melez hızını dahi kullanmaya tenezzül etmeden arkamdan geldiğinde mutfağa girdik. Sonrasında da dolaba yönelmiştim. Kapağını açıp ne var ne yok diye bakınmaya başladığımda tezgâhın üstündeki boyumun pek yetmediği raftan kadehleri de Melez almıştı.

‘’Hangisi daha iyi gider ki? Gurme sensin.’’ Diyerek iki şişe çıkardığımda dikkatle baktı.

‘’Kırmızı şarap. Viski daha iyi gitse de… Senin tek birkaç yuduma sarhoş olduğunu ele alırsak şarap daha zayıf kalır yanında.’’ Başımla onaylayıp kırmızı şarabı alıp viskiyi dolaba geri koyduktan sonra dolabın kapağını kapattım. Tek bir bardak içecektim. O da Melez’e eşlik etmek için olacaktı. Çünkü bu anlarda en iyi giden şey duygu yoğunluğunu değiştirici etkiye sahip içkileri yudumlamak olurdu. Kadehlerin yanına tepsiye şişeyi de koyduğumda Melez alt tezgâh dolabını açıp bir paket kuruyemiş çıkardı. İki kâseye bölüştürdükten sonra hazırdı her şey.

Bahçeye çıktık, verandaya karşılıklı oturduk. Melez kadehleri doldurdu bende kuruyemişleri iştahla yedim. Hele ki ceviz! Yarınki sınavımda sağlam bir zekâ sağlayacaktı bana!

Melez’in dediği gibi yaptım tam da.

Yavaş yudumlar ve yavaş sindirim. Bu da alkolün yavaş etki edişini sağlardı. Az içersem de hiçbir sorun çıkmadan sarhoş olmadan geceyi atlatabilirdim.

Kadehleri tokuşturduk Melez ile ve içmeye başladım.

Buna içilirdi ama gerçekten!

İkimiz de sessizdik. Her şeye sessiz kalmıştık. Tüm bu süre boyunca sessizce sanki yıldızları seyreder gibi göğe bakıyorduk.

Bir şey söylemek isterdim ve konuşmayı devam ettirmek. Burada kalmamalıydı hiçbir şey, yarıda kalmayı hak etmezdi sözler.

Bir kadehi bitirince boş kadehi masaya bırakıp kuruyemiş tabağımı önüme çektim. Sandalyede bağdaş kurup otururken sandalye sırtıma iyice batmaya başlamıştı. Rahatsız olup ayaklarımı yere doğru sallandırdığımda Melez kendisini üçüncü kadehle şahlandırırken başıyla bir noktayı işaret etti.

‘’Arka bahçede grill alanı var ve bir salıncak. Küçük de bir havuz.’’ Dedi.

Ah tam da şu an bana ihtiyacım olan bir şeydi salıncak. Hani şu hamak gibi olan ayağını uzatarak aheste aheste dinlenirken salındığın!

Esneyerek ayağa kalktım. Saat dokuzu birkaç dakika ile geçmişti. Kuruyemiş tabağımı elimden bırakmadan arka tarafın yolunu tuttum. İşte görmüştüm salıncağı.

Ve daha mevsimi gelmediği için bomboş olan ve hiç de küçük olmayan havuzu.

Ayağımın kayıp düşmesiyle beyin kanaması bile geçirebilirdim orada. Evet korkmuştum biraz. Bu yüzden olabildiğince uzak gittim havuza doğru. Melez havuzdan tarafta yanımdan yanımdan yürümeye başladığındaysa korkularım uçup gitti. Salıncağa vardığımızdaysa kendimi hızlıca üstüne bıraktım. Ah bir sandalyeden oldukça daha konforlu ve rahat!

Huzuru bulmuşken Melez yanıma oturmuştu. Şimdi karşımızda yıldızlar daha netti. Hatta takım yıldızları bile denebilirdi. Takım yıldızı denebilecek kadar sıralı ve belli bir şekle sahip olan görünüşleri vardı.

‘’Orion takım yıldızı.’’ diye söze girdi Melez. Şaşkınca ona bakarken işaret etti. ‘’O bu ayda en parlak olan takım yıldızıdır.’’

Orion takım yıldızı…

Aslında takım yıldızını burçlarla sınırlı sanırdım. Ama hiç de öyle olmadığını şimdi öğrendim, bu gece. İnsan bir şeye ilgi duymayınca yaşının hiçbir önemi olmuyordu bilgisizliğinde.

‘’Bak şu en parlak olan Rigel.’’ Dedi. Uzaktaki minik yıldızı görmeye çalışırken Melez’in işaret parmağına yüzümü iyice yaklaştırdım.

‘’Nereyi gösteriyorsun? Benim gözlerim seninki kadar keskin değil.’’ Bu sözümle kahkahayı bastıramamıştı. Güldü.

Onu güldürmek beni biraz mutlu etmişti açıkçası.

‘’Göremesen de söyleyeyim.’’ Diyerek söze girdi. ‘’Gökyüzündeki en parlak altıncı yıldız.’’

‘’Peki ya en parlağı ne!?’’ diyerek hızlıca doğrulduğum gibi başımı kaldırdım. Çocuk heyecanı gibi sorduğum bu sorudan sonra Melez’in nefesinin ulaştığı yere kadar girdiğimi fark ettim. Melez’in bakışları gözlerimden gökyüzüne kadar uzanırken düşüncelere daldığını fark ettim.

En parlak yıldızı mı düşünüyordu.

Sonrasında ‘’Güneş.’’ Dedi basitçe. Göz devirmiştim. ‘’Devasa olmayan gerçek küçük yıldızlardan bahsetmiştim, Rigel gibi…’’ Bu yakınmamdan sonra başını sallayıp gülümseyince cevabını beklemeye başladım ama o ise omuz silkmişti. ‘’Venüs o zaman.’’ Ah hadi ama!

İç çekerek bir kez daha yakındım. ‘’Ama o da bir gezegen!’’ Tekrar omuz silktiğinde kadehle yetinmeyip şişeyi kafasına dikmişti. ‘’Babam anlatmıştı… Daha ergenlik çağlarındaydım. Leon’la da pekiştirdim bu da altı sene falan önceydi. Hafızam iyidir hatırlayacağıma eminim.’’ Dedikten sonra bir kez daha gökyüzüne baktı ve saymaya başladı.

‘’Büyük köpek takım yıldızının bir yıldızı. En parlak yıldız. A Canis Majoris.’’ Aksanına şaşıp kalırken sadece devam etti. ‘’Ra’nın güneşi. Sirius. Akyıldız. İşte en parlak yıldız bu. En büyük cilvesi de bahar ayında görülebilir oluşu.’’

Ve şimdi neredeydi acaba?

Gökyüzünde bakışlarım gezinirken umutsuzca iç çektim.

‘’Beni aşar. Teleskop olsa bile anlayabileceğim şeyler değil.’’

O ise gülmüştü ve şu soruyu sordu bana.

‘’Ra ne demek sormayacak mısın bunu bana?’’ Ah tamamen kaçırmıştım orayı! Ben de sırıttım ve başımı salladım.

‘’Sormalıyım değil mi?’’ Beni başıyla onayladığında tekrar gülümsedim.

‘’Ra’nın güneşi derken neyi kastediyor?’’ Bu sorumla bir profesör mizacına bürünmüştü. Sonrasında boğazını temizleyip bakışlarını bakışlarıma dikti.

‘’Mısırın güneş tanrıçası. Ra. Sirius’a da güneşin güneşi derler. Bir yıldızdan daha fazlası olarak farklı kültürlerin temsilcisi niteliğinde. Orion’un köpeği, Ra’nın güneşi, Kurt ve dahası…’’

Bu kadar bilgi gerçekten başımı şişirmişti. Başımı arkaya yasladıktan sonra yıldızları seyretmeye başladım. Bir kez daha esneğimde ise yorgunluğumu fazlaca belli etmiştim. Saat kaçtı ya? Şu an telefonum ulaşacak yerde değildi ve yıldızlara bakarak saatin kaç olduğunu anlayamıyordum tabii ki.

Tüm bu yıldızlar ve Melez’in bilgi birikimi… Nereden hangi konunun tartışması üzerinden buralara kadar gelmiştik biz? Mısır tanrıçası Ra ve Melez’in geçmişi. Gerçekten birbirine bağlantılı iki süper konuydu.

Gülümseyerek kuruyemişlerden ağzıma atmaya devam ederken bağdaşımı bir kez daha kurdum. Anlık esen rüzgarla üstümdeki ince hırkayı vücuduma sarıp sarmalarken esintinin ardı arkası kesilmez bir şekilde devam etmişti rüzgâr.

‘’Üşüdün mü?’’ diye sordu Melez. Başımı kaldırıp ona dönmüştüm.

‘’Üşüdüm ama gerek yok rüzgâr çarpmadan içeri gireceğim zaten.’’ Yine de başını olumsuzca sallamıştı. Kolunu omzuma doğru uzattı. Eli kolumu ovarken sıcaklığı giderek artmıştı. Kurt adamlara ait olan sıcaklık özelliğini kullanıyordu. Melez’in kendi vücudu insan vücudu derecesinde iken isterse bir vampir kadar soğuk ve isterse bir kurt adam kadar sıcak olabilirdi. Zamana yere ve duruma göre değişebilen bir tür özellik.

Kuruyemişleri kucağımdan aldığında ayağa kalktım. Evin yolunu tutmuştuk. Üstünde bana verecek bir şeyi olmasa da bir nebze ısıtan elleri vardı. Tekrar ön tarafın yolunu tutarken havuz tarafından kalmıştım ki Melez elini kolumdan kalçama indirdiği gibi sağına almıştı beni. Bu sefer sağ elini omzuma attığında sıcaklık bu sefer sağ tarafımdan gelmeye başladı. Sol tarafım bedenine değiyorken vücudunun sıcaklığı da sol tarafıma dolmaktaydı. Bir de o uzun boyuyla rüzgârın önünü kestiğinde rüzgârdan da etkilenmemiştim eve girene kadar. Eve girdiğimizde Melez bardakları bahane ederek mutfağın yolunu tuttuğunda peşi sıra bir bardak su içmek için mutfağa gittim.

Bir bardak suyu içtikten sonra evin sıcaklığı kısa sürede ruhuma işlemişti. Ve o an dışarıda hissetmesem de ne kadar çok üşüdüğümü fark ettim. Tabii şarabın etkisi de vardı biraz. O da engellemiş olabilirdi bu üşüme hissiyatını, bilemeyeceğim.

Neyse ki yarın sarhoşluk veya baş ağrısı çekmeyecektim. Bu gibi sorunların hepsinin çoktan önüne geçmiştim. Şimdi geriye kalan ise yatıp uyumak ve yarınki sınava olabildiğince dinç uyanmaktı.

Vize haftamın ikinci günü, üçüncü ve dördüncü sınavların gerçekleşeceği gün. Geriye kalan ise sadece üç sınav. Onu da çarşamba ve perşembe olarak ikiye ayırıp çarşambaya bir ve perşembeye iki sınav şeklinde bölmüşlerdi. Perşembe günü yine her zamanki gibi bu sefer de sınav haftam biterken anlamıştım ki hafta sonunu en azından cumartesi ve pazarı Brad ile değerlendirebilirdim.

Sabahın yedisinde siyah kemerli rahat palazzo pantolonumu ve beyaz kalın askılı bluzumu giymiş üstüme de siyah deri ceket almıştım. Ufak ufak makyajı da hallettikten sonra saçımı at kuyruğu topladım. Hazırdım. Kahvaltı dahi etmedim ve yandaşlarımla yola koyuldum.

Art arda geçen iki sınavın daha ardından yine ve yine evdeydim.

Neyse ki yarın rahattım. Neyse ki eğitim fakültesi kadar yoğun ve çoklu derslere sahip değildim.

Altıma çiçekli mor ince bir pijamaya benzer eşofman geçirdikten sonra üstümü aynı modelin bluz olmayan haliyle değiştirdim. Rahat bir ev haline bürünmemin ardından kendimi alt kata doğruca salona atmıştım.

Yirmi Sekiz Mart Salı günüydü bugün. Martın bitimi ve nisanın gelişiyle anılar bir kez daha depresifleşmeye başladı.

Sahi… Bir Nisan şaka günü hangi güne denk geliyordu? Kaç gün kalmıştı?

Tabii ki de cumartesi gününe denk gelmekteydi.

Ve tam tamına… Sadece üç gün kalmıştı.

Salonda oyalanırken ve televizyon seyrederken ziyaretime elinde kuruyemiş tabakları ile Brad bitti.

"Dövüş maçım başlamak üzere on beşinci kanalı açsana." Tip tip oka bakarken hala aynı kanalda durunca televizyon o da bana döndü.

"Neyi bekliyorsun!? Dövüş diyorum, ring diyorum, boks maçı diyorum. Hadi!" Sabır!

Sabır çeke çeke on beşinci kanalı kumandadan tuşladıktan sonra televizyon kumandasını çay sehpasına bıraktım. Daha başlamamıştı. Sadece fragman gösteriyordu. Ve tek bir fragman ile Brad'in dövüş yeteneklerinin nereden geldiğini anladım. Hem kurt adam yetenekleri hem de izlediği şeylerin etkisi.

Ön gösterimde kel saçlı, siyah kırmızı kuru kafa detaylı bir atlet ile rahat siyah bir futbolcu şortuna benzer bir şort giyen adamın suratına sertçe rakipten gelen yumruğu yemesiyle etrafa kan sıçradı. Gözlerim ardına kadar açılırken koltuğun ucuna indim. Yok gerçekten de bu dövüş işleri benlik değildi!

Tam ayağa kalkmış gidecektim ki Brad tarafından durduruldum.

Düşünün Brad beni durdurdu!

Kuruyemiş tabaklarından birini önüme doğru uzatınca şaşırdım. Bu kurt arkadaş yemeğini de mi paylaşırmış?

O ise beni şaşırtan şu sözleri kurdu:

"Gitme boşuna, sende izleyeceksin benimle. Hem sana da eğitimin ön izlemesi olur."

Ahh! Ön izleme buysa fragmanı ve koskoca filmi hiç merak etmiyordum doğrusu!

Beni alıp tek bir kucaklayışta yere fırlatmazdı değil mi, fırlatmayacaktı?

Öyle olsa hem bir anlamı kalmaz ki.

Hem dövüş bilmeyen kişilerle dövüş bile edilmez. Bir de karşında dövüş bilmeyen bir kadın varsa... İşte o zaman hiç edilmez!

Umarım sadece eğitimle kalır ve bana birkaç yumruk sallama eğitimi verirdi. İşler tersine giderse ortalığın kızışacağına emindim çünkü.

İç çekerek az önceki olduğum koltuğa geri döndüğümde sunucunun gür sesi duyuldu televizyonun içinden.

Ve program da başlamıştı. Sunucunun kısaca konuşmasının ardından ve seyircileri göstermesinin ardından bölüm içinde tüm yarışacak elemanları sahneye çağırmıştı. Sahne dediğim de ringin içiydi!

On iki cüsseli adam ringe çıktığında bu bölüm altı kişinin yarışacağını anlamıştım ki yanımdan kopan alkışla irkilerek döndüm.

"Yürü be! İşte bu."

Sonrasında bana döndüğünde ufak bir mahcubiyet hissedercesine kendini anlatma gereği duydu. "Hep beş takım olurdu da... Altıyı da eklemişler."

Demek ki izleyenler kaçmış ki az reyting olsun diye adamları çoğaltıyorlar!

Hepsi birbirleriyle yumruk tokuşturunca kura da gerçekleşti. Birbirlerine çıkan isimler! Düşmanlar birbirini tanıdığında suratları öfke saçmaya başladı. Az önce yumruklaştıkları adamlar birbirine düşman olduğunda ringden ilk iki yarışmacı hariç hepsi birbirlerinin omuzlarına büyük darbelerle çarparak ringden indi.

Carlos ve Kafa ezen. İşte ilk dövüşün sahipleriydi. Dişlikler takıldığında, gardlar alındığında hakem ortaya geçerek durdu. Maç başlıyordu ve Brad'in heyecanı giderek artıyordu.

Ekranda gözüken devasa arenada, seyircilerin çılgınca bağırışları yankılanıyor, tıka basa dolu tribünler, adrenalin dolu anlar için sabırsızca bekleyen taraftarlarla kaynıyordu. Televizyon ekranı hafif titriyor gibi hissettirirken kameralar sahneye odaklanmış durumdaydı. Bir yanda Carlos, diğer yanda ise Kafa Ezen!

Carlos, atletik yapısıyla dikkat çeken, hızlı ve çevik bir dövüşçü. Kırmızı ve siyah renklerin hâkim olduğu boks şortunu giymiş, bantlarla sarılı yumruklarıyla ringin ortasında zıplıyordu. Güçlü ve odaklı gözleri rakibine kilitlenmiş, her an saldırmaya hazır gibiydi. Kısa kesilmiş saçları, ekranlara yansıyan mavi boncuk gözleri... Dövüşçü kişiliği yok diyorsun ama maç başladığında öyle olmadığını çok net anlıyordun!

Antrenörü tarafından sırtına vuruluyor ve birkaç kelimeyle cesaretlendiriliyordu. Carlos'un tarafında işler böyleydi.

Carlos'un tarafında işler böyle iken, öte yanda, Kafa Ezen lakabıyla bilinen devasa bir adam vardı. İsminin hakkını veren, iri yapılı, güçlü bir dövüşçü. Kas yığını gibi duran kolları, vücudunu neredeyse iki katı daha geniş gösteriyordu Üzerinde siyah ve sarı renklerin karışımından oluşan şortuyla, Carlos’tan gözlerini ayırmadan yerinde sabit duruyor, koca yumrukları birer balyoz gibi adeta rakibini devirmek için sabırsızlanıyor ve buna hazırlanıyordu.

Seyirciler, Kafa Ezen'in adını bağırıyordu. Onun her maçta rakiplerine ne kadar acımasızca saldırdığını ve lakabı gereği bazı şeyler yaptığımı herkes biliyordu. Ben hariç!

Ben ise bunu tam olarak az önce maç başlar başlamaz anlayıvermiştim tabii.

Hakem ortada durup ellerini kaldırdığında "Hadi dövüş başlasın!" Diye bağırdığında beklenen an da gelmişti tabii. Programın ilk düellosu, ilk raunt başlamıştı.

Carlos hızlı bir şekilde yanlara doğru hareket ediyor, Kafa Ezen ise sağlam ve güçlü adımlarla ona doğru ilerliyordu Carlos’un stratejisi açık: Hızını kullanarak Kafa Ezen’i yormak ve onun ağır yumruklarından kaçmak!

Olaylar böyle gelişirken Carlos aniden bir anda sağ kroşe vurmayı deniyordu fakat Kafa Ezen bu saldırıyı beklediğinden ve dev yumruğuyla karşılayarak Carlos’u birkaç adım geri itmişti. Kafa Ezen'i yenmek Carlos tarafından zor olacaktı.

Carlos hemen toparlansa da Kafa Ezen arayı kapatarak ona doğru bir sol direk savurdu. Carlos eğilerek yumruktan kaçarken yumruk kafasının üzerinden geçmişti, ama hemen ardından gelen sağ kroşe Carlos’un omzuna sertçe çarptı. Carlos biraz sendeleyerek geri çekildiğinde gardının indiğini düşünmüştüm fakat o hızlıca kısa süre içerisinde tekrar saldırıya geçmişti Kafa Ezen'e karşı.

Kafa Ezen tam bir canavar gibi Carlos’u köşeye sıkıştırmaya çalışırken Sağlı sollu kroşelerle Carlos’u savunma yapmaya zorlamaya başlamıştı.

Carlos, hızlı ayak oyunlarıyla kendini kurtarıp yeniden orta alana doğru ilerlediğinde Kafa Ezen'in de hayalleri suya düşerek onu takip etti. Tam bu sırada Carlos bu kez ani bir sol direkle rakibinin çenesine vurduğunda oturduğum yerden geriye doğru sıçrarken aynı hamle Kafa Ezen' için de geçerliydi. Başı bir anlık geriye savrulmuş ardındansa hızlıca toparlanmıştı.

Raundun sonlarına doğru Carlos’un stratejisi işe yaramaya başladı. Savaş ve kaç! Rakibi yor ve saldır.

Kafa Ezen’in nefesi giderek ağırlaşırken ve ter içinde kalmış iken hala uslanmadan saldırılara devam etmişti. Birkaç dakikaya tükenip gidecekken yine de hamle yapmayı başardı.

Carlos bir kez daha köşeye sıkışırken Kafa Ezen bir sağ kroşe daha indirerek seyirciyi coşturdu. Carlos’un başı yana savrulurken gözlerimi kaçırdım. Carlos'un ağzından ringe sıçrayan kanlar midemi bir anda bulandırırken oturduğum koltuğa iyice sindim.

Bu kez Carlos darbeyi tam anlamıyla yerken dengesini kaybedip yere düşmüştü. Seyirciler gür sesleriyle ayağa fırladılar. Herkes bu anı bekliyor gibiydi Kafa Ezen son darbeyi vurmak için hazırlanıyordu ve Carlos ise köşeye sıkışmış durumdaydı.

Bir ara bende gerçekten Carlos'un kazanabileceğini düşünmüştüm ama Kafa Ezen gerçekten güçlü, ciddili ve de yapılı bir rakip çıkmıştı. Durum böyle olunca Carlos ne kadar denese de denesin kaybetmeye meyilliydi, kaybetmek kaderiydi.

"Bak şimdi Carlos nasıl kazanıyor!" Diye gür sesiyle Brad bağırdığında titreyerek ona döndüm. Sesi baya bir korkutmuştu beni. İzlemeye o kadar dalmıştım ki Brad'in varlığını dahi unutmuştum.

Hatırladığımda ise, daha doğrusu kendini belli ettiğinde ise dediklerini uyguladım ve izlemeye devam ettim.

Carlos’un kararlı yapısı, kararlılığı; bitmek ve yılmak bilmeyen azmi tam burada devreye girdiğinde!.. Son bir çabayla, Kafa Ezen’in saldırısını savuşturdu.

Carlos sol kroşesiyle onun -Kafa Ezen'in- karnına güçlü bir darbe indirdiğinde. Koca adam yoğun bir şekilde afalladı. Nefesi kesilmişti. Kafa Ezen bir an için durup nefesini tuttuğunda yüzündeki acı kameralarda yakın çekimden alındı. Kafa Ezen olduğu yerde kalakalırken ardından Carlos’un bir sağ kroşesi daha!

Kafa Ezen’in yüzüne sertçe çarpan sağ kroşenin etkisiyle Kafa Ezen’in başı geriye doğru gidiyor ve ardından dengesini kaybederek yere yığılıyor...

Bir bilinç kaybı yaşadığını buradan anlamışken hakem hemen araya girip saymaya başlamıştı.

Hakem adam pert pert. Kalkamaz boşa dil döküyorsun.

Derken seyirciler çıldırmış ve herkes nefesini tutmuş durumda iken Carlos’un zafer anını izliyordu. Hakem, onuncu sayıyı bitirdiğinde Kafa Ezen hâlâ yerde kaldığında Carlos ellerini büyük bir gururla havaya kaldırdı. Hiç olma dediğim, yaşanmaz dediğim şey bir kez daha yaşanmışken Brad "Ben demiştim!" Diye atıldı. Tıpkı Carlos'un antrenörünün ringe atılıp sevinç kutlaması yaparaktan dövüşçüsüne sarıldığı gibi.

 

Televizyon ekranı Carlos’un zaferini gösteriyordu. Kafa Ezen’in yenilgi dolu ifadesi bilincinin saniyeler içinde geri gelişiyle gözler önünde.

Maçın galibi, gücü ve çevikliğiyle Carlos olmuştu. İnanılmaz! Ekran yavaşça karardığında, seyirciler deli doymaz coşku karanlığın arkasında da halen daha devam ettiğinde eski oyuncular sahadan çıkmış yerine gelecekler ise büyük bir hazırlığa koyulmuştu.

"On dakika mola!" Diye bağırdı Brad. Ardından ekranlar bir kez daha açıldı. Neredeyse tüm yarışmalara ait kan dondurucu görüntüler fragman niteliğinde ana ekrana verildiğinde dikkat kesildim. Kesilmemeliydim.

Diskalifiye olan bir yarışmacı.

Çenesi kırılıp dövüşlere ara veren başka bir yarışmacı.

Bir çıtırtı sesi ve göz kararış. Omuriliği kırılan bir yarışmacı!

Tek bir yumruk ve boynu kopan bir yarışmacı.

Yerimden fırlayıp dehşetle ayaklandığımda bir kayaya toslar gibi bir bedene tosladım. Sessizce bizi ve de maçı dikkatle izleyen.

"Ne izliyorsun kızın yanında dikkat etsene!?" Bakışlarım havalandığında dünkü sahiplendi tutuşu bir kez daha hissettim.

"Gerçekler!" Demişti Brad.

Elim mideme gitmişken Melez sert tavrını ortaya koydu.

"Sana kendini korumayı bilsin diye bir şeyler öğret diyoruz sen kemik nasıl kırılır bunu gösteriyorsun kıza."

Sırıttı. "Zaten vampirlerde öyle yapar. Boyun kırar, kaburga kırar, genelde kalp de kırar." Bakışlarımı Brad'den kaçırdığım gibi Melez'i de ittirip yavaş adımlarla salondan çıktım.

Brad kafa dengi mi kafa yorucu mu bilemiyorken kendimi mutfağa atıp soğuk bir su içtim. Salonda tartışma sesleri yükseliyordu. Thomas bahçe kapısından girip "Ne oluyor?" Diye bağırdığında "Brad ve kırık kemik sevdası." Diyerekten kestirip attım.

"Sana da mı izletti?" Thomas bu sefer sırıtmaya başladığında az önceki yüz ifadesi tamamen değişmişti. Başımı salladığımda "Hangi en kötüyü gördün?" Diye sordu. Hangisi en kötüydü peki!?

"Kesinlikle omurilikten kırılan. Ortadan ikiye!" kaşları çatılmıştı sonra bir kahkaha attı.

"Abartma! Olmamıştır öyle bir şey." Dedi. Omuz silktim.

"Git izle o zaman!" Başıyla beni onayladığında Thomas da salonun yolunu tutmuştu.

Bense... Bense direk odama çekildim. Gördüğüm görüntülerden sonra unutmak için başımı yastığa koydum. Kafamın dağılışının ardındansa yarınki sınavın tekrarını yapacaktım. Erkekleri de aşağıda birbirlerine bıraktım.

Akşam yemeğine kadar odamda takıldığımda yemek kokularının yükselmesiyle ne kadar aç olduğumun farkına vardım. Hemen defteri kalemi bırakıp alt kata indiğimde yemekler Melez önderliğinde kurt adamlara yaptırılmıştı. Beni görünce gülüp sırıttı ve o ikisini -Thomas ve Brad'i- gösterdi. "Aşçılarım nasıl, temiz çalışıyorlar mı; elleri lezzetli mi?" Bende sırıttığımda Thomas ile Brad bana dönmüşlerdi. Birinin bakışları Melez'e birininkiler de bana dönerek tip tip bakmaya başlamışlardı. Brad her zamanki gibi bana tip tip bakarken Thomas Melez'in sözlerine göz devirmeye karar vermişti.

Sonuç olarak her türlü lezzetli bir yemek yiyecektim. Ne diyebilirdim ki? Kimin yaptığı önemli değil, lezzetli olsun da!

Lezzetli olmazsa işte o zaman diyecek çok şey bulurdum kendilerine!

...

Akşam yemeğinin ardından iki yaramaz kurdun kaçışı sonucu masa sorunu bana kalmıştı. Yine de son masayı toplarken başıma gelenleri düşününce pek de toplayasım gelmiyordu açıkçası.

Aslında böyle düşünce Melez'in de buna izin vermemesi gerekiyordu.

Işık olunca tabii, koskoca ışık haliyle yapmıştım tabii. Ardından da iki şişko kurt gibi keyif yapmaktansa odamın yolunu tutmaya karar verdim.

Yarın tek sınavlık bir sınav günüm, çarşamba günü iken saatin ilerlemesiyle yatağın içine girdim. Uykunun tutmayacağını biliyordum. Saat daha sekiz!

Tam üç saat yatma saatine kadar bir şeylerle meşgul olmam gerekiyordu. Son üç sınavımın hazırlıklarını yapmaya karar verdim. Örnek sorular çözüp örnek soru videoları izledim. Notlarıma göz gezdirdikten sonra da esneyerek arkama yaslandım masa başındayken. Ders kitaplarında altını çizip not aldığım yerlere de baktıktan sonra her şeyi kapatıp çantamı hazırladım. Mor rengi şortlu, dantel askılı geceliğimi giydikten sonra ışığı da kapattığım gibi yatağa girdim. Yatağın yanındaki komodinin üstünde bir bardak su bulundurmaktaydım. Onu elime alıp birkaç yudum yudumladıktan sonra yerine koyarak yorganın içine girdim. İşte şimdi uykum vardı!

Dersler yormuştu, uyku vakti gelmişti.

Hal bu olunca da... Yatağa girmemle kolay sürede uykuya dalmam bir oldu.

...

Yeni bir sabahın ilk ışıklarıyla esneyerek tavana bakmaya başladım. Doğmuştu güneş. Komodindeki telefona uzanarak saate baktığımda saatin yedi olduğunu fark ettim. Artık kalkmak lazımdı. Nefesimi vererek yorganı üstümden attığım gibi yataktan doğruldum. Bugün için uzun kollu beyaz gömlek ve altına mini kalem kot etek giydikten sonra hazırdım.

Elimi yüzümü banyoda güzelce yıkadıktan sonra saçımı spreyledim. Düzleştiriciyle düzleştirdikten sonra da altın sarısı süslemeli tacımı takarak makyaja giriştim. Simli altın sarısı göz farı ve bordo rujun ardından tamamdım artık.

Yine beyaz spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra odamdan çıktım, merdivenin yoluna koyuldum. Merdivenlerden ağır ağır indikten sonra çantamı unuttuğumu fark ederek bir kez daha odama geri dönmüştüm. Kadife açık mavi altın sarısı zincirli askılı çantamı aldıktan sonra tekrardan merdiven basamaklarından teker teker aşağıya indim, mutfağın yolunu tuttum.

Mutfaktan omlet kokuları yükselirken kokan bu kokuya gülümseyerek mutfaktan içeriye girdim.

Sadece Thomas!

"Günaydın." Diyerek yanına gittiğimde bir başka omleti çırpmaktaydı. Başını salladı ve günaydınımı cevapladı.

Ona yardım etmek için çantamı masaya koyup yanına gittiğimdeyse tam olarak bana dönmüştü.

Baştan aşağı beni süzmüşken elindeki çiğ omlet harcını hala çırpmaktaydı. Bir anda ağzı açık bir şekilde kaldığında bir tarafı havada tuttuğu ve içinde omlet harcı çırptığı kabı tezgâhın yükseltisine çarptırmıştı. Kabı dengede tutacağım derken içerisinden kaptan daha büyük olan devasa çırpıcının kuyruğuna basılmış kedi gibi havalanmasıyla gözlerimi kapadım.

İşte bu facia tam bir şaka olmalıydı!

"Ben özür dilerim pardon!" Thomas kapı zorlukla tezgâha bırakıp bana döndüğünde bir adım burnumdan solurken geriledim. İki elimi de havaya kaldırmıştım.

Şu an gömleğimde güzel bir leke vardı. Ve eteğimin uç kısmında da lekeden kalan artıklar!

Sadece gömlek değil eteğimde lekelenmişken çığlığı basmamak elde değildi. O kadar hazırlık o kadar şey... Bir omlet için miydi!?

Tüm bu hazırlığım tek bir kahvaltı lekesiyle mahvolmuştu!

Bir üstümdeki lekelere bir de Thomas’a baktım.

Gözlerim seğirdi ve haliyle gözlerimi kapattım. Şakaklarım atar damar gibi atarken sinirden burnumdan hızlıca nefes verdim bu halimle adet bir bufaloyu andırmaktaydım.

"Thomas!.." diyerek dişlerimi sıktım. Elini bana uzatırken eline vurmuştum.

O sırada bir yanık kokusu tüm mutfağı vardığında kendimi yere bırakacak hale gelmiştim artık. Bir de pişirdiği omleti yakmıştı!

"Thomas!" Diye bağırdım bu sefer.

Çığlığım o kadar kuvvetliydi ki hem Melez'i hem de Brad'i toplamıştı çoktan başımıza!

"Ne oluyor be!?" Brad'in uykulu haline göz devirirken bakışlarım Melez'e kaymıştı. Beni bir çırpıda süzdükten sonra sırıttı.

"Tek kıyafet zaafı olan ben değilmişim demek ki!" Melez bir kez daha yaptığı bu un savaşında kendini haklı çıkarırken göz devirmiştim.

"Sen ne diye dikkat etmezsin ki!?" Diye Thomas'la çıkışırken tavaya yapışan omleti kazınmaktaydı.

Bana bir hışımda döndüğünde elindeki bulaşık telini bırakmadan şu sözleri sarf etti.

"Gelinir mi öyle!? Aklımı başımdan alınca ne yapmamı bekliyordun?" Aklını başından almak?

"Sana bakıyorum diye oldu hep bunlar. Ne yapayım sen de okulda giyeceğin kıyafetleri artık kahvaltıdan sonra giyersin şu lekelenmelere karşın "

Bana bakıyorum diye olmuşmuşmuş da muşmuşmuş!

Neymiş efendim kahvaltı bitimi giyin!

Kurt adam olmasa şu an varya. Neler yapardım var ya!

"Hem suçlu hem güçlü!" Fevri bir şekilde arkamı döndüm ve masadaki çantamı da alarak omuzuma taktığım gibi mutfak çıkışına yöneldim. Kapının ağzındaki Brad'i güçlü bir şekilde kapıya doğru ittirip yolumdan çektikten sonra merdiven basamaklarını bir bir tırmanmış ve tekrar odama varmıştım.

Üstümdeki ceketi tek bir çırpıda çıkarıp attım.

Giyecek bir şeyler ararken siyah dantel detay askılı bluzu alıp üstüme geçirdim. Altıma da siyah kot uç kısımları kıvrımlı şortumu giydikten sonra yine hazırdım işte. Ama bu sefer boyumun ölçüsünü almıştım. Kahvaltı falan etmeyeceğim!

Merdivenlerden inerken aklım Brad'e gitmişti. Onu nasıl itebilmem de. Sonrasında ise kolayca anladım. Uykuluydu, karşı koymamıştı. En önemlisi de zaten uyguladığım kuvvetle birlikte kendi isteği ile çekilmişti. Ay yoksa o güç bende ne arar!?

Her ne kadar üç insanüstü bireyle yaşasam da... Sadece onların davranışlarına bağışık oluyordum. Onun dışında onlardan kaptığım hiçbir güç ölçüsü yoktu. Ben... Yine aynı ben... Kollar yine aynı güçte!

...

Mutfaktan içeriye girdiğimde başka bir tavayla hazırlanmış olan omleti baş köşede oturmuş bir şekilde Brad'in yiyor olduğunu fark ettim. Gözlerim istemsizce devrilmişti. Mutfak önlüklü önlüğün içinde siyah bir tişört giymiş olan Thomas'a döndüğümde bakışları üstümdeydi.

"Çok baktın arabanı çek!" Thomas şaşkınca gözleri açılmış bir şekilde kalırken saniyeler içinde kendini düzeltmişti. Başını iki yana salladıktan sonra bir kez daha söze girdi, bir kez daha özür diledi benden.

"Özür dilerim pardon. Şey... Yer misin?"

"Yemem!" Dedim bir hışımda. Sonra da Brad'e bir bakış attım.

"Mümkünse okula gidip sınava girip geri gelmek istiyorum!" Thomas başını olumluca sallarken Brad kafasını kaldırıp nihayetinde bana bakmıştı. O da iç çekerek masadan kalktığında zafer kazanmışçasına kapıya yöneldim. Kapıdan çıkıp arabaya binerken de aklımda başka bir şey canlanmıştı.

Thomas üstünde güzel bir hakimiyetin vardı doğrusu

Thomas benden iki defa özür dilemişti, içten. Nezaketen değil, içten!

O bakışları, o göz kaçırmaları, elinin ayağına dolaşması...

Hayır düşünmek bile istemiyorum şu an devamını!

Sonra Adelia, sonra!

...

Demiştim ya bir anda önce sınavına girip çıkmak istiyorum diye ...

İşte onu nihayet başarabilmiştim.

Thomas ile aynı derslikte arada bir sıra boşlukla Yan yana oturarak girdiğimiz sınavdan ilk on beş dakikada çıktım. Ardımdan hızlı bir şekilde Thomas çıkıp koridorda bana yetiştiğinde hızımı düşürmeden yoluma devam ettim. Thomas yanımdan yanımdan yürürken gözleri de sürekli üstümdeydi.

"Hey! Küs müyüz?" Ona anlamsızca bakmaya başladığımda eliyle saçını karıştırdı.

"Bak ne diyeceğim. Kahvaltı da etmedin, sayemde! Acaba kantinden bir şeyler hediye etsem?"

Hediye!?

Gülmüştüm.

"Ismarlamak denir ona!" Diyerek kendisini düzelttikten sonra koluna girdim.

"Sorun yok. Hala arkadaşız. Tabii... Yenisini aldıktan sonra. Şu mahvettiklerin var ya!" Bana durum vahim gibi bir bakış atarken sırıtmaya devam etmiştim.

Başıyla beni sonrasında zorlukla onayladığında kantinin yolunu tutmuştuk.

İki etli devasa bir burger alışımın ardından yanına makineden doldurduğum gazlı içeceği yudumladım. Thomas karşımda bomboş oturup beni izlerken hamburgerimi zorlukla ısırabildim.

"Niye?.. Niye öyle bakıp duruyorsun?" Bakışları daha yeni anlam kazanmışçasına renklendiğinde elini anlamsızca salladı.

"Düşünüyordum sadece..." Diye söze girerken Brad'in aramıza dalıp ortamıza oturduktan sonra patates kızartmalarımı bir bir yemesi ile her şeyi bozuluvermişti saniyeler içerisinde.

"Brad!" diye ikazda bulunduğunda Thomas Brad onu umursamadan ağzına bir patates daha atmıştı ki Thomas'ın sert bakışlarıyla karşılaşan kadardı o da!

"Her ne kadar sağ kolum olsanda!.." diye söze girdi Thomas. Ve ardından sözlerini sürdürmeye devam etti.

"Son sözü ben söylerim. Yani lider ikaz eder. Diğerleri uyar. Şımardın galiba insanlarla takla takıla!" Brad Thomas'a gözlerini devirip sandalyesini biraz masadan uzağa kaydırdığında ikisi arasında gerçekleşen soğukluğu fark ederek tüm patates kızartması paketini Brad'e uzattım.

"Tamam gerilmeyin! Hamburger bile fazla şu an bana. Doydum çoktan. Paylaşın, bölüşün bir şeyler yapın ama boş yere kavga çıkarmayın!"

Brad Thomas'a "Gördün mü bak!" Havalı bakışlarını atıp patates kızartması kutusunu kucağına çekerek almasıyla içeceğimi yudumladım. Thomas ise sırıtmıştı

"Acaba gerçekten onu bırakman konusunda ciddi olsam... Ne yapabilirsin!?"

Yok artık!

İnsan içinde!

Ufak bir patates kızartması için!

Bu ikisinin birbirine girme ihtimalleri yoktu değil mi!?

Hemen ayağa fırladım.

"Tamam kesin şunu gidiyorum ben. Yerince yedim!"

Bir alfaya emir veremezdim. O yüzden "Gidiyoruz!" Yerine gidiyorum dedim. Eğer canları isterse peşimden gelirlerdi.

Gelmezlerse de... Büyük ihtimal vampirlere karşın açık bir yem olurdum.

Tam da tahmin ettiğin gibi ikisi de ayaklandığında Brad bir eline patates kızartmasının kutusunu bir diğer eline de kalan burgerimi almıştı.

Mide de mide yani!

Ağzımdan iğrenmemek güç isterdi.

Hem de rujlu ağzımdan!

Neyse ki dışarıya çıkıp arabanın yolunu tuttuğumu esnada hamburgeri bir taşın üstüne bırakmıştı. Saniyeler içinde bir köpek geldiğinde Brad onun başını sevmeye başladı.

Neyse ki!

İyi ki!

Yemediği için mutluydum.

Ben yapmasam bile... O benim bir şeyimi afiyetle yeseydi eğer... Şimdi şuraya bırakabilirdim doğrusu!

Belki de bu kişiden kişiye göre de değişirdi.

Sevdiğin, çok sevdiğin birisi olduğunda sorun olmayan şey normal bir arkadaş ya da tanıdık için büyük bir sorun teşkil ediyordu.

Brad ile de böyle olmuştu, böyle hissetmiştim.

Ama Emery olsa... Umurumda dahi olmazdı çünkü hastalığımızla sağlığımızla hep bir odada iki yıla yakın yaşamıştık. Kalmıştık bir arada!..

...

Arabaya binip evin yolunu tuttuğumuzda kalan tek bir sınav günü ve girilecek iki sınavın varlığını bilmekle mutlu olmuştum.

Bir haftalığına özgürdüm, sonunda!

...

Araba bir kez daha bahçeye giriş kapısından girip bahçede durduğunda arka kapıdan doğru arabadan inerek evin yolunu tuttum. Bugün güzel bir gündü. Çünkü sınavlar bitiyor ve ben de bir hafta da olsa kafa tatiline çıkıyordum.

Yarınki son iki sınavı da hallettikten hemen sonra da hafta sonu sorunsalım gelmişti aklıma. Ve düşündüm. Belki de tatil olmazdı...

Umarım böyle bir şey yaşanmazdı. Umarım o dinlenmeyi yaşardım.

Evden içeri anahtarı çevirerek girdiğimizde değişik bir şeyler hissettim, farklı. Etrafa bir göz atarken peşimden çoktan içeriye Thomas ve Brad girmişti bile.

İleriye doğru bir adım atacakken Thomas bileğimden doğru tuttu. Onlar genelde benden bir sıfır öndeydi ve ne olduğunu anlamışlardı çoktan.

"Melez besleniyor." Dedi. İlk başta anlamamıştım.

"Ne olmuş yani?" Diye kolumu eli arasından kaydırıp almıştım. Her zaman yaptığı normal bir şeydi. Tabii salonun kapısının önüne varıp da içerisini görene kadar!

Yok artık!

 

 

 

Loading...
0%