-Düzenlenmiştir.
ACININ IZTIRABI
Acı, bedeni saran bir zincir gibi görünür; insan, ne kadar direnirse dirensin, sonunda onu teslim alır. Kimi zaman bir yara derinleşir, kimi zaman ise ruhu öylesine sarar ki, iyileşmek değil, unutmak tek çare gibi gelir. Istırap, zamanla tanıdık bir hale gelir ve insan, acının onun parçası olmasına nasıl izin verdiğini fark etmeden, her geçen gün biraz daha kaybolur. Bu, bir tür ölümün yavaşça yaşanmasıdır; bedensel değil, duygusal... Her şeyin içinden geçip gittiği, insanın bittiği, yeniden başladığı o an.
Başım ağır bir baş dönmesiyle ağrıyordu. Başımın arkasında yoğun bir ağrı vardı. Gözlerimi yavaşça araladığımda, karanlık bir boşluğun içinde olduğumu fark ettim.
Gözlerim neredeyse kapalı gibi hissediyordu ve bu karanlık içindeki en küçük ışık bile beni irkilten bir yoğunlukta parlıyordu. Çevremdeki sesler ve hareketler, sanki çok uzaklardan gelen bir yankı gibi, net bir şekilde algılanamıyordu. Kafamı hafifçe sola yatırdığımda, ince bir ağrının kafamın arka tarafına yayıldığını hissettim.
Yavaşça ve titrek bir şekilde gözlerimi daha geniş açmaya çalışırken, yanımda bir kişinin daha varlığını fark ettim. Gözlerim, yavaşça ve yorulmuş bir şekilde odanın köşesine, karanlık bir gölgeye odaklandı. O gölge, bir insan silueti oluşturuyordu ve o siluetin üzerinde derin bir endişe, merak ve koruma duygusu hissediliyordu.
Elim, yavaşça ama zorla havaya kalktı ve sağ tarafımdaki yaranın acısını hissettim. Bu yara, bir acı kaynağıydı; ama daha da kötüsü, her hareketimde kanımın akması, bu acıyı daha da yoğunlaştırıyordu. Yaramın acısı, gövdemin her yerinde yankılanıyordu. O an, bir elin parmaklarıyla avuçlarımı sıktığını fark ettim. Elleri, benden gelen acı sinyallerini hissedebilen, güven veren bir cisimdi adeta.
Başımı biraz daha sağa çevirdiğimde, elin sahibini tanımak için gözlerimi zorladım. Çok kısa sürede o elin Tyler’a ait olduğunu fark etmiştim. Tyler, dikkatle ve özenle elimi kavramıştı. Onun ellerindeki sıkı kavrayış, bana hem bir tür rahatlama hem de kendimi güvende hissetme duygusu veriyordu. Ama hissettiğim acı, hala yerli yerindeydi ve canım inanılmaz derecede yanıyordu.
Tyler, elimi titreyerek ve dikkatlice tutarken, acı hala bedenimi sarhoş ediyordu. "Adel..." dedi Tyler, sesinde bir miktar hüzün vardı.
“Tyler...” diye fısıldadım, sesim sanki boğazımda sıkışmış gibi titrek ve zor duyuluyordu. Kelimeler ağzımdan dökülürken, Tyler’ın elleri bana daha sıkı sarıldı. Ellerinin sıcaklığı, acımın biraz olsun hafiflemesine yardımcı oluyordu.
“Adel...” dedi Tyler, sesi yumuşak ama bir o kadar da kararlıydı. “Beni duyabiliyor musun? Her şey yolunda mı?” Sorusu, acının sızdığı her bir noktayı tarayıp araştırıyormuş gibi geldi. Onun sesi, biraz olsun bana huzur veriyordu; ama aynı zamanda, içimdeki acının ne kadar derin olduğunu da hatırlatıyordu.
Başımı hafifçe çevirirken, Tyler’ın yüzünü yakından görebildim. Gözleri, içinde büyük bir endişe taşıyordu. Her zamanki sakin ve kararlı tavrının aksine, bu kez yüzünde bir tür korku ve endişe vardı. Bu, içindeki derin duyguları anlamamı sağlıyordu. Onun gözleri, beni korumak için savaşan bir adamın gözleri gibiydi.
“Acıyor.” dedim, sesimdeki titremeyi engelleyemediğim bir gerçeklik vardı. "Çok acıyor, cayır cayır yakıyor."
Tyler’ın parmakları, elimi kavrayışını sıkılaştırırken, gözleri dikkatle gözlerime odaklanmıştı. “Sana yardım edeceğim. Her şey düzelecek. Sakin ol, tamam mı? Bu geçecek,” dedi. Onun sesindeki güven, bana biraz olsun teselli verdi; ama acının yoğunluğu, bu teselliyi boğuyordu.
Yavaşça gözlerimi kapattım, acının her an beni kapladığını hissettim. Tyler’ın elleri, benim ellerimle temas ettikçe, hissettiğim acı bir nebze olsun hafifliyordu. Ama bu, geçici bir rahatlamaydı; çünkü başımın arkasında ve boynumdaki yaralar, hala beni eziyordu.
Açık pencereden içeri giren hafif bir rüzgar, odadaki havayı tazeliyordu. Bu hafif esinti, acıyı bir an olsun unutmama yardımcı oluyordu, ama Tyler’ın ellerinin sıcaklığı ve bu sıradaki gerginliği, tüm dikkatimizi bu durumun üzerine çekiyordu.
Tyler’ın gözleri, ellerimle göz göze geldiğinde, yüzümdeki endişeyi ve acıyı daha iyi anlamış gibi görünüyordu. Ellerindeki kavrayışı daha da sıkılaştırarak, derin bir nefes aldı. “Seni yalnız bırakmayacağım merak etme."
Başımı yavaşça tekrar çevirdim ve gözlerim kapandı. Tyler’ın ellerinin güvenli sıkılığı, bana biraz olsun huzur verdi. Ama acının geçmesini beklemek, zorlu bir süreçti ve bu süreç boyunca Tyler’ın varlığı, bana en büyük teselli kaynağıydı.
Odada sessizlik hakimken, acının getirdiği karanlık bir sessizlik vardı. Bu sessizlik, Tyler’ın sakin ama kararlı sesinin yankılarıyla bölünüyordu. “Adel.” diye fısıldadı tekrar, “Her şey yoluna girecek."
Bu sözler, karanlık içindeki bir ışık hüzmesi gibi hissettirdi. Acının geçmesini beklerken, zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyordum. Tyler’ın yanında olmak, en azından bu acının bir kısmını unutmama yardımcı oluyordu.
Başımın arkasında yoğun bir ağrı vardı, gözlerimi bir kez daha araladığımda odanın hafif karanlık ve loş ışığında Tyler’ı net bir şekilde görebiliyordum. Gözlerim yavaşça açıldığında, Tyler’ın yüzündeki karışık ifadeyi fark ettim.
Tyler, elimi hala tutarken "Hızla iyileşmen gerekiyor. Bu senin için, hepimiz için önemli." Dedi. Tyler'dan çıkan bu söze karşılık kafamı çevirmeye çalışırken, gözlerim Tyler’ın ellerine odaklandı. Ellerindeki sıkıca kavrayışa...
Gözlerinin üzerimde hissettirdiği yoğunluğuyla elini elimden çekmeden diğer elini havaya kaldırdı. Ardından, bir hareketle bileğini ısırmış ve kanının ince damlacıkları parmak uçlarından sızarak yere düşmüştü.
Kanının o kırmızı, taze rengi, gözlerimden uzaklaşırken Tyler iyileşme sürecini hesaplayarak hareket etti.
"Bu, senin iyileşmeni hızlandıracak," dedi Tyler, konuşurken sesinde kararlı bir ton vardı.
Tyler, elini dikkatlice benim üzerime uzattı. Kanının damladığı her bir parça, parmaklarımdan vücuduma doğru aktı. Kanın soğuk ve hafif metalik tadı, dilimde ve boğazımda bir acı hissi bırakıyordu. Ancak bu acı, iyileşmenin ilk adımı olarak kabul ediliyordu.
Tyler’ın kanı, bu acıyı daha hızlı dindirecek ve iyileşmemi hızlandıracaktı. Onun söylediği ve yaptığı davranışlarına karşılık başımı sallamaya çalışırken boynuma giren sancı bir kez daha beni durdurmuştu.
"Dursana." Dedi hızlıca. Ardından ekledi. "Boynun basit bir vampir ısırığı değil!" İç çekerek durmaya başladığımda gözlerindeki ani değişim fark edilir olmuştu. Sesi öncekinden daha zayıf ve merhametli çıktığında bir fısıltı gibi odaya karışmıştı.
Senin için en iyisini istiyorum."
Tyler’ın kanı, vücuduma nüfuz ederken, acının daha hafif bir seviyeye çekileceğini biliyor bu yüzden de sadece bekliyordum.
İçimdeki ağrı, Tyler’ın kanının sağladığı iyileşme etkisiyle yerini hafif bir rahatlama duygusuna bıraktığında yavaş yavaş daha da sakinleşiyordum. Bünyem kendini kapatıp vücudu tekrar uykuya yatırmak isterken içimdeki bu huzur, Tyler’ın varlığı ve verdiği destekle birleştiğinde, Tyler’ın güven verici sözleri ve nazik hareketleri ile en sonunda yavaşça uykuya süzülmüştüm.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Tyler’ın elleri, vücudumdaki acıyı azaltırken, bir yandan da iyileşme sürecini hızlandırıyordu.
Gözlerimi açıp Tyler’a baktığımda, onun rahatlatıcı ifadesi beni derinden etkiledi. “Nasıl hissediyorsun?” diye sorduğundaysa da sesindeki rahatlatıcı tonlama bana da iyi gelmişti.
“Biraz daha iyi,” dedim, sesim titreyerek. Bu da boynundaki ağrının etkisiyleydi.
Tyler, başını hafifçe eğdi ve yüzündeki endişeyi gizlemeye çalıştı. “İyileşmen için elimden geleni yapacağım,” dedi. Ellerini dikkatlice boynumdaki yaranın etrafında gezdirdi. Her hareket, biraz daha acı veriyordu ama Tyler’ın nazik dokunuşları aynı zamanda bir rahatlık da sağlıyordu.
Ve iki gün içinde her şeyi atlatmıştık.
Hem Brad hem de ben!..
Artık daha da iyiydik.
...
Dokuz Nisan Pazar. Yeni bir dönüm noktası olmuş iken On Bir Nisan Salı bir başkalaşım günüydü.
Sabah uyandığımda yataktan rahat bir şekilde doğrulmuştum. Acıdan nihayet kurtulmuştum. Baloya iki gün varken takvimlere göre aynı zamanda da dolunay vardı bu akşam.
Yataktan doğrulup üstümdeki örtüyü attığımda kendimi iyi hissettim. Artık daha iyiydim. Bir kez daha iyileşmiş, bir kez daha kalkmıştım işte dimdik ayağa.
Kimisi bana saf gözüyle bakardı. Kimisi beni güçsüz görürdü.
Ama ben her zaman her yara aldıktan hemen sonra tekrar ayaklanır eskisi gibi dinç bir şekilde ayaklanırdım.
...
Sabahın ilk ışıklarında kalkıp odada gezmeye başladığında kendimi iyi hissetmiştim. Hazır kendimi de iyi hissetmişken hızlıca gardırobuma yöneldim.
Üstüme rahat bir şeyler giymek istiyordum ama boynuma zarar gelsin de istemedim.
Üstümdeki tişörtü yavaşça sıyırıp aldım. Ardından askılı fuşya rengi fitilli bir crop ile altıma da beyaz renk bir şort giydim.
Kapıya yöneldiğimde kapının yavaşça açılmasıyla gözlerimi o tarafa diktim. İçeri giren kişi Thomas olmuştu.
Kapının aralık kısmından içeri girip yanıma geldiğinde tam önümde durmuştu. Gözleri parıltı saçarken gülümsedi.
"Nasıl oldun?" Başımı onaylarca salladım ona karşı.
"İyiyim."
Başını salladığında kolunu uzatmıştı.
"Madem iyisin... Gel kahvaltıyı birlikte yapalım." Thomas'a karşı başımı onaylayarak salladığımda koluna girdim ve yavaşça aşağıya merdivenlerden doğru ağır ağır inmiştik.
Mutfaktan içeriye girdiğimizde bakışlar bize kaydı bütün masaca.
Lilith yoktu. Elliot da öyle. Ve de Brad.
Masaya oturduğumda hepsinin gergin bakışları yerini zoraki gülümsemeye bıraktığında birkaç şey atıştırmaya başladım. Maya ve Lucas da masadan kalkıp gittiğinde Thomas, Tyler ve ben masada kalan üç kişiydik. Ve ikisi de benimle olabildiğince ilgilenmişti. Biri ağzıma reçelli ekmek tıkıştırırken diğeri de boğazımda kalmaması için uğraşıyor vişne suyu uzatıyordu. İkisi iki tarafımda beni kraliçeler gibi ağırlarken neden prenses diye anıldığımın da şimdi farkına varmıştım.
Hepsinin kırılgan noktası bendim. Herkesin ilgi odağı.
Onların manevi prensesi, gözbebekleri. Wilhelm’in iğrenç söylemlerinden uzak samimi ve gerçek hislerin bulunduğu bir ortamda üstelik!
...
Kahvaltı sonrası istirahate çekildiğimde Lilith odama gelerek sargıyı çözüp yaramı inceledi.
"Bu son pansumanım." Diyerek işlemlere başladığında gülümsemiştim.
Bu yaranın iyileşmiş olduğunu göstermekteydi.
...
Vakit öğleni bulduğunda bir kez daha odamdaydım. Odada camın önünde öylece ormanın serin havasını içime çekercesine otururken kapım tıklandı. Şaşırmıştım. Tıklatıldığına göre doğuştan melezimiz Tyler değildi bu gelen.
"Girebilirsin." Diye kendisine seslendiğimde kapı açıldı. Açılan aralıktan Thomas'ı görmüştüm bir kez daha.
Elinde bir kutu ile odama girmesi ile şaşırmıştım.
"Bu ne?" Diye sorduğumda. Gülümsedi.
"Açınca görürsün."
Hediye... Hediye miydi??
Thomas'ın bana özür dilemek için bir hediye alması, tam anlamıyla sürpriz olmuştu.
Thomas, her zamanki gibi ciddi bir ifade ile yanıma geldi. Elinde dikkatlice paketlenmiş, zarif bir kutu vardı. Kutunun üstünde, şeffaf bir kurdeleyle bağlanmış ve açıldığında içindeki şeyin ne olduğunu merak ettiren bir ambalajla korunmuştu. Thomas, kutuyu uzatırken gülümsemeden önce derin bir nefes aldı.
“Adelia,” dedi Thomas, sesi bir parça heyecan ve biraz da mahcubiyet taşıyor gibiydi. “Bu, sana olan bir özür hediyem.”
Ellerim biraz titreyerek kutuyu aldım ve şaşkın bir şekilde salladım. İçinde ne olduğunu bilmiyordum, ama Thomas’ın yüzündeki ifadeye bakılırsa bu hediye, kesinlikle dikkatli düşünülmüş bir seçimdi. Thomas’ın bana olan bu özrü, geçirdiğimiz o tatsız olayın üzerine bir nebze olsun iyileştirici bir dokunuş getirmişti.
Hediyeyi açarken, paketin içinden şık bir kıyafet çıktı. Şaşkınlıkla ve biraz da merakla elbiseyi dikkatlice çıkardım. Bu, koyu mavi renkte, zarif bir kesime sahip bir elbiseydi. Üzerindeki ince dantel detayları ve hafif parıltılar, elbiseye zarif bir hava katıyordu. Kumaşı, dokunduğumda yumuşak ve hafif bir his veriyordu.
…
Thomas’ın gözleri, elbiseyi dikkatle izlerken yumuşak bir şekilde parlıyordu. “Üzerindeki o yumurtalı harcı temizlemek için biraz geç kalmış olabilirim ama umarım bu elbise, özrümü kabul etmen için iyi bir adım olur,” dedi. Sesinde samimiyet gözler önündeyken sırıtmıştım.
Elbiseyi elime alırken, Thomas’ın bu düşünceli hediyesinin ne kadar anlamlı olduğunu fark ettim. Elbisenin her bir detayı, Thomas’ın bu özrü ne kadar ciddiye aldığını ve aynı zamanda bana değer verdiğini gösteriyordu. Koyu mavi rengi ve dantel detayları, hem şık hem de zarif bir izlenim bırakıyordu.
Gözlerimi elbiseden ayırmadan Thomas’a baktım. “Teşekkür ederim, Thomas. Bu gerçekten çok güzel bir elbise. Yani, bu özür ve hediye… Çok anlamlı,” dedim, sesim hafif titriyordu.
Thomas, başını hafifçe eğdi ve dudakları arasında bir gülümseme belirdi. “Gerçekten üzgünüm, Adelia. Umarım bu elbise, geçmişin izlerini biraz olsun siler ve sana bu küçük özrü ifade edebilir.”
Thomas’ın bu içten özrü ve düşünceli hediyesi, benim için çok şey ifade ediyordu. Ve anlamıştım ki sadece üzerime sıçrattığı yumurtalı harcın değil aynı zamanda da yaşananların genel bir özrü içermekteydi, Brad ile yaşanan o tatsız olayların ...
Bu lacivert güzelle güzeli dantel detaylı özel işlemeli ince kesim elbiseyi nazikçe katlayarak kutunun içine geri koyduğumda Thomas’a bu nazik jesti için teşekkür ettim ve içimde derin bir minnettarlık duygusuyla dolu olarak kutunun kapağını kapattım.
Elbise, sadece bir kıyafet değil, aynı zamanda güzel bir özür, harika bir destek olmuştu benim için.
Thomas’ın düşünceli yaklaşımı, bu olayın ötesinde derin bir anlama sahipti ve bu yüzden elbise, sadece dış görünüşüyle değil, içsel anlamıyla da benim açımdan çok değerliydi.
"Ne ara aldın bunu?" Diye sorduğumda omuz silkerek gülümsemişti. Ardından yatağın üzerine yanıma oturdu.
"Önemi yok, beğenmen önemli; beğendin mi?" Soru muydu ki bu da!? Gülümsemiştim. Ardından kendisine sıkıca sarıldım. Tabii ki de beğenmiştim, hatta bayılmıştım!
"Bayıldım teşekkür ederim. Şu anlarda o kadar iyi hissettirdi ki beni, iyi ki varsın." Elleri sırtımı kavradığında ellerim boynuna gömülmüştü. Ardından saniyeler içinde hızlı bir şekilde hemen benden ayrıldı.
Şaşırmıştım.
"Yarana bir şey olmasın. Canını yakmayayım durduk yere." Dediğinde kendisine ufakça bir tebessüm ettim. Sonrasında Thomas yataktan ayaklanıp kalkmış ve bir kez daha bana dönmüştü.
"Ee hadi yemeğe öyleyse!" Diyerek kapıyı işaret ettiğinde gülümsedi.
Yemek diyorsun ve beni bir kez daha kalbimden vuruyorsun düşünceli adam!
Kutuyu gardıroba güzelce yerleştirip Thomas'ın ardından odamdan çıktım.
Merdivenleri yavaş yavaş inip yemek odasının yolunu tutmuştuk bu sefer. Herkesin olacağını anladığımda geniş odadan içeriye adım attık
Herkes farklı bir yerde oturmaktaydı. İçeri girer girme Brad ile bakışlarımız kesiştiğinde ben de dahil herkes gerilmişti.
Thomas "Sorun yok." Diyerek omzumu sıvazladığında kapı girişinden içeriye bir adım daha attım. Ardından boş olan sandalyelere baktım, hangi sandalye benim için daha güvenli olur diye düşünmekteydim. En sonunda o kararı verdiğimde masaya doğru ilerledim. Melez'in yanı, Tyler'ın yanı her daim boş olurdu ve oraya az önce ciddiyetle yerleştim.
...
Evdeki büyük yemek masası etrafında, sabah kahvaltısından sonra öğle yemeği için toplandığımızda, havada gerilim hissediliyordu.
Ben, Tyler, Thomas, Lilith ve diğerleri bir araya gelmişken, o günkü yaşadıklarımızı etkileri hala hissediliyordu.
Kurt adamlar özellikle dolunayın etkileriyle biraz gerilmiş görünüyordu.
Onların içindeki öfkenin izleri, yüzündeki belirgin çizgiler ve gözlerindeki derin bakışlarda saklıydı. Bir an, gerilimin neredeyse fiziksel bir ağırlık gibi havaya asıldığını hissettim.
Öğle yemeği sırasında, Tyler'ın huzursuzluğu, masanın etrafındaki atmosferi etkiliyordu. Özellikle Elliot, Maya ve Lucas’ın yemek masasından birer birer ayrılması dikkat çekiciydi. Önce Elliot, yavaşça kalkıp odanın diğer tarafına geçti. Onu takip eden Maya, ardından Lucas da masadan ayrıldı. Sanki bir şey onları huzursuz etmiş gibi görünüyordu, ama bu durumun tam olarak ne olduğunu anlayamadan, kendi içimdeki karmaşayı da geçiştirmeye çalıştım.
Masada Thomas, Lilith, Brad, Tyler ve ben kalmış iken hemen hemen herkesin gözlerindeki ifade aynıydı.
Ne olduğunu algılayamazken Thomas’ın bana bir kez daha hatırlatışıyla nihayet algılayabiliyor olmuştum.
Dolunay!
‘’Hepinizi derinden etkiliyor anlaşılan…’’ diye iç çektirdiğimde Tyler sırıtmıştı.
‘’Dolunay beni etkilemiyor. Melezliğin lütfu! Bir kere dönüşüyorsun. Kalan zamanlarda dönüşüm iradene kalmış bir şey. Ve Brad V2’miz ilk dolunayını dönüşümsüz geçirecek. Ama tabii dolunay etkisi diye bir şey var. Kendisi biraz aksi olabilir.’’
Brad Tyler'ın bu sözlerine karşın ona göz devirirken bakışlarım Brad’e takılmıştı. Neyse ki şu an Tyler’ın yanı başında, dibi denecek kadar yakınındaydım. Gerçi… Bu daha tehlikeliydi! Brad öfkelenip atasına saldırınca arada ben kaynayacaktım.
O an, kapının dışından gelen ince bir sesle irkildim. Kapının çaldığını duyduğumda Lilith kapıya bakmak için gitmişti. Thomas da gelen misafirleri karşılamaya Lilith'in ardınca gittiğinde masada iki melezle baş başa kalmıştım.
Kapının ardındakilerini hisseden Tyler'ın yüzü düşerken ona döndüm. Kim veya kimlerin geldiğini feci halde merak ediyordum.
Aramızda bir sessizlik hâkimken bu sessizlik, Tyler’ın gerilimli haliyle birleşince daha da rahatsız edici hale gelmişti. Tyler’ın gözleri bir anlığına titredi ve öfkesi daha belirgin bir hal aldı.
İlk defa gerçek bir melezin öfkesini bu denli içimde, iliklerime kadar hissetmiştim.
Kapıdaki kişiler…
Önemli birileri olsa gerek…
Bu sırada Tyler ağzında bir şeyler gevelemişti.
‘’Bir bu eksikti!’’
‘’Gelenler kim?’’ diye sorduğumda ayağa fırladı.
‘’Gitmemiz için gelen misafirler!’’
Hiçbir şey anlamamışken Tyler beni dirseğimden tutup kaldırmıştı.
‘’Tyler!’’ Daha sonra saniyeler içinde kendimi üst katta buldum.
‘’Hadi acele et. Alacaklarını al gidiyoruz!’’
Ağzım şaşkınlıkla açılmışken hala hareketsiz durduğumu gören Tyler gardırop kapaklarını bir hışımda açarak çantamı almıştı. Kıyafetlerimi ışık hızında çantama yerleştirdiğinde masamda duran şeyleri sadece bir ıvır zıvırmış gibi masadan çantaya doğru sıyırdığında bana döndü.
‘’Bu kadar mı her şey?’’ Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladığımda ‘’İç çamaşırı falan?’’ Başımı bir kez daha salladım. Onları ortalık yerde bırakacak değildim herhalde! Çantamın içindeydiler zaten.
‘’E gidelim o halde!’’ Tyler bana bir adımda geldiğinde daha kendisine nereye gideceğimizi bile soramadan kendimi arabanın yanında bulmuştum.
Tyler çantamı arka koltuğa bıraktığında bana işaret yaptı.
Arabayı kafasıyla işaret ederken ‘’Bin!’’ dedi, kendisi de şoför koltuğunun yerini alırken.
Arabaya kendisini ikiletmeden bindiğimde araba saniyeler içinde çalışmıştı.
‘’Gelenler kimdi söylesene!’’
Tyler arabayı ormanlık yoldan çıkarırken bana anlık bir bakış attı.
‘’Sürünün birkaç üyesi daha.’’ Sürü mü!?
Bu sürüden kasıt kaç kişiyi kapsıyordu?
Doğru tabii beş kişiden sürü mü olurdu zaten? Elbette devamı olması gerektiğini bilmem lazımdı!
Araba ormanlık alandan çıktığında otoyola saptı. Aslında kurt evinden uzaklaşarak en doğru kararı vermiştik.
Dolunayda dönüşen kurt adamlar varken orada benim can güvenliğim yoktu.
…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.77k Okunma |
15.4k Oy |
0 Takip |
135 Bölümlü Kitap |