Yeni Üyelik
34.
Bölüm
@selinayeda_x

ANTRENMAN

 

Yeni bir gün, yeni bir yetenek keşfi yeni yorgun bir güne çıkıyordu.

Hafta sonu nihayet başlamıştı.

Normalde hafta sonları tatil olurdu ama bu benim için geçerli olmadı tabii. Kahvaltıdan hemen sonra Thomas beni bir kez daha alıp bahçeye çıkardı.

Bakalım bu sefer ne yapacak ve kaç saat yapacaktık!?

‘’Bu sefer antrenman torban ben değilim.’’ Diyerek söze girdiğinde Thomas ona döndüm.

Ardından ağaçları göstermişti.

‘’Fırlatma üzerine çalışalım. Çizdiğim hedeflere doğru. İşte sana gerçek insan anatomisi!’’ Önümdeki ağaçlara bakarken bakışlarımı başka bir ağaca çekmişti. Ağaç gövdesinin üstüne gerçekçi bir insan anatomisi büyüklüğünde beyaz bir insan robot resim çizimi vardı.

Hedefleri gözümde kestirdikten sonra hedefe doğru şekilde kazığı fırlatma eğitimi…

Harika bir eğitim!

En az üç saat süreceğine emin olduğum bir eğitim!

‘’Göster bakalım kendini Melez’in Prensesi!’’ Ne? Yüzümü buruşturup algılamaya çalışırcasına Thomas’a döndüğümde sırıttı. ‘’Malum, iki yasaklı kelime var. Prenses ve Adel… Bizde yolu bulduk başına Melez ekliyoruz.’’

Uf gerçekten…

Ne diyebilirim ki!?

Melez’e ait olmak!

Ve herkesin bunu kabul etmiş olması!?

Dilimi damağıma sürterek üç defa aynı sesi çıkarmıştım: Cık, cık, cık.

Kazığı elimde kavradıktan sonra ağaçların üstündeki hedefleri es geçerek anatomideki görünmez ama yerini bildiğim kalbi hedefledim.

Tek bir bakış, tek bir atış!

Kazık ağaca saplandığında ilerledim. Kazığı ustaca gövdeden çıkarıp aldım ve Thomas’a döndüm.

Tehlikeliyimdir!

Tehlikenin göbek adım olması gibi!

Kazığı elime verin ve de izleyin!

Thomas’ın şaşkınlıkla açılmış gözlerini ve ağzını umursamadan yanından geçip diğer ağaç hedeflerinin önünde durdum.

Şimdi Thomas’ın ağaçta çizdiği kırmızı yuvarlakların içine kazığı sabitlemek lazımdı. Bu antrenman için bir düzine kazığım şu an yanımdaki masada durmaktaydı. Elimdekiyle on iki!

Thomas yanıma geldiğinde ona döndüm.

‘’İyi… İyi bir atıştı, tebrikler.’’ Başımı olumluca sallayınca hedeflere döndüm.

Öfke derlerdi buna!

Öfke ya yüceltir ya da batırır.

Bu sefer yüceltmişti beni.

‘’Umarım şans işi değildir.’’ Diyerek Thomas tekrardan söze girdiğinde ona döndüm.

Kesinlikle şans değildi.

Bunu da kanıtlamak gayet basitti.

Kazığı kavrayıp hedefe onayladıktan sonra atışımı gerçekleştirdiğimde de kanıtlamış bulunuyordum.

Taa ki odaklanarak hedefteki kazığa bakına kadar!

Kazık nerede!?

Ağzım açık kalmış bir şekilde Thomas’a döndüğümde iç çekti.

Şansa bala bir atış gerçekleştirdiğimi düşünmekteydi gerçekten!

‘Devam.’’ Dedi. ‘’Hedefleri vurana kadar çalışacaksın.’’ Ve bunu söyledikten sonra kazık masasının yanındaki sandalyeye oturup bacak bacak üstüne atmıştı.

Gerçekten mi!?

Bıkkınlıkla yanaklarımı şişirip nefesimi ortama boşalttıktan sonra bir kazık daha aldım ve iyice odaklandım. Belki de mesafe uzaktı ve benim kolum o mesafeyi tutturacak kadar güçlü değildi.

Çünkü bu da ıska!

Iska değil daha hedefe bile ulaşamamıştı bir kez daha!

‘’Tekrar.’’ Dedi Thomas. ‘’Beş atışın ikisi ıska. Kalanlarına bakalım.’’ Kalan üç kazığı da art arda odaklayarak attım.

Hepsi ıska giderken Thomas boğazını temizledi. ‘’Bir koca adım ileri gidip oradan dene bakalım. Üç atış hakkı ile.’’ Ona başımı salladıktan sonra dediği gibi yapmıştım. Sanırım bu antrenman tam olarak benim atış menzilimi bulabilmem içindi.

Ve öyle de olmuştu. Sıra sıra deneye deneye en sonunda atış menzilim de bulunmuş olmuştu.

‘’Yer çekimi ivmesi, açış açısı ve hızı da karşılaştırdığımızda atış menzilin tam olarak sabit yirmi yedi metre. Yani hedefe isabet olan. Hedefe ulaşıp da yanlış açılara giden menzil ise otuz iki. Bu da kendini geliştirip menzilini artırabileceğin anlamına gelir. Yani!.. Çalışmaya devam!’’

Devam devam devam!

Atışlara ve antrenmanlara devam!

Bir buçuk saati geride bırakmış, devirmiştik. Şimdiyse dinlenmek olmaksızın atışlara devam ediyordum. İsabetli atmak ve menzil yükseltmek asıl amaçken yorulduğum için her şey daha da boşa çıkmış ve daha berbat atışlar gerçekleştiriştim ama bu olmamalıydı. Bunun sebebi ise yorgunken de bir saldırı olabilirdi ve kendimi yorgunken de savunmalıydım.

Nefes kontrolümü iyice yaptım ve son iki ayışı da gerçekleştirdim.

Tam on ikiden isabet!

Kendimi dizlerimin üstünde yere bıraktığımda artık zorlukla soluklanıyordum.

Thomas oturduğu yerden kalkmış ve ağır çekimde alkış tutmuştu.

‘’Tebrikler, antrenman bitti.’’

Ne kadar da ciddiydi!

Şu iki gün boyunca gerçek bir alfa ile vakit geçirmiştim!

Soğuk kanlı, net tavırlı, gereksiz konularda umursamaz!

Thomas son sözlerini edip yanımdan ayrıldığında üç saatlik antrenman sonucunda kendimi çimenlere sırt üstü bırakıvermiştim.

Yarın ise bundan daha da berbat bir gün olacağına duyduğum üzüntü ise pek ala ağır basmaktaydı.

Ben… Tamamen bitmiştim!

Yeni bir gün ama yeni olmayan bir hafta sonu, günlerden ise Pazar. On Dokuz Mart sabahı, pazar günü!

Yepyeni bir gün demeyi çok isterdim. Ama biliyorsunuz bugün de ecel terleri dökeceğim bir gün olacaktı.

Öyle olacağına o kadar emindim ki bedenimi yataktan kaldırmak zor olmuştu.

Yorganı üstümden sıyırıp bacaklarıma doğru ittirirken bedenimi yataktan ayırmak vücudumu spatulayla yataktan kazımaya denkti.

Kalkmakta güçlük geçerken aklımda ise bugün olacak şeylerin provası dönmekteydi.

Yorucu bir gün, yorucu bir üçüncü gün yorucu bir hafta sonu bitimi olacaktı.

Ve yarın ise yirmi mart! Son okul haftam sayılırdı. Ardındansa yoğun bize haftası beni beklemekteydi. Bu vizeler varken bence beni yine yoğun bir antrenman beklemezdi!

Onun yerine dinlenir enerjimi toplardım ve vize sonraki hafta sonu rahatça kaldığımız yerden devam edebilirdik.

Değil mi?

Kesinlikle öyle olmalıydı!

Yoksa gelecek hiç mi hiç iç açıcı durmuyordu!

Zımba gibi olmayaraktan yataktan bedenimi sıvıyarak çıkardıktan sonra gardırobuma yöneldim. Dün yorgunluktan tam dokuz buçukta yatmıştım. Şimdiyse saat onu vurmaktaydı. Tam tamına on iki buçuk saat süren bir uyku ritmi!

Bu uyku epey bir enerji depolamamı sağlamıştı biraz da.

Kendimi son yaşanan olaylardan ve antrenmanlardan sonra daha da dinç, enerjik hissediyordum.

Aslında bugünkü antrenman için, avcılık dersleri için hazırdım. Sadece Thomas’ın yoğun programı benlik değildi. Bu yüzden de gönülsüzdüm işte. Antrenmanlara gönülsüz başlıyor ve ecel terleri dökene kadar, dinlenmeden çalışmalara devam ediyordum.

Bu bazen bir bazen iki bazense üç saat sürüyordu.

Şimdi ise…

Şimdi kaç saat sürebileceğini asla ama asla kestiremiyordum.

Göremeden de bilemezdim.

Ama kısa tutacağını umut ediyordum.

Saat onu beş geçerken gardırop kapaklarımı açtım.

Saat beş gibi buradan çıkar ve altı gibi Melez’in evini bulurduk.

Bunu hesap ettiğimde ve de saatin on olduğunu düşündüğümde kahvaltıyı ve uyanıklığımı da hesaba katınca…

Ya öğlen başlar en fazla iki saat antrenman yapardık ya da on bir, on bir buçuk gibi kahvaltıdan hemen sonra başlar ve en fazla iki buçuk süren bir antrenman yapardık.

Çünkü antrenman sonrası dinleniş ve yıkanma sorunu en az iki saati kapsamaktaydı. Gidiş saatinden iki saat düştüğümüzde ise…

Tam olarak saat üçte her şeyin bitmesi ve benim de boşa çıkmam gerekirdi.

İşte tam olarak tahminim böyleydi.

Ve umarım bu tahmine benzer hislerim tutardı da bugün dünkü kadar, kendimi yerlere atacak kadar baygın hallere düşmezdim.

Dün yaşananları şu an dile getiremezdim bile. O yorgunluk ve çöküş… Asla tarif edilemez bir şeydi. O denli yorucu bir antrenman daha… Andım olsun kaldıramazdım!

Bugün üzerime yeşil kargo ince bir pantolon ve üstüne siyah v yaka kısa kollu bir bluz geçirdim. Tamamen yeni bir antrenmana görünüş açısından hazırken saçlarımı at kuyruğu yapıp tokaya tutturduktan sonra odamdan fırlayarak çıktım.

Alt katın ve orada bulunan mutfağın yolunu hızlıca tuttuğumda salonda Brad ve yeni tanıştığım kurtlardan olan Lucas’ın televizyondan oyun kollarıyla dövüş oyunu oynadığını gördüğümde sırıttım. Mutfağa girdiğimdeyse diğer kurt adamlardan ve kadınlardan olan Maya ve Elliot beni karşılamıştı. Yemek yemekteydiler.

Büyük bir iştahla ve afiyetle.

Maya beni gördüğünde gülümseyip ağzındaki tıkılı olan onca yumurtaya rağmen selam verdi.

‘’Günaydın!’’

Aslında tam olarak böyle değil de şunun gibi çıkmıştı sesi:

‘’Gönodun!’’ Ağzı o kadar doluydu ki tıka basa başka şeyler söylese ya da bir cümle kursa bunu anlamak için kâhin çağırmak gerekirdi!

Başımla ikisini de selamladıktan sonra ‘’Günaydın.’’ Dedim.

Tezgâh tarafında da Lilith meyve suyu sıkmaktaydı. Portakalları limon sıkacağında teker teker sıkıyordu. Onun yanına gittiğimde o da bana dönerek selam verdi ve ‘’Günaydın.’’ Dedi. Neyse ki bu sefer Lilith’in ağzı dolu değildi ve sözleri kolayca anlaşılmıştı. Ona da günaydınlarımı bir kez daha dile getirdikten sonra sordum:

‘’Yardım lazım mı?’’ Olumsuzca başını salladığında masadakilere bakmıştım. Onların yanında yemek yemek gerçekten hiç iç açıcı durmuyordu. En azından onlarla ortak bir şey yemek!

Bakışlarımı tekrardan Lilith’e çevirdikten sonra ona şu soruyu yönelttim.

‘’Sen yemiş miydin?’’ Soruma direk bir şekilde başını sallamıştı.

‘’Sana yapıyorum, portakal suyu seviyormuşsun.’’ Benden önce anlaşılan sevdiğim şeyler geliyordu burada.

Daha kokum eve işlemeden, ayaklarım evin bahçesine batmadan Melez sanırım sevdiğim ve sevmediğim şeyler konusunda uzun bir hap bilgi formunda dersler vermişti kendilerine.

Ben burada gerçekten Prensesler gibi bakılıyordum.

Thomas’ın da dediği gibi vardı aslında gerçekten:

‘’Melez’in Prensesi!’’

Melez’in Prensesi olarak yediğim önümde yemediğim arkamda değildi tabii!

Ama yürek yediğimi düşünürsek evet tam olarak böyle olabilirdi işler!

Çünkü ben üç gündür burada ağzıma ve burnuma kadar çıkan, hastalıklıymış gibi çarpan yüreğimi, kalbimi yiyip bitiriyordum.

Bu antrenmanlar beni fazlasıyla öldürüyordu çünkü!

Şimdi de son gün ve son antrenman.

Ve de son ecel terleri!

Lilith’in sıktığı portakalları yardım olsun diye bir sürahiye alıp şekerle karıştırdıktan sonra bir bardak çıkardım.

Sürahideki hakiki yeni sıkım portakal suyunu bardağa dökecekken Lilith’in ‘’Dur!’’ diye bağırması beni durduran tek şey olmuştu.

Sürahi hala elimde ve döküm işlemi yarıda kalmış bir şekilde Lilith’e döndüğümde o sadece şu sözleri sarf etmişti.

‘’Limon ve vişneyi unuttun, daha onlar var.’’

Şaka mıydı bu!?

Lilith dolaba yönelirken onu kolundan tutarak durdurdum.

‘’Gerek yok, hiç gerek yok. Böyle iyiyim ben.’’ Lilith başını olumsuzca sallamıştı.

Dolaba gitti ve bir paket vişne ile bir tane limonu alarak tezgâha koydu.

‘’Biz misafir perverizdir. Bizler misafiri en iyi şekilde ağırlarız!’’

Lilith’e gülümsedim o ise limonu limon sıkacağında sıkmıştı.

‘’Ne kadar koyuyoruz ben oranını bilmiyorum da…’’ diyerek söze girdiğinde gülümsedim. Sıkılmış limonu alıp tam ayarında bir şekilde portakal suyuna ekledikten sonra limon sıkacağını tezgâha geri bıraktım.

‘’İşte bu kadar.’’

Ve sırada vişneler vardı.

Lilith vişneleri ayıklama işlemine geçerken Maya ve Lucas da yiyip içmişler tabaklarını da hiç tezgâha koymak gibi bir umursama gerçekleştirmeden umursamazca kalkıp mutfağı terk etmişlerdi.

Lilith’e her ne kadar reddetse de vişneleri ayıklamaya yardım etmek konusunda işe koyulmuşken mutfak eşiğinden içeriye Thomas girdi.

‘’Oo günaydınlar birileri sonunda uyanmış! Hiç seni etrafa göremeyince… Artık ölmüş olabileceğini düşünecektim!’’ Thomas’ın sözlerine kahkaha ile karşılık verirken ciddi adımlarla yanımıza gelmişti kısa süre içerisinde.

‘’Öğrencim!..’’ Gözlerimi devirerek iç çektim. ‘’Sence de bir şeyleri gerçekleştirmenin zamanı gelmedi mi!?’’

‘’Hayır!’’ dedim kısa, net ve de öz! Daha kahvaltı yapmamışken, daha ayılamamışken yeni günümde daha ilk suyumu bile içmemişken… Onunla asla eğitimlere dün kaldığımız yerden devam niteliğinde bugün tekrardan başlayamazdım. Bu imkansızın da imkansızı, iki kat imkansızı idi!

Thomas’ın gülmesi mutfakta yankılı bir ses oluşturduğunda bakışlarımı kaldırdım.

Daha kendisi bile gri pijama benzeri bir pantolonla ve beyaz bir cepli tişörtle durmaktaydı.

Ve o saçlarından bahsetmiyordum bile!

Dağınık, önleri gözlerine girecek kadar aşağı düşmüş saçlar!

Kıkırdadım.

İşaret parmağımı vücut hatlarında ve saçları önünde uzaktan doğru mesafemi koruyaraktan salladıktan sonra söze girdim.

‘’Önce bir kendinize çeki düzen verin efendim, sonra beni kendinizi yeterli bulursanız eğitebilirsiniz, bu iş için her daim hazır ve de nazırım!’’ Saçımı kulağımın üstünden doğru parmak uçlarımla ittirip arkaya attığımda çenemi kaldırdım. Yüksek bir poz kesildiğimde önünde sırıttı.

Diklenmekse diklenmek!

Karşı koymaksa karşı koymak!

Yeni bir Adelia döneminde yeni bir ben!

Eski saflığa hayır!

Eski bilgisiz o kıza da hayır!

Yeni bir gün ve yepyeni bir bambaşka Adelia!

Daha ne göreceğinizi iyi seçin dostlar ve düşmanlar çünkü ben yani Adelia’nın ne sağı bellidir ne solu dikkat edin de tersime çatmayın!

Bu havalı, bol ego kasmacı, kendimi beğendiğim iç düşüncemden sonra tam olarak yemek masasındaydım ve Thomas ile birlikte Lilith tarafından hazırlanmaya devam eden ve çok yakında hazırlanmış olacak kahvaltımızı bekliyordum.

Hem sağlıkçı hem de aşçı.

Tüm yükler onun başına binmişken nasıl hiç surat asmaz nasıl sürekli aynı işi yapabilirdi ki?

Ayrıca sürüdeki tek kız bile değildi!

Maya ile bazı şeyleri bölüşebilirdi ama o hep tek tabanca yalnız başınaydı, sessiz sakin ve onu çözümlediğim kadarıyla yeri geldiğinde soğukkanlı ve de hırslı!

Önümüze yumurta tabakları, kızarmış ekmekler ve meyve suları konduğunda ikimizde sessizce yemeğe gömüldük, Thomas ve ben.

Yemeğin sonunda sonumun geleceğini ve yorgunluktan fenalık geçireceğimi bildiğimden kurt adamların alfasının tüm bu hızına rağmen baya, fazlasıyla bir yavaş yiyordum.

Ve de umuyordum.

Umuyordum ki yemeğimin bitmesini bekleyecek ve ardından başlayacaktık bir yirmi dakika yediklerimizi hazmettikten sonra.

Daha doğrusu bu sadece benim için geçerliydi çünkü hem vampirler hem de kurt adamlar yedikleri ve içtikleri şeyleri saniyesinde öğütme özelliklerine sahiplerdi. Bende ise iş dakikalarla ölçülmekteydi. Neyse ki bu yönden kazanıyordum ki hemen yer yemez başlamıyorduk şu beyin yoran, kolları ağrıtan, bedeni tamamen yere yığan günlerce geçirmeyen topuk ağrıları yapan antrenmanlara!

Kahvaltıyı bitirdiğimizde ve yirmi dakikalık bir dinlenme süremin dakikalarını tek tek saymaya başladığımda biraz olsun son derse hazırdım.

Haftanın son dersine yine her şeye rağmen nasıl hazır olduğumu düşünürken içgüdülerim araya girmişti.

Her şey duygusaldı.

Her şey içgüdüseldi.

İşte bu sayede her daim hazırdım!

Hazır ve de nazır!

‘’Bu sefer!’’ diyerek söze girdi. Yoğun nefesini ortama bıraktıktan sonra devam etti. O sözlerini sürdürürken bense onu pür dikkat dinlemeye koyulmuştum. Tek bir kelimesini dahi kaçırmadan dinlerken Thomas da bugün yapacağımız şeylerin özetini uzunca bir solukta anlatarak en sonunda da durmuş, susmuştu. Bana ise sonrasında sadece uygulamak kalmıştı!

‘’Farklı bir şey yapacağız. Birkaç hafta sonra bende öğrendiklerini bir kez daha uygulayacaksın tekrardan. Aynı okuldaki final sınavları gibi düşün. Vize haftan olduğunu bildiğimizden o haftayı da es geçiyoruz. Bu benimle son antrenmanın sayılır, final sınavı gününü saymazsak. Vize haftanı da geçersek iki hafta! Evet iki hafta sonra bambaşka şeyler olacak. Benle değil. Bu sefer yeni öğretmenin Brad olacak. Kendisi iyidir. Özellikle de dövüşte! Ve bende dedim ki… Neden en iyisinden almayasın ki? Hem farklılık iyidir benden sıkılabilirsin, benimle dövüşmek istemeyedebilirsin. Ama Brad iyi bir aday. Yani diyeceğim o ki kendini en iyi şekilde bu iki hafta sonraki karşılaşmanıza hazırla derim. Kendisi benden de biraz sert olabilir.’’

Thomas göz kırptığında düştüğüm bu vahim durumu dudaklarımı ısırarak karşılamıştım.

‘’Bugün yapacağımız şeye gelecek olursak da!.. Hemen anlatayım! Hızla ilgili bir şey diyebiliriz. Refleks, tepki vermek.’’ Köstebek oyunu gibi düşün. Merak etme seni yormayacağım!’’

Oh biri seni yormayacağım mı demişti!?

Kesinlikle yorulmamıştım bak şu an.

‘’Hazır mısın?’’ diye bir ses işittim solumdan Thomas’a it olan bir ses.

Sesindeki ciddiyetin arkasında dostça bir sıcaklık vardı.

Başımı hafifçe salladıktan sonra yoğunlaştım.

‘’Her zaman!’’ diye karşılık verdim.

Antrenmanlar için her zaman hazırdım!

Ne kadar erken başlarsak o kadar erken biterdi.

Nefesimi kontrol altına aldım ve bakışlarımı yoğunlaştırdım. Elimdeki kazığı iyice sıkarak kavradıktan ve rahat tutma şeklime aldıktan sonra beklemeye başladım.

Kısa sürmüştü.

Kısa süre içerisinde her şey başladı.

Yoğun tempolu antrenman bir kez daha başlamıştı.

Thomas, elindeki kazığı bana doğru uzattı. “Hadi, başlıyoruz,” dedi kararlı bir şekilde.

Makinede bir bölge parlıyor oraya nişan alıp saplıyordum. Makinede uzak bir köşede başka bir yer parlıyor ve oraya kazığı fırlatıyordum.

Bu derslere girmek ve antrenmanları eksiksizce yapmak, Thomas’ın kurallarına uymak… Sanki içimde uzun zamandır uyuyan bir şeyi uyandırıyordu.

Kondisyon gerekli bol yormacalı ve de bol refleks isteyen hız işi bu antrenmanda suyum çıkmışken, terim üstümde defalarca kez kurumuşken kendimi antrenman yarısında yere bıraktım.

‘’Benden bu kadar! Ölüm bile şu an daha tatlı geliyor!’’ Yüzüm çimenlere sürterken bir yatakmış misali çimlerin üzerinde kıvranmıştım.

Şimdi yumuşak bir yatak olacaktı, gözümü kapatacaktım… Düşlere dalmam iki saniye sürecekti ve ardından uyuyacaktım.

Ama uyanmamla her şeyin rüya olduğu ortaya çıkmıştı.

Thomas ellerimden tutarak beni zorla kaldırdığında hamurumu biraz daha yoğurdu, bu işi yapma konusunda biraz daha efor sarf etmem için çaba göstermişti.

Ne diyeyim alfadır, yapmam gerek sonuçta!

Gözlerimi devirip devam ettiğimde sinir katsayım tepelere çıkmıştı.

Beni gaza getirip iyi sonuçlar aldırdığım şey!

Şu son yarım saat boyunca hepsini isabetli atış yaptığımda makine kapanmıştı artık.

Sonunda!

‘’Harikaydın Adelia!’’ Thomas’a kıpkırmızı, al al olmuş yanaklarımla döndüğümde Thomas gülümsedi.

‘’Ne demezsin!’’ diye iç çektiğimde yanıma gelip elimdeki kazığı aldı.

‘’Artık dinlenebilirsin en değerli öğrencim, işimiz bitti!’’

Amman ne güzel.

Bitmemiş olsa ne halde olurdum acaba!?

Loading...
0%