Yeni Üyelik
68.
Bölüm

S3B11

@selinayeda_x

 

 

Kelime sayısı: 9777

 

 

Desteklerinizi bekliyorum.

 

 

Yeni bölüm en az 5 oy ve 15 yoruma gelecektir <3

 

 

BEBEK MARTİNA

Oda, acil bir doğum sürecinin getirdiği kaos ve yoğunlukla dolmuştu.

Sancılar Lydia’yı sarsarken, Adelia kendini acilen hazırlamak zorunda kaldı. Yetersiz hazırlık ve eksik malzemeler karşısında panik yaşarken, Lilith’in adeta kaybolmuş görünmesi Adelia'nın strese girmesine neden oldu. Adelia, Jessica ve Maya’dan eksik malzemeleri getirmelerini istedi ve adeta komuta eder gibi davranarak, ortamın düzenini sağlamaya çalışmışlardı.

Brad, Adelia’nın talebi üzerine odadan çıkarken, Adelia, Lilith’e steril bıçağı teslim etti. O anda, Adelia’nın içsel panik ve kaygısı, odadaki kaosla birleşerek büyük bir karmaşa yarattı.

Erkekler odanın dışında rahatlıktan uzak hepsi endişe içerisinde iken kalakalmışlardı.

Elliot ve Fernando’nun kaygıları daha yoğunken kapıdan sürekli kızların girip çıkması onları daha da endişelendirmişti.

Elliot o sırada ciddi bir şekilde sesini yükseltti.

‘’Lilith varken ne diye şu kıza güveniyoruz ki biz!?’’ Brad’in bakışları anında Elliot’u bulduğunda Brad’in düşünceleri kesin ve net idi.

‘’Çünkü ne yaptığını gayet iyi biliyor!’’

Aslında pe bilmiyordu!

Adelia neyi nasıl yapması gerektiğini azami ölçüde bilirken stres onu kaybettiriyordu.

Tyler odanın içindeyken bir yanda odayı kontrol altında tutuyor bir yandan ise dışarıdan gelen sesleri dinliyordu.

Brad’den Adelia’ya karşı gelen korumacı tavır kendisini güldürürken Lydia’nın çığlığı yine tüm odakların merkezi olmuştu saniyeler içinde.

Lydia’nın sancıları şiddetlenirken, Adelia, Lydia'nın yanına döndü ve derin bir nefes alarak ona destek olmaya çalıştı. Lilith, doğum sürecinin ilerlemesini sağlamak için titizlikle çalıştı. Adelia, Lydia'nın acısını hafifletmeye ve doğumu gerçekleştirmeye çalışarak karın bölgesine ve kasıklara masajlar yapmaya başladı.

Adelia kendini soğukkanlı ve kararlı tutmaya çalışırken Lydia’nın nefes alıp vermeleri hızlandığında ve bebek gelmeye başladığında Adelia güven verici bir ses tonuyla desteğini Lydia’dan esirgemeden Lydia ile birlikte ittirdi.

O sırada Lilith’in bağırışı ve aynı zamanda da Maya ile Jessica’nın masayı devirmesi ortalığın karışmasını sağlamıştı sadece.

Adelia endişeyle onlara bakmaya giderken tam da Lilith’in arkasında durduğunda Lilith bir kez daha bağırdı.

Bu sefer bez istemiyordu hayır!

‘’Kafası göründü!’’

Adelia heyecanlı bir şekilde örtüyü kaldırdığında gördüğü şeyler karşısında şok dalgasına tutulurken hem dili, hem nutku hem de büyün bünyesi aynı anda tutulmuştu.

Ve nihayet, bebeğin başı göründüğünde, Adelia’nın kalbi hızla çarptı. Lilith, doğumun son aşamalarına geçerken doğum kanalının genişlemesi üzerinde elleriyle destekleyerek yardım ettiğinde bebek daha hızla atıvermişti kendini dünyaya.

‘’Geldi…’’ diye bir fısıltı kulakları meşgul ettiğinde ardından bir ağlama sesi duyuldu.

Bebek doğmuş, Adelia’nın gözleri ise karanlığı bulmuştu.

Tyler’ın güçlü kolları yere çarpmadan hızlıca Adelia’yı tuttuğunda bakışları bebeğe kaydı. Gözleri Lilith’inkilerle kesiştiğinde Lilith şaşkınca konuştu.

‘’Göbek bağı?’’ Aslında bu sadece bir soruydu.

Hepsi birbirleriyle bakışırken Lydia zorlukla nefeslerini arasından konuşur.

‘’Makas… Görmüştüm… Bağlanacak ve ikiye ayrılacak. Keskin bir makas…’’

Lilith hızla onu onayladığında Jonas’a döner. ‘’Yardım eder misin?’’ Jonas başını ağır hareketlerle olumluca salladığında Lilith bebeği babasının kollarına bırakıp ve odadan steril edilmiş bir bıçakla geri dönme umuduyla ayrıldığında bebek ağlamasının sesini duyan her kurt adam heyecanlı ve sevinçli bir şekilde birbirlerine sarılırlarken daha fazla bekleyemeden içeri girmişlerdi.

Hepsinin bakışlarının bebeği bulmasını ardından bakışları yavaşça Tyler’ın kucağında baygın yatan Adelia’ya dönmüştü.

Tyler onu daha yukarı kaldırıp dizi ile sırtını destekledikten sonra kucağına aldığında kenara çekilmişlerdi. Lilith saniyeler içinde geri geldiğinde elinde bir makas görüldü.

Lilith, bebek Martina'nın göbek bağını dikkatlice bağlayıp ve ikiye böldüğünde herkes merakla onları izlemişti.

Bebek nihayet kundaklanma vaktine ulaştığında Lilith dönüp etrafa bakarak araştırdığında bir kez daha sormuştu aileye.

‘’Kundak?’’

Bebek saniyeler içinde temiz çarşaflara sarıldığında en sonunda nihayet annesinin de kucağına verilebilmişti.

Gözlerimi açtığımda, etrafımda karanlık ve bulanık bir görüntü belirdi. Sanki derin bir uykudan uyanmış gibiydim, ama aynı zamanda vücudumda bir ağırlık hissi vardı. Bayılma anının ardından toparlanmaya çalışırken, yavaşça odanın detaylarını fark etmeye başladım.

Hafif bir baş dönmesiyle başımı kaldırdım. Etrafımda yoğun bir hareketlilik vardı.

Kendimi toparlamaya çalışırken, başımı yukarı kaldırdım ve bakışlarım yukarı kaymıştı. Ellerime güç geldiğinde elimi salladım. Bakışlarım Tyler’ın bakışlarıyla karşılaşırken meraklı sesini işittim.

‘İyi misin?’’ Başımı istemsizce sallarken onun kucağında olduğumun farkına çok kısa sürede varmıştım.

Bebek Martina’nın ağlama sesi odanın her yanını sararken, yorgun ama huzurlu bir nefes aldım. O an, tüm bu kaosun ve stresin ardından gelen bir huzur gibi hissettirdi. Lydia, yorgun ama mutlu bir şekilde bebeği kucaklıyordu ve onun etrafında toplanmış olan herkesin yüzlerinde bir tatmin ve rahatlama görünüyordu.

Kendimi toparlamıştım, ama hâlâ biraz titriyordum.

Odanın karışıklığı ve stresli atmosferi yavaşça dağılırken yavaşça kendime geldiğimi hissetmiştim.

Elim havaya kalktığında Tyler’ın boynuna sarılmıştım. Tyler ayaklarımı yavaşça serbest bıraktığında belimdeki elleri yine de gevşememişti.

‘’Her şey yolunda.’’ Dedi o an Lilith bana dönerek.

‘’Ve de kontrol altında.’’

Ardından Lydia bana yorgun bir şekilde gülümsemişti.

‘’Teşekkür ederim her ikinize de.’’ Başımı teşekkürünü kabul edercesine yukarı ve aşağı salladığımda Tyler’ın fısıltısını duymuştum.

‘’Dinlensen iyi olacak, buradaki her şey artık kontrol altında. Ve senin… Yarın balon var.’’

Haklıydı. Artık dinlenmem gerekiyordu. Saat on biri geçiyordu.

Ama sorun şuydu: Ben nerede yatacaktım!?

Odamda kurt adam sürüsünü ve yeni üyemizi bırakıp Tyler ile beraber çıktığında beni kendi odasına götürmekteydi. Ve buraya ikinci girişimdi sanırım. Ama diğer girişim sadece kan almakla sınırlı olduğundan etrafa bakma fırsatı bulamamıştım. Şimdiyse bütün odayı dana net görüyordum.

Tyler beni yatağın ucuna oturttuğunda kapı tarafında bulunan mini buzdolabına yönelmişti. Yine yanımda kan içecekti.

Tyler bir paket kan torbasını dolaptan çıkarıp aldığında bana döndü.

‘’Gece herkesi fazlasıyla yordu.’’ Dediği şeylerde yüzde yüz haklıydı. Başımı salladığımda Tyler tek bir ağız hareketiyle tıpayı çıkardı ve kanı tüketmeye başladı.

Ben ise üstüme bakınmıştım. Alışverişe çıktığım kıyafetlerleydim.

Beyaz fitilli kalın askılı crop atlet ve krem rengi beli ve paçası lastikli eşofman ile.

Kendimi fazlasıyla yorgun hissederken hiç düşünmeden yorganı çekip aldığımda yatağın içine girmiştim.

Ve o sıra burnuma fazlasıyla melez kokusu gelmişti.

Yorganı bile kendisi kokarken uykuya dalmam çok da uzun sürmedi. Sadece yorgunluk sonucu birkaç saniye!

Gözlerim yavaş yavaş bir bebek ağlaması ile açılırken oflayarak yorgana gömülmüştüm ki yorganda hissettiğim baskı ile gözlerimi tamamen açtım.

Bakışlarım sol tarafıma kaydığında Tyler’ görmüştüm.

Dur bir saniye!

Birlikte mi yatmıştık!?

Gözlerimi ovuştururken bana tepkisizce bakmaktaydı ama sözleri aynı şeyleri söylememekteydi.

‘’Sen uyu, onlar ilgilenirler.’’ Kimle, neyle ilgilenirler?

Bebek sesi bir kez daha kulaklarıma dolduğunda alnıma masaj yapmaya başlamıştım.

Bebek sevmesi güzeldi ama bakması… Hele ki de doğurması!.. Baya yorucu bir süreçti sadece dişli çiftler için alınabilecek bir riskti hatta!

‘’Saat kaç?’’ diye sorduğumda bakışları etrafa gitmişti.

‘’Gecenin ortaları olabilir.’’ Vaov tahminlerle konuşuyoruz demek…

Başımı salladığımda da doğrulmaya çalışırken yorgan beni yatağa geri itti. Yatağın sol kısmına yorganın üstüne doğru öylece yatak başlığına uzanmış bir şekilde duran Tyler yorganı da altında sıkıştırmış olduğundan beni engelliyordu, kalkmamı ya da yorgana şekil vermemi!..

Yorgan sağ tarafından ittirip açtıktan sonra doğruldum. Ben de Tyler gibi sırtımı yatak başlığına verdiğimde etrafımdakileri iyice süzdüm. Ahşap iki kapılı ama geniş bir gardırop siyah yatak başlıklı çift kişilik rahat bir yatak. Bir balkon. Yine üstü sağlam bir ahşaptan yapılmış ayakları ise siyah renk bir demirle desteklenmiş bir masa. Masanın önünde siyah bir ofis sandalyesi. Ama dört ayaklı olup dönmeyenlerinden. Ve de hiç rahat olmayanlardan!

Etraf karanlık iken balkon camından giren ay ışığı odayı aydınlatıyor, yatağın sol tarafında, Tyler’dan olan tarafında duran komodinin üstündeki yatak yanı, gece lambasının loş ışığı odaya ışık saçıyordu.

Bebek sesi sustuğunda rahatlamıştım. Kapının ardından yoğun ayak sesleri gelirken başımı tavana diktim. Kimsenin uykuya ihtiyacı yoktu ve tek derdi bebekti. Evet olabilirdi.

Ama bir sorun vardı.

Ve o sorun da şuydu ki…

Onlar kurt adamdı!

Ve bense bir insan!

Uykuya her daim ihtiyacı olan, küçük bir sesten başı ağrıyabilecek ve kötü ufak bir kokuyla midesi bulanabilecek.

İç çektiğimde Tyler bana dönüp birçok teklif sunmuştu o an.

‘’Eve dönebiliriz?’’ Dönmek?

Ah burası da ev değil miydi ki? Şehirdeki evden daha sıcak bir yuvaydı hatta!

Başımı olumsuzca salladığında gülümsedi.

‘’Ormana da kaçabiliriz.’’ Diye söylendiğinde başımı anında olumsuzca salladım bu sefer de.

‘’Olmaz! Ay asla!’’ İğrenişlerim yüzümden okunurken sırıtmıştı.

‘’Bahçede çadır da kurulabilir.’’ Dediğinde gözlerimi devirdim. ‘’Dışarı soğuk!’’

Oflayarak ‘’Bebeği kovalım o zaman.’’ Dediğinde kahkaha atmıştım.

‘’Şaka mısın sen!?’’ diye sorduğumda kısa ve netti cevabı.

‘’Evet! Hadi yat şu yatağa da uyu artık, yarın büyük gün.’’

Uyuyabilsem…

Keşke uyuyabilsem hatta!

Sabahın erken saatlerinde, evin üçüncü katından gelen seslerle uyandım.

Bir ‘’tak’’ sesi geldiğinde ürpererek yataktan doğrulduğumda etrafıma bakındım.

Birkaç saniye boyunca seslerin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Matkap sesleri, çekiç darbeleri ve yer yer yükselen kahkahalar yankılanıyordu.

Derinlerden gelen bir oflama isteğiyle sırtımı tekrardan yatakla buluşturduğumda derince bir iç çektim.

Dün geceden beri bir türlü doğru düzgün uyuyamamıştım ben!

Güneş yeni doğuyordu, sabahın ilk ışıkları ağaçların arasından süzülüyor, odaya yumuşak bir parlaklık katıyordu. Ama bu huzurlu sabahın ortasında, evin içinde yoğun bir hareketlilik vardı.

Ve ben odada yalnızdım.

Sahi Tyler neredeydi?

Sesin kaynağında varlığını bulabilecek miydim?

Dün aramızda geçen en son konuşma onun hakkındaydı.

‘’Sen?’’ diye bir soru yönelttiğimde kendisine sorumu hızlı bir şekilde kavramıştı. Ardındansa sözlerini hiç kuşkusuzca sürdürdü.

‘’Benim bu gecelik uykuya ihtiyacım yok. Sadece uzanıyordum, ne yapsaydım ayakta saatlerce başını mı beklemeliydim?’’

Aslında makul bir tercih olsa da tabii ki de onu kendi odasında ayakta dikemezdim değil mi?

Ben sırtımı ona dönüp bir kez daha uyumaya karar verdiğime o yatağın en uç tarafında sol tarafta kalmıştı.

İşte aramızdaki dün son gerçekleşen şeyler de bu olmuştu.

Şimdiyse etrafı taradığımda kendisinden iz yoktu.

Dışarıdan gelen seslere kulak kabartarak üçüncü kata doğru yollandım. Tırabzanlardan yukarı çıkarken, sesler giderek daha da belirginleşmişti.

Çatı katına vardığımda, karşımda gördüğüm manzara oldukça şaşırtıcıydı.

Lucas, Elliot, Fernando ve Brad, harıl harıl işçi arılar gibi çalışıyorlardı ve bir işçiyi aratmayacak kadar işlerinde usta görünüyorlardı.

Lucas, elinde bir çekiçle dolap kapaklarını sökmeye çalışırken, Elliot boyaları karıştırıyor, Fernando ise zemindeki ahşap tahtaları söküyordu.

Brad büyük bir dikkatle pencere pervazlarını zımparalıyordu. Herkes işe koyulmuş, üçüncü katın tadilatını neredeyse bir yarış haline getirmiş gibiydi.

 

Brad başını kaldırıp beni fark ettiğinde, hafifçe gülümsedi.

Şu an ona asla gülümseyerek karşılık verecek bir durumda değildim.

Taa ki Brad’in sorusuyla tepki verme sürem geçene kadar.

‘’Uyandırdık mı?’’

Ne münasebet, hiç olur mu öyle şey, hiç yapar mısınız!?

Biraz,” dedim, hala olan biteni tam anlamaya çalışarak. “Neler oluyor burada?” diyerek ekledim.

Lucas, çekiç darbelerine ara verip, “Lydia ve küçük Martina için burayı hazırlıyoruz. Burası artık onların yeni yuvası olacak. ‘’

Kurt evinin üçüncü katı, uzun zamandır kullanılmadığı için biraz bakımsız ve eskimiş bir haldeydi. Zemindeki ahşap döşemeler, yer yer gıcırdıyor, duvarlarda ise birkaç çatlak ve soluk boyalar dikkat çekiyordu. Bu kat, geçmişte bir süreliğine depo olarak kullanılmıştı ama şimdi yeni gelen kurt adamların konaklaması için yeniden düzenlenmesi gerekiyordu.

Etrafa bakındığımda iki tane oda, bir tane banyo ve ayriyeten bir de gepgeniş kapıları terasa açılan bir alan vardı.

Teras kısmına açılan odaya salon ve Amerikan mutfak yapılabilirken diğer odalardan biri yatak odası olacak ve bir diğeri de bebek odası olarak hazırlanacaktı anladığım kadarıyla. Yatak odası ise içinde iki küçük bölme, oda içinde oda bulunduran ebeveyn banyo ve tuvaletine sahip olan odaydı. Küçük Martha’mıza ise kendisi gibi küçük bir oda kalmıştı en sonunda da.

O küçük kurt adam, henüz bir günlük olmasına rağmen şimdiden evin neşesi haline gelmişti. Lydia’nın rahatı ve güvenliği için üçüncü katın en uygun yer olduğunu düşünmüş olmalıydılar.

“Harika bir fikir,” dedim. “Ama bu saatte başlamak zorunda mıydınız?”

Elliot, karıştırdığı boya kutusuna eğilerek, “Zamanımız kısıtlı, bu işi bir an önce bitirmemiz gerekiyor. Lydia ve Martina’nın rahat etmeleri lazım.” Dediğinde almıştım işte cevabımı!

O sırada Fernando, yerden bir tahtayı kaldırıp köşeye fırlattığında sanki tahta ayağıma fırlatılmış gibi hissedip sıçramıştım.

Fernando bıkkınlıkla bana döndüğündeyse de şu sözleri sarf etmişti.

‘’Sökmem gereken tahtaların üstündesin. Daha fazla işimizi engellemeden çıksan mı!?’’

Brad, penceredeki zımparalama işini bitirip yanıma doğru geldiğinde Elliot Fernando’nun sözlerini doğrulamıştı.

‘’Haklı ayak bağı oluyorsun insan!’’

Tüm bu telaşın Lydia ve bebeği için olduğunu bilsem de bir başka şeyi daha biliyordum tabii.

Elliot’un ve Fernando’nun bana kişisel olan tavırları!

İyi de değil, kötü tavırları!

Bana karşı kötü…

‘’İyi!’’ diyerek onlara karşılık verdiğimde arkamı döndüm ve odanın çıkışından koridora yöneldim. Kapı girişinde Brad’e bakıp başımı salladıktan sonra ‘’Kolay gelsin!’’ dilemiştim. Ardından kapıdan çıkıp koridora girdiğimde merdivenlere yöneldim.

Herkesin Lydia, Martina ve Jonas’ı, yani… Forbes ailesini düşünmesi içimi ısıtsa da kovma davranışları tabii ki de yersiz olmuştu.

Ama neyse ki onlarla uğraşmak dışında daha önemli işlerim vardı.

Bir an önce kahvaltı edip sonrasında da balo için hazırlanmak gibi!

Bir alt katın merdivenlerine yöneldiğimde merdivenin başında Tyler ile karşılaşmam bir olmuştu. Yüzündeki karışık ifade sebebini anlayamadığım için aklıma takılırken gözleri gözlerimi bulduğunda etrafa bakınmaya devam etti.

Ne olduğuna dair bir şeyler anlayamasam da Tyler ‘’Günaydın.’’ Diyerek yanımdan ışık hızında geçmiş ve tadilatın başlamış olduğu odaya girmişti. Ardından aynı şekilde Thomas ve daha sonrasında da Jonas!

Erkekler üst katta iken ben de hızla merdivenlerden inerek Lydia ile bebeğinin kaldığı odaya, benimse eski odama yöneldim.

İçeriden bebek ağlaması ağır ağır duyulurken odaya girmiştim.

Lydia ise beni gördüğünde hemen gülümsemişti kucağındaki bebeği sallayarak.

"Adelia," diye fısıldadı Lydia, hafifçe gülümseyerek. "Bana biraz yardımcı olabilir misin?"

Erkeklerin hepsi kolları sıvamış tadilat yapıyordu. Kızlar ise aşağıda kahvaltı hazırlıklarındaydı. Lydia ise odada bebeği ile yalnızken yardımı benden talep ediyordu!

Başımı hızlıca sallayıp yanına gittiğimde ne istediğini de fark etmiştim.

Onun yanına yaklaşarak yatağın kenarına oturdum ve bir battaniye uzattım.

Martina'nın küçük, minik elleri annesinin üzerinde dinleniyordu. Bebek, annesinin kucağında huzurlu bir şekilde yatarken, Lydia’nın gözlerinde yorgun ama mutlu bir ifade vardı.

Lydia, bebeğin doğru pozisyonda olup olmadığını kontrol etmek için biraz kaygılıydı.

‘’Biraz tutar mısın?’’ diye sorduğumda gerginlik oluşmuştu üstümde.

Bebek Martina’nın gülücükler atan suratına bakarken bebeği tamamen kucağıma almak yerine sadece annesi yerine tuttum. Lydia emzirmek için iyi bir pozisyona geçip her şeyi hallettikten sonra ellerimin üstünden bebeğini tekrar kavradığında geri çekilmiştim.

Lydia, hafif bir rahatlama nefesi verdi. Bebek Martina’nın minik dudakları annesinin göğsünü kavradığında, Lydia'nın yüzüne sevgi dolu bir ifade yayıldı. Bu, annelik içgüdüsünün en saf haliydi. Bebek Martina’nın nefes alışverişleri bile daha düzenli hale geldi, Lydia'nın tenine yakın olmanın güvenini hissediyordu belli ki.

“Bu an, çok özel bir şey, değil mi?” diye sordu Lydia, o anın kutsallığını paylaşmak istercesine.

Başımı sallamıştım ama aklım halen daha bebekten üzerime titreyen ürperdi dalgaları olmuştu.

Onu kucaklamak bile bu kadar çok gererken… Halim ne olacaktı böyle?

Benden belli birkaç söz gelmediğinde Lydia sözlerini sürdürerek konuşmaya devam etti.

‘’Onu ilk kucağıma aldığım an, hayatımın en mutlu anıydı. Şimdi ise, onunla her anın tadını çıkarmaya çalışıyorum.”

Lydia'nın yanında, ona bu süreçte destek olmak, ona güven vermek beni de iyi hissettirirken Bebek Martina, annesinin göğsünde yavaş yavaş bir kez daha uyuyakalmıştı.

O an, Lydia’nın ne kadar güçlü bir kadın olduğunu bir kez daha anladım. Yeni bir anne olarak karşılaştığı zorluklar, onun için yeni bir dünya anlamına geliyordu. Ama bu süreçte yalnız olmadığını, bu evdeki herkesin ona destek olduğunu bilmek onu güçlendiriyordu. Ben de bu desteğin bir parçası olmaktan gurur duydum.

Odanın kapısı o an yavaşça tam ben odadan çıkmak için arkamı döndüğümde tıklandığında içeri sessizce Jonas ve ardındansa Tyler adım attı. O da kapısı zaten açıktı ama onlar rahatsız etmemek amacıyla önden izin alırcasına tıklatmışlardı kapıyı.

Tyler ve Jonas kapı girişinde dururken hemen arkalarında ise Lilith belirirmiş ve benim de bakışlarım üçünü de aynı anda ulaşmıştı.

Lilith arkalarından fısıltıyla ‘’Kahvaltı hazır.’’ Diyerek fazla vakit kaybetmeden ayrıldı. Lilith üst katın yolunu merdiven basamaklarını bir bir tırmanarak tutarken ben de Jonas ile yer değiştirircesine o içeri girdiğinde dışarı çıkmıştım. Kapının kirişinde tam da Tyler’ın yanında ellerimi göğsümde bağlayıp durduğumda bebekleriyle gülümseyerek inceleyen çiftin üzerine kaydırdım gözlerimi.

İşte mutlu aile tablosu buna deniyordu.

_____

...

‘’Bir günde ne kadar da büyümüş.’’ Diye iç geçirirken Tyler’ın sırıtışı dolmuştu her iki kulağıma da birden.

Ardından boğazını temizleyerek anlamadığım bu gülüşüne açıklama yaparcasına konuşmuştu.

‘’Bizler hızlı gelişiriz. Vampir olanlarımız da hiç yaşlanmaz.’’ Dedi basitçe.

Yüzüm ona döndüğümde gözlerimde bariz bir merak parıltısı oluşmuştu.

Tyler gözlerimdeki merakı okurken başını bir kere salladı ve boğazını temizleyerek devam etti.

‘’ Gelişimlerimiz biraz farklı işler, insanlara nazaran Altı ayda doğururlar. Bebek hızlı gelişir. Her bir yılda sanki iki yaşında bir bebek kadar büyümüştür artık. Bebeklik dönemi bittiğinde ise gelişim yavaşlar ve sizinki gibi olur on iki yılda bir büyüme ve gelişim. Kurtlarda böyle en azından. Ki zaten vampirler de doğum yapamıyor.’’ Başımı salladığımda gülümsedim.

‘’İstisnalar her daim var ama.’’

O da gülümseyip başını salladığında sözlerime de karşılık vermişti.

‘’Aynen öyle.’’

Bebeğin gelişi bütün kalpleri ısıtırken aslında bugün acılı bir günün ikinci yıl dönümüydü. Acılı bir günün iki yıl sonucu neşeli bir ortama dönüşmesi gözlerimi yaşartırken Tyler'a döndüm.

"Bahsetsene biraz merak ettim." Başıyla beni onaylayınca söze girmişti en sonunda.

"Hangisinden başlamamı istersiniz prenses?" İşte o an kahkaha atmıştım.

"Bak bu olmadı işte! Görmüyor musun asıl prenses içeride!?" Bakışları bebeği bulduğunda gülmüştü.

"Öyle galiba."

Ardından gözleri gözlerimle buluştuğunda bir kez daha söze girdi.

"Kraliçeliğe terfi edersiniz o zaman."

Bir şok dalgası gelip geçerken üstümden ‘’Melez…’’ diye iç çektim.

Melez diyerekten iç çektiğimde bakışları şaşkınlıkla beni bulmuştu.

‘’Senin istisnan neydi peki? Daha doğrusu gelişim süreci.’’ Diye sorduğumda Tyler sırıtmaya başladı.

O sırıtırken kendimi kapı kirişine doğru yaslamıştım.

"Bir melez en fazla ne kadar hızlı gelişebilir ki?" Diye sorduğumda sırıtmıştı.

‘’Dört ayda doğmuşum. Sonrasında dört yıl içinde yedi yaşında bir çocuk kadar gelişmiştim.’’ Gözlerim fal taşı gibi açıldığında şaşkınlıkla lafını bodozlama keserek sordum.

"Kaç yaşındasın sen?"

Güldü.

"Yirmi dört yıldır hayattayım."

Daha şaşırtırken bu olaylar beni hiç bir şey anlamamıştım.

"Şöyle söyleyeyim." Diye söze girdiğinde onu pür dikkat dinlemeye başladım.

‘’On beş yıl içinde şu anki görünüşüme geldiğimde, kemik gelişimim tamamlandığında ölümsüzlüğüm başladı.’’ Kaşlarım çatılmış, yüzüm buruşmuş aklım ise tamamen karışmıştı.

‘’Anlamadım!?’’ Sonrasında da kulağıma eğilip fısıldadı.

‘’Vampir gibi düşünmüyorsun çünkü…’’

Bakışlarım onu bulduğunda hemen yüzümün yanında bir kez daha sırıttığını fark ettim.

Ve ardından sordum.

‘’Peki vampir gibi düşünmek nasıl olur?’’

Cevap çok basitti!

‘’İnsan gibi düşünmemek. On iki ayı tamamen göz önünden silip atmak.’’

Başımı olumluca bir kere salladığımda sırıtmıştım. ‘’Yine de anlamadım.’’

‘’Biz görünüşümüze sadece gelişim diyoruz. Yaşımız ise tıpkı sizin gibi on iki ayda bir geçen bir süre! Anlayacağın ben gerçekten yirmi dört yaşındayım. Yirmi dört yıldır hayatta!’’

Başımı salladığımda sözlerine devam etti.

‘’Söylesene kaç gösteriyordum?’’ Elini göğsünde birleştirdiğinde sırıtarak beni beklemişti.

Onu şöyle baştan aşağı bir süzdükten sonra cevap verdim.

‘’Yirmi dört?’’ İç çektiğinde sözlerini sürdürdü.

‘’Yirmi bir yaşında geç ergenlik bitimi sonrası. Gelişim tamamlandı ve ölümsüzlük başladı. Yani vermen gereken cevap aslında on dokuz, yirmi veya dediğim gibi yirmi bir olmalıydı.’’ Ardındansa cıkcıkladı.

‘’Kınıyorum seni Kraliçe!’’ Sırıtmıştım.

‘’Krala ait olmadığıma göre ve kendi krallığımın da var olmadığını gözümde bulundurunca… Kralım siz ban dümdüz Adelia deyin böylesi daha hoş!’’ Nefesini yüzüme verip istemeye istemeye gülümsediğinde sözlerini dürdürdü.

‘’Kralım sonuçta. Bana özel bir şeyler olmalı değil mi? Adel… Daha bir hoş duruyor, aramızdaki tek insan oluşunu düşünürsek… Tam da ağzımdan eriyip gidebilecek bir isim.’’

Bunun insanlıkla ne ilgisi vardı ki!?

‘’Bana anne ve babamdan başkası Adel diye seslenmezdi. Çünkü seslendirmezdim kimseye! Sen ise… Bir kere bile… Adelia demedin bana.’’

Güldüğünde derince bir nefes alarak devam etti.

‘’Bu da benim özelim olsun işte.’’

Olmasın!

Vücudumla birlikte ısınmış olan kapı girişinden gövdemi ayırdım. Göğsümde bağdaş olan ellerimi çözdüm.

‘’Olmasın.’’ Dedim soğuk bir ifadeyle. Ardındansa kapı kirişinden ayrılıp alt kat basamaklarının yolunu tuttum.

Tyler sadece arkamdan bakakalmıştı.

O bana ismini bahşetme asilliğini göstermişken ben ona bana karşı Adel demesini reddetmiştim!

Ve yanından ayrıldığımda…

Soramamıştım işte.

Soramamıştım kaç yıldır ölümsüz olarak yirmi bir yaşında gözüktüğünü!

Alt kata inerken yolda ev halkının neredeyse hepsi ile karşılaşmıştım.

 

Elliot ve Fernando beni geçip yemek odasının yolunu tuttuklarında Brad elini omzuma atmış Lucas ise yanımda durmuştu. Thomas piyasaya yeni yeni ellerinde poşetler evin giriş kapısının önünde belirdiğinde bebek alışverişi yapmış oluğunu anlamam çok da uzun sürmemişti.

Hep birlikte yemek odasına kahvaltı için geçtiğimizde kısa süre içerisinde Lydia kucağında uyuyan Martina ve yanında her ikisini de aynı anda destek olan Jonas ile girdi.

Artık kahvaltı vaktiydi.

Kahvaltı masasına yerleştiğimizde, evin içinde sanki bir sessizlik dalgası yayıldı. Herkes yerini aldı, tabaklar önümüzde, çatal ve bıçaklarımız yanımızda duruyordu. Ama hiçbirimiz harekete geçmedik. Tabağımın önündeki ekmeğe ya da taze sıkılmış meyve suyuna uzanmak için bile en ufak bir kıpırtı yapmadım. Göz ucuyla diğerlerine baktığımda herkesin de aynı şekilde davrandığını fark ettim.

Gözlerim Lydia’nın önünde durdu. O, masanın baş köşesinde, henüz yeni doğum yapmış olmanın yorgunluğunu taşıyan ama yine de içindeki annelik ışığıyla aydınlanmış bir ifadeyle kucağında bebek Martina ile oturuyordu. Hemen sol tarafında Jonas otururken diğer köşesinde de alfa Thomas vardı. Thomas’ın yanına sırasıyla Lilith, Lucas, ben ve Jessica oturduğumuzda karşı taraflarımızda ise sırasıyla Brad, Maya, Elliot ve Fernando vardı. Elliott ile karşı karşıya kalmak..

Ve diğer köşede ise Kral hazretleri duruyordu!

Lydia ile karşılıklı masanın iki köşesini doldurmaktaydılar.

Masada kimse hareket etmiyordu; herkes, Lydia’nın ilk hamlesini bekliyordu. Kurt adamların bu kadim geleneği, hamile ya da yeni doğum yapmış bir kadının, yani Lydia'nın, önce doyurulması gerektiğini emrediyordu. Lydia, bu geleneğin merkeziydi ve herkesin gözleri ondaydı.

Lydia'nın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Masadaki sessizliğin onun üzerindeki yükünü hissettim. O, yavaşça tabağına uzanıp birkaç dilim peynir aldı, ardından biraz ekmek kopardı.

Bu süre zarfı içinde babası bebeği kendi kucağına çekmiş ve anneni rahatça yemesini sağlamıştı.

Lydia ona usulca gülümseyip rahatça kahvaltısını etmeye başladığında herkes onları izliyordu.

Bir süre daha bekledik. Lydia, yavaşça kahvaltısına devam ederken, herkesin sabırla onun doyacağını beklemesi garip bir şekilde beni de alıştırmıştı, hiç alışık olduğum bir şey olmadığı halde.

Bu geleneğin kökleri, aileye ve korumaya dayalıydı. Lydia, tabağını biraz daha doldurdu. Hatta alfa Thomas bile sessizce ona birkaç parça meyve uzattı. Lydia bunları da aldı, yavaş yavaş yedi, ama fazla abartmadı. Açlığının geçmesiyle gözlerinde bir rahatlama belirdi. Tabağını ileri ittiği anda masanın dinamikleri yine bir anda değişti.

Masada bir kez daha kurt adam curcunası kopacaktı anlaşılan!

O an, adeta herkes birer vahşi kurt gibi harekete geçti. Çatal-bıçaklar masaya hızla dokundu, tabaklardan gelen sesler bir anda odayı doldurdu. Lydia bebeğini alıp seslerden uzak bir köşeye taşımak amacıyla Jonas’tan kucaklayıp istirahate bir kez daha çekilmek için odasına dönmüştü.

Kurt adamlar, Lydia’nın yemeğini bitirmesinin ardından adeta bir sinyal almış gibi kahvaltı sofrasına saldırdı. Herkes önündeki tabağı mümkün olduğunca çabuk doldurmak istiyordu.

Aslında bunları sadece Brad, Elliot, Lucas, Fernando, Maya ve Jessica yapmıştı.

Lucas, elindeki ekmeği hızla bölerek bir parça peynir kaptı. Elliot bir yandan önündeki tabağı doldururken, diğer yandan Lucas'a bir bakış attı, ama Lucas çoktan tabağını doldurmuştu bile. Fernando ise önündeki meyve tabağına odaklanmıştı, elini çabucak birkaç parça meyveye uzatırken bir yandan da etrafını gözlemliyordu. Kahvaltı, birdenbire sessiz bir tören havasından çıkıp bir yarışa dönüştü.

Thomas, Lilith ve Tyler ise onların aksine… Daha medeni iken Jonas da kendi tarafında zaten kimse bir şeylere saldırmadığı için rahatça yemekteydi. Ben ise… Ah anlatmaya bile gerek duymuyorum.

Bir yanım Jessica karşım Fernando ve Elliot!

Elliot ve Fernando’nun iğneleyici bakışlarını hissederken omletlere aç bir ayı kadar saldırmaları fazlasıyla iç organlarımı yer değiştirmişti.

Masadan su bile içmeden kalktığımda bakışlar beni bulsa da umurumda olmadı ve hızla mutfağın yolunu tuttum.

Elliot ve Fernando’nun kışkırtmaları ise…

Aslında başarılı olmuştu!

Mutfağa dönüp masaya oturduğumda bir bardak su içtim. Başımı sertten biraz hafif yemek masasına vurduğumda iç çekmiştim.

Depresyona girmek üzereydim ve bir destekçim olacağı konusunda şüpheliydim.

Ellerimi masaya kaldırıp başımı ellerim arasına aldığımda sırada uyuya kalan bir lise öğrencisini andırmıştı görünüşüm. İç çekerek başımı sağa yatırdığımda öylece durmaya başladım.

Bakışlarım tezgaha yöneldiğinde kalktım. Etraf ne de dağılmıştı böyle?

Aile demiş yuva demiştim ama…

Yuva dediğin sıcak olurdu.

Yuva dediğin bu yerde herkes seni düşünürdü. Yuvada düşmanlıklar, rekabetler, hırslar olmazdı. Bunlar sadece minimum seviyede olmak kaydıyla yaşanabilirken bu evde her şey üst düzeydeydi.

Ve evet… Bir kez daha erken konuşmuştum. Bu ev de bir kaostan ibaretken aileye dair kırıntılar bir kez daha yok olup gitmişti.

Tezgahın üstünde duran artıklar dikkatimi çekerken buzdolabını açtım.

Buzdolabından bir elma kaptığım gibi musluğa yönelmiş ve elmayı yıkamıştım.

Al sana kahvaltı!

Elmayı ısıra ısıra üst kata çıktığımda Lydia’nın odasının önünden geçerek Melez’in odasına yönelmiştim ki Lydia’nın sesini işittim.

‘’Ah ne çabuk doyurmuşsun öyle kendini?’’

Bakışlarım onu bulduğunda bir kez daha iç çekmiştim. Sonrasında ona gülümseyerek odaya geçtim. Yatağa kendimi bodozlama attığımda bakışlarım direkt olarak tavanı işgal emişti. Yatakta da rahat edemeyince hızlıca balkonun yolunu tutup dışarı çıktım. Balkonun demirliklerinden ayaklarımı bir çocuk gibi sarkıttığımda karşımdaki ormanı sessizce izlemeye başladım. Ağaçların hışırtısı, rüzgarın sesi… Kuşların cıvıltısı ve çalıların aheste dansı!

Her şey aşırı bir şekilde uyumla devam ederken başımı korkuluklara yaslayıp elmayı bir kez daha ısırdım.

Lanet olasıca kader!

Lanet olasıca hayat!

Aslında bir aralar ölmeyi düşünmedim değil.

Gerçi… Hala daha düşünüyordum!

Elmamın ellerim arasından kayıp boşluğa düşmesiyle arkasından bakakaldım.

Bir elmaya bile sahip çıkamıyordum. O sırada odanın kapısı açılmıştı ve içeriye Melez girdi.

Melez…

Ondan tarafa döndüğümde bana bir bakış atmış gardıroba yönelmişti ki başımı tekrardan ormanlık alana çevirdim.

‘’Adel…’’dedi. Ardından iç çekerek devamını da getirmişti.

‘’Adelia…’’

Onun tarafından tam adımı duymam…

Yakışmıştı ağzına ne de güzel! Böyle devam edebilirdik artık.

Ona bakmamayı sürdürürken gardırop kapakları bir kez daha çarpmıştı.

O benim yanıma geldiğinde bakışlarımı kaldırdım.

Üst kattan tadilat sesleri gelmeye bir kez daha başladığında başımı bıkkınlıkla korkuluklara yasladığımda iç çektim.

‘’Melez.’’ Dedim. Yüzü şaşkınlıktan tamamen değiştiğinde tavrı da aynı şekilde değişmişti.

‘’Ne yani!? Böyle mi olalım istiyorsun!?’’ Sesi gereğinden fazla yüksek çıkarken iç çektim.

Tabii ki de istemiyordum!

‘’Tyler…’’ diyerek fısıldarken alnımı korkuluğa dayadım.

‘’Nedense kötü hissediyorum.’’

İç çekişlerim artarken o benim sırtımı sıvazlamıştı.

‘’Sana söylemem gereken şeyler var aslında.’’ Dediğinde başım gözlerindeki bakışa döndü.

‘’Daha fazla saklamak doğru olmayacak.’’ Neyi?

Neyi saklamak!?

O an Brad’in sesi tüm katı inletirken irkilmiştim.

‘’Seni küçük şeytan!’’

Şaşkınlıkla Tyler’a bakarken o çoktan beni bırakıp sese gitmişti ki arkasından yerden kalkarak koştum.

Sesin geldiği yöne, Lydia’nın odasına vardığımızdaysa her şeyin kuru bir bağırtı olduğunu fark etmiştim.

“Bunu nasıl yapabilirsin, küçük şeytan!” diye bağırıyordu Brad. Bu kadar kızgın olması normalde korkutucu olabilirdi ama şu an aşırı komik geliyordu her şey.

Çünkü olay tam da şu şekilde gerçekleşmişti:

Bebeği sevmek için kucağına alan Brad, bebeğin yemek sonrası sindirimine şahit olmuş ve biraz fazla tepki göstermişti.

“Ne oluyor burada?” diye sordum, kapının hemen dışında durmuş beklerken.

Lucas, başını kaldırıp bana baktı ve tek kelimeyle cevap verdi, “Bebek kakası.”

O an tüm durumu anladım. Brad, zavallı Brad. Demek ki kucağında gerçekleşti bu ilk…

Eh ne demişler her şeyin bir ilki vardır.

Ve bence ilkler de güzeldir.

Brad’in yüzü, şaşkınlık ve tiksinti arasında gidip geliyordu.

Derin bir nefes alıp kapıya kadar yaklaşıp ardından da içeri girdiğimde burnuma dolan o yoğun koku, midemi bir anda bulandırdı.

Yok artık!

Bu da ne böyle!?

Elim ağzımı kapatmış bir şekilde kalakaldığım gibi kendimi oda dışına atmam sadece saniyelerimi almıştı.

Kusacağım galiba!

Kendimi koridora attığımda merdivenlerde duran Fernando ve Elliot’un alaycı bakışlarıyla karşılaştım.

Onların o bakışlarına daha fazla katlanamayıp koşar adım banyonun yolunu tuttuğumda banyonun sabun kokusu bünyeme çok iyi gelmişti.

Ellerimi ve yüzümü yıkayıp biraz orda kaldıktan sonra rahatlamış ve de kendime gelmiştim.

Banyonun kapısını açıp dışarı çıktıktan sonra Tyler’ın odasına geri dönecektim ki bakışlarımı son kez odaya çevirdim, Bebek Martina’nın doğduğu odaya!

Brad’in odadaki karmaşası sürerken, Lydia ve Jonas sessizce Martina ile ilgileniyorlardı.

Kaos bittiğinde her şey tekrardan normale dönmüştü. Lilith ellerinde kıyafetlerle yanıma geldiğinde şaşırdım.

‘’Al bunları rahat edersin.’’

Ona teşekkür edip kıyafetleri aldıktan sonra bir an önce üstümü değiştirmek istiyordum. Bu yüzden hızlıca odanın yolunu tuttum.

Saat öğlenin ilk anlarına, on ikiye doğru gelirken gün yavaş ilerliyor, balo için saatler ağır ağır yaklaşıyordu başlangıca.

Odaya girdiğimde peşimden bir rüzgar esti. Odadan içeriye aynı anda girdiğimizde Tyler ile bakıştık.

‘’Üstümü değiştireceğim.’’ Dedim. Aynı şekilde o da omzunu silkerek aynı sözleri sarf etmişti.

‘’Ben de üstümü değiştireceğim. Malum üst kattaki iş uzun!’’

Tyler gardırop kapaklarını açtığımda iç çekmiştim. Kıyafetleri yatağa bırakarak açtım ve ne olduklarına baktım.

Siyah atlet ve lacivert şort!

Bakışlarım bir kez daha Tyler’ı bulduğunda çoktan üstündeki beyaz tişörtü atmış ve yerine v yaka bir gri tişört geçirmişti.

Başımı hızlıca balkon tarafına çevirdiğimde saniyeler içinde giyinmişti.

‘’O halde bana kolay gele!’’ diyerek odayı kapıyı kapatarak terk ettiğinde hızlıca bende bir köşede giyindim. Eski kıyafetlerimi katlayıp komodinin üstüne bıraktığımda telefonumu da alarak odadan bir kez daha çıktım. Bebek ağlamaları orta katta yankılanırken merdivenlerden aşağı indim. Alt katta ise kahvaltı masası gümbürtüleri kulaklarıma dolarken kendimi bahçeye attım.

Arka bahçedeki taşın üstüne oturduğumda kendimi kaostan ve sesten uzak, daha rahat hissetmiştim.

O sırada düşüncelerim zihnimde art arda sıralanmaya başlamıştı.

Düşüncelerimden beni sıyırıp alan ise Thomas olmuştu.

Omzumda bir el hissettiğimde irkilerek ona dönmüştüm. Kendisini gördüğümde buruk bir gülümseme belirdi yüzünde.

‘’Ne yapıyorsun burada?’’ Ne yapabilirdim ki? İşte bu Adelia kız düşünceleriyle baş başa kalacak yer ararken bulabilmişti sonunda o yeri!

‘’Düşünüyordum.’’ Dedim.

Thomas taşın kenarına yanıma oturduğunda ‘’Neyi?’’ diye bir soru yöneltti.

Omuz silktim. Cevap vermek istemediğim aşikar iken üstelememişti zaten kendisi de.

Ardından konuyu hızlı bir hamleyle saptırdı.

‘’Teşekkür edecek vakit bulamadım. Lydia’ya doğum sırasında destek olduğun için teşekkürler.’’ Başımı olumlu bir şekilde pek de önemli bir şey değilmiş gibi salladığımda konuyu bir kez daha saptırdı.

‘’Erken kalktığını gördüm masadan.’’ İç çekerek ona döndüm bir hışımda.

‘’Hiçbir şey yemedim çünkü!’’

Sesim gereğinden biraz fazla çıkarken bana ilgiyle yaklaşan adama patlamıştım işte sonunda!

Thomas’ın bakışları değişirken gözlerimi kaçırdım.

‘’Özür dilerim.’’

‘’Sorun değil.’’ Dedi bir hışımda. Ardından ekledi.

‘’Günün anlam ve önemini biliyoruz merak etme. Kimse sana bugün kızmaz.’’

Ya ya…

‘’Aynen öyle…’’

Kesinlikle hem de!

Bıkkınlıkla bir nefes verdiğimde ekledim.

‘’Sebep günün anlamı bile değil ki!’’

Thomas yanıma daha da yanaştığında aynı şekilde ben de ona yaklaştım.

‘’Sorun ne peki? Paylaşmak istersen kesinlikle yardım ederim.’’ Ona başımı salladıktan sonra ormanın derinliklerinde gözlerimle kaybolup gittim.

‘’Anlatmayacaksın galiba…’’ dediğindeyse yeni yeni düşüncelerimi toparlayabilmiştim.

‘’Daha düne kadar her şey iyiyken bugün bir anda bir şey oldu.’’ Dedim. Ve sonrasında ondan bir cevap beklemeden sürdürdüm sözlerimi.

‘’Burada olmak istemiyorum.’’ Dedim bir hışımda.

Thomas’ın gözleri şaşkınlıktan büyürken devam ettim.

‘’Hatta… Belki de yapayalnız olmak eskisi gibi…’’

İç çektiğimde ormanın derinliklerinin bir kez daha beni çektiğini, beni çağırdığını hissetmiştim.

‘’Kim ne yaptı söyle!’’ derken otoriter sesiyle onu baş hareketimle reddettim.

‘’Sorun sadece benim.’’ Dedim.

Ardındansa ayağa kalktım.

‘’Konuşmak istemiyorum, bir şey de yemeyeceğim. Mümkünse de yalnız kalayım. Halledebilirsin değil mi, betalarını benden uzak tutabilirsin!?’’

Ona tek bir attığım bakış sonucu eve girdikten sonra üst kata her şeyi es geçip tırmandım.

Üst kattan bahçeye fırlatma sesleri gelirken her şey bir bir fırlıyordu yere. Betalar bundan çokça keyif alıp eğlenirken kendimi odaya hapsetmiştim.

Yurda dönebilsem ne de güzel olurdu şimdi…

“Evi yıkıp yeniden inşa etmeyi düşünmüyorsan, bu gardırobun gitmesi gerekiyor,”

Havası kadar yalıtımı da kötü olan üst kattan sesler odaya kadar dolarken tüm sesleri bir bir işitiyordum.

Boya kutuları, fırçalar, parke sesleri, mobilyaların sökülmesi, eşya taşırken ki çıkan yoğun kuru gürültü!

“Eğlence diyorsun, ama bunu yanlış kullanırsan bütün zemin mahvolur.”

Lucas ve Fernando arasında geçen komik diyaloglar.

“Burası artık yaşanabilir bir halde.’’ Diyene kadar bir ses, en az iki saat harcamışlardı üst katta.

Midem yoğun bir gürültü ile boş olduğu hakkında ipucular verirken dün de pek bir şey yemediğimi hatırladım.

İç çekip yatağıma uzandığında merdiven sesleri duyuldu.

İşler bitmiş kolların sıvanması çözülmüş herkes rahat bir şekilde en alt katın yolunu gülüşe gülüşe birbirleriyle eğlenerek tutmuştu. En alt kattan sesleri duyulmaya devam ederken kapım açıldı.

____

....

İçeriye bir kez daha Tyler girdiğinde onu pek fazla umursamadan yattığım yerden doğru izlemeye koyuldum.

Gardırobun kapısını bir kez daha açmıştı.

‘’Odamı benimsemeye başlamışsın iyice.’’ Diyerek yine beyaz bir gömlek çıkarırken doğruldum.

‘’Evet kaptırmışım kendimi biraz.’’ Diyerek toparlandım. ‘’Bir örtü ver de zemine kıvrılayım en iyisi.’’ Dediğimde bakışları ciddiyetle beni bulmuştu.

‘’Şaka yapıyordum.

Ben ise…

‘’Ben şaka yapmıyorum.’’ Dediğimde yataktan kalktım. Tyler koluma yapıştığında baş parmağı bileğimdeki nabzın hemen üstündeydi.

‘’Yüzün solgun ve nabzın zayıf!’’

Omuz silktim.

Enerjim yokken inan hiçbir şey umurumda değildi.

‘’Çek elini şuradan.’’ Diyerek elimi çekiştirirken bir adım attım. Bakışlarım kararır gibi olduğunda Tyler beni tutup oturtmuştu.

Keşke…

Keşke birkaç saatlik aç kalmayla ölünebilseydi.

Ama yok… O kadar kolay değildi işte hiçbir şey.

Tyler’ın eli kalbimin üstünde gezinirken gözleri şaşkınlıkla doluydu.

‘’Niye bu kadar zayıfsın!?’’

Gözlerimi kaçırdığımda bileği ağzında gitmişti ki ellerini ittirdim.

‘’Hayır!’’

Şaşkınlığı katlanarak artarken kapıyı işaret ettim.

‘’Beni ne olursunuz yalnız bırakın! Bu her köşesinden birisi çıkarken, tüm evde bebek ağlama sesi gelirken ve de üstten saçma sapan sesler gelirken, eğlenceli kahkahalar ve kurt didişmeleri içeren evde ne kadar yalnız kalabilme hakkına sahipsem!’’

Derin bir iç çektiğimde yastığa gömülmüştüm. Tyler bir anda odayı terk ettiğinde giyinmeden gitmişti. Odada huzur bulamayınca yataktan doğrulup kalktım. Gelen ve giden de olmadığına göre… Sanırım biraz yalnız başıma kalıp bu ani ruh değişim süresini atlatabilecektim bir nebze de olsa.

Bulunduğum katın koridorunda yürüyordum. Her adımımın yankısı boş koridorlarda tatlı bir eko yaratıyordu. Düşüncelerim boş koridorları doldururken birden alt katta yükselen sesler ile korkuluklardan sarkıp dinlemeye koyuldum. Sesler rahatlıkla kulağıma ilişiyordu. Çünkü orada bulunan herkes bağırıyordu!

Bir anda Fernando ve Elliot’un sesleri, öfkeyle yankılanan kelimelerle birleşti. Yüzümdeki merak ifadesi, bu gerginliğin ne olduğunu anlamak için adımlarımı hızlandırmama neden oldu. Merdivenlerin başına gelip yavaşça inmeye başladım.

Merdivenlerin bitimine yaklaştığımda, seslerin daha da belirginleştiğini hissettim.

Bu seslere doğru en son gittiğimde Brad tarafından ağır bir darbe almıştım.

Ama şimdi öyle yapmaya niyetim yoktu. İçeri dahi girmeyecektim!

Fernando ve Elliot, kurt adamlar arasında gerilim dolu bir tartışma içindeydi. Sesleri öyle bir yoğunlukta yükseliyordu ki, adeta bir çatışmanın eşiğinde olduklarını hissedebiliyordum. Merdivenlerin ucuna yakın bir köşede durduğumda, iki kurt adamın arasındaki konuşmanın bir kısmını duyabildim.

Elliot’un sözleri, öfkeden titreyen bir ses tonuyla gelmişti. "Bir insanın burada ne işi var? Bu bir kurt adam sorunu! Sıradan birisinin aramızda işi yok!’’

Elliot’un sözleri, odanın karanlığında yankılanırken, gerginlik aniden arttı. Fernando’nun tepkisi, bu endişenin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu. Fernando onu onaylarcasına bağırmıştı.

‘’O güçsüz şey Melez’in kan fahişesiyse ne güzel umurumda bile olmaz! Ama… Aptal bir insan varlığı katlanamaz.

Onların sözlerine Lucas güçsüz sesiyle karşılık veriyor karşıt görüş belirtmek istiyordu ama sesi her daim bağırtıların arasında kaybolup gidiyordu.

‘’Lilith paniğe kapıldığında Lydia’ya doğumda yardım eden oydu!’’

‘’Amman ne büyük bir başarı!’’ diye bağırdığında Elliot Fernando söze girdi. ‘’Gerçekten bunca zaman nasıl katlandın Elliot!?’’

‘’Başlarda vasıfsız bir şeydi. Şimdi de herkes etrafında dönüyor!’

O an öfkeli bir ses daha yükseldi odadan.

‘’Kesin kesinizi artık!’’ Bu Thomas’ın sesiydi.

Bu doğuştan alfa… O kadar medeniyet adı altında betalarını ortaya salmıştı ki… Şimdi betaları o sinir kusmadan önce normal ses tonunda bir emir verse bile uygulamaz hale gelmişti.

‘’Vasıfsız bir kişinin aramızda ne gibi bir yeri olabilir!?’’ Elliot’un öfkeleri sözleri salon inletirken Brad’in hızlı ve öfkeli silüeti aşağımdan salona doğru fırlamıştı. Bir darbe sesi işittiğimde salonda bir kez daha kavga çıktığına bu sefer de merdivenlerdeyken şahit olmuştum.

Brad ve Elliot birbirlerine girerken Fernando da dahil olmuştu.

Vasıfsız bir kişi, bir insan…

Kan fahişesi.

Thomas’ın bunca karmaşaya izin verişi.

Kurtların doğası gereği diğerlerinin sadece izlemekle yetinişi…

Burada istenmediğimin daha kaç kanıtı ellerime sunulabilirdi ki?

Telefonum zaten elimdeyken yavaş yavaş merdivenleri indirip arka kapıya yöneldim. O kavgada ufacık adım seslerim tabii ki de duyulmayacaktı.

Tyler’ın yok edici kükremesi salonu titretirken arka kapıdan dışarıya çıktım.

‘’Yeter! Kesin sesinizi!’’ Tyler’ın öfkesi derinlemesine tüm eve nüfuz ederken ardından Martina’nın korku dolu çığlıkları sarmıştı tüm evi. Ve bende bir an önce yola koyuldum.

Yolları artık ezberlemiştim.

Basitçe ormanın çıkışına ilerleyen araba yoluna saptım ve hızlı adımlarla yürümeye koyuldum. Telefonumu elime alıp bildirimleri kontrol ederken kurtları kavgaları ile baş başa bıraktım. Bence artık yapma zamanı gelmişti bunu çünkü!..

Sky’dan bir günaydın mesajı.

Cevap vermediğim bir diğer mesaj olarak birçok Sky’a ait mesaj daha.

‘’Günaydın Adelito! Hatırlıyorsundur umarım hala;)’’

Ah Adelito Ah! Ne hallere düştün be kızım!?

Adelito Sky’ın bana on iki yaşında taktığı isimdi tabii ki. Annemler bana Adel diye seslenirken o da bana Adel demeye başladı. Ona kızdığımda da bunu uydurmuştu aklınca.

O hala bunu unutmamıştı, bende öyle.

Ve zaman ilerledikçe ondan hoşlantımın geçmediğini anlamıştım sadece araya okyanusların girmesiyle derinlere gömülmüş hisler bunu da çok sonra fark ettim.

‘’Kesin şimdi heyecanlısındır. Baloda onur konuğuyum, konuşma yapacağım, en iyi halimle görünmeliyim diye.’’

‘’Her halinle güzelsin bu arada.’’

Gülümsedim. Asfalt yola ise çıkmak üzereydim.

‘’Baloda dans ediyormuşuz! Şu işe bak annem babam dünden başladı danslara!’’

Sırıttım. Yaparlar mıydı yaparlardı Elizabeth teyze ve Mike amca…

‘’Ben ise yalnızım. Bakalım o peri kızını bulabilecek miyim?..’’

‘’Sende ne var ne yok? O düşlerinin prensi çıktı mı karşına?’’

Bilmem ki… Bulmuş muydum ki?

Sanmıyorum ya.

Ben kimseye ait değildim, kimse de bana. Ben kendi karanlığım içinde kaybolup altığım tek bir kıvılcımla yanıp kül olmak Anka kuşundan ziyade küllerimden yeniden doğmak yerine o küllerde boğulmak istiyordum şu an.

Ve tek sebebi arabayla bir saat süren şehir yolunu nasıl gideceğimin derdi içindi!

‘’Tünaydın.’’

‘’Çok yoğunsun galiba mesajlara bakmadığına göre.

‘’Çok az kaldı darılacağım.’’

İç çekerek asfalt yolda ilerlemeye devam ettim. Saat iki kırk beş idi.

‘’Peki madem.’’

‘’Baloda görüşeceğiz o halde.’’

İç çekerek Sky’ı aradım ve telefonu kulağıma götürdüm.

Eğer telefonunu açarsa… Yıllar sonra ilk defa sesini duymuş olacaktım.

Telefonun ekranında Sky’ın ismi belirdiğinde, kalbim hızla çarpmaya başladı. Tıpkı bir çocuk gibi heyecanlıydım, bu iletişimin beni nasıl etkileyebileceğini düşünüyordum. Telefon açıldığında Sky’ın tanıdık sesi karşıma çıktı.

Hatırladığımdan biraz farklı olsa da… Pek de değişmemişti sesi!

‘’Ah bende bu kız bana ne zaman döner diyordum, selam.’’ Telefonun arkasından sırıtırken Sky’a cevap verdim.

‘’Yoğundu biraz buralar. Şimdi de sizinleyim Skyito.’’ Telefonun ardından sesli bir kahkaha duyulduğunda ben de tebessüm etmiştim.

‘’Nerelerdesin sen hep rüzgar sesi var?’’

Ah hiç sorma yaşadıklarımı hem de hiç!

‘’Ne yalan söyleyeyim şehre varabilmeyi planlıyordum ama bir saatlik yol yürüyerek kaç saatte tamamlanır?’’

Sözlerim biter bitmez Sky şaşkınlıkla bağırmıştı.

‘’Ne!? Delirdin mi kızım sen!?’’

Ardından ekledi.

‘’Şaka! Şaka yapıyorsun. Of şaka yapıyorsun kızım sen! Şehrin dışında ne işin olur senin hem!?’’

Kahkaha attım.

‘’Bir kurtçuk fısıldadı gel evimi göstereyim akrabalarla tanıştırayım bir gidip bakayım nasıl birilermiş dedim de yok enlik değillermiş bunlar beni pişirmeye de uğraşmaz çiğ çiğ yer.’’

Telefonun ardındaki ses birkaç saniyeline yok olduğunda seslendim.

‘’Sky?’’

‘’Buradayım.’’ Dedi anında.

Ve ardındansa ekledi.

‘’Anahtarları arıyordum.’’

‘’Ne anahtarı?’’ diye sorduğumda derin iç çekişi dolmuştu kulaklarıma.

‘’Konumunu at, orman içinden doğru yürü geliyorum seni almaya!’’

Ah benim süper kahramanım!

‘’Acele et olur mu?’’

‘’En geç!’’ dedi. ‘’En geç yarım saat!’’

Başım istemsizce o sanki yanımdaymış gibi onaylayınca telefonu kapamadan ekranı açıp konumu yolladım.

‘’Yolladım konumu. Ve teşekkür ederim. Belki de sadece konuşmaya ihtiyacım var. Çok şey var kafamda ama… ne zaman müsaitsen, sana anlatabilirim.”

Sky’ın sesi, huzur verici bir melodi gibi geldi. “Her zaman buradayım, Adelia. İstersen şimdi konuşabiliriz. Ne zaman istersen, sana destek olmak için buradayım.”

Konuşmalarımız ilerledikçe, Sky’la aramızdaki bağın hâlâ güçlü olduğunu fark ettim. Eskiden olduğu gibi, bu konuşma bana huzur verdi.

Şehre doğru asfalttan çıkıp çalılıkların arasında yürürken Sky’ın bunu neden talep ettiğini anlayamamıştım aslında.

‘’Çıktım şimdi.’’ Diye bir ses dolduğunda kulaklarımda şehrin bir noktasındaki yol tarifine baktım.

On iki saat mi!?

Neyse ki Sky yoldaydı ve eminim ki ortada bir yerde buluşacaktık.

‘’Telefonu kapatma olur mu?’’ dedi Sky. Neden kapatayım ki yalnız kalmak daha iyi hissettirmeyecekti beni.

‘’Tabii ki.’’ Dediğimde gülümsemesi kulaklarıma doldu.

‘’Çoktan kırk beş dakika göstermeye başladı yol.’’ Dediğinde gülümsemeye başladım. Bir saat on beş dakika gösteren yol birkaç dakika içinde kırk beş dakikayı göstermişse… Gerçekten de dediği saatte varabilirdi.

Evdeki kaos, Adelia’nın sessizce ayrılmasının ardından daha da büyüdü. Tyler’ın öfkesi, içsel bir fırtına gibi tüm evi sarmıştı. Kurtların kavgaları ve Tyler’ın kükremeleri, duvarlardan yankılanarak bir tehdit gibi her köşeyi kaplıyordu. Birbirini takip eden çığlıklar, herkesin duyabileceği kadar yüksekti. Tyler’ın sesi, tıpkı bir doğa felaketi gibi, tüm salonu titretmişti.

“Yeter! Kesin sesinizi!” Tyler’ın öfkesi, adeta derinlerden gelen bir yankı gibi eve yayılmıştı. Sesinin sertliği, her bir eşyayı sarsıyor, odanın derinliklerine kadar ulaşarak herkesin titremesine neden oluyordu. Martina’nın korku dolu çığlıkları, Tyler’ın öfkesinin bir yan etkisi olarak, tüm evi sarhoş ediyordu.

Tyler’ın öfkesinin evin her köşesine sinmesiyle birlikte, Adelia merdivenlerden yavaşça inip arka kapıya yöneldi. Kavgada en ufak adım sesleri bile duyulmazken, Tyler’ın öfkesinin gürültüsü arka kapının açılışında tek bir ses dahi çıkmamasını sağlıyordu. Adelia, Tyler’ın fırtınasını ve kurtların gürültüsünü, kendi adımlarını örtmek için kullanarak arka kapıdan dışarıya sessizce çıktı.

Arka kapıdan ayrılırken, Tyler’ın öfkesi adeta bir yangın gibi evi sarmıştı. Evdeki herkes, Tyler’ın öfkesinin ve Martina’nın çığlıklarının etkisi altında kaldığında

Adelia’nın gidişi, bu kaosun içinde neredeyse görünmez hale gelmişti. Tyler’ın öfkesi ve kurtların kargaşası, Adelia’nın kaçışını gözden kaçırmalarına neden olmuştu.

Adelia, yolları ezberlemişti. Ormanın çıkışına doğru ilerleyip, hızla şehir yoluna saptı. Her adımında, içindeki belirsizlikler ve yaşadığı olayların etkisiyle, yola koyulmanın verdiği rahatlamayı hissediyordu. Telefonunu eline alıp bildirimleri kontrol ederken, kurtların ve Tyler’ın savaşını arkasında bırakmıştı.

Şehir yolunda hızlı adımlarla yürürken, telefonunda Sky’dan gelen mesajları tekrar tekrar okudu. Bu mesajlar, geçmişten bir parça, bir rahatlama sunuyordu. Adelia, Sky’ın sesini duymanın ona verdiği huzuru düşündü. Sky ile konuşmanın, tüm bu kargaşa içinden çıkış bileti gibi olduğunu düşündü.

O an Sky’ın sesi ona huzur veren ve onu rahatlatan tek şey olmuştu.

Tyler’ın öfkeli kükremesi, salonun her köşesine yayılırken, Brad ve Elliot’un kavgası içindeki gerilim de tırmanıyordu. Tyler’ın öfkesiyle titreyen evde, Brad, Elliot’u yakasından tutmuş, ona doğru dikilmişti. Brad’in gözleri, Tyler’ın öfkesini görünce bir anlığına parladı. Tyler’ın derin, hiddet dolu sesi, Brad’in dikkatini çekmişti ve yavaşça Elliot’un üzerindeki ellerini bıraktı.

Tyler’ın karşısına dikilen Brad, ne kadar durmak istememiş olsa da emre itaat etmişti.. Tyler’ın öfkesinin etkisi, tüm evi sarmıştı ve herkes, bu yoğun atmosferin içinde kendini bulmaya çalışıyordu.

Fernando, Brad’in dikkatini dağıttığını görüp, hızla Elliot’a yöneldi. Yerde yatan Elliot’u dikkatlice kaldırarak ona yardım etti. Fernando’nun yardım ettiği Elliot, hala kafasını kaşıyarak şok içinde görünüyordu. Bebek Martina’nın çığlıkları, evin içinde yankılanıyordu. Thomas’ın öfkesi, bu seslerin ardından patlak verdi.

Thomas, daha önce hiç olmadığı kadar ciddi ve kararlı bir ifadeyle, Brad ve Lucas’a dönerek konuştu: “Brad, Lucas... Arkadaşları biraz bodrumda rahatlatalım, enerjilerini atsınlar. Sevmiştin sen değil mi Brad şu urganların hissiyatını, biraz da arkadaşlar tatsın!”

Thomas’ın sesi, evdeki diğer herkes tarafından duyulacak kadar yüksek ve emredici bir ton taşıyordu. Jessica, Thomas’ın emirlerine karşı itiraz etmekten kendini alıkoyamadı. “Yapamazsın!” diye bağırarak, Thomas’ın kararına karşı çıktığına dair isyanını dile getirdi. Ancak, Thomas’ın bakışları Jessica’ya döndüğünde, gözlerinde belirgin bir tehdit ve kararlılık vardı.

Thomas’ın bakışları, Jessica’nın direncini kırarak, ona hiçbir şans tanımadan yanıt verdi: “Sen de katılabilirsin onlara.”

Jessica, Thomas’ın bu bakışlarıyla irkildi ve isyanı bir kenara bırakmak zorunda kaldı. Diğerleri, Thomas’ın bu emirlerine uygun hareket etmeye başlamıştı. Brad ve Lucas, Thomas’ın talimatıyla, kavganın enerjisini boşaltmak üzere, yerden kalkarak bodruma inmeye başladılar. Bodrumun kapısı yavaşça kapandı ve bir süre sonra oradan gelen çığlıklar ve sessizlik, evin içindeki gerilimi daha da artırdı.

Tyler’ın öfkesi, Adelia’nın yokluğundan sonra eve hakim olmuşken, Thomas’ın emriyle kavganın enerjisi bodrumda boşaltılmaya başlamıştı. Bu sırada, Fernando ve Elliot’un durumu göz önüne alındığında, evdeki herkes, Tyler’ın öfkesinin ve Thomas’ın kararlılığının altında kalmıştı.

Evdeki gerilim, Tyler’ın öfkesinin etkisiyle iyice yükselmişti. Thomas’ın bodruma yönlendirdiği Brad, Elliot, Fernando ve Lucas, orada enerjilerini boşaltmak için hareket etmeye başlamışlarken bu karmaşanın ortasında, evdeki diğer sorunlar da büyüyordu.

Jonas, salonun derin sessizliğine öfkeyle adım attı. Önceki kavgadan etkilenmiş, sinirleri iyice gerilmişti. Hızla merdivenleri inerek, evin alt katına indi. Lydia, bebek Martina’yı sakinleştirmeye çalışıyordu; ama bebek, hem kargaşanın hem de Lydia’nın endişeli hareketlerinin etkisiyle ağlamaktan vazgeçmiyordu.

Lydia, bebeği nazikçe kucaklamaya çalışırken, Martina’nın çığlıkları evin her köşesinde yankılanıyordu. Lydia’nın çabaları, bebek Martina’nın rahatlamasına yetmiyordu.

Tyler Lydia’nın çaresizliğini fark ettiğinde bir adım ile üst kata çıkarak Lydia’nın odasına girdi.

Tyler’ın sakin ve kararlı adımları, evdeki kaotik havayı biraz olsun yatıştırmış gibi görünüyordu. Ancak, Tyler, Martina’yı kucakladığında, bebeğin tepkisi beklenmedik şekilde oldu.

Tyler, bebeği kucakladığı anda, Martina’nın gözleri ürkek bir şekilde açıldı ve çığlıkları daha da yükseğe çıktı. Tyler, bebeklerin duygusal durumlarına aşina olmasına rağmen, Martina’nın bu tepkisiyle karşılaşınca biraz şaşırmıştı. Görünüşe göre, bebek Martina, Tyler’ın kendisi tarafından ürkütülmüştü.

Tyler, bebek Martina’yı dikkatlice kucaklayarak, onun sakinleşmesi için yumuşak bir şekilde fısıldadı: “Sakin ol, Martina. Her şey yolunda.” Tyler’ın sesi, bebek Martina’nın gözlerinde bir nebze rahatlama sağladı. Ancak, onun ürkütücü tepkisi, evdeki kaotik atmosferin hala etkisini kaybetmediğini gösteriyordu.

Jonas, Tyler’ın bebeği kucaklayışını hissederken öfkesi biraz olsun dinmiş gibi göründü ama kaos bitmemişti, evdeki diğer sorunlarla başa çıkmak zorundaydılar. Lydia, Tyler’ın bebeği kucaklamasının ardından derin bir nefes aldı ve bu karmaşanın içinde ne yapacağına karar vermeye çalıştı. Evin içindeki bu karmaşa, herkesin sabrını ve dayanıklılığını sınayan bir durum haline gelmişti.

Evin içinde dolaşan bu karmaşanın, herkesin üzerinde bıraktığı izler derinleşmişti. Thomas’ın öfkesini kontrol altına almaya çalışırken Lilith, Thomas’ın yanında belirdi. Sakinleştirici bir tavırla yaklaşarak, onun yanında durdu. Thomas’ın öfkesinin dinmemesi, Lilith’in de içindeki endişeyi artırıyordu. Lilith, yumuşak bir ses tonuyla, “Thomas, lütfen biraz sakinleş. Hepimiz bu kaostan yorulduk.’’ Dedi. Ardındansa sözlerini sürdürdü. ‘’Bu öfke ve bağırışlar Martina’yı korkutmaktan başka hiçbir şey yapmayacak!’’

Lilith’in sesi, Thomas’ın öfkesini biraz olsun yatıştırmayı başardı. Ancak, Thomas’ın yüzündeki öfke ve stres hâlâ silinmemişti. Lilith’in varlığı, Thomas’a bu zor zamanlarda bir nebze huzur sağlayabilirdi, ama onun öfkesi, bu anı daha da karmaşık hale getiriyordu.

Diğer yandan, Jessica kanepeye endişeyle çökmüş durumdaydı. Evdeki kargaşa, onun üzerindeki baskıyı artırmıştı. “Ne oluyor burada?” diye fısıldayarak kendini kanepeye bıraktı. Jessica’nın endişeli bakışları, evdeki durumun ciddiyetini açıkça yansıtıyordu.

Jessica, Thomas’ın Lilith tarafından sakinleştirilmeye çalışılmasına rağmen, bu durumda kendini nasıl daha iyi hissedebileceğini düşünmeye başladı. Lilith’in Thomas’a yaklaşımı, Jessica’ya göre, evdeki gerilimi yatıştırmak için gereken adımları içeriyordu. Ancak, onun kaygıları ve korkuları, bu anın içinde kaybolmuş gibiydi.

Lilith, Thomas’ın yanından ayrılmak zorunda kaldı ve Jessica’nın yanına doğru yürüdü. “Her şey yolunda olacak, Jessica,” dedi, fakat sesi hala endişe doluydu. Jessica’nın yanına oturdu ve elini onun omzuna koyarak, onu teselli etmeye çalıştı. Lilith, Thomas’ı yatıştırma çabasıyla hareket ederken, Jessica’nın içsel karmaşası ve endişesi evdeki genel gerginliğe uyum sağlamıştı.

Evin içinde dolaşan bu karmaşanın, herkesin üzerinde bıraktığı izler derinleşmişti. Thomas’ın öfkesini kontrol altına almaya çalışırken, Lilith’in ve Jessica’nın kendi endişeleriyle başa çıkmaya çalışmaları, bu karmaşanın bir parçasıydı.

Jonas, salonda bir süre daha sükuneti sağlamak için çabaladıktan sonra, üst kata geri döndü. Salondaki kaos, Tyler’ın Martina’yı kucaklayarak onu sakinleştirmesiyle nihayet sona ermişti. Bebeğin huzursuzluğu, Tyler’ın şefkatli ellerinde giderek azalmış, minik Martina sonunda sessizliğe bürünmüştü. Tyler’ın titiz ve sabırlı tavrı, bebeğin korkusunu yatıştırmış, kaotik atmosferi yumuşatmıştı.

Jonas, üst kata dönerken, evdeki tüm gerginliğin hafiflediğini hissediyordu. Herkesin gerilimi biraz olsun çözülmüş ve ortamda bir nebze olsun sükunet sağlanmıştı. Thomas, Lilith’in yanına gidip ona hafif bir baş hareketiyle teşekkür etti. Lilith, Thomas’ın öfkesini yatıştırmada önemli bir rol oynamıştı ve bu, onun rahatlamasına yardımcı olmuştu.

Tyler, Martina’yı hala kucağında tutarak, bebeği yumuşak bir şekilde sallıyordu. Bebeğin gözleri yavaş yavaş kapanıyor, Tyler’ın kucaklayıcı tavrı sayesinde huzur buluyordu. Tyler’ın bu durumu sakin bir şekilde yürütmesi, evdeki gerilimi yumuşatmaya yardımcı olmuştu.

Lilith, Jessica’nın yanında durarak onun endişesini gidermeye çalışıyordu. Jessica’nın yüzündeki endişe ifadesi, Lilith’in varlığıyla biraz olsun hafiflemişti. Her şey, Tyler’ın ve Lilith’in çabalarıyla bir nebze sakinleşmişti en sonunda.

...

____

...

O gün asıl sorunun Brad ve dönüşümü değil de aslında içsel çatışmalar olduğunun farkına varıldığında geriye kalan tek şey itaatsizliklere ceza vermeyi içeriyordu!

Bazı kişiler evde sadece alfanın sözü geçe kuralını unutmuş olacak ki kendinde laf söyleme ve karşı çıkma hakkı buluyordu.

Doğuştan bir alfaya karşı çıkmak cesaret isterdi.

Elliot ve Fernando bu cesareti göstermiş olsalar da bu sadece ellerinde patlayan birer bomba oldu.

Yine ve yine alfa kazanmıştı!

Tyler, Martina’nın annesi Lydia'ya bebeği nazikçe teslim ettikten sonra odadan çıktı. Lydia, bebeğini kucaklarken gözlerinde minnettarlıkla Tyler'a döndü. "Teşekkür ederim.’’ dedi Lydia, sesi hala hafifçe titriyor ve gözleri doluydu.

Tyler, Lydia’nın bu içten teşekkürüne sadece bir baş selamı ile cevap verdi. Gülümsemesi, onun bu zor anlarda bile sakinliğini ve yardımseverliğini yansıtan bir işaretti. Lydia, Tyler'ın bu basit ama anlamlı hareketiyle içsel bir rahatlama bulmuştu.

Tyler odadan çıkarken, evin atmosferinin tekrar normale dönmesi için herkesin adım adım yerine oturduğunu keşfettiğinde kaosun neyi unutturduğunun farkına işte o anda varabilmişti, kaos sonlandığında!

Adelia!

Tyler odadan çıkarken, evin atmosferinin tekrar normale dönmesi için herkesin adım adım yerine oturduğunu gözlemledi. Kaosun getirdiği karmaşa ve belirsizlik içinde, zihninde sürekli bir yer işgal eden düşünceler arasında Adelia'nın adı, neredeyse görünmez olmuştu. Ancak, kaosun yavaş yavaş sona erdiği ve tüm dikkatlerin başka bir yöne kaydığı anda, Tyler gerçek bir sarsıntı yaşadı.

Kaosun patırtısının ardından, evin yeniden bir huzur ve düzen kazandığı an, Tyler’ın zihninde Adelia’nın adı yankılanmaya başladı. Evin kalabalığında ve yüksek sesler içinde, Adelia'nın eksikliği, önceden fark edilemeyen bir boşluk gibi hissediliyordu. Tyler, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Şimdi, kaosun sona erdiği ve herkesin tekrar yerine oturduğu bu an, Adelia'nın yokluğunun gerçek ağırlığını hissetmek için bir fırsat sunmuştu.

Odasından içeriye girip Adelia’yı göremeyince derin bir boşluk hissetti. Vücudunda gezen bu boşluk aynı zamanda da bütün evi kapsamaktaydı.

Odadan bir hışımla çıkıp Lydia’nın odasına geri dönen Tyler vakit kaybetmeden Adelia’yı sordu.

Lydia’dan olumsuz bir cevap aldığındaysa endişeler daha da katlanarak artıyordu!

Adelia’nın yokluğu nihayet geçen koskoca yarım saatin ardından fark edilebilmişti!

Kaos ve karmaşanın etkisiyle gözden kaçmış olan bu detay, şimdi Tyler'ın dikkatini çekmişti. Adelia'nın yokluğu, evdeki tüm kaosun ve karmaşanın arkasında karanlık bir gölge gibi duruyordu.

Onun nerede olduğuna dair en küçük bir ipucu bile bulmak için içindeki endişe büyüdü.

Tyler, evdeki aramasında Adelia'ya dair hiçbir iz bulamayınca, içinde büyüyen endişeyi bastırmakta zorlandı. Hızla ve sinirli adımlarla üst kata dönerken, odanın köşelerine, her ayrıntıya göz attı. Adelia'nın odasında yalnızca komodinin üstünde katlı halde duran birkaç kıyafet vardı; ancak bu kıyafetler, Adelia'nın kendisinden çok uzak bir iz bıraktığından, Tyler'ın içindeki panik hissini dindirmeye yetmedi.

Duygularını kontrol etmekte giderek zorlanan Tyler, içindeki öfkeyi ve endişeyi susturmak için hızlı adımlarla alt kata indi. Kaosun ortasında, herkesin dikkatinin dağılmış olduğu salona döndü. Gözleri, kendisine yanıt verebilecek bir ipucu arar gibi etrafı taradı.

Tyler’ın yüzündeki sert ifade, tüm salonu bir kez daha etkisi altına aldı. Her adımında, kendini kontrol etmeye çalışan ama başarısız olan bir adamın yorgunluğu vardı. Salonda kalanlar, Tyler’ın ruh halindeki bu keskin değişimi fark edebildiler.

Jessica ve olaylar olurken tamamen sessizce durup izlemiş olan Maya Tyler’ın sinirli tavırları karşısında bir kez daha gerilmişlerken Tyler, salonun ortasında durdu, herkesin dikkatini çekti ve sert bir şekilde konuştu. “Adel’i gören var mı?’’

Jessica, hala yerinden kalkamayacak kadar endişeliydi ve Thomas, Tyler’ın öfkesine daha fazla sebep olmamak için sessiz kaldı. Tyler, ellerini yumruk yaparak bir an için derin bir nefes aldı. Tüm bu kaosun ortasında onu nasıl unutabilmişti!?

Tyler’ın içinde biriken sinir katlanarak artarken gözleri koyu turuncuya bürünen Tyler öfkeyle yanındaki duvara bir yumruk attıktan sonra ışık hızında evin bahçesine çıktı.

Adelia’ya ait hiçbir iz ya da koku yokken Tyler daha da kontrolden çıkıyordu.

Tyler evin arka kapısına yöneldiğinde Adelia’nın buradan çıkışının muhtemel olacağının farkına vardığında izleri aramaya koyuldu.

Kokusuna dair bir iz bulup yerini çözemiyor olsa da ardında bıraktığı bir şeyler mutlaka olmalıydı!

Tyler’ın kafasında Adelia’nın kokusu, Tyler için tanınması zor bir şey haline gelmişti. Lilith’in kıyafetlerini ve kokusunu hissedince, Adelia’nın gerçek kokusu kaybolmuş gibi görünüyordu. Lilith’in kokusu, Adelia’nın üzerine sinmiş bir örtü gibi, Tyler’ın algısını karmaşıklaştırmıştı ve Tyler’ın Adelia’yı bulmasını imkansızlaştırmıştı.

Tyler, umutsuzca evin etrafında dönerken, içinde yaşadığı boşluk ve kaybolmuşluk hissiyle başa çıkmaya çalıştı.

Ve ardından Tyler…

Bir anlık kararlılıkla ormana doğru yöneldi.

Ormanın derinliklerine doğru hızla koşarken, Tyler’ın adımları, tıpkı bir avcının avını takip ederken ki kadar kararlıydı. Kalbinin hızla atması, adımlarının yankılanmasına eşlik ederken, gözleri karanlıkta en küçük bir hareket ya da iz arıyordu. Çam ağaçlarının arasından geçerken, üstündeki giysiler rüzgarla dalgalanıyordu. Hızla geçip gittiği yollar, ormanın derinliklerine açılan bir labirente dönüyordu. Tyler’ın nefesi, kış soğuğunda buharlaşarak havada iz bırakıyordu.

Adelia’nın kokusunu bulmak için çırpınan Tyler, her geçen dakika ormanın koyuluğuna daha da gömülüyordu. Ormanın karanlığı, Tyler’ın gözlerini yanıltıyor ve Adelia’nın izini sürmeyi zorlaştırıyordu. Ağaçların arasındaki gölgeler, sanki adımlarını yavaşlatmak için çekilmiş gibiydi. Tyler, zemindeki yaprakların hışırtısı ve dalların fısıldayan sesleri arasında Adelia’nın kokusunu arıyordu.

Bir süre sonra, Tyler, Adelia’nın kokusuna dair herhangi bir iz bulamadan ormanda gezinirken, kalbi gittikçe daha da hızlanıyordu. Adımları, keskin ve kararlı bir ritimle devam ederken, etraftaki doğanın sessizliği, içindeki öfkeyi daha da belirgin hale getiriyordu.

Tyler’ın zihnindeki Adelia düşüncesi, her şeyin önündeydi. Adelia’yı bulma kararlılığı, onu ormanın derinliklerine çeken bir güç haline gelmişti. Koşarken, zamanın geçişi fark edilmeden ormanda kaybolmuştu; ama bu kaybolmuşluk, Tyler’ın umudunu kesmemesi için bir engel teşkil etmiyordu. İçindeki acı ve belirsizlik, onun hızını daha da artırıyordu.

Sonunda, Tyler ormanın karanlık koridorlarında koşmayı sürdürürken bunun sadece umutsuz bir çaba olduğunu fark etti.

‘’Bu kadar uzaklaşmış olamazsın.’’ Diye iç geçiren Tyler nihayet yanlış bir rotasyonda olduğunu fark ettiğinde daha hızlı bir şekilde geri döndü.

‘’Ormanın derinliklerinde bile bile kaybolacak kadar aptal değilsin tabii ki de!’’ Tyler, kendi kendine seslenerek cesaretini yeniden topladı. Adelia’nın kokusunu bulmanın bu kadar zor olduğu düşüncesi, ona adım adım geri dönmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Hızla yön değiştirerek, doğru yolda ilerlemek için tüm hızını kullanarak geri döndü.

Tyler’ın adımları, hızla geri dönme kararlılığıyla daha da hızlı bir ritim kazandı. Gölgeler ve ağaçlar, hızla geçip gitmesiyle birlikte, onun içindeki öfkeyi ve çaresizliği yansıtır gibi görünüyordu. Her şeyin üzerinde, Tyler’ın düşünceleri yalnızca Adelia’yı bulmak üzerine yoğunlaşmıştı.

Tyler fevri bir kararla asfalt yolun yolunu tuttuğunda endişenin vücudunu nasıl deli ettiğinin farkına bir kez daha varmıştı. Bunu en başından yapmalıydı. En başında şehrin yolunu tutmalıydı ki Adelia’yı daha hızlı bulabilesin!..

Ormanın kenarından kenarından sessizce düz yolda ilerliyordum.

Amacım şehre ulaşmak değil aslında Sky’ı beklerken biraz daha ona yaklaşmak idi.

Adımlarım yavaş ve dikkatliydi, çalıların arasından dikkatli geçiyor ve asfalt yoldan uzak duruyordum.

Asfalt yolun asfaltı ağaçların arasından görünüyorken tamamen yoldan uzak değildim.

Etrafımdaki ağaçlar ve yapraklar hışırtılar çıkararak rüzgarla dans ediyordu. Doğa, kendi melodisini çalarken, ben bu melodinin içinde yalnızca bir notaydım. Ama içimdeki gerginlik, her an patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Gölgeler, zihnimde tuhaf oyunlar oynuyordu; neyin gerçek neyin hayal olduğunu ayırt etmek zordu.

Evdekilerin kavga esnasında benim kayboluşumu hissetmişler midir ki şu ana kadar?

Aslında kesinlikle hissetmiş olmaları gerekiyorlardı.

Belki de bu yüzden içimde bir panik, bir ürperti hissi vardı.

İçimdeki korku ve adrenalin, tüm duyularımı keskinleştirmişti.

Eğilerek yerde duran bir ağaç kabuğunu fark ettim.

Garip bir şekilde, ucunun sivri olduğunu gördüm. Sanki o an için özel olarak şekillenmiş gibi duruyordu. Bir an bile tereddüt etmeden kabuğu elime aldım, parmaklarım kabuğun pürüzlü yüzeyini hissetti. İçimde bir titreme hissettim; bu kabuk, kendimi savunmam için elimdeki tek silahtı. Sanki her şey o an için hazırlanmış gibiydi; doğa, bana yardım eli uzatıyordu.

Fakat bir şey, içgüdülerimin bana uyarıda bulunmasına sebep oldu. O tanıdık kokuyu, o tanıdık varlığı hissettim. Ama bu bir rahatlama getirmedi, aksine gerilimimi daha da artırdı. Arkamda durduğunu, bana doğru yaklaştığını biliyordum. Nefes alışverişi, ormanın doğal seslerine karışıyordu. Zihnim, beni bulduğu gerçeğini kabul etmekte zorlanıyordu.

Sadece saniyeler sürmüştü olanlar. Farklı bir rüzgarın esmesi ve ürperti sonucu yerden aldığım ucu sivri ağaç parçasını avcumun içinde sıktıktan sonra bir hışımda dönerek havaya doğru salladım.

Ağaç parçası arkamda beliren insan silüetinin tam da boynuna isabetli bir şekilde giderken havada yakalanmıştı elim.

Bakışlarımız o an kesiştiğinde göz göze geldim.

Tyler!

‘’Hiç değişmemişsin.’’ Dedi. Ardından cevap dahi beklemeden sözlerine devam etmişti elimi çekmeye çalışırken.

‘’Ama yine de… Güçten düşmüş olduğun gerçeğini değiştirmez bu.’’

Tyler, sakin ve kararlı duruşuyla orada duruyordu. Gözlerindeki ifade, her şeyden haberdar olduğunu ve beni korumak için burada olduğunu haykırıyordu. Elim yavaşça aşağıya indi, kalbimdeki korku yerini derin bir suçluluk duygusuna bıraktı.

Nefes nefese kalmıştım.

O sadece ileriye doğru bir adım attı ve elimdeki kabuğu nazikçe aldı. Gözlerinde şefkat vardı, yargılamayan, anlayışlı bir şefkat. Elim, bir an boşlukta asılı kaldı, sonra onun sıcak elini hissettim.

 

Tyler, elimi sıkıca tuttu ve beni gözlerinin derinliklerinde kaybolmama izin verdi. Korkum yerini güvene bıraktı; onun yanımda olması, yalnız olmadığımın hatırlatıcısıydı.

O an, hiçbir kelimeye gerek yoktu. Ormanın içindeki o sessizlik yerini tuhaf bir gerilime bırakmıştı ve içimde hâlâ fırtınalar kopuyordu. O sırada uzaklardan bir motor sesi duydum. Kafamı çevirdim ve ağacın arkasından beliriveren arabanın farları gözlerimi kamaştırdı.

O tanıdık araba... Kalbim bir an duracak gibi oldu. Sky.

Araba durduğunda, kapı hızla açıldı ve Sky dışarı çıktı. Üzerindeki o tanıdık deri montu ve kararlı duruşuyla bana doğru yürüdü. Tyler ile göz göze geldiler. İkisinin arasında gerilen hava neredeyse elle tutulur gibiydi. Sessiz bir meydan okuma vardı aralarında; sanki konuşmadan bir şeyler paylaşıyorlardı. O anda nefesimi tutmuş, bu anın nereye evrileceğini merak ediyordum.

Sky’ın gözleri bir an Tyler’dan bana kaydı ve sonra tekrar ona döndü. Kaşlarını hafifçe çattı, sanki bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. Sonra bakışlarını tekrar bana çevirdi. Gözlerindeki sorgulayıcı ifade beni huzursuz etti.

"Bu kim, Adelia?" diye sordu, sesi sakin ama içinde barındırdığı gerilim apaçık ortadaydı. Sanki bir şeylerin cevabını almak için can atıyordu. Tyler ise yanında duruyordu, bakışları hâlâ Sky üzerinde.

Ne diyeceğimi bilemeden, gözlerimi kaçırdım. Sky’ın kim olduğunu Tyler’a nasıl açıklayabilirdim? Tyler’ın kim olduğunu Sky’a nasıl anlatabilirdim?

İki farklı dünyam, iki farklı kişi... Ve ben arada kalmıştım. İçimde bir savaş vardı; geçmişim ile şimdi, eski alışkanlıklarım ile yeni gerçekler arasında bir çatışma.

Tyler sessizdi. Sky’ın sorusuna cevap vermemişti ama bakışlarından bir şeylerin farkında olduğu belliydi. Bu, Sky’ın hoşuna gitmemişti. “Adelia,” diye tekrarladı Sky, sesinde sabırsızlık vardı. “Bir şey söylemeyecek misin?”

Derin bir nefes aldım, ama cevap veremedim. Sözler boğazımda düğümlenmişti. İçimdeki kararsızlık beni ele geçirmişti. Sky’a bakarken, onun ne kadar meraklı ve aynı zamanda korumacı olduğunu görebiliyordum. Ama Tyler’a dönüp baktığımda, onun sessiz ama sağlam duruşu bana bir tür karmaşık duygular yaşatıyordu.

O an ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. İkisinin arasında bir seçim yapmak zorunda hissettim. Fakat bu, basit bir tercih değildi. Sky, benim çocukluk aşkımdı, geçmişimin bir parçasıydı. Tyler ise şu an hayatımda olan, beni koruyan ve benimle birlikte savaşan biriydi. İki dünya arasında sıkışıp kalmıştım.

Sonunda, gözlerimi Tyler’dan kaçırıp Sky’a baktım. “O… bir dost,” diye fısıldadım. Sözlerim ne kadar yetersiz ve sönük kaldıysa da, elimden başka bir şey gelmiyordu. Sky’ın kaşları daha da çatıldı ama bu sefer bir şey söylemedi. Belki de anlamaya çalışıyordu. Ya da daha fazlasını sormaktan korkuyordu.

Tam bu anın gerginliğine dayanamayacak gibi hissettiğimde, Sky derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, sonra açtı. “Adelia, seni şehirde bırakayım. Belki biraz uzaklaşmak iyi gelir,” dedi, sesi artık daha yumuşak, daha anlayışlıydı. Sanki beni biraz olsun rahatlatmak istiyordu.

Bir an duraksadım. Tyler’ın gözleri üzerimdeydi. Onun varlığını yanımda hissetmek bana güç veriyordu, ama aynı zamanda Sky’ın teklifinde bir kaçış yolu da bulmuştum. Birkaç saniye boyunca Tyler’ın tepkisini bekledim, ama o sadece sessizce bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi.

Tam bu anın gerginliğine dayanamayacak gibi hissettiğimde, Sky derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, sonra açtı. “Adelia, hadi gidelim. Burada daha fazla durmaya gerek yok değil mi?’’ Gözleri beni es geçip Tyler’ı bulmuştu. Tyler bakışlarını bana diktiğinde Sky’a döndüm.

Bir an duraksadım. Tyler’ın gözleri üzerimdeydi.

Sky… En sonunda buradan bir kaçış yolu sunmuştu bana.

Birkaç saniye boyunca Tyler’ın tepkisini bekledim, ama o sadece sessizce bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi.

Sessizce başımı salladım ve Sky’ın teklifini kabul ettim.

‘’Haklısın. Gidelim!’’

Asfalt yola çalıların arasından doğru çıkarken Sky elini uzatmıştı. Sky’ın eline o an uzanacak iken Tyler’ın elimden çekişi ile olduğum yerde kalakaldım.

‘’Nereye!?’’ Tyler’ın gözlerinin içine baktığımda gözlerimi Sky’a çevirdim.

Ona işaret parmağım ile ‘’Bir dakika.’’ Yaptıktan sonra ‘’Arabaya geçer misin hemen geliyorum.’’ Dedim.

Ardındansa bir kez daha Tyler’a döndüm.

Sky arabaya geçip geçmemekte kararsız iken en sonunda Tyler’a bir bakış atıp istemeye istemeye iç çekerek arabanın yolunu tutmuş ve şoför koltuğuna yerleşmişti.

Sky yanımızdan çekip gittiğinde Tyler hızlıca konuya girdi.

‘’Sen… Ne yapıyorsun ya!? Ben seni her yerde ararken! Nereye!?’’

Elimi elinden çektikten sonra gözlerine diklenerek baktıktan sonra ben de sözlerine karşılık verdim.

‘’O eve geri dönmeyeceğim! Bu kadar!’’

Arkamı dönmüş gidecekken Tyler bir kez daha engelledi.

‘’Öyleyse şehirde kalalım…’’

Kahkaha atmıştım.

‘’Sen orada kalmalısın! Thomas ile olanları unuttun mu yoksa!? Lydia ve kızına bakacaksın, onları koruyacaksın…’’ derken sözlerimi kesti.

‘’Onlar başının çaresine bakabilirler. Ayrıca onların değil senin vampir sorunun var unuttun mu yoksa bir hafta önce olanı!?’’

Bir kez daha kahkaha atmıştım.

‘’Anlamıyor musun!?’’ diyerek iç çektim ve devam ettim.

‘’Ne seni ne de onları… Hiçbirinizi istemiyorum! Sadece gideceğim. Sky ile gideceğim. Ne olacağı umurumda değil anlamıyor musun!? Buraya kadar. Artık beni vampirlere karşı bir dert olarak görmene gerek yok. Sen kendi türün ile ilgilen ve ben gerekirse kendi türüm arasında ölürüm. Biliyorsun, ölümsüz olan sizlersiniz, bense… Elbet bir gün…’’

Tyler gözlerimin içine manalı bir ifadeyle bakarken bir kez daha ona sırtımı döndüm.

Asfalt yola çıkacağım esnada arkamdan bir kez daha seslendi.

‘’İstediğin her yere git! Ama o konumu bana atacaksın Adelia. Beni uğraştırma seni bulmam için ve o konumu at! Söz veriyorum karışmayacağım sana. Sadece yerini bildir. Ve ardından balo için unuttuklarını getireceğim sana.’’

Gözlerimi devirmiş ve bir daha ona dönmeden asfalt yola çıktım. Sky’ın arabasına doğru adım attım. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde, Sky’ın yanına oturdum. İçimde bir huzursuzluk vardı, ama aynı zamanda bir rahatlama da hissettim.

Sky arabayı çalıştırdı ve oradan uzaklaştık. Tyler ise arkamızda kalıyordu. Gözlerimi yola diktim, ama aklım hâlâ gerideydi. O an, ikisi arasında seçim yapmanın ne kadar zor olduğunu fark ettim. Fakat en azından, biraz olsun uzaklaşmak, düşüncelerimi toparlamak için bir fırsattı. Şehir ışıkları, ormanın karanlığını geride bırakırken, içimdeki düğümler çözülmeye başlayacaktı.

Loading...
0%