9. Bölüm

08. AV VE AVCI

Eda
selinayeda_x

 

 

 

 

 

AV VE AVCI

 

Bir vampirle yakınlaşmak demek ona ait olmak demekti, sadece ona ait olmak! Ve sen bir vampire ait olduğunda aranızda oluşan ilk şey kan yakınlığı olurdu. Kan demek bağ demekti ve iki varlığı birbirine yakınlaştırırdı. Kan kardeşi demek de buradan gelirdi. Vampir avının kanına aşık olurdu ve av ise kanının vücuttan nazikçe ve zararsızca akıp gidişine! Kanın sıcaklığının bünyede bıraktığı etki her iki tarafa da sadece zevk verirdi ta ki avcı avını öldürmek isteyinceye kadar!..

Soğuk nefesi boynumu delip geçerken, duvarla onun arasında git-gel mekik dokumaktaydım. Sivri dişleri arasında çıkan hırıltısı kulaklarımı doldururken, gözlerim kısık bir şekilde etrafı izlemekteydim. Buraya geldiğimiz ilk anda önce üstüme doğru yürümüştü. Sonrasında da beni duvarların arasına alıp köşeye kıstırmıştı.

Elbette ki onu sarılırken, bedenini iyice bedenime yapıştırdı.

“Ah, evet, artık buradasın. Ve artık benim odamdayız. Ne güzel...” Wilhelm’in derin anlamlı gözleri, gözlerimi iyice irislerime kadar yakarken, nefes alışverişlerim düzensizleşmiş ve kalp ritmim de tamamen bozuluvermişti.

Buna devam ederken ve beni daha yakına çekmeye devam ederken, öpücüklerini boynuma bırakmıştı.

“Ah, şu an burada olman bile ne kadar güzel bir his…” Gözlerimi boynuma gömülen dudakları eşliğinde kapatırken, tekrardan fısıldadım.

“Özür dilerim.” O ise ağzımı bir anda kapatmıştı.

“Zamanı değil, Adelia.” İlk defa ismimi doğru söylemişti. Başımı olumlu bir şekilde sallarken, eli kalçamı kavradı. Boynuma bıraktığı öpüşler şiddetlenirken, kollarımı boynuna dolamıştım.

“Peki ya avcılar?” Tekrardan fısıldadığımda, nefesini bıkmış bir şekilde tekrardan boynuma vermişti.

“Unuttun mu, onları geride bıraktık, parkta!” Başımı tekrardan salladığımda, bir eli de saçlarım arasına gömülmüştü.

“Gerçekten de düşünülecek bir şey yok o zaman.” Verdiğim bu cevaptan sonra Wilhelm de başını olumlu bir şekilde aşağı yukarı salladığında, sözlerimi bu sefer de kelimeleriyle onaylamıştı.

“Pekâlâ güzelim, artık düşünmemiz gereken başka bir şey yok. Tamamen bana odaklan.” Tekrar kafamı salladığımda, sözlerini sürdürmüştü.

“Tam anlamıyla benim olduğunu bilmene ihtiyacım var şu an.” Gözlerim tekrardan kapanmışken gülümsedim.

“Tamamen seninim.” Wilhelm, aldığı bu cevaptan tahmin olurcasına boynumu emmeye başladığında, sivri dişleri tenimi yakmıştı.

“Ah, tadına doymak istiyorum!” Neden bahsettiği gerçekten açık ve netti.

“Yap öyleyse!” Neye izin verdiğimin farkına bile daha yeni yeni varırken, kendimi yatakta bulmam bir olmuştu. Ve Wilhelm üstümdeki yerini aldığında, boynumu yana yatırmış bir şekilde beklemeye başlamıştım.

Ve Wilhelm’in sivri dişleri, normal azı dişlerinin yerini aldığında, gözlerimi kapattım.

O anda onun kollarının altında olmamın ve bedeninin her zerresine dokunmanın tadını çıkarırken, sivri dişleri en sonunda tenime de sürtünerek tenimi yaktı.

O anda kanımın tadını alırken, elleri kalçalarımı kavramış bir halde, kanımın tamamını emmeye devam etmişti. Ve ben tüm bu an boyunca kendimden geçmek üzereyken, aramızdaki yakınlık kapının bir hışımda açılması ile sadece saniyeler içerisinde son bulmuştu.

Wilhelm, üstümden sıçrayarak kalkmışken, ben ise olduğum yerde kalakalmıştım.

Boynumun zonklaması eşliğinde gözlerimi yavaş yavaş açmaya çalışırken, Wilhelm ile bakışlarım bir saniyeliğine de olsa kesişti. Onu en son görebildiğim anda ise Wilhelm, beni orada bir başıma bırakarak camdan atladığı gibi, beni odaya dalan kaçınarak korktuğu adamlardan kaçışı olmuştu.

Beni odayı basan vampir avcılarıyla bir başıma bırakmış ve tamamen bir korkak gibi kaçmıştı!

Wilhelm beni terk etmişti.

Hem de ona en ihtiyaç duyduğum anda.

Bırakıp gitmişti beni, vampir avcılarının önünde yaralı bir şekilde.

Boynumdan akan kanlar yatağı doldururken, birkaç adım sesi işittim.

“Hey, sen iyi misin?” Gözlerimi araladığımda, orta yaşlarda bir adamla göz göze gelmiştim.

Boynumda bir baskı hissettiğimde, başımı o tarafa yatırmıştım ki adam beni engelledi.

“Hey, hareket etme, hallediyorum. Yaranı saracağım.” Başımı yavaşça salladıktan sonra tamamen yastığa gömüldüğümde, odada bir başkasının sesini daha duydum.

“Kaçtı! Kayboldu ortalıktan!” Bana bakan vampir avcısı, başını o adamı onaylamak için ileri geri salladıktan sonra tekrar söze girmişti.

“Canın yanıyor mu?” Bu soru tam olarak benim içindi. Yavaşça başımı olumsuzca salladığımda, adam tebessüm ederek yarayı sarma işlemine devam etti.

“Gecenin Prensi. Bu onun işi. Yara izi yok, canını yakmamış. Ah, Wilhelm Donovan’ın peşindeyiz!” Vampir avcısı bu sözlerinden sonra tekrar bana dönmüştü. “Onu tanıyor musun?” diye bir soru yönelttiğinde yine başımı salladım, olumsuzca.

“Onun ne olduğunu biliyor musun peki?” diye sorduğunda, başımla onayladım.

Adam beni yavaşça yataktan kaldırırken, nihayet konuşabilecek kadar enerji toplayabilmiştim.

“Biyoloji öğrencisiyim. Mitlerle de ilgiliyim. Elbette anladım ne olduğunu. Gerçek olabileceklerini hiç düşünmezdim ama o hızını kullanıp beni rehin aldığında çoktan anlamıştım.” Elim boynuma yavaşça giderken avcı bileğimi tutarak beni engelledi. Sonrasında da yavaşça yataktan kaldırdı.

“Burada daha fazla durmaya gerek yok, hadi gidelim. Yolda birkaç soru sormak istiyoruz sana, anlıyorsun değil mi? O canavarı yakalayabilmek için vereceğin herhangi bir ipucu yardımcı olacaktır.” Vampir avcısına karşı başımı salladıktan sonra o beni önce bu odadan, sonra da bu evden çıkararak bir arabaya bindirmişti. Arkamızdan da iki kişi gelmişti. Biri sağ tarafta, diğeri de sol tarafta koruma görevini üstlenmişti.

Wilhelm hakkında hiçbir şey söylememiştim. Onu tanıdığıma dair ya da herhangi bir şey hakkında.

Çünkü ben de bir sır taşıyıcısıydım.

Ve vampir avcılarıydı onlar.

Eğer vampir avcılarına vampirlerin sırrını taşırsam, bu bir sır olmaktan çıkardı. Sırrı bozan ise... O elbette ki cezasız kalmayacaktı!

Vampir avcıları, vampir ırkını bilen bir insana hiç dostça davranmayacaktı, bundan da emindim!

‘’Seni parkın girişinden alıp götürdü, değil mi?’’ diye sordu vampir avcısı, tüm ciddiyetiyle. Onun bu sorusuna olumlu bir baş hareketiyle cevap verdim.

‘’Telkin edilmedin?’’ Bu sefer olumlu bir kafa sallayışının ardından söze de girmiştim.

‘’Hatırladığım kadarıyla hayır.’’ Vampir avcısı başını salladıktan sonra tekrardan söze girdi.

‘’Tamamdır. Mitlerde bunun yazmayacağını varsayıyorum.’’ diyerek söze girdikten sonra vampir avcısı camdan dışarıya bakıp sonra tekrardan bana döndü.

‘’Seni üssümüze götüreceğim. İçeride telkinden uzak tutan vampirlere zehirli bir bitki bulunuyor. Vampirler kana açtır ve tadını aldığı kanı bir daha asla unutmazlar. Eğer tekrar peşine düşerse… Hazırlıklı olacağız. Vücuduna mine çiçeği enjekte edeceğiz ve onu tuzağa düşüreceğiz. Basit bir vampir kadar kolay bir iş olmasa da, onu da avlayacağız! Gece Prensinin devri… Artık bitti!’’ Vampir avcısına olumluca başımı salladıktan sonra arkama yavaşça yaslandım.

Ne yapıyordum ben?

Kendi ırkıma mı ihanet edecektim yani!?

Wilhelm beni satmışken, hâlâ onu isteyemezdim, değil mi?

Vampirler avcıydı; bizi avlarlardı.

Vampir avcıları da onları!

Ben bir avdım!

Ama şimdi…

Avcı olmalıydım!

Wilhelm vampirlerin prensiydi. Yani aslında ele başıydı. O ortadan kalkarsa her şey daha da kolaylaşırdı. Vampirler başsız ve de kontrolsüz kalırdı. Onlar tarafında işler tamamen karışırken avcıların işleri ise kolaylaşırdı. Olay, prensi avlamakta yatıyordu. Bütün bir kaos, tek bir ipin kesilmesiyle sonlanabiliyordu.

Yani her şey aslında Wilhelm’de bitiyordu çünkü kontrolsüz vampirleri dize getirmek en kolayıydı ve avcılar bunu başarırsa, sırra ihanet etmeden asla çekinmeyecektim. Tüm bu gizli partiler ve okulda dolaşan vampirler… Hepsini bir bir anlatacaktım.

Zamanı gelmişti!

Artık zamanı gelmişti.

Bir binanın önünde durduğumuzda yanımda oturan kişi arabadan inerek kapıyı ardına kadar açık bıraktı. Arkasından ben de araçtan indikten sonra peşine düştüm.

Binaya girdiğimizde iki vampir avcısı beni bir sandalyeye oturtmuştu, sertçe!

“Ne yapıyorsunuz?” Vampir avcıları omuzlarımdan tutarken, liderleri sayılan daha kıdemlisi olan ise elinde bir iğne ile geri dönmüştü.

“Korkma tatlım. Dediğim gibi, sadece Mine Çiçeği.” Avcı yavaş adımlarla yanıma gelirken diğerleri de daha sıkı tutmaya başlamışlardı beni.

“Ve evet, biraz canın yanabilir. Sık dişini.” Vampir avcısı bunu söyledikten sonra boynuma şırıngayı sertçe enjekte ettiğinde yapabileceğim tek şey çığlık atmak olmuştu; avazım çıktığı kadar bağırmak... Sonrasında ise avcılar beni serbest bıraktı.

“İşte bu kadar.” Şırıngayı aldığı masaya geri bırakıp tekrardan bana bir bakış attığında elinde de bir kolye tutmaktaydı. Hayat ağacı denilen, içinde çiçek gözüken cam kolyeler gibi bir şekli vardı ama tek farkı da şuydu:

“İçinde mine çiçeği taneciği var. Seni korur. Tabii yanından ayırmazsan.” Avcı bu sözleri söyledikten sonra gelerek kolyeyi boynumdan geçirmişti. Artık kendimi korumada gibi hissediyordum.

“Artık yolları biliyorsun. Vampirler başını derde sokmaya devam ederse gelebilirsin, çiçek için. Ama tabii… Önce şu Donovan’ın icabına bakalım.” Vampir avcısı eline bir kazık aldığında yavaşça ayağa kalkmıştım.

“Gelecektir. Çok yakında elbette gelecektir! Ve biz de bunun için hazır olacağız! Kevin! Diğerlerini de haber ver, hazırlıklı olsunlar. Bugün fazlasıyla eğlenceli şeyler olacak!”

Avlamak ve avlanmak işte bütün mesele bundan ibaretti. Ya av olurdun ya da avcı olarak kendin avlardın.

İnsanlar vampirlerin avıydı.

Vampirler ise onları avlayan vampir avcılarının!

Ve ben… Ben şu an bir insanken vampir avcısı mertebesine geçmek için aşırı hevesliydim.

“Şimdi sana gelelim.” Vampir avcısı lideri Lucas bana döndüğünde başımı salladım.

Levi elime bir kazık bıraktığında ona bakakalmıştım.

Kendi ismini bahşetmede hiç mi hiç aceleci davranmamıştı. Antrenmana başlamanın hemen öncesinde tanıtmıştı kendini.

Önümde vurdukça oynayan insan şeklinde bir boks torbası bulunurken, vampir avcısı Levi bir şeyleri anlatmaya başlamıştı.

“Kalp! Her şey kalpte bitiyor. Kalbe sapla ve ölüşünü izle!” Vampir avcısına başımı salladıktan sonra kazığı elimde sıkıca kavradım.

“Heyecan yapmamak en önemlisi. Ve de zamansız bir anda davranmak, onlar için zamansız ve ani!” Sonrasında belinden çıkardığı kazığı bir anda karşımızdaki antrenman bedenine fırlatıp atmıştı. Tam kalbe saklanan kazığa bakarken bunu nasıl yapacağımı düşünmekteydim.

Ve de bu kabiliyetli vampir avcısına karşın vampirlerin nasıl hayatta kalabileceğiydi.

Gerçi… Hayatta kalıp kalmamaları umurumda bile değildi.

Yaklaşık on dakikamı almıştı. O da zaten sadece uzaktan, tıpkı Levi gibi kazığı fırlatma işiydi. Çünkü bir biyolog olarak kalbin yerini saptayıp kazığı kalbe saplamak sadece tek bir hamlemi, tek denememi almıştı. Tüm bu on dakika içinde ise sadece fırlatma eğilimini gerçekleştirmiş ve en sonunda başarmıştım. Ama sorun şuydu ki her şey mesafeye bağlıydı. Bir atış menzilim vardı ve o atış menzilinden ne daha kısa ne de daha uzun atabilirdim. Menzili yakalayıp fırlatması sadece içime doğması gereken bir zamanlama olacaktı. Zorda kaldıkça kullanılacak bir eylem!

“Artık hazırsın.” Levi’den duymayı beklediğim şu cümleyi en sonunda duyduğumda gerçekten de hazırdım.

Ve sırf hazır olana kadar yaptığım bu eylemler boynumdaki yarayı bile bana unutturmuştu, avcılar tarafından şırıngalanmış olduğumu da!

Levi, orta yaşlarda kumral saçlara ve mavi gözlere sahip bir avcı lideriydi. Orta yaşlarda dememe bakmayın, otuz yaşından pek de fazla gözükmüyordu dış görünüşü. Uzun boyluydu. Benden baya bir uzun! Bir seksen vardı. Bir seksenden daha da fazla olabilirdi hatta. Onun dışında avcılık geleneği olsa gerek, kahverengi bir deri ceket giymiş, içinde de krem rengi bir tişört vardı. Belki de eskimiş olan bir beyaz renkli tişört de olabilirdi bu tabii. Çünkü dediğim gibi, o bir avcıydı. Ve avlanırken kıyafetler eskir! Dış görünüşüne devam etmem gerekirse, siyah kargo pantolonuyla kombinini tamamlamıştı. Ama ben erkek modasıyla pek de bir ilgili değildim, o yüzden daha fazlasını umursamadan geçtim. Gözüktüğü kadarıyla bileğinde bir dövme vardı, el bileğinde! Sanırım bu avcılığı simgeleyen bir şeydi çünkü pek de bir şey göremiyordum. Sadece ceketinin kolunu sıvadığı kadarıyla yarısı görünmekteydi. Onun dışında diğer kolunda da deri siyah sembollü bileklikler vardı. Ve sembollerin ne anlama geldiğini hiç mi hiç bilmiyorum. Evet, işte vampir avcıları lideri olan Levi tam olarak bu kadardı.

“Artık gitme vakti,” dedi Levi. Demek artık gitme vaktiydi…

Gidelim öyleyse!

Antrenman alanından çıkarak hızlıca yola koyulduğumuzda, merdivenleri de çıkmamızın ardından nihayet kendimizi ana kapı tarafında bulmuştuk.

“Hazır mısınız?” Vampir avcısı Levi’nin bu sorusunu tüm emrindeki bir düzine vampir avcısı olumluca yanıtladıktan sonra artık hazırdık.

Onlar kapıdan dışarıya çıktığında neredeyse en arkada kalarak peşlerine takılmıştım. Benim arkamda da dört tane avcı bulunmaktaydı. Bu şekilde binadan çıkmış iken arabalara ilerliyorduk ve Levi de planını bana anlatmaktaydı.

“Seni evine bırakacağız, ev etrafında nöbet tutarak vampirimizi bekleyeceğiz. Evde sana da iş düşecektir, umarım başarılı olursun!” Levi’nin bu sözlerinden sonra belimdeki kazığı daha da sert hissetmiştim.

Bu iş bana mı düşecekti?

Benimle başlayıp benimle mi bitecekti?

Çok yakında her şeyi, hepsini çok yakın bir sürede, çok yakın bir zamanda öğrenecektim.

Öndeki arabalara birkaç avcı binmiş ve biz de arkadaki bir araca yol almışken bir anda olmuştu her şey, tüm bu curcuna!

...

Arabanın yanında vardığımızda, Levi kapıyı benim için centilmence açmıştı. Tam kapıyı tutup arabanın içerisine kendimi bırakacaktım ki yüzüme kan fışkırması bir olmuştu. Yüzüm, üstüm başım her yer kana bulanmışken Levi’ye baktım. Tam karşımda duran Levi, kanlar içerisinde kalmış bir şekilde yere yığılmıştı.

Vampir avcısı lideri… İşte bu kadar savunmasız ve bu kadar güçsüzdü demek ki!

Vampir avcısının bedeni yere yığılırken, onun kalbine isabet eden hançere bir bakış attım. Uzaklardan gelen bu obje kim tarafından fırlatılmış sorusuna bir cevap ararcasına tüm avcılar etrafı tararken, o kendini göstermekten artık çekinmemişti.

Wilhelm’di o!

Wilhelm Donovan!

Namı diğer Gecenin Prensi!

Avcılarını avlamaya, prensesini de kurtarmaya gelmişti.

Yani en azından o böyle düşünüyordu!

Çünkü ona bir kez daha teslim olmaya asla niyetim yoktu!

Gecenin Prensi bir korkak gibi kaçarak ortalıktan kaybolmuştu. Şimdi de asilmiş gibi savaşıyor ve teker teker avcıları yere seriyordu.

Avcılar ellerinde arbalet ateş etseler de Wilhelm’in bu vampir hızına asla yetişememişlerdi. Hepsinin teker teker kalplerini sökerken Wilhelm adeta keyif alıyordu.

Alırdı elbet.

Ebedi düşmanlarından yavaş yavaş kurtuluyordu vampir!

Sivri dişleri bir başka vampir avcısının boynuna battığında Wilhelm, tendon, damar ne varsa hepsini koparıp atmış ve vampir avcısının bedenini yere sermişti. Geriye kalan üç avcı sırayla ona ateş ettiğinde, iki ok kollarına ve bir tanesi de bacağına isabet ettiğinde yere yığılmıştı.

Mine çiçekli oklar!

Levi bahsetmişti. Arbaletlerinde mine çiçeği özü vardı ve bir vampire saplandığı an o şey onlara daha da acı ve ızdırap veriyordu!

Wilhelm, bacağındaki mine çiçeği özlü oku çıkardıktan sonra olabildiğince hızlı bir şekilde ayaklanıp tekrardan ortadan kaybolduğunda, aslında bunda ilk defa başarısız olmuştu. Mine çiçeği güçlerini kesmişken Wilhelm, sadece birkaç metre uzaklaşabilmişti. Ama tabii bu onun için yeterli olmuştu. Kollarındaki okları da çıkarıp avcıların üzerine attığında, avcılardan iki tanesi daha yaralanarak yere düştü. Geriye kalan tek bir avcı varken Wilhelm, şu an insan kadar yavaş ve savunmasızdı. Karşısındaki insanda ise bir arbalet vardı!

Avcı, elinde kalan son üç oku da fırlattığında Wilhelm, bir tanesinden sıyrılmış, bir diğeri Wilhelm’in önündeki ağaca isabet etmiş, bir diğeri ise Wilhelm’i teğet geçerek uzaklaşıp gitmişti.

Artık avcının bir saldırı aleti yokken Wilhelm, ağaca saplanan oku hızlıca ağaç gövdesinden çekerek aldı. Vampir avcısı, yerdeki ölen meslektaşlarının oklarından ararken Wilhelm, elindeki tek saldırabileceği oku fırlattı. Ok, avcıyı teğet geçtiğinde dönüp ikisine birden teker teker bakmıştım.

Önce avcıya, sonra nefes nefese kalan, mine çiçeğinin vücudunu yaktığı Wilhelm’e.

Ve sonrasında… Avcının yerden ok aramasını beklemeden belimdeki kazığa davrandım. Kazığı hızlıca elime alıp sımsıkı kavradıktan sonra hiç düşünmeden ona fırlattım, Wilhelm’e! Tıpkı Levi'nin de öğrettiği gibi kalbine nişan alırcasına!

Menzil içindeydim, biliyordum. Kalbin yerini de aynı şekilde biliyordum!

Atabileceğime de inancım tamdı!

Ve ben de daha fazla durmadım, beklemedim. Ve yaptım!

Kazığı, etkilendiğim, beni etkileyen, benden beslenen, öpüştüğüm adama, Wilhelm’e fırlattım!

Ya av olacaktım ya da avcı.

Verilecek tek bir cevap bu ikisinden birinde saklıydı.

Wilhelm, kendisine doğru gelen kazığı bir hışımda havada yakaladığında şaşkınlıkla bakakalmıştım. O ise beni umursamadan aldığı kazığı hazırlayıp doğrulmuş olan vampir avcısına tam da kalbinin hizasında fırlatmıştı. Vampir avcısı kazığı tam da kalbinden yiyip yere yığıldığında ağzım açık bakakalmıştım. Bu durum gerçekten de yaşanmış mıydı?

O adam… Benim Wilhelm’e attığım şey ile mi ölmüştü şimdi!?

“Sen,” dedi Wilhelm bir anda yanımda, tam karşımda belirirken. Bu esnada irkilerek bir adım geriledim. Mine etkisi… Bu kadar kısa mı sürmüştü?

“Aslında…” diyerek beni şöyle bir süzdükten sonra sözlerini sürdürdü. “Yardıma ihtiyacım yoktu ama yine de sağ ol.” Ne yani, az önce yaptığım şeyi… Bir iyilik olarak mı algılamıştı!?

Hem de onu öldürmeye çalışıyorken!?

Bir adımla tekrardan tam karşımda bittiğinde geri çekilemeden eli kollarımı tutmuştu. O sırada yüzü yüzüme yaklaşınca en nihayetinde vücudumdaki mine ve kolyedeki çiçek etkisini göstermişti.

Wilhelm bir anda sertçe beni fırlatıp atarcasına ittirdiğinde dengemi kaybederek yere düştüm. Wilhelm’in gözleri kan kırmızısı olurken irkilerek geri geri sürünmeye çalıştım ki Wilhelm, elleriyle başını sıkarak olduğu yerde kalmıştı.

“Ah! O zevksiz köpekler sana mine çiçeği enjekte etmiş olamaz!” Başını tuttuğu ellerini serbest bırakıp tekrardan bana döndüğünde derince bir nefes almıştı. O an kolyeyi de fark etmişti.

“Kolyeyi çıkar.” Bu bir emirdi. Ama öfkeden ziyade normal bir ses tonunda söylemişti. Tereddütle yerde kalakalmışken gözlerinin içine bakıyordum.

Yerde öylece hareketsiz kaldığımı fark edince tekrardan bıkkınlıkla nefesini vermişti.

“Adelia! Kolyeni çıkarmanı rica ediyorum sana. Kolyeyi çıkar ve seni buradan alıp gideyim, hızlıca.” Hala yerdeyken elim bir anda boynumdaki sargıya gitmişti. Sargının bir ucu açılmışken bunu fark ederek Wilhelm’e bir bakış daha atmıştım. Wilhelm bana ne yaptığını hatırlayınca sendelediğinde ayağa kalkarak karşısına dikildim.

“Sen!.. Beni avcılarla bıraktın.” Sözlerime kahkaha atarak etraftaki ölü cesetleri göstermişti.

“Etrafına bak Adelia. Burada seni tehdit edecek bir şey kaldı mı? Tüm peşimizdeki avcılar öldüler işte! Artık rahatız. Artık tehdit eden hiçbir şey yok.” Wilhelm bunu umursamazca ama bir o kadar da gülerek söylemişti ki iğrenmiştim adeta. O, beni tüm bu planı için sadece bir yem olarak kullanmıştı resmen!

“Sen beni yem olarak kullandın! Avcıların arasına attın!” İç çekerek tekrardan bir adımla mine çiçeğine rağmen yanıma yaklaşıp dibime girdiğinde iç çekişi kulaklarıma bir kez daha dolmuştu.

“Ah Adelia… Hiç anlamayacaksın değil mi?”

Sonrasında kolyenin boynumdan kopup düşmesi bir olmuştu. Ortam değiştiğinde ve kendimi bir ormanın ortasında bulduğumda bakışlarımı kaldırdım, Wilhelm’e baktım.

Wilhelm’in eli yanağıma sürttüğünde gözlerimi kapattım.

Hani etkilenmek yoktu, Adelia?

Ama o ses tonundan fazlasıyla etkilenmiştim!

Ah, Adelia ah!

“Sen beni yüzüstü bıraktın,” dedim bir hışımda nefesimi verip onu göğsünden ittirerek. Wilhelm bir santim bile hareket etmediğinde başımı yavaşça yere indirdim. Wilhelm bu sırada çenemi parmaklarının ucuyla kavrayarak bakışlarımı gözlerine kaldırıp kenetledi.

“Seni kurtardım, geleceğimizi kurtardım. Vampir avcılarından artık kurtulduk, yeni avcılar ırkımızı bulup gelene kadar ve sırrımızı çözene kadar tamamen güvendeyiz.” Wilhelm’e ister istemez inanıp ona başımı sallarken sızlayan boynumla yüzümü buruşturdum. Wilhelm de bu sırada sargı bezini kaldırmış ve yaptığı yaraya bakmıştı. Sonrasında da kendi bileğini ağzına doğru götürürken onu durdurdum.

“Enjekte ettiler.” Wilhelm’in bakışları değiştiğinde kendini ısırmaktan vazgeçip beni belimden tutarak kendine çekmişti. Sonrasında yüzünü boynuma yanaştırdığında farkına varmıştı sonunda.

Bıkkınlıkla verdiği nefesin ardından beni kendinden tekrardan uzaklaştırdı.

“Bir gün! Sadece bir gün sonra vücuttan atılır. O an kanımı içireceğim sana ve iyileşeceksin, anlaştık mı?” Başımla onu tekrardan onayladığımda, yanağıma minik, ufacık bir öpücük bırakmış ve ardından tekrardan kendini benden uzaklaştırmıştı.

“Gidelim mi?” sorduğum bu soruyla etrafa bakınmaya başlamıştı.

“Öğrenmek istemiyor muydun?” Sorusuna şaşkınlıkla bakarken, sonrasında da sordum.

“Neyi?” Gülümsemişti.

“Her şeyi, sormak ve öğrenmek istediğin her şeyi. Sana yalan söylemek istemiyorum, seni kandırmak da öyle. Seninle olmak istiyorum sadece. Tüm merak ettiklerini cevaplayabilirim şu anda, her şeyi!” Gülümsemiştim, bir kez daha.

“Bundan emin misin?” Başını salladığında, bir kez daha gülümsedim. Ve ardından en başından beri ne merak etmişsem hepsini düşünerek, en sonunda da kendisine aktarmıştım.

Teker teker ve fazla da düşünmeden. En sondan en başa doğru.

“Şu mine çiçeği ve vampirlere olan zehri… Nasıl işliyor?” Kahkaha atmıştı.

“Bunu soracağına o kadar emindim ki.” Sonrasında da tekrardan gülümseyerek anlatmaya başlamıştı.

“Vücudunda mine çiçeği bulunan insanları ısıramayız, direkt zehri vücudumuza almış oluruz. Onun dışında mine çiçeği olan insanları etkileyemeyiz. Bir de yanına yaklaşamayız tabii. Şu üstündeki kolye gibi. Ama en önemlisi de… Bunlar sadece güçsüz vampirler için geçerli. Çünkü bana pek de etki etmedi, fark ettiysen, sadece ufak bir öfke. Eğer tecrübe olarak daha genç bir vampirle karşılaşsan, tamamen böyle bir tepki alamazdın.” Ardından nefesini ortama bırakarak, saniyeler içinde devam etti. “Evet… Sıradaki soru?” İlk sorumu böylelikle cevaplamıştı. Tamamen samimice ve gerçek bir şekilde o yüzde ben de daha da cesaretlenmiştim. Doğru yanıtlar alacağım konusunda. O yüzden vakit kaybetmeden devam ettim ve hız kesmeden soruları art arda, her birinden bir cevap alarak sordum.

“Peki ya vampir özelliklerin? Güneşe çıkmak, dönüşüm, kan tercihi, iyileşme süreci, duygular, oto kontrol, düşmanları…” Ben soruyu daha doğru düzgün bile kuramasam da o anlamıştı beni. Başını sallayışından anlamıştım, olumlu bir baş sallamasıydı bu.

“Anladım seni. Biz vampirler, güneşte sanılanın aksine yanmayız. Vampir olmak için vücudunda vampir kanı varken ölmen ve tekrardan dirildiğinde insan kanı içmen gerekir. Tercihen hayvan kanı içen ve kan torbasından beslenen vampirler de var. Onlar genelde daha zayıf olurlar ve iyileşme süreçleri uzun sürer. Yeni yaralandıktan sonraki süre, tam olarak bedenin gücüne bağlı. Duygularımız, insan duygularının iki katı kadar güçlü olsa da, istersek duygusuz bir canavara da dönüşebiliriz; her şey bizim kararımıza bağlıdır. Kendimizi kontrol etmemiz, yavaş yavaş deneyerek ama genelde öz irade ile alakalıdır. Düşmanlarımız ise sadece vampir avcılarıydı. Ve bir kısmı da artık ortadan kalktı. En azından bu şehirde artık tehdit edici avcılar yok. Geriye kalan birkaç şeyi ise biliyorsun zaten.” Wilhelm’i başımla onaylayarak birkaç soru daha aramaya başlamıştım aklımın en ücra köşelerinde. O sürekli merak ettiklerim şimdi bir anda nereye gitmişti? Derken, aklıma gelmişti işte bir tane daha.

Dürüstlüğüne de güvendiğim için bunu sormaktan asla çekinmemiştim.

“Sen gerçekten beni seviyor musun, Wilhelm?” Bir süre durup öylece bana bakmış ve ardından yüzümü küçük bir detayına kadar aklına kazımak istercesine incelemişti. Vampirlerin hafızası çok kuvvetli ve hızlı olmasına rağmen, yüzümü incelemesi tam anlamıyla bittiğinde gülümseyerek bir eliyle yüzüme nazikçe dokundu.

“Sence,” diye bir soru yönelttiğinde, bana bir cevap hakkı bile tanımadan dudaklarıma yapıştığında cevabımı almıştım. Vücudumda dolanan tüm bu mine çiçeğine rağmen!

“Seni seviyorum!” dedim. İlk defa ona itiraf ettiğim bu iki kelimeden oluşan tek bir cümle ve sevgi fısıldaması.

Kollarıma boynuna doladığımda, belime iyice sarılarak beni kendine çektiğinde, boynuma küçük küçük öpücükler bırakıp tekrar yukarı çıkmış ve dudağımdan beni öpmüştü.

Artık tüm bu merak ettiğim sorular aklımdan uçup giderken, kendimi ana nasıl kaptırdığımı bile anlayamamıştım. Tüm gece boyunca Wilhelm’le birlikteydim. Ve şimdiden sabah olduğunda ondan nasıl ayrılacağımı düşünmekteydim.

Tenler… Renkler ve öpüşler…

Geceye ait üç şey tam olarak ten, renk ve öpücüktü.

Kanın rengi…

Öpücüklerin zevki ve tenin bedendeki izi.

Bölüm : 07.08.2024 15:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Eda / VAMPİRİSTİK Serisi / 08. AV VE AVCI
Eda
VAMPİRİSTİK Serisi

80.77k Okunma

15.4k Oy

0 Takip
135
Bölümlü Kitap
VAMPİRİSTİK01: HER ŞEYİN BAŞLANGICI02: GİZLİ PARTİ GECESİNDEN BİR ÇİFT DİŞ03: PARANOYA SONRASI GERÇEKLİK04: BİR VAMPİRİN SIRRI05: KAÇAMAK06: RUH VE BEDEN07: YÜZLEŞME08. AV VE AVCI09. TATLI BİR BİRLİKTELİK10. WİLHELM SORUNU11.OTELİN KEYFİ12. AİLE EVİ13. KAYIP14. AFFEDİŞ15. WİNCHESTERLER16. ORMANIN HÜKÜMDARLARI17. MELEZ1.SEZON FİNALİ2. SEZON TANITIM19: YENİDEN DOĞUŞ20: İYİLEŞME21: DOĞUM GÜNÜ22: KURT EVİNDE DOLUNAY ETKİSİ23: MELEZ İLE BAŞ BAŞA BİR GECE24: BİR PANSUMAN MESELESİ25: MELEZ EVİNDE MELEZ İMTİHANI26: KARANLIKTA SAKLANAN GÖLGE27: İNSANÜSTÜLERLE İMTİHANDA28: ANTRENMAN29: MELEZİN ÖZELİ30: AKUAMARİN TAŞI31: BİR MELEZ SORUNSALI32: GEÇMİŞİN İZLERİ33: BOKS MAÇI34: MELEZ DE BİR VAMPİR35: ÜÇ BENZEMEZ2. SEZON FİNALİ3.SEZON TANITIM37: YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDA BİR YERDE38: SON STRATEJİ BÜKÜCÜ39: DOĞUŞUN SAATİ40: TYLER SALVADORE41: DÖNÜŞÜM42: KANDAŞ SAVAŞI43: MELEZLİK SORUNLARI44: ACININ IZTIRABI45: DOLUNAYIN ETKİSİZLİĞİ46: MELEZLERİN DANSI47: SAĞLIKÇI İLE ALFA48: BEBEK MARTİNA49: GELİŞİM VE BÜYÜME50: ADELİTO VE SKYİTO51: KAOSUN GETİRİSİ52: GEÇMİŞE DÖNÜŞ53: BALO3. SEZON FİNALİ4. SEZON TANITIM55: BİR YILDIZIN SON PARLAKLIĞI56: AV VE AVCININ İŞBİRLİĞİ57: GEÇMİŞİN İZLERİ58: ZÜMRÜDÜANKA59: ANILARIN YÜKÜ60: YENİDEN DOĞUŞUN ÇAĞRISI61: GEÇMİŞLE YÜZLEŞME62: SÜRÜ SORUNLARI63: KONSEY64: GEÇMİŞTEN BİR HEDİYE65: İÇİNDEKİ VAMPİRİ KONTROL ET66: AVCI İÇGÜDÜSÜ67: BİR CİLVE MESELESİ68: KAYIPLAR VE YARALAR69: MELEZ GÜÇLER70: VEDA ÖPÜCÜĞÜ71: GEÇMİŞTEN BİR ARKADAŞLA YÜZLEŞME72: VEDA ARDINDAKİ SIR73: MONTANA YOLCULUĞU74: KANLI SAVAŞ75: GÜÇ ARZUSU76: BİR DÜŞMANIN SONU4. SEZON FİNALİ5.SEZON TANITIM78: YENİ BAŞLANGIÇLARA79: KANADA SÜRÜSÜNDE YAŞAMA AİDİYET80: BİR BUNGALOV SORUNU81: SÜRÜDE İLK ANTRENMANLAR82: ŞEHRİ KAZANMANIN YOLU83: TAÇSIZ KRAL VE KRALİÇE84: CASUS85: EVE DÖNÜŞ86: HİPNOZ ADIMLARI87: FESTİVAL88: KORUMA İÇGÜDÜSÜ89: MELEZLİK 10190: GÜCÜN İRADESİ91: HUZURLU KOLLAR92: ŞELALE YÜKSELİRKEN93: HUZURUN MANZARASI94: DUYUMLAR VE FİLİZLER95: TERAPÖTİK BİR ANTRENMAN96: EVLİLİK ADIMLARI97: SON DÖVÜŞ İLK KAN98: ÇİÇEĞİ BURNUNDA GELİN99: KURT ADAMIN DÜĞÜNÜ5. SEZON FİNALİ101: BİR BEBEK MESELESİ102: İDDİA ÜZERİNE103: AÇ KURT104: AŞERME MÜCADELESİ105: SÜRÜYE İTİRAF106: KAN ÇEKİMİ107: YENİDEN VEDALAR108: NINA WAYNE'NİN YIKIMI109: TUTULMA110: GÜÇ OYUNLARI111: PLAN PLANA6.SEZON FİNALİ7. SEZON TANITIM113: KANLI MÜCADELE114: SAVAŞIN GÖLGESİNDE115: WINCHESTER MİRASI116: SANCILAR VE HORMONLAR117: ELİAS VE DAMİEN118: BEBEK ODASI TADİLATI119: VAMPİRLERİN KONTROLÜ120: BİR DÜĞÜN MESELESİ121: YENİDEN MERHABA HAYAT122: DAMIENLİ SABAHLAR123: İYİ Kİ DOĞDUN MARTİNA124: KABUSLARIN BAŞLANGICI125: MAĞARAYA YOLCULUK126: KAYIPLAR VE KAÇIŞLAR ÜZERİNE127: SONUN BAŞLANGICIFİNALSON SÖZ
Hikayeyi Paylaş
Loading...