WİNCHESTERLER
Hafta sonunun huzuru, sonbaharın altın rengi ışığında kendini hissettiriyordu; şehirden uzak bir doğa köşesinde, hayatın karmaşasından sıyrılarak sakince nefes alabileceğin bir yer bulmanın mutluluğu gibisi yoktu.
Bir hafta sonuydu.
Okulun ilk hafta sonu. Cuma harici olan cumartesi ve pazar günleri…
Emery’siz ilk okul hafta sonu.
Onu gerçekten özlemiştim.
Onun için gerçekten fena halde üzülmüştüm.
Aklıma tekrardan düştüğünde yine bir kez daha arama kararı aldım.
Ama ne yazıktır ki onu her aramaya çalıştığımda kendimi Wilhelm’in aramasında buluyordum.
Evet Wilhelm beni tekrardan aramıştı. Ve ben henüz Emery'i arayamamışken.
‘’Nasıl gidiyor?’’ diye sordu heyecanlı bir şekilde.
Şaşırmış ama bunu sesime iletmeden cevaplamıştım.
‘’İyi, sen?’’
‘’Birazdan çok iyi olacağım,’’ diye bir cevap verdiğinde tekrar şaşırdım. Sonrasında o sözlerine devam etmişti.
‘’Sana bir sürprizim var.’’ İşte işler ilginçleşiyordu ve ben daha da fazla şaşırmış ve de heyecanlanmıştım.
Günün ilerleyen saatlerinde, Wilhelm beni almak için yeni arabamızla geldi yurdun önüne kadar.
Arabaya bindiğimde, sepet dolusu yiyecek ve içecek hazırlamış olduğunu fark ettim.
Piknik!
Ah kesinlikle bu bir piknik! "Wilhelm, bu gerçekten çok düşünceli bir sürpriz," dedim, gözlerim parlayarak.
Wilhelm gülümsedi. "Seninle doğanın tadını çıkarmak istedim. Hadi, yola çıkalım," dedi ve arabayı dikkatle sürdü.
Ormana vardığımızda, Wilhelm arabayı büyük ağaçların gölgesinde park etti. Sepeti alıp yürümeye başladık. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, kuşların cıvıltısı ve rüzgârın yapraklarla oynayışı huzur vericiydi. Yüksek ağaçların dalları, adeta gökyüzüne dokunuyordu. Yaprakların arasından süzülen ışık, yerde küçük parıltılar oluşturuyordu. Her adımda, ayaklarımızın altındaki yaprakların hışırtısı duyuluyordu.
Bir vampir ile piknik…
İşte hiç yaşanmaz denilen şeylerin yaşandığı o listeye bir yenisi daha eklenmişti.
Şimdi burada bir vampirle piknik yapacaktım adeta!
"Nereye gidiyoruz," diye sordum merakla.
"Birazdan göreceksin," dedi Wilhelm, gizemli bir gülümsemeyle. Onun bu gizemli hali beni her zaman etkilemişti. Kısa bir yürüyüşten sonra, geniş bir çayıra vardık. Çevresi ağaçlarla çevriliydi ve ortasından küçük, berrak bir dere akıyordu. Wilhelm’in bu güzel manzaralı yeri bulmuş olması beni bir kez daha etkilemişti.
"Burası harika," dedim, hayranlıkla etrafa bakarak. Çimenlerin üzerine yayılan çiçekler, doğanın renklerini sergiliyordu. Rüzgârın hafif esintisi, yaprakların tatlı bir melodiyle hışırdamasına neden oluyordu. Burası gerçekten de harika!
Manzarası efsane, düşüncesi efsane, huzur verici sesler efsane, Wilhelm efsane!
Daha ne isteyebilirdim ki, her şey efsane!
Wilhelm, piknik örtüsünü serip yiyecekleri düzenlemeye başladı. Sepetten çıkardığı yiyecekler arasında, sandviçler, taze meyveler, çeşit çeşit peynirler ve iki kadeh şarap vardı. Bunların hepsini sepetten çıkarırken bende ona yardım etmiştim.
Şaka gibi, Wilhelm… Gecenin Prensi, vampirlerin lideri ayak işi yapıyor; bana hizmet ediyordu.
Eh ne demişler o kadar insana söz geçer de bir canana asla!
Benim için, sevgisi için yapıyordu.
Herkes bilmeliydi ki gün sonunda hanımcılık kazanırdı çünkü.
Bu da böyle yazılı olmayan kurallardan bir tanesiydi işte!
Yiyeceklerin arasında sandviçler, meyveler, peynir ve şarap vardı. "Bunları nasıl hazırladın?" diye sordum, gülerek. "Vampirler yemek yapmayı öğrenmiş mi?"
Wilhelm gülümsedi. "Biraz yardım aldım ama senin için her şey," dedi göz kırparak.
Bu tatlı sohbetimizin ardından hiç zaman kaybetmeden pikniğe başladık. Yemeklerin tadını çıkarırken, doğanın içinde olmanın verdiği huzuru hissetmiştim bir kez daha.
En son doğada kaybolup yokluğa gidecekken şimdi Wilhelm ile huzurla kokusunu içine çekiyor rahatça içinde gezebiliyordum.
Yemekten sonra, dere kenarına oturduk. Wilhelm elimi tuttu. Ona gülümseyerek bende onun omzuna yaslandığımda bugünün geçirdiğim en harika gün olduğunun farkına varmıştım, yıllar sonra.
Ben iki yıl önce üniversiteye başlayan ve iki yıl önce ailesini kaybeden bir üniversiteliydim.
Kaza demişlerdi ölümlerime. Ve benim hakkımda tek istedikleri şehrimizde okumamdı, anısıyla; anılarıyla.
İşte hayatıma dair gerçekler böyleydi.
Ölüm çıkan bu şehirde tüm bu ölüme, tüm bu kayba rağmen onların hatırına, bıraktığı mirasları için katlanıyor ve okuyordum.
Güzel bir üniversiteydi, kazanması zor. Ama başarmıştım.
Ve yine onların isteğiydi biyoloji. Ama ben saf biyolojiden ziyade mühendislik okumaya başlamıştım işte.
Hayatımdaki bu kararı neden vermiştim bilmiyordum ama belki de o kararı vermeseydim şimdi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Kim bunun garantisini verebilirdi ki bana? Tabii ki de hiçbir kimse!
‘’Ne o daldın gittin?’’ Sanki boğukça suyun altından gelen bir sesmişçesine duyduğum bu soruyla kendime gelerek kafamı iki yana salladım. Wilhelm’in sözleriyle düşüncelerimden sıyrılabilmiştim sonunda. Başımı omzundan kaldırıp sonrasında ona sıkıca sarıldım.
‘’Yok bir şey,’’ vardı bir şey ve bunu o da anlıyordu, aynı zamanda da çok inatçıydı.
‘’Var bir şey,’’ dedi ve saçlarımı öptü. Ona daha da kendimi teslim edip sıkıca sarıldığımda elleri belimi sarıp sarmalamıştı.
Huzurumdu, huzur verici kaçış rotam!
Güneş batarken, gökyüzü turuncu ve pembe renklere büründü. Wilhelm, bu anı ölümsüzleştirmek için küçük bir fotoğraf makinesi çıkardı ve birlikte birkaç fotoğraf çektik. O an, hayatımızın en güzel anılarından biri olarak hafızama kazınacaktı, yıllar sonra hatırlanacak…
‘’Biraz eğlenelim mi,’’ dedi Wilhelm. Durmuş durmuş ve en sonunda bombayı patlatırcasına sözlerinin ardında eklemişti.
‘’Vampir güçlerimi test etmemiz gerektiğini düşünüyorum,"
Wilhelm gizemli bir gülümsemeyle ayağa kalkmıştı.
‘’Ne dersin deneyelim mi?’’
Tabii ya! Hava kararırken vampirlerin devri başlardı.
Ve ben şimdi Gecenin Prensi ile birlikteydim.
Ve sanırım artık Gecenin Prensi ile resmen tanışma vaktiydi!
"Vampir güçlerini mi? Ne demek istiyorsun," diye sordum, heyecanla.
Wilhelm elimi tutarak, "Sana ne kadar güçlü ve hızlı olduğumu göstermek istiyorum diyelim,’’ diyerek göz kırptı.
Gülümseyerek ona yanaştığımdaysa da bu her şeyin başlangıcı olmuştu.
Onu kabul edişimin. Onun yeteneklerini görmek isteyişimin… Her şeyin!
Ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladık. Yüksek ağaçların arasında, güneş ışığı yaprakların arasından süzülüyordu. Kuşların cıvıltısı ve rüzgârın yapraklarla oynayışı, doğanın büyüleyici atmosferini daha da güzelleştiriyordu. Wilhelm, durduğu her noktada doğayı gözlemliyor, sanki etrafındaki her şeyi birer birer analiz ediyordu.
Bir süre yürüdükten sonra, geniş bir açıklığa vardık. "Tamam, burada duralım," dedi Wilhelm, çevresine bakarak.
Ardındansa bana dönerek konuştu.
‘’Beni dikkatli izle bakalım, hızıma ayak uydurabilecek misin?’’
Ardındansa Wilhelm’in ağaçlar arasında kayboluşu bir oluvermişti.
Gözlerimi kırpmadan ona bakarken, Wilhelm bir anda gözden kayboldu. Bir saniye içinde, yüz metre ötedeki bir ağacın tepesinde belirdi. "İnanılmazsın," diye bağırdım, gözlerim hayretle açılmıştı.
Wilhelm, bir anda tekrar yanıma geldi. "Bu sadece başlangıç," dedi, gülümseyerek.
Sonrasında kendimi onun kolları arasında bulmam bir olmuştu.
Wilhelm beni kollarına aldı ve bir anda havalandık. Ağaçların üzerinden geçerken, rüzgâr saçlarımı savurdu ve kalbim hızla çarpmaya başladı. Wilhelm’in güçlü kolları beni güvenle sararken, aşağıdaki manzaranın güzelliği ve yüksekliğin korkusu adeta aynı anda içime işlemişti.
"Wilhelm bu harika," dedim, gülerek. "Bu kadar güçlü ve hızlı olduğunu bilmek… Gerçekten inanılmaz, gerçekten inanılmazsın Wilhelm!"
Wilhelm, yumuşak bir iniş yaparak beni tekrar yere indirdi. O sırıtışı yüzünden hiç eksik olmamıştı.
Wilhelm'in vampir güçleri, onun sadece fiziksel olarak değil, duygusal olarak da ne kadar güçlü ve kararlı olduğunu da kanıtladı.
Gecenin Prensi ve vampir ırkı lideri Wilhelm Donovan. Tanıştığımıza gerçekten memnunum şu an!
Seni tüm yeteneklerinle görmem, seninle böyle romantik, içten bir anı paylaşmam…
İçimde kalan en ufak bir buz kırıntısı bile yok olup gitmişti. Bu an bana gerçekten çok iyi gelmişti!
Bugün, bu kaçamak bana çok iyi gelmişti. O uzun süredir beklediğim ihtiyacı karşılamıştı. Tekrardan biraz tebessüm etmeme yardım etmişti.
Artık iyiydim ve de kendimi iyi hissediyordum. Ben yalnız değildim. Emery de yalnız değildi ailesiyleydi.
Emery de iyileşecekti.
Gelecek ve tekrarda birlikte olmaya devam edecektik. O eğlenceli okul günleri geri gelecekti.
Seneye kesinlikle bir eve çıkacaktık.
Artık çıkmamız şarttı.
Kararan havanın verdiği soğuklukla buz kütlesi kıvamındaki vampirin bedenini sardım üşümemek için ama bu da yeterli olmamıştı.
Wilhelm üşüdüğümü hissettiği an ayaklandı.
‘’Sanırım artık gitme vakti.’’
Sanırım artık gitme vaktiydi gerçekten de.
Wilhelm ile boylu boyunca ormanın çıkışına doğru yürümeye başladık. El ele yürürken geri dönüş yolunu tepmekteydik. Buraya nasıl geldiysek yine aynı o şekilde dönecektik. Ve dönüşümüz ise sessiz sedasız sadece anın tadını çıkararak olmuştu. Ardındansa ben kendimi yurt odamda yalnız başıma günü düşünürken bulmuştum, her şey gerçekten mükemmel geçmişti. Mükemmel ve de mutlu hissediyordum, hem de anlatılamayacak kadar fazla!
…
Hafta sonunun geçişiyle hafta içi bir kez daha gelmiş ve bir kez daha bir okul haftası başlamıştı. Emery’siz ikinci okul haftasıydı. Aynı şekilde ölen abisinin üzerinden de tam bir hafta geçmişti. Bizim buralarda yas aynen bir hafta sürerdi. En fazla iki. Tabii iş için söylüyorum bunu. Normalde ise bir ay boyunca eğlenceli şeyler olmazdı. Ama ne vardır ki bir ömür sürerdi en yakınının acısı ile hasreti. Ailemi özlemekteydim hala. Çünkü gitmemelerinin ardından geçen süre sadece daha iki yıldı, çok kısacık bir süreydi.
Okulun ilk günü öğleden önce bir saat ders vardı ve aynen öğleden sonra da bir saatti. Sabah on buçuktan tam tamına ikiye kadar.
Salı ise öğleden sonra sadece bir dersim vardı. Gir ve ardındansa çık. Wilhelm ile yüzleştiğim gündü salı günü. Önümüzdeki günlerde ise en rahat edeceğim gün olacak gibi gözüküyordu.
Aksine çarşamba günü ise yoğun günlerdendi. Sabah dokuzdan dört buçuğa kadar dersler vardı. Ertesi gün ise derslerin olduğu son hafta günüydü.
Gardırobumdan bugün giyeceklerimi çıkarıp hızlıca okul yolunu tutmuştum. Üstümde siyah deri ceket ve çizgili bluz altımda ise beyaz bir pantolon vardı.
Okula vardığımda derse on beş dakika vardı. Ders on buçukta başladığından bugün kahvaltım rahatça etmiş ve rahatça hazırlanıp okulun yolunu tutabilmiştim.
Fakültenin içine girdikten hemen sonra kendimi dersliğe atmıştım. Dersliğe geçip cam tarafı bir köşeye oturduktan sonra çantamdan bir defter bir de kalemlik çıkardıktan sonra telefonumu açtım. Camdan tarafın dışarısını çektikten sonra Emery’e onu göndererek Emery’e mesaj atmıştım.
Artık konuşma vaktinin geldiğini düşünüyordum.
‘’Nasıl gidiyor, nasılsın? Sensiz çok sıkıcı.’’ Cevap tabii ki de hızlı bir şekilde gelmemişti. Eminim ki sabaha kadar uyuyamayıp güneşin doğuşuna karşın uykuya dalıyor ve ardındansa öğleden sonra uyanıp ayaklanıyordu. Öyle olduğunu düşünürdüm genelde öyle yapardı.
Bende cevap gelmeyince telefonumu bırakarak etrafıma bakmıştım. O an kapıdan içeriye Thomas girmişti. Bakışlarımız anında birbirini bulduğunda ona gülümsedim.
Bakışları ilk başta bir duvar kadar sert iken sonrasında yumuşamıştı. Yanıma gelerek gülümsedi.
‘’Selam.’’ Ve hızlıca yanıma oturmuştu.
‘’Selam,’’ diyerek ona karşılık verdim. O ise hızlıca bana dönmüştü.
‘’Bizimkiler çarşamba gününe bir plan yaptılar. Bir mekân varmış Bowling falan oynamalık fastfood dükkânı bulunan.’’ Ah evet!
‘’Max BowFood!’’ Sözlerimle kafasını sallamıştı.
‘’Aynen orası. Akşama doğru saat beş gibi. Takılalım diyorum. Brad’in sevgilisi de gelecek yalnız kalmayacaksın merak etme.’’ Brad’in sevgilisi lafını duyduğumda şaşırmadım değil.
‘’Ah siz daha yeni gelmediniz mi,’’ diye bir soru yönelttiğimde gülmüştü.
‘’Evet, uzak mesafe ilişkisiydi onlarınki şimdi de aynı şehirdeler işte.’’ Onu onaylarca başımı salladım.
‘’İyi madem,’’ dedim. Düşünülesi bir teklifti. Düşünecektim de.
‘’Düşüneceğim.’’ Thomas bu teklifimi onaylayarak başını salladı.
On beş dakikanın geçmesinin ardından ise dersler bir kez daha başlamış ve öğle araları bir kez daha gelmişti ta ki hafta sonu gelene kadar!
Ama tabii hafta sonundan önce bizi bekleyen bir sürü gün ve bir de Bowling eğlencesi vardı.
Vardı diyorum evet, çünkü kabul etmiştim. Birazcık da okul arkadaşlarımla eğlenebilirdim herhâlde diye düşünüyorum! Hem beki… Bunlar benim unutmamı da sağlardı yaşanan kötü olayları.
Evet kesinlikle buna yarardı!
Ve ben de geri tepmek istememiş ve bu Bowling işini de kabul edivermiştim.
Şimdiyse çarşamba günüydü. Okuldan çıkasıya mekâna gitmiştik. Önce hamburgerlerimizi yemiş sonrasında da Bowling tarafına geçmiştik. Brad’in sevgilisi Lilith idi. Tatlı bir kız sayılırdı. Gerektiği yerde samimi gerektiği yerde ise bakışıyla dağları devirmesini bilen tipteydi.
Thomas bana gülümseyerek, "Hazır mısın, Adelia? Bowlingde seni yeneceğimi umuyorum," dedi.
"Göreceğiz," dedim, göz kırparak.
Buraya annemlerle ve aile dostlarıyla sürekli gelirdim. Aile dostum olan Elizabeth teyze, Mike amca ve yaşıtım oğulları Sky. Bana da zaten tam altı yıl önce Sky öğretmişti Bowling oynamasını.
Sky benim en yakın arkadaşım, çocukluk arkadaşım hatta bir aralar da takıldığım platonik aşkımdı. Hafif uzun boylu. Koyu kumral düz saçlara sahipti. Genelde benimle hep uğraşırdı bir kız kardeş gibi. Ona platonik olduğum dönemler fena üzülürdü buna. Platoniklik sadece iki yıl sürmüştü. İki yıl önce ölen ailemin uğurlama töreninde bana çok destek olmuştu. Benimle birlikte ağlamış ve hiç bırakmayacak gibi sımsıkı sarılmıştı. Önce sımsıkı sarılmış sonrasında ise yurda yerleşmek adına gitmişti.
Şimdiyse o İngiltere’ye okumaya gitmiş, bu şehirdeki izini kendi başına silerek gitmişti. Ve ben ise onun aksine şehrimde kalmıştım onun arkasında bıraktığı ailesi ile birlikte. Bir kız kardeşi vardı İris. Severdi beni ve ben de onu. Bir yıl yardım etmişlerde bana ama sonrasında onlar da beni terk etmişti aile dostluklarını düşünmeden. Çünkü artık ailem ölüp gitmişti değil mi? Kesinlikle o yüzdendi. Sky’a destek için onlar da İngiltere’ye taşınmıştı.
Ve ben ise… Kaldığım bu şehirde, Şehrimde aile geleneğimi sürdürmeye devam ediyordum.
Bu şehir ailemi severdi, bu şehir beni severdi. Burslu okuyordum. Hem okul bedavaydı hem de aylık belli bir miktar para alıyordum ki bu hiç de ucuz bir meblağ değildi. Aslında çalışmadan yaşıyordum sayılırdı. İşte bu paralarla da ev tutabilirdim. Aile evimiz nankör komşular tarafından yıkılmasına sebep olunmuş ve yıkılmıştı. Döküntüler arasında her şey tuz buz olurken anılarım da paramparça olmuştu. Ailem ile kiraya geçişimizin ardından ise üç ay geçtiğinde onlar bir kazaya gitmiş ardından ben ise tek başıma kalakalmıştım. Arsamızın yerine yeni bir ev yapılıp geri verilecekti. Sözde kalmıştı sadece. Başkan arsayı almış üstüne ev dikmişti. Ve ben ise sadece kalakalmıştım. Arsa başkasına aitti. Evin yıkılma kararı çıktığında arsa sahibi karar veriyordu. Arsanın üstüne yapılan ev sahiplerinin olacaktı. Ailemin. Tabii yaşasalardı.
Onlar ölünce benim gibi genç birisinin üstüne tabii ki de ev verilmemişti. Onun yerine ailemin mezarları güzel taşlarla süslenmişti. Başkan ise bana en lüks yurtta bakıyordu. Ben yalnız kalmamak için tercihen iki kişilik bir oda istemiştim ve o zaman en yakın, en iyi arkadaşımla tanışmıştım; Emery ile.
Babam bir avukattı. Başkanın paçalarını birçok kez kurtarmıştı. Annem ise kimyager, genetikçiydi. O ve onun evi patlatacak deneyleri!
Kötü komşularımızın arsa sahibini ikna edişi tam olarak annemin mesleğine dayanmaktaydı işte.
Böyle bir aileden benim gibi bir kız çıkmıştı işte. Biyolojici kız!
Ayrıca bakanın yardımcıları arasında, üye heyetinde yer alıyordu ailem. Başkanın karar vermesinde yardımcı ve oy kullanarak bazı şeylere karar verilen bir heyetin. Şehrin önde gelen insanlarındandı, bağışçılar. Kim bilir bana ne kadar miras kalmıştı da başkan hepsine aç gözlülüğü ile el koymuştu!?
O gizli laboratuvar, laboratuvar eşyaları, annemin araştırma raporları ve dahası. Tek bir ev ile sınırlı kalmamız normal miydi? Veya hiçbir arsa bulunmaması?
Bizim aile sadece başkana yardım adına çalışan iki kişiden mi ibaretlerdi?
Jonathan’ın kaybı bir sürü gizil duygularımı tekrardan açığa çıkarmıştı.
Ve bu gizil duygular biliyordum ki bir daha kolay kolay eskisi gibi dibe batıp yok olup kaybolmayacaktı!
Artık tekrardan aynı şeyleri hissettiğime göre yeniden başlayacaktım her şeye.
İki yıl önce onlar öldüğümde bilgisizdim. Reşit bile olmayabilirdim hatta. Şu an yirmi bir yaşıma girecektim. Reşittim de bilgiliydim de!
Temsil heyeti, seçim heyeti, üye heyeti…
Artık kendilerine her ne diyorlarsa…
Ailemin yerini almaya, şehrin önde gelen soylu kişileri arasında tekrardan yer alıp adlarını yaşatmaya hazırdım işte!
Ailemin izinden gidecektim işte, büyükbabamın ve büyükannemin izinden. Ve de onların mirasını sürdüren anne ve babamın izinden.
Ben Adelia!
Adelia Winchester!
Herhangi bir şehirli kız değilim.
Ben Adelia Winchester’im! Winchester ailesinden geriye kalan tek dal. Ve yeni Winchesterleri yaşatacak kök!
Ailemin ölüm yıl dönümünde yas töreni yapılırdı. İkinci yas törenini de yapmışlardı. Üçüncüsü için ise davet gecikmeyecekti elbet. Törene her bir ay kala bir davetiye gelirdi. Ailemin önemi şehir için büyükken bakalım kaç yıl boyunca bu yas törenleri düzenlenecekti!?
Tam iki ay kadar vardı. Yeni bir törene. Ve tam bir ay kadar vardı. Kendi ailemin yas törenine ait bir davetiye almama!
…
Bowling salonuna adım attığımızda, gözlerimizi parlak neon ışıklar ve rengarenk tabelalar karşıladı. İçeride çalan enerjik müzik, bizi hemen havaya soktu. Sol tarafta, kasanın önünde sıralanmış insanlar ve çocukların oyun oynadığı arcade alanı vardı. Sağ tarafta ise uzun bowling pistleri sıralanmıştı. Her pistin üzerinde asılı olan büyük ekranlar, puan durumlarını gösteriyordu. Göz alıcı renklerdeki ışıklar, salonun enerjisini artırıyordu. Ayakkabı değişim alanına doğru yürürken, salonun her köşesinden gelen kahkahalar ve tezahüratlar duyuluyordu. Ayakkabılarımızı aldıktan sonra, uygun boyutları bulmak için kısa bir süre arandık. Thomas, kendine uygun ayakkabıları bulduğunda, "İşte hazırım!" diyerek ayakkabılarını giydi.
Brad ve Lilith, yan yana oturmuş, birbirlerine şakalar yapıyordu. Lilith, pembe renkteki bowling ayakkabılarına bakarak.
‘’Buna kadar başka ayakkabı mı yok Brad!?’’ Lilith anlaşılan pembeden pek de hazzetmiyordu.
Brad sırıtarak ona karşılık verdi.
‘’Ne yapabilirim? Erkek ayakkabısı mı getirseydim. Son küçük numarayı az önceki kız almış. Bak Adelia’da da pembe var zaten.’’ Lilith Brad’in bu açıklamasına göz devirerek ayağa kalktığında ben de oturup pembe ayakkabılarımı giydim. Otuz yedi numaraydı, her ne kadar ayağıma bol gelse de.
Jeremy, hemen yanımızdaki bowling toplarını incelerken, "Hangi topun daha iyi olduğunu nasıl anlarsınız?" diye sordu.
Ah bilmiyor olamazdı değil mi?
‘’Yoksa hiç oynamadın mı,’’ diye bir soru yönelttim Jeremy’e. Bir yandan ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken.
Jeremy de biraz tereddüt etmişti.
‘’Ne alakası var canım biliyorum tabii,’’ dedi. Sonrasında Lilith omzuna dokunup saçını savurmuştu.
‘’Orası belli canım!’’
Anlaşılan Jeremy oyunu bilmiyor ve onun aksine Lilith oyuna hakimdi.
"Genelde eline en uygun olanı seçersin," dedim, mavi bir topu elime aldım.
"Ama biraz deneme yanılma yaparak kendine en uygun olanı bulabilirsin."
İlk olarak pistimizi seçtik ve ekranlardaki isimlerimizi girdik. "Takım isimlerini belirleyelim mi?" diye önerdi Jeremy.
Gerçekten kim kim olacaktık?
Jeremy ve benim bir takım olmasını önerdim. Onun bilmediğini varsayarak. Ve bize de üçüncü bir kişi gerekmekteydi.
‘’Ben Jeremy’le olabilirim. İyi oynarım tüm çocukluğum burada geçti zaten.’’
Lilith sırıtarak elimde tuttuğum topu aldı.
‘’O halde bende sizin rakibiniz olurum, iyi oynayan bir başkası olarak!’’ Vay rekabet diyoruz. Severim!
‘’Kabul.’’ Dedim elindeki topu umursamayıp bir başkasını alarak.
Sonrasında Thomas araya girivermişti gergin olduğumuzu düşünerek.
‘’Hey pekâlâ. Ben de sevgilileri ayırmayayım ve karşı takıma geçeyim.’’ Sözlerini Lilith’e söylemişti. Ardındansa yanıma gelerek omzuma dokundu. Elimdeki topu alıp yerine koyduktan sonra da omzumdan ittirerek koltuklara yöneltmişti.
Jeremy o an lafa atladı koltukta otururken. ‘’Sarı Fırtınalar ve Siyah Güller nasııl!?’’ O an Jeremy’e kahkaha atmıştım. Ve Thomas tip tip bakmakla meşguldü ona.
‘’Benim nerem sarı lan!?’’ Thomas’ın bariz öfkesi bariz bir şekilde belli olurken sırıttım.
‘’Bakın A takımı ve B takımı gayet hoş duruyor ne dersiniz!?’’ Bu önerim en sonunda kabul olduğunda. Geriye sadece oynamak kalmıştı. Saat beş buçuk olmuşken.
‘’Hazır mısınız kaybetmeye," diyerek Brad bize meydan okuduğunda sırıttım.
Hiç sanmıyorum.’’ Ve ilk atışı yapmak için piste çıktım. Ayaklarımı dikkatlice yerleştirip topu elime aldım. Topun soğuk ve pürüzsüz yüzeyini hissetmek, beni daha da heyecanlandırdı. Derin bir nefes alıp konsantre oldum. Ardından, tüm gücümle topu fırlattım. Top, pisti hızla ilerledi ve tüm labutları devirdiğinde, takım arkadaşlarım tezahürat yaptı.
"Oley! Strike," diye bağırdım, sevinçle kollarımı havaya kaldırarak. Thomas da beni tebrik etti. "Harika atış, Adalia!"
Sıra rakip takıma geçtiğinde Lilith elinde tuttuğu topla alana ilerledi ve nefesin ayarlayarak topunu attı.
Bana dönüp saçını savurduğundaysa ağzından şu sözler dökülmüştü:
‘’Strike!’’
Ah berabere!
Bizim takımdan Thomas’ı arkasında bırakıp koşar adım Jeremy çıktığında Thomas geride bıkkınlıkla onu izlemeye başlamıştı.
Jeremy… Umarım birkaçını da olsa devirebilirdin.
‘’Evet yavrum hadi bakalım!’’ Jeremy topu labutlara doğru fırlattığında nefesimi tutarak izlemiştim. Kenardan iki tanesi zar zor düşmüştü.
Az kalsın yan tarafa gidip boşa sallayacaktı.
Ama neyse ki iki labut devrilmişti, neyse ki!
Brad, sıra kendisine geldiğinde, topu eline alıp Jeremy’e döndü.
‘’Bu iş böyle yapılır izle de gör, belki bir şeyler öğrenirsin.’’ Brad bu sözlerinin ardından göz kırpmış ve atışını yapmıştı. Kenardaki üçü dışında sağ tarafın hepsini düşürmüştü.
Brad tekrardan bize döndüğünde "Bir dahaki sefere artık" diyerek kendini avuttu, gülümseyerek.
Sırada son kez Thomas kalmıştı. İlk turun sonuncusu Thomas!
Ve şu an onlar öndeydi. Thomas her şeyi değiştirecek olandı.
Yani öyle umuyordum.
Umarım oynamasını sen biliyorsundur bari Thomas!
Oyun ilerledikçe, puanlar birbirine çok yakındı. Herkes elinden gelenin en iyisini yapıyor, fakat eğlenmeyi de ihmal etmiyordu. Sıralar birbirine geçtiğinde o belirleyici son tur da en sonunda gelmişti. Thomas her atışında odaklanmıştı, kazanmak için ve de Jeremy’in yerini doldurmak için!
Ben ise bir tanesi dışında hepsini Strike atmıştım. Tıpkı Lilith gibi!
Bizim ikimizin de dikkatini dağıtan şey ise aynı kişiydi.
Jeremy!
Son turda topu alana fırlattığımda biraz heyecanlıydım.
Kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Üç kişilik takımdık ve buna rağmen kaybetmek aptallık olurdu değil mi?
Devrilen labutlara baktığımda rahatlayarak nefesimi verdim.
Strike!
Eh tabii tecrübe konuşuyordu sonuçta!
Lilith de topu labutlara salladığında o da Strike atmıştı. Belirleyici kişiler ise sadece üç kişiydi.
Nefesler tutuldu ve Jeremy alana doğru yürüdü.
Tam atışına hazırlanmış ve atacakken bir anda ayağa kalkarak bağırdım.
‘’Dur!’’ Böyle atarsa anca iki tanesini vururdu eğer o da şanslıysa!
Jeremy ve diğer herkes şaşkınca bana bakarken Jeremy’in yanına gittim.
‘’Kazanmak istiyorsan beni dinle! Bu pozisyon pek iç açıcı durmuyor.’’ Jeremy sırıtmıştı sözlerime.
‘’Peki nasıl durmam gerekiyor bowling master?’’ Ona gülümseyerek tam da yanında durdum.
‘’Böyle işte!’’ diyerek atış pozisyonunu gösterdim. Benim gibi hizaya geçtiğinde elini tuttum. Topu tutan elini.
Bir anda stres yapmıştı ki elinin sıcaklığını hissettim.
‘’Geriye doğru yavaşça,’’ dedim sonrasında.
Jeremy şaşkınca beni izlerken sözlerimi sürdürdüm. ‘’İleriye doğru atarken ise var gücünle ama yavaş. Nazikçe alana bırak.’’
Bu süre boyunca herkes sessizdi. Jeremy ise her şeyi eksiksizce yapıp tamamen emir uygulayan bir asker eri olmuştu.
Ben yanından bir iki adım çekildiğimde Jeremy tekrardan pozisyon aldı e dediğim gibi attı tıpkı.
Top elinden fırlayıp labutlara doğru hızla uçtuğunda şaşıp kalmıştım.
Yuvarlanma alanına hiç değmeden tüm hızıyla labutların en ortasına fırlamış ve hepsi devrilmişti.
Strike.
Ama çok değişik, çok şans eseri, belki de çok güç gerektiren bir tarzda.
Şaşıp kaldığımda diğerleri de en az benim kadar şaşkındı. Brad elleri kolları dolaşmış şekilde Jeremy’in yanına gelip onu ittirdiğinde Jeremy ondan da şaşkın bir şekilde yanımıza geldi. Brad hiç vakit kaybetmeden topu aldığı gibi fırlattığında kenardan sadece üçü devrilmişti.
Sıra ise Thomas’taydı. Bitirici o atışta.
Eğer en az iki tane labut ayakta kalacak şekilde atarsa… Kazanırdık!
Thomas derin nefesler alarak ayağa kalktığında tüm merakımla ona bakmaktaydım.
Başarırdı inanıyordum ben ona.
‘’Hadi Thomas,’’ dedim büyük bir umutla ve de kendisini tezahürat edercesine. Verdiğim ara gazın ardından Thomas bana gülümseyerek toplara bir kez daha yöneldi. Topu eline alıp biraz salladıktan sonra alana ilerleyip yerleşti.
Yaklaşık beş saniye içinde de atışını yapmıştı.
Son atış, son şans.
Ve de son Strike!
Evet işte Strike atmıştı.
Evet işte sonunda kazanmıştık!
İşte bu be! Bu iş tam olarak aynen böyle yapılırdı!
…
Oyunun ardından kendimi koltuklara bırakmıştım. Oyun herkesi fazlasıyla yormuş gibi gözükmesi gerekirdi değil mi? Ama görünen o ki sadece ben yorulmuştum. Ve şu an oturduğum koltukta galibiyeti kutlamaktaydım. Bakışlarım yavaşça saate giderken geçip giden zamanın farkına varamayışım bir kez daha tekrarlanmıştı. Saate baktığımda yedi buçuk olduğunu ve bir buçuk saattir oynadığımızı fark etmiştim. Biraz dinlendikten sonra ayakkabıları geri bırakıp kendi ayakkabılarımızı giydikten sonra tekrar kafeterya tarafına ilerlemiştik.
Soğuk soğuk yatıştırıcı içecekler içmemizin ve dinlenmemizin ardından saat sekiz olmuştu. Hava ise çoktan kararmıştı.
Ortamdaki sohbet daha da koyulaşırken ve kendilerini daha da yakından tanırken aslında gitme vakti geldiğinin herkes farkında sayılırdı. En azından ben farkındaydım ve onlardan ayrılıp yurda dönmeliydim.
Hem gerçekten çok yorgundum hem de gerçekten biraz geç olmuştu. Yarınki dersler için dinlenmem de gerekmekteydi.
O yüzden bir yarım saat daha durduktan sonra konuşmanın ortasında ayağa kalktım.
‘’Ben biraz yorgunum. Dersler de yormuştu zaten sabahtan. Erken gidip dinlenmem lazım biraz,’’ dedim. Thomas anlayışla bakıyordu bana. Çünkü aynı derslere o da girmişti benimle. Lilith de başını sallamıştı.
‘’Ben gideyim öyleyse, size iyi eğlenceler,’’ diyerek masanın arkasındaki ceketimi giyerek çantamı omzuma taktık.
‘’Görüşürüz.’’
Kendimi dışarıdaki serin havaya bıraktığımda oksijeni rahatça içime çekmiş ve yürümeye başlamıştım.
Esen rüzgârın yatıştırıcı sesi…
Eve gittiğimde bir güzel dinlenecektim.
Otobüs durağına geçmek adına bir ara sokağa kendimi attığımda önümde bir silüet fark etmiştim. Sonrasında önümde beliren silüetin hemen ardından burnuma dayatılan bir mendilin ıslaklığını hissettim. Elimle kurtulmaya çalışırken aldığım tek bir nefes gözlerimin kararmasına hayatımın kayıp gidişine yetmişti bile.
Zaten bunu hazırlamış ve beklemede olan iki yabancı tarafından…
Kaçırılmıştım!
…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.77k Okunma |
15.4k Oy |
0 Takip |
135 Bölümlü Kitap |