Yeni Üyelik
66.
Bölüm

S3B10

@selinayeda_x

bÖLÜM KELİME SAYISI: 6618

İyi Okumalar Dilerim.

Yeni Bölüm için en az 15 yorum ve 5 oy istyiorum

Desteklerinizi bekliyorum <3

BİR ÖZÜR BORCU

 

Kurt Evi’ne geri döndüğümüzde, koridorun loş ışıkları altında ilerlerken içimdeki tedirginliği hissetmemek imkânsızdı. Tyler’ın kolumdaki hafif baskısını fark ediyordum; bu, hem bir koruma hem de beni sakinleştirme arzusunun ifadesiydi. Ancak asıl dikkatimi çeken şey, Brad’in sessizce bize bakışıydı. Gözlerinde o yoğun öfke ve kontrolsüz duygularının yerini daha ağır bir pişmanlık almıştı. Onunla yüzleşmekten kaçınmıyordum, fakat içimde hâlâ acıyan bir yara vardı; boynuma saplanan dişlerin izi gibi.

Tyler, Brad’e doğru yaklaşmadan önce bana kısa bir bakış attı. Gözlerinde bir “hazır mısın?” ifadesi vardı. Başımla hafifçe onay verdim. Tam bu sırada Brad yavaşça birkaç adım attı. Kasları gerilmiş, duruşu gergindi ama bakışları utanç doluydu.

“Adelia,” dedi, sesi beklediğimden daha yumuşaktı. "O gün... Kontrolümü kaybettim. Bunu telafi edemem belki ama gerçekten... Özür dilerim.”

Bir anlığına duraksadım. Brad gibi biri için özür dilemek, hele ki gururunu bir kenara bırakmak kolay olmasa gerekiyordu.

İçimdeki öfke, yerini bir an için ona duyduğum empatiye bıraktı. Gözlerimi onunkilere diktim, içlerinde o kırılganlığı gördüm. Yara almış, içsel savaşı hâlâ bitmemiş bir ruhun ifadesi.

Ona olan öfkem, ona karşı hissettiğim korku ifadesi… Hepsi birden geçip giderken Brad’e karşı adım atmıştım, sözlerimle.

“Brad...” dedim, sesim fısıltı kadar hafifti. "Önemli olan hatanı anlaman.’’ Ardındansa derin bir nefes alarak ve iç çekerek sözlerimi sürdürmeye devam ettim.

Seninle barışmam için zaman gerekebilir ama özrün anlamlı."

Brad’in omuzları biraz gevşedi, sanki üzerindeki yük bir nebze olsun hafiflemiş gibiydi. Yanıma yaklaştığında gözlerinde hâlâ utanç vardı, ama başını eğerek geri çekildi. Tam o sırada kapının açılma sesiyle dikkatimizi salona yönelttik.

‘’Ah evet aklımdan çıkmış.’’ Diye eklediğinde Brad salondan içerisini gösterdi. Dağılmış olan salon çoktan yeni eşyalarla süslenmiş ve kasvetli havası uçup gitmiş iken.

Thomas, yanında dört yeni yüzle içerideydi. Lilith elinde tepsilerle salonun yolunu tuttuğunda onu Maya başka bir tepsiyle takip etmişti. Elliot ve Lucas ise birbirlerini itip kakarak arka bahçeden gelmekteydiler.

‘’Aa selam!’’ diyerek elini havaya kaldırdığında Lucas sırıtmıştı. Elliot bizden tarafa döndüğünde yüzündeki neşe kayboldu. Başıyla istemeye istemeye düşündüğüm bir baş selamıyla bizi selamladığında hep birlikte salondan içeriye girmiştik.

Ve işte eve dört yeni üye daha.

Ah pardon beş kişiydiler!

İçlerinden bir tanesi hamileydi.

Salondaki atmosfer birden değişti. Gelenlerin auraları güçlüydü, özellikle de hamile olanın.

Thomas teker teker yeni üyeleri göstererek tanıttı.

‘’Bu Jonas ve karısı Lydia ile kızları Martina. Küçük kurt…’’ Lydia karnını tutup gülümsediğinde kendisine içtenlikle gülümsemiştim.

Lydia’nın. Hamile olmasına rağmen, onun çevresine yaydığı enerjisi oldukça belirgindi. Yanındaki Jonas ise korumacı bir edayla elini eşinin sırtında tutuyordu. Uzun boylu, sakallı ve etkileyici bir yapıya sahipti. Lydia'nın yanında belki biraz gölgede kalıyordu ama gözlerinde ailesine karşı duyduğu sevgi ve bağlılık her halinden belliydi.

Lydia’nın bakışları ilk benim üzerimde durdu. Gözleri önce inceleyici, ardından sıcak bir ifade aldı. Bir anne şefkatiyle bana döndü ve gülümsedi.

Ellerini nazikçe karnına yerleştirirken gülümsedi. “Sen Adelia’sın, değil mi?” dedi. “Seni duymuştum. Aileye katılmak bir onur.” Başımı sallayıp gülümsediğimde her kurt adamın bir kez daha soğuk olmadığını tamamen anlamış bir hale gelmiştim. Sanırım buradaki tek tripli kişi Elliot idi!

Jonas, Lydia’nın yanından ayrılmadan bana bir selam verdi, gözlerinde hem saygı hem de merak vardı. “Burada iyi insanlar olduğuna inanıyoruz,” dedi sakin bir tonla.

Avcıları kast ettiğine emin iken başım ile kendisini onayladım.

Thomas ardından tanıtım işlemine devam ederken diğer iki sürü üyesi olan betalarla da tanışmıştım. ‘’Bunlar da Jessica ile Fernando. Kesinlikle aralarında hiçbir bağ yok!’’ Thomas’ın sözleri Jessica ve Fernando’yu güldürürken sessizce durmuş ve anlamamış olmama rağmen yine de sırıtmıştım.

O sırada Lydia ‘’Oturmaz mısınız, ayakta kaldınız?’’ Lydia’nın düşünceleri tavırlarına bir kez daha gülümsediğimde Tyler ile salon içinde daha da ilerledik. Brad, Lucas ve Elliot çoktan bizden önce bir yerlere yerleşmişlerdi.

Thomas ve Lilith tekli koltuklarda otururken Maya, Lucas, Brad ve Elliot eski betalar olarak bir koltuğa sıkışmış kalan koltuğa da yeni üyeler olarak diğer dörtlü oturmuştu. Aslında kendilerine her ne kadar yeni üye desek de… Kanada zamanından beridir aynı sürüye aitlerdi. Sadece Amerika’ya geri dönüşleri açısından kendilerini yeni olarak adlandırmaktaydık.

Lydia kayıp yer açmaya çalışırken onu sözlerimle durdurdum.

‘Rahatınıza bakın siz.’’ Dediğimde gülümsemiş ve Jonas da beni onaylarcasına karısını kolunun altına alarak sarılmıştı.

Tyler’ın bakışları bir noktada kesiştiğinde Maya bir anda ayağa kalktı.

‘’Buyurun siz oturun.’’ Bakışlarım Maya’ya kayarken Tyler sırtımdan narince ittirerek beni koltuğa yönlendirmişti. Tyler göğsümden usulca ittirip beni koltuğa Elliot’un yanına oturttuğunda kendisi de koltuğun başlığında yerini aldı. Maya oturabilmek adına mutfaktan sandalye getirmeye gitmiş iken Tyler bakışlarını Elliot’a kaydırmıştı.

‘’Sen neyi bekliyorsun?’’

Bakışlarım herkes gibi Elliot’u bulduğunda Elliot önce bana sonra Kral’a ardındansa da alfasına bakmıştı.

‘’En ufak bir şey için bile alfana döneceksen işimiz var!’’ Tyler’ın sözleri kulağıma dolarken Elliot bir hışımda kalkıp gitmişti. Kapı girişinde ise Maya ile sertçe çarpıştılar.

‘’Hey!’’

Tyler’a yer vermek için yana kayacak iken bacağıma dokunup beni durdurdu. İşte o zaman bakışlarım yanımdaki Brad’e dönmüştü.

Ah az daha iki melez arasında kalacaktım!

Neyse ki Tyler ikimiz arasındaki yeri aldığında gövdesi Brad’e karşı beni korumuştu.

Lydia gülüp ikimize baktığında ortamdaki kötü hava da bir kez daha bozuldu.

Tyler ile bizi işaret ettiğinde sözlerini de sarf etmişti havaya.

‘’Yoksa sizde de mi bir şeyler var?’’ diyerek sırıttığında anlamayarak Tyler’a döndüm.

O sırada Fernando kahkaha atarak Lydia’yı reddetmişti. ‘’İmkanlı mı bu canım!? Biri melez diğeri de insan. Olsa olsa yeme…’’ Fernando sözlerini devam ettiremezken Tyler’ın delici bakışlarını fark ettiğinde susmuştu. Ardından ellerini iki yana açarak söylendi. ‘’Öyle işte.’’

Gözlerimi devirmiştim ardından da Fernando’ya bir cevap verdim.

‘’Burada bulunan kimseyle arkadaşlıktan öte hiçbir bağım yok, olamaz da zaten merak etme!’’ Fernando’nun bakışları gözlerimle buluştuğunda bakışlarının içindeki hiçbir şey umurumda olmamıştı. Bakışlarımı çekmeden ona baktım sadece. Ardından Fernando gözlerini devirerek omuz silkmişti.

‘’Neyse ne!’’

Ortamda bir gerilim olurken Thomas’ın boğazını temizlemesi ile gözler ona dönmüştü.

‘’Bebek hızlı büyüyor. Doğuma ise tahmini… Bir yada bir buçuk hafta var. Dolunay için ve de güvende kalabilmek için geldiler.’’ Thomas’ın bakışları Tyler’daydı.

Tyler başını salladığı gibi Lydia ve Jonas’a döndü.

Onları selamlayıp hızla konuya girmişti. “Sana ve ailene burada ihtiyacınız olan her türlü güvenliği sağlayacağız,” dedi. Bakışları bu sefer sadece Lydia’da idi.

Lydia başıyla onu onaylayıp gülümsediğinde içimde neşe oluşmuştu.

Hanemize yeni bir üye katılıyordu he?

Nur topu gibi bir kız, küçük kurt… Martina!

Lydia başını hafifçe eğerek kabul etti, fakat bakışları hala beni inceliyordu. Ne yani inanmıyor muydu?

Sırf ona bağlı ve onu çok seven bir eşinin varlığı yüzünden aşkta usta mıydı?

Tek bir bakışta kime ne hissettiğimi bilebiliyor muydu?

Hiç sanmıyorum!

O an içimden bir ürperti esti.

Sanki iki yıl önceki talihsiz kaza tam iki yıl sonra…

Tam iki yıl sonra misliyle aldıklarını geri vermiş gibiydi.

Bakışlarım hepsinde bir bir gezindiğinde bir bağ hissetmiştim derinlerde.

Burası… Sanırım benim ailemdi!

Ve arayışım…

Arayışım ise sadece vakit geçirip mutlu olabileceğim bir sıcaklık ortamıymış şu an işte bunu fark etmiştim.

Belki her biriyle farklı bir bağım vardı, ama bu kişilerle aynı çatıyı paylaşmak, her şeyin üstesinden gelebileceğimizi hissettiriyordu. Herkes kendini tanıtırken ve Kanada’daki anılarından, Thomas’ın ardında bıraktığı hayatlardan bahsedilirken aramızda yavaş yavaş samimi bir sohbet başladı.

Hep birlikte yemek odasına geçtiğimizde ise sohbet orada devam etmişti.

Öğle vaktinden biraz geçmiş iken hepimiz masadaydık, öğle yemeği yerine bu atıştırmalık saatinde yemek yemek için.

Masaya oturduğumuzda ortamdaki enerjiyi hissetmemek elde değildi, yoğun bir sıcaklık ve bağlılık!

Herkesin sessiz ama dikkatli bakışları Lydia’nın üzerine odaklanmıştı. Bir şeylerin farklı olduğunu seziyordum, ama ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Tyler, bana doğru kısa bir bakış atarak hafifçe gülümsedi ve ardından elindeki tabaktan bir parça eti Lydia’nın önüne doğru itti. Ona bakarken bu hareketin nedenini çözmeye çalıştım. Aynı şeyi Thomas ve Brad de yapınca daha da şaşkına döndüm. Herkesin önceliği Lydia’ydı ve bu dikkat çeken bir tutumdu.

Tam ağzımı açıp sormak üzereydim ki, yanımdan Lilith’in fısıltısı duyuldu. “Bu bir kurt geleneği, Adelia. Hamileler her zaman ilk olarak doyurulur.”

Lilith’in sesi hafif ama açıklayıcıydı. Kurtlar için aile demek, önceliklerin korunması demekti.

İçten bir şekilde istemsizce gülümsediğimde bakışlarım Lydia’ya döndü.

Lydia gibi hamile bir kurt, tüm topluluğun önceliğiydi; çünkü onun karnındaki bebek, sürünün geleceğiydi. Bu, hayatın sürekliliğini sağlayan temel bir ilkeydi.

Gözlerimi Lydia’ya çevirdiğimde, ona sunulan her şeyin farkında ve bundan memnun olduğunu gördüm. Yemeğini ağır ağır, sükunetle yerken, sanki bu ritüelin merkezindeki sakinliği yansıtıyordu.

Lydia’nın tabağını nasıl tıka basa doldurduğunu izledim. Bir yandan büyük bir iştahla, ama aynı zamanda ihtimamla yiyor, hiç acele etmiyordu. Jonas, onun hemen yanındaydı ve her lokmasında onu desteklercesine yanında duruyordu. Gözlerinde, eşine olan derin sevgi ve koruma içgüdüsünü görmek çok kolaydı. Lydia, karnındaki bebeği doyurduğundan emin olduğunda, tabağını hafifçe masadan ittirerek bir işaret verdi. O andan itibaren diğerlerinin gözlerinde, açlıktan çok sabırsızlık belirmişti. İşte başlıyoruz!

Yeme izni ve de talimatı Lydia tarafından masa halkına duyurulduğunda ilk saldıranlar Brad ve Lucas oldu.

İşte şimdi asıl yemeğin başladığını anladım.

Kurtlar, medenice ama hızlı bir şekilde masadaki ne varsa kendi önlerine çekmeye başladılar.

Fernando ve Jessica, karşılıklı olarak ellerindeki tabakları neredeyse senkronize bir biçimde dolduruyordu. Tyler ise her zamanki sakinliğiyle hareket ederken bile hafif bir acelecilik seziliyordu. Brad, elindeki ekmeği hızla koparıp bir parça etin üzerine koyarken Thomas’ın tabağını bir kenara itip kendi payını hızla alması dikkatimi çekti. Bir yandan medenice gibi görünse de, aslında içgüdüsel bir yarış vardı; ama bu yarışın arkasında bir düzen, bir ahenk de saklıydı. Bu masada herkesin açlığı eşit derecede ciddiye alınıyordu.

Ben ise henüz ne yapmam gerektiğini tam bilemeden masayı izliyordum. Herkesin birbirine bir şeyler uzatışı, tabakların hızla dolup boşalması, bu kaotik düzenin içindeki uyumu gözler önüne seriyordu. Lilith, benim şaşkın bakışlarımı fark edip omzuma hafifçe dokunduğunda irkildim.

“İlk başta garip gelebilir, ama burada denge böyle korunur,” dedi gülümseyerek.

Lydia ve Jonas, masadan ilk kalkanlar oldu. Lydia, ellerini karnının üzerinde birleştirip rahat bir nefes aldıktan sonra Jonas’ın ona eşlik etmesiyle salonun yolunu tuttular. Onların yavaşça uzaklaşan adımlarını izlerken, içimde tarifsiz bir huzur hissettim. Burası, sadece bir ev değil; dayanışmanın, korumanın ve bağlılığın hüküm sürdüğü bir yuvaydı.

Lilith tabağıma bir şeyler uzatıp ortadaki pilavdan da bir kaşık verdiğinde ona gülümsedim. Lucas ise aradan sırıtarak bana bir lavaş uzatmıştı gülümseyerek.

Yoksa bu bir çeşit ‘’gerçekten!’’ aileye hoş geldin tanımlaması falan mıydı?

İlk defa kendimi birilerinden farklı görmedim o an.

Bir insan olsam da o kadar çok işime işlemişti ki sürü olmanın ilkeleri… Kendimi de o sürünün bir parçası saymıştım içten içe.

Yemek hızla sona erdiğinde, masada yalnızca birkaç kırıntı kalmıştı. Tyler, masadan kalkarken bana doğru bakıp göz kırptı. “Alıştığında tadına varırsın artık.’’ Başımı ona doğru salladığımda tabağımdaki şeyleri ağır ağır yemiştim. Masada tek başıma iken. Maya ve Lilith ise hiç geciktirmeden masaya toplamaya başlamışlardı ki Jessica da onlara yardımcı olmak için kaldı.

İşte aile dayanışması bunu gerektirirdi!

Az önce öğrendiğim şeyin basit bir yemek geleneğinden çok daha fazlası olduğunu biliyordum. Bu, kurduğumuz ailenin temelinde yatan bir bağlılık ve koruma zinciriydi. Lydia, karnında taşıdığı hayatla bu zincirin en değerli halkasıydı ve herkes bunu içgüdüsel olarak biliyordu. Belki ben bu dünyaya tam olarak ait değildim ama onların içinde yer almak, bu bağlılığa şahit olmak, kendimi buraya biraz daha yakın hissettirmişti.

Tabağımı bitirdiğimde Maya, Lilith ve Jessica’ya yardım ettim. Masada kalanları arkalarından getirdikten sonra mutfaktan bir bez alıp masaya geri döndüm. Masayı sildikten sonra kırıntı dolmuş bez ve avuç içimle tekrardan mutfağa yöneldim. Kızlar bulaşık makinesini yerleştiriyorken bezi lavabonun kenarına yerleştirip elimi çöpe silkeledikten sonra elimi yıkadım.

Benlik bir görev artık kalmadığında salonun yolunu tutabilirdim, öyle de yapmıştım.

Jonas ve Lydia yine yan yana oturmuş Jonas kendisine şefkat verirken Thomas yine tekli koltuklardaydı. Alfanın yanına oturmak biraz cesaret isterken buraya ilk geldiğimizde Lilith onun yanındaki tekli koltuğa oturmuştu aslında.

Başımı sallayıp salondan içeri girdiğimde yine ve yine Tyler’ın bulunduğu koltuğa geçmek zorunda kalmıştım. Oturduğum esnada Lucas aydınlanmış gibi ayağa kalkmıştı.

‘’Hadi!’’ diye çığırttığında anlamazca ona döndüm.

‘’Kurt geleneğimizin ikincisi nedir bilir misiniz?’’ diye sözlerini sürdürdüğünde hep bir ağızdan gülmüşlerdi.

Fernando alfaya döndüğünde ‘’İzniniz var mıdır alfam?’’ diye bir soru yöneltmişti kendisine.

Thomas yirmi iki yaşındaydı. Ve Fernando ise kaslı vücudu, geniş omuzları, uzun boyu, koyu kahverengi saçları ve kirli sakalıyla yüz hatlarını da hesaba kattığımızda… En az yirmi beş yaşı vardı.

Bakışlarım Lydia’ya kaydığında sarıya çalan açık turuncumsu saçları ve genç yüzü ile sanki Fernando’dan genç göstermekteydi. Jonas ise... O en az yirmi yedi vardır!

Thomas başıyla onayladığında Fernando’yu Fernando ayağa kalkıp kollarını sıvamıştı.

‘’Hadi bakalım bahçeye!’’ Bahçede ne vardı ki?

Hepsi sırayla bahçeye çıkmaya başladığında Lucas ıslıkla mutfaktaki kızları çağırdı. Jonas karısı Lydia’ya yardım edip diğerlerinin peşine düşmüşlerdi. Ayaklandığımda Tyler omzuma dokundu.

‘’İzle de gör. Tıpkı eski günlerdeki gibi… İşte asıl eğlence geri döndü!’’

Asıl eğlence? Asıl eğlence de neydi!?

Tyler hızıyla kendini bahçeye attığında vakit kaybetmeden artlarından bahçeye koymuştum.

Ne yani?

Eski günlerin anısı…

Eğlence…

Sadece dövüşmelerden mi ibaretti!?

Ve evet aslında… Dövüşmek kurt adamlar için fazlaca eğlenceliydi!

Lilith’in yanına basamaklara çöktüğümde ilk dövüşü Elliot ve Fernando yaptı.

‘’Tıpkı eski günlerdeki gibi dostum!’’ dedi Fernando. Ve anında hızlıca Elliot’un üstüne atıldı.

Kurt adamlar için eğlence, bizim düşündüğümüzden çok farklıydı. Onlar için en büyük keyif, güçlerini ölçmek, sınırlarını zorlamak ve eski günlerin anılarını tazelemekti. Dövüşmek, onlar için yalnızca bir ihtiyaç değil, aynı zamanda ruhlarının beslenmesi gibiydi. Yani, evet, eğlenceleri dövüşmekten ibaretti. Sert darbeler, patlayan kaslar ve kükremeler… Hepsi onların kanında çağlayan bir coşkuydu.

_____

...

Bahçede, sırayla dövüşmek için bir çember oluşturmuşlardı. Lilith’in yanına basamaklara çöktüğümde, ilk dövüş için sahneye Elliot ve Fernando çıktı. Fernando’nun gözleri o tanıdık eski günlerin heyecanıyla parlıyordu. Sırtını gerip kollarını esnettiğinde, kaslarının altında gizlenen o doğal gücü hissedebiliyordum.

“Tıpkı eski günlerdeki gibi dostum!” diye kükredi ve bir an bile tereddüt etmeden Elliot’un üstüne atıldı.

Dövüş başladığı anda, çevremdeki hava değişti. Her nefes alışta toprak kokusunu, ağaçların rüzgârda hafif hışırtısını duyuyordum, ama tüm bu doğal güzelliklerin arasında en baskın olan şey, Elliot ve Fernando’nun birbirlerine çarpan bedenlerinin yankısıydı. Fernando’nun yumruğu Elliot’un göğsüne isabet ettiğinde, o sert darbenin kemiklerdeki yankısını neredeyse hissedebiliyordum. Elliot’un yüzünde beliren gülümseme ise, ona acı vermekten çok zevk aldığını gösteriyordu. Kurt adamlar için dövüşmek, acıdan beslenen bir hazdı.

Fernando’nun gözleri pür dikkat kesilmiş, Elliot’un bir sonraki hamlesini bekliyordu. Belli ki bir stratejisi vardı; Elliot’un her hareketini okuyup, ona karşı hamlesini hazırlıyordu. Ama Elliot da boş durmuyordu. Sert bir kükremeyle Fernando’ya saldırdı, pençeleri havada hızla savruldu. Fernando son anda geriye sıçrayarak bu saldırıdan kaçtı, ama Elliot bir saniye bile kaybetmeden geri dönüp onu yakaladı. Sertçe yere fırlattı ve ardından ikisi yere savrulan bir karmaşaya dönüştü. İki devasa kurt, birbiriyle pençelerini ve dişlerini kullanarak savaşırken, aralarındaki dostane rekabeti de hissedebiliyordum.

Onlara bakarken, bu dövüşlerin aslında ne anlama geldiğini anlıyordum. Bu, güç gösterisi değil, daha çok eski dostlukların yeniden canlanmasıydı. Eski zamanlarda defalarca tekrarlanan, dostlukla yoğrulmuş bir hamurdu.

Ve burada herkes, bu çemberin bir parçasıydı; yalnızca dövüşenler değil, izleyenler de aynı coşkuyu paylaşıyordu. Lilith’in yanımda sessizce gülümsemesi, onun da bu anıyı ne kadar değerli bulduğunu gösteriyordu. Onun gözlerindeki hafif nem, geçmişin hüzünle karışık tatlı hatıralarını yansıtıyordu.

Bir an için dikkatimi dağıtıp etrafıma baktım. Herkes çemberin içinde ya da kenarında, dövüşü izliyor ve her hamlede içlerinden gelen seslerle kükreyerek katılıyordu. Tyler, çenesini hafifçe eğmiş, gözleriyle dövüşün her anını analiz ediyordu. Thomas, kolunu göğsünde kavuşturmuş, yüzünde hafif bir tebessümle dövüşü izliyordu. Brad ise biraz mesafeli duruyordu; ama gözlerindeki kıvılcım, onun da bu eski oyunlara dâhil olma isteğini belli ediyordu.

Fernando ve Elliot arasındaki dövüş giderek hızlanıyor, bedenleri toprakta yuvarlanırken kaslarının altındaki güç daha da belirginleşiyordu. Fernando'nun bir ara Elliot'u sıkıca kavrayıp yere sermesiyle birlikte, kısa bir an için kazanan belli gibi görünüyordu. Ama bu sadece bir göz yanıltmacasıydı, çünkü Elliot, tüm ağırlığını kullanarak yerden hızla fırladı ve Fernando’yu havaya savurdu. Göz açıp kapayıncaya kadar ikisi de yeniden ayaktaydı, nefes nefese kalmış ama asla yorulmamışlardı.

Bu dövüşün sonu yoktu, çünkü kazananı yoktu. Onlar için mesele zafer değil, eğlenceydi. Sonunda, ikisi de gülerek geri çekildiler. Birbirlerine selam verdiler, dostça bir omuz vuruşuyla çemberden çıktılar. Diğer kurtlar onları coşkuyla alkışladı. Lilith’in yanımda mırıldandığını duyabiliyordum. “İşte bu, eski günlerin ruhu… Şimdi anlıyorsun, değil mi?”

Başımı ona doğru çevirip gülümsedim. Evet, şimdi anlıyordum. Dövüşmek, onların kardeşliğini, bağlılığını, anılarını yaşatan bir geleneğin parçasıydı. Sadece kan ve kaslar değildi burada olan. Bu, dostluklarını, sadakatlerini ve onları bir arada tutan bağları kutlayan bir törendi. Eski günlerin anısı, tam da bu çemberde yaşıyordu.

Fernando ve Elliot’un dövüşü bittikten sonra, herkesin gözleri bir sonraki düelloya çevrildi. Ortamda heyecan dolu bir mırıltı yükseldi, çünkü sıradaki mücadele çok farklı olacaktı. Çemberin ortasına çıkanlar Lucas ve Maya’ydı. İkisi de daha hafif, daha enerjik ve en önemlisi, eğlenceli bir rekabetin sinyallerini veriyordu.

Lucas, çemberin ortasında esneme hareketleri yaparak beklerken Maya ona doğru seğirtti. Gözlerinde o tanıdık oyunbaz parıltı vardı. “Hazır mısın, tatlım?” diye sordu, sesi hem meydan okurcasına hem de hafif bir cilveyle doluydu. Lucas, kollarını esnetip güldü. “Seninle dans etmek için her zaman hazırım.”

İçimden bir kahkaha attığımda bir his bu dövüşün keyifli geçeceğini söylemekteydi.

Bu dövüş, bir güç gösterisinden çok, kıvraklık ve hızın ön planda olacağı türdendi. Maya, Lucas’ın çevresinde daireler çizmeye başladı, hafif adımlarla onun etrafında dönerken kollarını esnetiyor, her fırsatta ona göz kırpıyordu. Lucas ise sanki ona meydan okur gibi, her hareketine karşı tetikteydi. Ancak bu tetikte olma hali ciddiyetten uzaktı; daha çok, eğlenmek için yapılmış bir strateji gibiydi.

Maya bir anda hızla hamle yaptı, ama bu hamlesi neredeyse bir dans hareketi gibiydi. Lucas’a doğru eğilip ani bir saldırı yaptı, ama tam vuracakken, durup ona cilveli bir gülümseme gönderdi. Lucas gülmeye başladı ve tam karşı hamle yapacakken Maya hızla geri çekildi. “Daha hızlı olmalısın, yakışıklı,” diye alay etti Maya, sesi bir şarkı mırıltısı gibiydi.

Bu düello, diğerlerinin aksine daha hafif ve eğlenceliydi, ama aralarındaki rekabet yine de ciddiyetini koruyordu. Maya’nın çevikliği ve Lucas’ın sakin, ölçülü hamleleri birbirini mükemmel tamamlıyordu. Onlar mücadele ederken, izleyenler de hafif kahkahalarla onlara eşlik ediyordu. Lilith’in gülüşü, Tyler’ın hafif bir baş sallayışı, Brad’in dudak kıvrımı… Hepsi bu eğlenceli düelloya tepki veriyordu.

Maya, Lucas’ı şaşırtmak için ani bir manevrayla etrafında döndü ve tam arkasından saldırdı. Lucas neredeyse savrulacak gibi oldu, ama Maya’nın bu hamlesini cilveli bir şaka olarak gördüğünü anlamak için aralarındaki bakışmaya dikkat etmek yeterliydi. Maya, Lucas’ın kulağına fısıldayarak, “Seni hep böyle şaşırtmak isterdim,” dedi.

Lucas ise bu sözlere karşılık sert bir dönüş yaparak Maya’yı yere yatırdı. Ama onunla savaşmak yerine, yere yatmış haldeyken ona uzanıp şakayla karışık omzuna hafifçe vurdu. “Beni şaşırtıyorsun ama yakalanıyorsun da, Maya,” dedi gülerek. Bu esnada Maya’nın gözlerinde bir parıltı vardı. Ayağa kalkarken ona tatlı bir bakış atıp, “Belki de istediğim tam da budur,” dedi.

İkisi de aslında düellodan ziyade bir dans gibi hareket ediyorlardı. Lucas ne zaman ciddi bir hamle yapmaya kalksa, Maya onun hamlesini cilveli bir jestle kırıyordu. Lucas, Maya’nın bu cilveli oyunlarına gülerken, izleyiciler de onların arasındaki bu ince çekişmeyi eğlenceyle izliyordu. Maya, Lucas’ın zayıf anlarını değerlendiriyor, ona yakınlaşıp uzaklaşarak onun odağını dağıtıyordu.

Sonunda Maya, tam beklenmedik bir anda Lucas’a hızla saldırarak onu yere serdi. Yerdeki Lucas’ın üstüne eğilip, “İşte bu, zafer benimdir,” diye fısıldadı, sesi tatlı bir zaferle doluydu. Lucas ise kıkırdayarak ellerini teslim olmuş gibi kaldırdı. “Tamam, tamam, sen kazandın,” dedi alaycı bir tonla. Maya ona galip gelmiş olmanın verdiği keyifle hafifçe omzunu sıvazladı, sonra da gülerek kenara çekildi.

Diğer kurtlar onları alkışlarla kutlarken, aralarındaki bu cilveli düellonun aslında gerçek bir savaş değil, eski dostluk ve bağlılıkların tatlı bir yansıması olduğunu herkes anlamıştı. Maya ve Lucas’ın bu eğlenceli çekişmesi bu günün de güzel tatlı bir anısıydı.

Ve sıradaki düello ise asıl beklenen bir Boss Fight’ı andırıyordu.

Ve sıradaki çiftimiz iki melez Tyler ve Brad arasında bakalım ne gibi bir çekişme yaşanacaktı?

Gözler, Lucas ve Maya’nın neşeli düellosundan sonra sıradaki çift olan Tyler ve Brad’e çevrildi. Herkesin merakla beklediği bu dövüş, çok daha ciddi ve yoğun bir rekabet taşıyordu. İkisi de melez olduklarından, güç ve hız açısından diğer kurt adamlardan daha farklı bir seviyedeydiler. Ancak aralarındaki rekabetin kökü, sadece fiziksel üstünlükle değil, kişisel hırs ve eski anlaşmazlıklarla da doluydu.

Brad, meydanın ortasına adım attığında omuzlarını dikleştirip derin bir nefes aldı.

Umarım işler ciddileşmezdi!

Brad’in gözleri karşısına çıkacak olan Tyler’ı arıyordu. Her zaman soğukkanlı ve sert olan Brad, şimdi daha da gergin ve tetikteydi. Tyler ise ona alaycı bir gülümsemeyle yaklaşırken, gözlerinde sinsice parıldayan bir meydan okuma vardı. “Bu sefer seni yere sermek için sabırsızlanıyorum, Brad,” dedi Tyler, sesindeki hafif alay tonu belirgindi.

Brad, kaşlarını çatarak Tyler’a baktı. “Sadece dene. Ama bu sefer alayını sakla, çünkü sonunda kim gülecek göreceğiz.” Brad’in sesi keskin ve kararlıydı, ama bu kararlılığın altında eski bir hesaplaşmanın da izleri vardı.

Düello başladığında, ortalık aniden sessizleşti. İkisi de çevik adımlarla birbirlerinin etrafında dolanıyordu. Tyler, Brad’in nabzını yoklar gibi ani ama hafif saldırılar yapıyordu, adeta onun tepkilerini test ediyordu. Brad ise Tyler’ın her hamlesine karşı dikkatli ve soğukkanlıydı, her anını stratejik bir şekilde değerlendirdiği belliydi.

Tyler, hızlı bir manevrayla Brad’in üzerine atıldığında, Brad anında geri çekilip savunma pozisyonuna geçti. Bu pozisyondan çıkarak Tyler’ın arkasına geçmek üzereyken, Tyler hızla yön değiştirip Brad’in üzerine yüklendi. Bu sefer ciddi bir güç mücadelesi başlamıştı. Brad, Tyler’ın saldırılarına karşı koyarken, ikisinin de yüzündeki kararlılık birbirine denk bir çekişmenin işaretiydi.

“Biraz daha ciddileşsen iyi olur, Brad. Yoksa burada seni küçük düşürmekten çekinmem,” diye fısıldadı Tyler, saldırılarından birinde Brad’in savunmasını hafifçe sarsarken. Brad ise dişlerini sıkarak karşılık verdi: “Endişelenme, sana istediğin kadar ciddiyet göstereceğim.”

İkisi de hızla birbirlerinin etrafında dönüyor, adeta gölge dövüşü yapıyorlardı. Tyler’ın saldırıları hızlı ve sinsiceydi, Brad ise bu saldırıları savuşturmakta ustaca bir beceri gösteriyordu. Ama işin içine güç girdiğinde, Brad üstünlüğünü göstermeye başladı. Tyler ne zaman hızla saldırsa, Brad onu güçlü bir karşı hamleyle geri püskürtüyordu.

Çevredeki izleyiciler, bu iki melezin arasındaki çekişmeyi büyük bir dikkatle izliyordu. Lilith, hafif bir tebessümle onların arasındaki bu rekabetin ne kadar derin olduğunu anlamış gibiydi. Thomas ise kaşlarını çatmış, bu düelloda kimin üstün çıkacağını merak ediyordu.

Brad, Tyler’ın hamlesini savuşturduktan sonra onu güçlü bir itişle yere serdi. Tyler, yerdeyken anında toparlanıp tekrar ayağa kalktı, ama gözlerindeki öfke ve azim artık daha belirgindi. Bu sadece bir düello değildi; eski hırslar, ego ve üstünlük mücadelesiyle dolu bir hesaplaşmaydı. Tyler, yeniden hızla Brad’e saldırdı ve bu sefer onu yere devirmeyi başardı. Yerdeki mücadele daha sertleşmişti. İkisi de birbirini baskı altına almak için her türlü manevrayı deniyordu.

Ve evet! İşler tam da dediğim gibi… Ciddileşiyordu!

Tam o sırada Brad, Tyler’ın kulağına eğilerek soğuk bir sesle fısıldadı: “Beni yenmek istiyorsan daha fazlasını göstermek zorundasın.” Bu sözlerle birlikte Tyler’a üstün gelerek onu sıkıca kavradı ve bir hamlede kendini avantajlı konuma geçirdi.

Sonunda Tyler, bir hışımla yerden kalkıp Brad’e biraz mesafe koydu.

İkisi de derin nefes alarak birbirlerine baktılar. Artık mücadele sona ermiş gibi görünse de, aralarındaki rekabetin henüz bitmediği belliydi. Birbirlerine son bir kez meydan okurcasına bakarak dövüşü sonlandırmışçasına gardlarını indirdiler. Brad, bir zafer kazanmış gibi hafifçe gülümsedi, ama Tyler’ın gözlerinde hâlâ sönmemiş bir ateş vardı.

Hey bu böyle olmamalıydı!

O an Thomas devreye girmişti işte.

‘’Olmaz ama öyle!.. Devam!’’ Gözlerim Thomas’a döndüğünde onun da merakla beklediğinin farkına vermiştim. Bu çekişme gerçekten kendini izletmekteydi.

Brad ve Tyler… Bir kez daha gard aldı.

İkisinin de gözlerinde aynı azım ve kazanma isteği parlarken kimi tuttuğumun farkına çok kısa bir sürede algılamıştım.

Ben Kral’ın tarafını tutuyordum.

Tek taç ve tek bir sahip olabilirken… Krallığın gerçek sahibini, doğuştan melezi destekliyordum.

‘’Hadi yapabilirsin…’’ diye içtenlikle ve tamamen sessizce fısıldadığımda Tyler’ın bakışları anında beni bulmuştu.

İki elim yumruk bir şekilde ona azim ve kazanma hırsını fazla fazla yüklercesine güven verici bakışlar attığımda gülümsedim.

Tyler’ın desteğime karşılık verdiği cevap ise kendini daha iyi savunması ve saldırılarını daha sert gerçekleştirmesi olmuştu.

Ve her şeye rağmen en sonunda bir kazanan da çıkmıştı sonunda!

Dövüş, gerilimin ve rekabetin tırmandığı noktada kaldığı yerden devam etti. Brad’in yüzündeki kararlı ifadeye rağmen Tyler, bu sefer çok daha odaklanmıştı. Adeta zihnindeki tüm dikkatini tek bir hedefe yöneltmişti: Brad’i yenmek.

Brad, Tyler’a doğru hızlı bir hamle yaptı ve onun üzerine atıldı. Fakat Tyler, bu hareketi önceden sezmiş gibi çevik bir sıçrayışla yana çekildi. Brad, beklenmedik bir boşluğa düşmüş ve dengesini kaybetmişti. Bu, Tyler için altın bir fırsattı. Hemen Brad’in arkasına geçti ve onu güçlü bir hamleyle yere serdi. Brad yere düşerken hırsla dişlerini sıktı ama Tyler ona hiç zaman tanımadı. Hemen arkasından gelerek Brad’in hareket alanını kısıtladı.

“Güzel denemeydi,” diye alay etti Tyler, gözlerinde zaferin ilk işaretleri belirirken. Brad, gözlerinde öfkeyle ona baksa da Tyler’ın bu hamlesi karşısında kımıldamakta zorlanıyordu.

Brad, son bir çabayla Tyler’ı üzerinden atmaya çalıştı ama Tyler bu sefer çok daha hızlı ve güçlüydü. Brad’in kollarını kavrayıp onu yere doğru bastırdı. Yerdeki bu mücadele, her iki tarafın da fiziksel sınırlarını zorlamaya başlamıştı. Ancak Tyler’ın inatçı kararlılığı, Brad’in gücünü yavaş yavaş kırıyordu.

Tyler, Brad’i yere iyice bastırdıktan sonra onun yüzüne eğilerek sert bir sesle konuştu: “Hadi Brad, daha iyisini yapabileceğini sanıyordum. Beni hayal kırıklığına uğratma sevgili betam!’’ Ah hayır bu seferde rakibini kışkırtıyordu!

Tyler’ın sesi, zaferin getirdiği bir özgüvenle doluydu.

Brad, Tyler’ın bu kışkırtıcı sözlerine rağmen bir anlık öfkeyle bağırarak kendini kurtarmaya çalıştı. Ancak Tyler, bir an bile gevşemeden baskısını artırdı. Brad’in her hamlesini ustalıkla savuşturuyordu. Dövüş, artık Brad’in gücünün sınırlarına ulaştığı bir noktadaydı. Tyler’ın üstünlüğü iyice belirginleşmişti.

Doğuştan melezin üstünlüğü!

Son bir manevrayla Tyler, Brad’in direncini tamamen kırarak onu yere sabitledi. Brad, artık yerinden kalkamayacak hale gelmişti. Tyler, Brad’in yüzüne bir an baktı ve sonunda yavaşça geri çekildi. “Sanırım bu sefer kazanan benim,” dedi Tyler, zaferin getirdiği sakin bir tavırla. Brad, hırsla derin nefesler alırken, Tyler’ın bu sözlerine karşılık vermedi.

Çevredeki izleyiciler, Tyler’ın üstünlüğünü kabul eden bir sessizlikle durumu izliyorlardı. Brad, yerde yatan halinden doğrulup Tyler’a keskin bir bakış attı ama bu sefer sessiz kaldı. Gururunu zedeleyen bu yenilgiye rağmen, Tyler’a karşı duyduğu saygı gözlerinde belirdi. Tyler, bir an için Brad’in elini uzatacağını düşündü ama Brad, bunu yapmadan ayağa kalktı ve yere bakarak geri çekildi.

Thomas, Lilith ve diğerleri, bu çekişmeli dövüşün sonucunu onaylarcasına başlarını salladılar. Tyler, yavaşça zaferinin tadını çıkarmak yerine sakin ve ağır adımlarla geri çekildi. Bu dövüş, her ikisi için de bir sınav olmuştu, ama kazananın Tyler olduğu açıktı. Hem Brad’in hem de Tyler’ın arasındaki bu çekişme, son bulmamış olsa da şimdilik dengeler yerini bulmuştu.

Bu çekişmeli dövüşün ardından biraz da sakinlik gerekirdi değil mi?

Tabii bir dövüş ne kadar sakin olabilirse o kadar sakinlik!

Lilith yanımdan kalktığında tam da Thomas’ın karşısında durdu.

Lilith’in Tyler ve Brad’in dövüşünü izledikten sonra gözlerindeki ateşle yerinden kalktığını fark ettim. Hafif bir tebessüm dudaklarına yerleşmişti, ama o tanıdık parıltı, onun kafasında bir şeyler tasarladığını açıkça belli ediyordu. Yavaşça yürüyüp, tam Thomas’ın karşısında durdu. Herkesin dikkati bir anda onlara yönelmişti. Lilith, kollarını kavuşturdu ve bakışlarını Thomas’ın üzerine dikti.

"Bir dövüş daha fena olmazdı, değil mi?" dedi, sesinde sahte bir alayla alfasına meydan okurken.

...

_____

...

Lilith’in bu meydan okuması Thomas’ı bir hayli gavil avlayarak şaşırtmıştı.

Lilith isteklerinde kararlıyken Thomas kaşlarını kaldırarak ona baktı, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Yoksa bu bir alfalık meydan okuması mı?" diye sordu, ses tonunda alaycı bir ton vardı. Gözleri, Lilith’in gözlerinde o tanıdık hırsı arıyordu.

Lilith gözlerini devirdi. "Alfalık falan değil, Thomas. Sadece keyfine bir dövüş. Yoksa korkuyor musun?" Sözlerindeki meydan okuma, etraftaki herkesin dikkatini çekmişti. Kurtlar arasındaki bu tür dostça çekişmeler her zaman ilgi çekerdi, özellikle de böyle dengeli rakipler arasında.

Thomas bu sözlere gülerek karşılık verdi. “Korkmak mı? Beni ne kadar zamandır tanıyorsun, Lilith? İyi, o zaman eğlenceye başlayalım.”

İşte Thomas ve Lilith sahalardaydı.

Ve birazdan bir alfa ve bir sağlıkçının dövüşünü izleyecektik.

Lilith ve Thomas, birbirlerine eğlenceli bir gerginlik içinde bakarken çevredeki diğer kurtlar hızla toparlanıp, onları çevreledi. Dövüşü izleyecek olan herkes, merakla yerlerini alıyordu. Lilith’in bakışları ciddileşti, ama yüzündeki o ince gülümseme hâlâ duruyordu. Thomas ise sanki biraz umursamaz, biraz da rahatlamış görünüyordu; ama bu, her zaman bir hile olduğunu bildiğim bir ifadesiydi.

Aslında kazanan tarafın kim olacağı belliydi. Bu dövüş ise sadece… Sadece birer eğlence ile sınırlı kalacak ve hiçbir ciddi yanı bulunmayacaktı.

Lilith ve alfası Thomas ufakça eğlenecek ve anı değerlendirecekti.

İkisi de birbirlerini yavaş adımlarla tartmaya başladı. Lilith, çevikliğiyle ünlüydü; Thomas ise gücü ve stratejisiyle. Aralarında anlık bir sessizlik oldu. Herkesin nefesini tuttuğu o an… Ve sonra bir anda Lilith harekete geçti. Tam beklenmedik bir hızla Thomas’a doğru atıldı, ama Thomas onun ne yapacağını önceden sezmiş gibi yana çekildi.

İlk hamle Lilith’ten gelmişti, ama Thomas hemen karşılık verdi. Yalnızca birkaç adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp ona doğru saldırdı. Lilith çevik bir dönüşle onun saldırısından sıyrıldı, ama bu sefer Thomas onu şaşırtarak hızla geri döndü ve onu sıkıştırdı. Birkaç saniye içinde Lilith, Thomas’ın gücünü hissetmişti.

“Seninle dövüşmek hep zordu,” dedi Lilith, hafifçe nefes nefese kalmış bir şekilde.

Thomas gülümsedi, "Bu yüzden hep zevklidir," diye cevap verdi. Onların bu dostça çekişmesi, izleyenlerin yüzlerinde gülümsemeler oluşturmuştu. Ama dövüş ciddileşiyordu; ikisi de artık birbirlerine gerçekten bir şeyler kanıtlama niyetindeydi.

Lilith, beklenmedik bir hamleyle yere inip Thomas’ın dengesini bozmaya çalıştı, ama Thomas bu hamleyi ustalıkla savuşturdu. Sonra hızla Lilith’in arkasına geçerek onu yere doğru itti. Lilith, son anda dengesini bulup ayağa kalktı ve gülerek, "Senin numaralarını artık ezbere biliyorum, Thomas!" diye alay etti.

Anlaşılan Lilith zamanında dersine iyi çalışmıştı.

Bu dolunay sonrası kurt ailesi birlikteliği keyifli birer dövüşle taçlandığında herkes mutluydu. Hemen hemen herkes!

Thomas gözlerini kısarak onu inceledi. "O zaman yenisini denemenin zamanı gelmiş," dedi ve hızla harekete geçti. Onun bu atakları Lilith’i sürekli tetikte tutuyordu. Ama Lilith de pes edecek gibi değildi. Çevikliği ve kıvrak zekâsıyla Thomas’ın güçlü vuruşlarını savuşturuyordu.

Dövüş, bir güç gösterisi değil, daha çok eğlenceli bir yetenek ve strateji mücadelesine dönüşmüştü. İkisi de birbirlerine üstünlük kurmaya çalışırken, aslında dostça bir rekabetin tadını çıkarıyorlardı. Etraftaki kurtlar neşeyle onları izlerken, Lilith’in sesi yükseldi: “Biraz daha yavaşla Thomas, bu sadece eğlence!”

Thomas kahkaha atarak geri çekildi, “Sen eğlence dedin ama ben ciddiye alıyorum galiba.”

Sonunda, ikisi de iyice yorulduklarında, bir adım geri çekildiler. “Bu kadarı yeter mi?” diye sordu Thomas, biraz nefes nefese kalmış bir halde.

Lilith gülerek başını salladı. “Şimdilik evet, ama başka bir zaman rövanşı alacağım.” Gözlerinde, o sonsuz meydan okuma hâlâ vardı.

Dövüş sona erme basamaklarında iken etrafıma baktım. Jonas Lydia’dan uzaklaşmış ayakta alfa ile sağlıkçı arasında gerçekleşen mücadeleyi desteklemekteydi. Tyler ile Brad ise başka bir köşelerdeydi. Ayaklarım istemsizce Lydia’nın yanını bulduğunda o yavaşça yerden doğrulmuştu.

Adımlarımı hızlandırıp ona destek olduğumda gülümsedi.

‘’İyi misin?’’ Başını olumluca sallamıştı.

‘’Kuru gürültü biraz yordu, içeri geçip bir bardak da su içsem iyi gelecek gibi.’’ Başımı ona karşı olumlu bir şekilde salladığımda içeriye geçmiştik. Mutfaktan kendisine hızlıca bir bardak su verdiğimde Lydia onu yudumladı.

Yanında destek olarak dururken Lydia gözümün içine bakarak gülümsedi.

‘’Şey üst katta hazırlıklar bitene kadar…’’ demeye kalmadan başımı sallamıştım.

‘’Tabii ki.’’ Dedim. Ardındansa mutfaktan çıkarken sözlerimi sürdürdüm. ‘’Senin benim lafı olmaz, bir kere ev tamamen size ait.’’ Dediğimde Lydia beni reddetti. ‘’Ev hepimizin.’’ Ona başımı salladığımda üst katın merdivenlerini tırmanmıştık.

Odamın kapısını açtığımda odamdaki parfüm kokusu buram buram yüzüme çarptığında gülümsedim.

Odam odam ve yine güzel odam!

Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde, parfüm kokusu beni sarhoş etmiş gibi hissettirdi. Odamın huzurlu atmosferi, tüm yorgunluğumu unutturdu. İçerideki her şey tam yerindeydi ve kendimi oldukça rahat hissettim. Bir süre keyfini çıkardım, derin bir nefes aldım ve Lydia ile içeriye adım attık.

Lydia’yı yavaşça yatağa oturttuğumda gülümsedim.

‘’Hadi iyice dinlen sen.’’ Dediğimde bakışlarım odanın çıkışına yönelmişti. Arkamdan beklediğim bir teşekkür yerini kuru bir iniltiye bıraktığında keskin bir şekilde Lydia’ya döndüm.

‘’Lydia!?’’

‘’Ne oluyor iyi misin!?’’

Tam o anda, bir gariplik hissettim.

Göz göze geldik ve yüzündeki gülümseme yerini endişeli bir ifadeye bıraktı.

"Sancılarım başladı," dedi Lydia, sesinde hafif bir titreme vardı.

‘’Ne!?’’

Ve ardındansa Lydia bacaklarının arasına bir süre baktıktan sonra endişeyle bağırdı.

‘’Suyum geldi!’’

Ne!?

Hani bir… Bir buçuk hafta vardı hani doğuma!?

Endişeyle Lydia’ya baktığımda hemen de konuya girmiştim.

Yardım etmeye çalışırken saçmalamıştım tabii ki.

"Ne? Hemen hastaneye gitmeliyiz!" diye yanıtladım. Hızla karar verdim ama Lydia'nın bakışları, bu düşüncemi sorgulamama neden oldu. Yavaşça başını salladı ve "Hastaneye gitmek çok riskli ayrıca…’’ sözlerine devam etmek için bir süre soluklandıktan sonra bakışları tekrar beni buldu. ‘’Yetişememeğiz. İnsanüstü bebekler hızlı doğar.’’ Başımla onu onayladığımda Lydia’dan keskin bir ıkınma geldiğinde elim ayağım birbirine dolanmıştı.

Bunu duyduğumda, kendimi bir an için donakaldım. Lydia'nın sözleri mantıklı görünüyordu. İnsanüstü bebeklerin doğum süreci hakkında bildiklerim, hastanede yaşanabilecek komplikasyonları da içeriyordu. Evde kalmak en güvenli yol gibi görünüyordu.

"Tamam," dedim, derin bir nefes alarak. "O zaman buradayız ve sana yardımcı olacağım. Nasıl yardımcı olabilirim? Neler yapmam gerekiyor?"

Lydia'nın sakinleşmeye başladığını ve benden destek beklediğini gördüm. Sakin ve kararlı olmalıydım. Tabii önce başka bir görevim vardı.

Bebek geliyor, Martina geliyor…

Camdan dışarıya baktığımdaysa…

Babası Jessica ile dövüşüyor ve herkes de olayların henüz farkında değilken keyifle izliyor!

Camı açtığım gibi başımı sarkıttığımda bağırdım.

‘’Hey!’’ Sadece birkaç kişinin bakışı bana dönerken iç çekerek ikinci kez bağırdım. Daha etkili, daha yüksek ve daha ikna edici!

‘’Küçük kurt, bebek Martina geliyor!’’

Tüm gözler beni bulduğunda Lydia’nın çığlığı tüm odayı sarsmıştı. İrkilerek camın pervazına tutunduğumda saniyeler içinde sadece birer saniye arayla önce Tyler sonra da Brad belirdi.

İkisi de Lydia’nın iki zıt tarafına geçtiğinde kollarından tutarak yatırmıştı.

Sırayla herkes odaya dolarken sonlardan odaya giren Lilith bağırdı.’’ Erkekler dışarı! Jonas kalabilirsin. Maya sıcak su, Jessica temiz bez. Adelia… Yardım et!’’

Şaşkınca Lilith’e bakakaldığımda tıpkı benim gibi herkes olduğu yerde kalakalmıştı. Bu süreçte ne erkekler dışarı çıkabildi ne de Maya ile Jessica sıcak su ve bez getirmek adına bir harekete geçebilmişti.

‘’Ne!?’’

Cidden!

NE!?

Küçük kurt…

Bebek Martina…

Geliyordu!..

Lydia'nın çığlığı tüm odayı sarstı ve adeta bir şok dalgası gibi hissettirdiğinde Tyler ve Brad Lydia’nın yanına hızla koşarak kollarından tutup yatağa yatırmıştı. Ortamdaki panik ve karmaşa daha da artar iken gözlerim dalıp gitmişti adeta.

Derin bir nefes alarak Lilith'in komutlarına odaklanmam gerektiğini fark ettiğimde bakışlarım odanın karışıklığı içinde Lilith’i buldu.

Lilith’in sesini duyduğumda, herkesin birbirine çarpması ve bir kaos havasının oluştuğunu gözlemlemiştim. Herkes bu beklenmedik doğum süreci yüzünden fazlasıyla gerilmiş ve de endişelenmişti.

“Ne!?” diye bağırdım Lilith’in sözlerine karşı.

Ne yapacağını bilmiyor muydu yani? Sorun karşısında nasıl başa çıkacağını?

Lilith’in bana yardım çağrısını duyduğumda şaşkınlık içinde kalakalmıştım. Odadaki hareketlilik ve telaşın içinde Lilith’in sesini bir kez daha işiten herkes olduğu yerde kalakaldığında, Maya ve Jessica'nın kendilerine neler yapması gerektiğine dair verilen komutlar da o an için yok olup gitmişti.

Diğer herkes gibi onlar da öylece odanın bir köşesinde kalakaldığında herkesin nasıl dondurulmuş gibi oldukları yerde kaldıklarını fark ettim. Bir bebeğin gelecek oluşunun haberi… Tüm kurt adamları, tüm hazırlıksız kurt adamları derinden sarsmıştı.

Lydia’nın çığlığı odayı bir kez daha sarstığında kalp atışlarım hızlanmış ve terlemeye başladığımı hissetmiştim. Mideme sanki ben doğuracakmışım gibi sancılar saplarken midemin hafif bulantıları eşliğinde başımı tavana dikmiştim.

Ben tıp öğrencisi değildim ki! Sadece biyoloji ve mühendislik dersleri alan üniversite ikinci sınıf öğrencisi bir kadındım sadece!

Tıpa dair bildiğim tek şey insan anatomisi ve biyolojiye dair insanı ilgilendiren her şey iken üreme konusunda ise bir ebeden kat be kat daha az bilgiler bilmekteydim. Ve bu da normal doğumdan ziyade… Bir küçük kurdun doğumuydu! Yani tam olarak panik şekilde kalakalmıştım işte, ne yapacağımı bilemez bir şekilde.

Maya ve Jessica’nın harekete geçmemesi, ortamda bir gerginlik daha yarattığında Lilith’in yardım çağrısı ile vücudum titredi.

“Adelia, yardım et!” Lilith’in sesi, net ve acil bir tonda bana yöneldi. Yüzümdeki şok ifadesini gizlemeye çalışarak ona döndüm ve ardından derin bir nefes aldım. Hızlıca Lydia’nın yanına yaklaştığımda bir kez daha Lilith’e döndüm.

“Tamam, buradayım. Ne yapmam gerekiyor?” dedim, ellerimi hazırlayarak Lilith’in talimatlarını bekliyordum.

Lilith, bir yandan Lydia’nın yanına eğilirken, bir yandan da komutlar vermeye devam ediyordu. “Jessica, bezleri getirin! Maya, sıcak suyu hazırlayın!” diye seslendi.

Ama kendisi de ne yapması gerektiğini bilmiyormuş bir şekilde olduğu yerde kaldığında iç çekişleri tüm odayı sarıp sarmalamıştı.

Herkes kesin bir şekilde acele işin verdiği stres ile kaybolmuş durumdaydı. İnsan ya da bir kurt adam dahi olsa herkes… Bu gibi bir anda bildiği ne varsa unutabilirdi. Bu gayet normal bir şey, doğal bir süreçti. Tıpkı bu doğum gibi!

Hadi ama küçük kurdumuz Martina koç burcu olarak bahar ayında dünyaya gözlerini aralayacaktı!

Lilith oflarken bakışları ışık hızında bana döndü. ‘’Daha önce kimseyi doğurtmadım ben!’’ Ben sanki doğurtmuştum ya! Her gün bir bebeğin ebesi oluyordum ben değil mi!?

Onun endişesi beni daha da strese sokup gererken Lilith bir kez daha bağırmıştı.

‘’Ne lazım bana?’’ diye bana sorduğunda bayılacak gibi olmuştum.

Ne yani sıfır hazırlık mı yapılmıştı bu bebek için!? Hani ebe, hani malzemeler!?

İç çekerek Sıcak su ve havlu getiren Jessica ile Maya’ya döndüm.

‘’Alkol, tentürdiyot, çamaşır suyu, leğen, kesici alet… Ne bulursanız getirin. Eldivenler bulun, ecza çantasında yaralı olabileceğini düşündüğünüz ne varsa getirin!’’

İkisi şaşkınlıkla bana baktığında Lilith bağırmıştı.

‘’Ne duruyorsunuz yapsanıza!?’’ İkisi hızla işe koyulduğunda kovayı yatağa yakın olarak duvarın bir köşesine bıraktım.

‘’Yorganı kaldıralım bence.’’ Dediğimde yorgan iki saniye içinde Brad ve Tyler tarafından Jonas’ın desteği ile kaldırılmıştı. Thomas, Lucas, Elliot ve Fernando odayı daha fazla kalabalık yapmadan çıktığında masadaki ıvır zıvırları yere atarak kızların getireceği şeyler için yer açtım. Masayı yatağa doğru sürüklemek istediğimde Tyler hemen el atmıştı bana.

Kızlar gerekli gördüğü evde ne var ne yok masaya yığmış olduğunda bir kez daha Lilith’e döndüm.

‘’Steril eldivenler.’’ Dedim. Mutfak eldivenlerini kızların getirdiği leğende steril pozisyona sokmuştum. Lilith elimden alıp hızlıca onları ellerine geçirdiğinde leğene ufak bir bakış atmıştım.

Sırada ne vardı?.. Evet! Bıçağı da steril ettikten sonra Lydia’ya dönmüştüm ki ürperdim.

Elim titrerken bıçağı eldivenleri önden takmış olan Lilith’e uzattım.

Bana şaşkın şaşkın bakarken Lydia’yı işaret ettim. Ardından bakışlarım erkekler üzerinde gezintiye çıktı. Burada üç erkek çok fazla!

‘’Biriniz daha dışarı çıksa?’’ diye sorduğumda Brad ikiletmemişti. Her ne kadar şaşırsam da gidişinin ardından bıraktığı uçuşma hissi umurumda bile olmamıştı.

Ama bir de şu vardı ki..

Ah sözümün saniyede dinlenmesine bayılıyordum.

Bu ilk defa kurt adam sürüsü tarafınca ilk olarak da yeni dönüşmüş bir melez olaraktan Brad tarafından gerçekleştirildiğinde!

Neyse! Soğukkanlılığı elden bırakmamak ve duruma odaklanmak lazımdı.

Yutkundum ve Lilith’e döndüm. Devam etmeliydik!

‘’Ufak bir kesik, genişletme amaçlı hangi yöne olduğunu kesinlikle bilmiyorum!’’

Lilith başını salladığında Lydia’nın yanına gitmişti. Örtü Lydia’nın bacaklarına sarılmış bir şekilde dururken Lilith örtü altından içeriye süzülerek dediğim şeyi yapmak için ince bir işçilik çıkarıyordu. Lydia’nın inlemeleri tüm odada yankılanırken bir sonraki adımda ne yapabileceğimi düşünüyordum.

Kalbim hızla çarparken bir kez daha terledim. Bir kez daha vücudum sıcak bastı. Avuç içlerim karıncalanırken ellerimi salladım.

Vücudumun cayır cayır yanışını hissederken derince bir nefes alıp verdim. Nefes egzersizleri işe yararken nefes alışverişlerim düzene girmeye başlamış, kalbimin çarpıntısı da buna bağlı olarak yavaşlamıştı.

Lydia’nın sancıları gittikçe artarken, evin içinde bir telaş ve panik havası hakimdi. Kalbim hızla çırpınıyor, zihnimde yapmam gerekenler arasında geçiş yapıyordum. Her şey aniden hızlanmış gibi hissettiriyordu. Bir anlığına kendimi boşlukta hissettim, ama derin bir nefes alarak Lydia’nın yanına koştum.

‘’Derin nefes al ver. Sakin ol. Nefes al… Nefes ver. Benimle birlikte hadi.’’

Lydia'nın yüzü solmuş, ter içindeydi. Sancılarının yoğunluğu gözlerinde yaş olarak belirginleşmişti. Her darbenin onu nasıl etkilediğini görebiliyordum. Gözleri, bir yandan acı çekerken diğer yandan umudu korumaya çalışıyordu. Hemen yanında Jonas elini sıkıca kavramış bir şekilde ona destek verirken diğer yanında Tyler omzunu sıvazlıyordu. Lydia dediklerimi yaparak nefes kontrolünü çok iyi bir şekilde ayarladığında gülümsedim.

Sıraya yeni bir aşama doğmuştu. Ikınmak!

Oda, bu anın ağırlığı altında sanki sıkışmış gibiydi. Herkesin nefes alışverişleri ve ayak sesleri, bir senfoni gibi yankılanıyordu.

Lydia’nın çığlığı, odayı titreten bir yankı gibi yayıldı. Her şeyin odanın dört bir yanını sardığı bu anlarda, yalnızca Lilith’in güçlü ve keskin sesi beni yeniden harekete geçirdi. “Adelia!’’ Başımı iki yana salladığım gibi harekete geçtim.

Erkekler odada durmuş sadece bizi izlemekteydi.

Derin bir nefes alarak, ellerimle onu destekledim, belini ve karnını rahatlatmak için yumuşak hareketlerle masaj yapmaya başladım.

Sancılarının aralıklı ama güçlü darbelere dönüştüğü anlarda, Lydia'nın gözlerindeki umudu daha da belirginleştirdim. Her seferinde, yüzündeki acıyı hafifletmek için onun yanında olduğumu hissettirmeye çalıştım. Doğum süreci, bir tür doğanın korkunç ama güzel bir döngüsü gibi akıp gidiyordu.

Yavaş yavaş, odadaki hava da değişti. Sancılar arasında Lydia'nın kendini toparlaması için kısa molalar vermesi, odadaki herkesin gerginliğini biraz olsun hafifletiyordu. Lilith, her adımda durumu kontrol ederken, Jessica ve Maya da görevlerini yerine getiriyordu.

Karnındaki basıncı aşağı doğru verdiğimde Lydia’ya döndüm.

‘’Hadi, devam et!’’ Lydia’nın ıkınmaları artarken Lilith bir kez daha örtünün artından bağırmıştı.

‘’Hadi! Bez verin.’’

Bebeğin dünyaya gelme anı yaklaştıkça, odadaki herkes bir sessizlik içinde, büyük bir dikkatle Lydia’yı izliyordu. Her şey, bir anlık sabır ve özveri gerektiriyordu. Lydia'nın çığlıkları ve nefes alışverişleri, doğumun eşiğinde olduklarını haber veriyordu.

Bakışlarım Maya ve Jessica’ya kaydığında gözlerindeki endişeyi fark edip yanlarına yönelmiştim ki onların her şeyi bir anda tek bir çapma sonucu üst üste boca ettiğini gördüm. Yerde her şey kırılan kırılana iken, sıcak su ortalığa sıçramış, alkol leğeni yere düşerek tuzla buz olmuş steril edilmiş her şey kirlenmiş iken haliyle kullanılacak ne bir bez ne de bir sıcak su kalmıştı ortalıkta.

‘’Kafası göründü!’’ diye bir ses işittiğimde hemen hemen Lilith’in arkasındaydım. Örtüyü biraz kaldırıp bakmamla kendimi kaybetmem bir olmuştu. Lilith elleriyle giderek açılan doğum kanalına yardım ettiğinde bebek daha kolay kendini salmıştı yeni dünyaya.

O sırada başımın dönüşü ile ‘’Geldi…’’ diyerek fısıldamam bir oldu.

Bebek ağlama sesi eşliğinde gözlerim karardığında bedenim yere değil iki güçlü kollara düştüğünde vücudum kendimi tamamen boşluğa salıvermişti.

Bayılmış mıydım ben?

Ah kesinlikle bayılmıştım!

Loading...
0%