Yeni Üyelik
36.
Bölüm
@selinayeda_x

 

 

 

AKUAMARİN TAŞI

Şöyle uzun uzadıya bir özetlemek gerekirse…

Bir gün, öğle arası geldiğinde, Thomas ve Brad ile kampüs kafelerinden birinde buluştuk. Thomas, vampir avcılığıyla ilgili eski bilgiler ve modern teknikler üzerine sohbet ederken, Brad genellikle sessizce dinleyip başını sallayarak onaylıyordu. Brad'in genelde soğukkanlı ve espri yapmayan tavrı, Thomas’ın neşeli ve konuşkan kişiliğiyle tezat oluşturuyordu, ama bu dengenin oluşturduğu uyum, grubun dinamiklerini keyifli bir hale getiriyordu.

Çarşamba günleri ise derslerin yoğunluğu beni oldukça zorluyordu. Sabahın erken saatlerinde başlayan dersler, akşam geç saatlere kadar sürüyordu. Öğle arasında, Thomas ve Brad ile kampüsün geniş bahçesinde yürüyüş yaparak konuşma fırsatı buluyorduk. Bu sohbetler derslerden uzak, vampir avlamacadan da uzak sohbetler oluyordu. Bu sohbetler benim istediğim istek ve arzuya göre kurt adam özellikleri hakkında sohbet olmuştu. Onlardan yeteri kadar merak ettiğim bilgileri de aldıktan sonra artık tamamen kurt adamlar konusunda da bilgili hale gelmiştim.

Perşembe günleri genellikle daha sakin geçiyordu. Dersler daha hafif ve hafif bir tempoya sahipti. Thomas ve Brad ile öğle arasında, kampüsün gölgeli bir köşesinde oturuyorduk. Perşembe günlerinin bu rahatlatıcı atmosferi hem derslerden hem de diğer günlük streslerden kaçmak için iyi bir fırsat sunuyordu. Taa ki saniyeler içinde aklımda Melez sorunları uçuşana kadar!

İşte kampüste bir haftam.

Ve işte vize haftasına hazırlık haftam!

Akşamları odamda ders çalışırken geçerken odamdan dışarıya adım dahi atmamıştım. Kokumu evin hiçbir tarafına yaymak yerine sadece koridorlara yaydım. Elimde olsa odama uçarak ya da merdivenle girerdim ama yapamıyordum işte ne yapayım?..

Suyumu ve kantinden aldığım bir poşet dolusu atıştırmalıkları yanıma açmıştım. Onlar varken dışarı çıkmaya bile ihtiyaç duymamıştım. Tuvalet ihtiyacı desen… Odamda kendime ait de tuvalet ile banyo bulunduğundan her şey tamam ve tam da Melez’in istediği gibiydi. Oda da kal, kokunu sakla, Melez’i de çileden çıkarma! Dersin ortasında kafamda dönen Melez sorunlarıyla artık baş edemez hale gelmiştim. Kendimi berbat hissederken yatağa gömüldüm.

Okul günleri gayet istediğim gibi Melez’den uzak geçmişti. Peki ya aynısını Hafta sonu yapabilecek miydim?

Asla!

Bende kurt evini ziyaret etmeye karar verdim. Orada Lilith ile ettiğim biyoloji sohbetleri ve sağlıkçı terimleri derslerime de katkı sağlardı hem. Ve Melez evinde kafa dinlerken ben de Melez’in yokluğunda Melez’den uzak iken kafayı dinlerdim.

Evet bunu kesinlikle yapmalıydım.

Sabahın ilk ışıklarında hortlak gibi kalktım. Ders kitaplarımı ve defterleri bu üç gün için giyecek kıyafetlerimi hazırladım.

Artık hazırdım. Üstüme beyaz iki cep detaylı crop bir tişört altıma da ince koyu yeşil kargo pantolon giydim. Ayağıma da beyaz airlerle kombinimi tamamladım. Şimdiyse ikna kalmıştı.

Çok kolay gerçekleşecek olan bir ikna!

‘’Nereye böyle?’’ Thomas’ın şaşırtan sorusuna gülümsedim.

‘’Derken?’’ ve devam ettim. ‘’Kurt evine gidiyoruz hadi hazırlan!’’ Şaşırmıştı sonra da öksürdü.

‘’Yalnız bu hafta eğitim yok.’’ Başımı salladım ve gülümsedim.

‘’E biliyorum zaten! Rahat rahat huzurlu bir ortamda ders çalışmak için, Lilith ile sohbet edip ondan güzel bilgiler öğrenmek için gideceğiz. Huzurlu bir orman havası zihin açmayacaksa ne açabilir ki!?’’ Thomas iç çekti. Ayaklarıyla ritim tuttu. Etrafına baktı. Ardındansa bir kez daha bana dönerek iç çekti.

‘’Melez gitmeyeceğimizi biliyor.’’ Gözlerimi devirdim. Ardından omuzlarına dokundum.

‘’Kurt adamların alfası olan sensin. Kurt evindeki liderde öyle. Ve bu ev de Melez’in evi. Ve ben burada pek iyi karşılanmıyorum.’’ Thomas’ın gözleri ciddiyetle açılırken fısıldadı.

‘’Karşılanmıyorum derken?’’ Başımı iki yana salladım. ‘’Unut gitsin, gidiyoruz değil mi?’’ dedim büyük bir heyecanla. Thomas ise birkaç saniyeliğine olduğu yerde durdu ve bakışlarını bir noktada odakladı.

Kısa süre sonrasında ise hemen söze girmişti.

‘’Tamam gidiyoruz!’’

Eh demiştim değil mi!?

İşte bu kadar basitti!

Erkekler otorite tavırları ile kolay ikna edilirdi. Asıl lider Thomas’tı. Thomas’ın kanında alfalık vardı. Ve ben onun alfalık onurunu okşadığımda… Cevap gecikmedi.

Olumlu evet cevabını sadece dakikalar içinde alıvermiştim kendisinden!

İşte bu iş bu kadar basitti!

Brad ve Thomas’ın hazırlanması ile bir kez daha kurt evinin yolunu tuttuk. Bir kez daha Melez camdan izlemişti güneşe ve bana meydan okurcasına.

Melez’in izni vardı.

Melez’in izni olmadan hiçbir şeyi gerçekleştiremiyorduk ki!

Kurt evine vardığımızda odama eşyaları atıp Lilith’in yanına uçtum. Lilith’in tıbbi bilgilerini ve biyoloji sohbetlerini merak ediyordum.

Thomas ve Brad okumak için değil sadece Wilhelm için kaydolmuşlardı. Az çok bildikleri bu teknik bilgilerle sınavı geçmek onlar için yeterken benim için yetmiyordu işte.

O yüzden önce Lilith’e sonra da kendi zihnime ihtiyaç duydum. Geldiğimiz gün tüm gün Lilith ile vakit geçirirken neredeyse ondan öğrenmem gereken her şeyi öğrenmiştim. Bir yandan yemek yaparken bir yandan evi süpürüp silerken bir yandan antrenmanlar esnasında yaralanan kurtlara bakım yaparken!

Tüm günüm böyle geçmişti, tıpla iç içe!

Akşam yemeğinde hepimiz koca masada bir arada olduğumuzda herkesin odağı aynı şey olmuştu, yemek!

Akşam yemeğini Lilith ile birlikte yapmıştık.

Yemeğimiz kurt adamlar tarafından beğenildiğinde gülümsemiştim. Kurtlar hızlı hızlı yemeklerini yiyip bir taraflara çekildiğinde ve mutfak artıkları yine bize kaldığında sohbete de kaldığımız yerden devam ettik.

Güzel bir dertleşme seansı olaraktan.

‘’Sıkılmıyor musun?’’ diye söze girerek sorduğumda sorduğum bu soruyla Lilith şaşırdı. Anlamamıştı ilk başta. Ve anladığında ise başını olumsuzca salladı. Ardından bir kez daha söze girdim.

‘’Ev işlerini yapmanı Thomas mı istiyor?’’ Bir kez daha omuz silkti. Şaşırmıştım.

‘’Peki ya niye her dün her gün sen yapıyorsun?’’ Verdiği cevap çok daha şaşkına uğratmıştı beni.

‘’Başka yapan kimse yok ki.’’

Ah Lilith ah!

‘’Bırak.’’ Dedim. ‘’Boş ver yapmayalım! Ben hallederim bu işi.’’

Lilith şaşkınlıkla bana dönmüştü.

‘’Alfaya rest çekeceğini söyleme bana!’’ Kahkaha attım. Alfa da kimmiş?

Başımı olumsuzca salladım ve sözlerimi sürdürdüm. ‘’İzle de gör.’’

Tabii önce Thomas’ı bulmam lazımdı!

Salonda diğer erkeklerle oturduğunu gördüğümde yanına gittim. Lilith ise kapı girişinde öylece durmuştu.

Ne yani? Kurt adam erkekler bir aradayken yanlarına dişi yaklaşamaz mıydı?

Öksürdüm. Zaten girişimle varlığımı hissetmişlerdi ama dönmeye gerek duymamışlardı. Öksürdüğümde ise hepsi bana baktı. Yeni tanıştığım Elliot ve Lucas biraz sinirli dururken Brad’e baktım. Daha nötrdü. Thomas’a döndüm. Thomas ise normal bir şekilde bakıyordu. Alfalığını umursamadan normal bir arkadaş gibi.

‘’Thomas.’’ Kurt adamlar daha dikkatli bana baktığında konuşmamı sürdürdüm. ‘’Konuşabilir miyiz?’’ Thomas başını sallayıp kalkarken Elliot araya girdi. Bakışları bende sertçe gezinirken sözleri Thomas içindi.

‘’Bir alfaya bu şekilde seslenmek doğru muydu?’’ Thomas’ın bakışları sertçe Elliot’a döndüğünde Elliot da en sonunda üzerimdeki bakışları çekerek Thomas’a baktı.

‘’Adelia sürümden bir kurt adam değil! Bana alfa olarak seslenmeye bana itaat etmeye de ihtiyacı yok. O değerli bir arkadaş ve ben yokken de saygılı olmalısınız. Kurt adamlık insanlardan üstün olup onlara üstünlük taslamak değildir. Vampirlerden üstün olup vampirlere üstünlük taslamaktır, yani dengimize! İnsanlarla iyi anlaşın, ego yapmayı bırakın. İnsanlar bizim küçük savunmasız dostlarımız.’’

Thomas bana karşı gülümseyip göz kırptığında herkes başıyla onu onayladı.

‘’Evet efendim!’’ Thomas da başını onlara karşı salladıktan sonra beni takip etti. Ben, Lilith ve Thomas koridora çıktığımızda ise Thomas’ın gözleri Lilith’e kaymıştı.

İkisinden biri söze girmeden önce hızlı davranıp aralarına girdikten hemen sonra sözlerimi bir kez daha sürdürdüm.

‘’Seninle konuşacaklarımız var Thomas. Ben konuşacağım hatta. Lilith hakkında.’’ Lilith gözlerini açmış bana bakarken Thomas’a döndüm.

Lilith o an söze girmişti. ‘’Saçmalıyor yok bir şey!’’ diyerek öne atıldıktan sadece saniyeler sonra başını eğdi. ‘’Kabalık ettim özür dilerim.’’ Lilith’in başı hala eğikken Thomas koluna nazikçe dokunup gülümsedi.

‘’Sen Jeremy’den sonraki en önemli betamsın. Söz hakkın var tabii ki.’’ Lilith şaşırmıştı. Ama sesini çıkarmadı ve ben de tam vakti diyerekten atıldım. ‘’Evdeki tüm işleri kendisi her gün her saniye başı tek başına yapıyor. Bu evdeki tek kurt adam Lilith mi yoksa tek bir hizmetli? Lilith’in önemli olduğunu söyleyip ona iş kilitlemek büyük kabalık bence. Diğerlerinden daha iyi bir konumda olan betana böyle davranmak ise daha da kaba! İş bölümü anlayışınıza ne oldu sizin? Hani sürü halinde gezerdiniz? Sanırım sadece dolunayda geçerli olsa gerek!’’

Thomas gülümsedi. Başkaldırışıma betasını kendisine karşı savunmama gülmüştü. Lilith beni susturmaya çalışsa da susmamıştım. Thomas da bu davranışımı beğenecek olacaktı ki kaşları çatılmamıştı aksine beğenmiş olacaktı ki dudakları kıvrılmıştı. Sonra başıyla onayladı.

‘’Evet iş bölümü gerekli!’’ ve bu da aldığım büyük zaferlerden biri olarak tarihe geçmişti.

Betalara zulme hayır!

İş bölümü kavramına evet!

‘’Maya ile işleri bölüşürsünüz, ev temizliği, bulaşık, masa kaldırma. Akşam yemeği ve sabah kahvaltılarını da sürüden herkesin hazırlayabileceğini düşünüyorum. Her gün bir kişi yemek yapacak. Kabiliyetsiz birisini görürsem!.. Temizliği devralırsınız erkekler!’’

İşte bu da ikinci galibiyetti. Sevinçten sessizce havalara uçarken Lilith’e döndüm. O da halinden memnundu. Erkekler ise hiç hoşnut durmuyordu.

Ama demem o ki lidere baş kaldırma cesaretleri de yoktu. Çünkü alfalık mücadelesi pes etmeye dayalı ölüm kalım oyunuydu!

Büyük zaferimin ardından Lilith işlerine devam etmek için mutfağın yolunu tuttuğunda Thomas ile dışarı çıktım. Ağaçların hışırtısı, rüzgârın izi, böceklerin huzur verici sesi…

Bu rahatlatıcı akşam sefasında Thomas ile yan yana oturmuştum.

‘’Ne oluyor?’’ diye sordu Thomas.

Anlamamışça yüzüne bakakalmıştım. Thomas da devam etti.

‘’Hatta şöyle söyleyeyim ki daha iyi anla… Melez ile ne oluyor?’’ Of yine mi!?

Gözlerimi yıldızlara dikip ufak çaplı bir göz devirme seansının ardından kendisine döndüm.

‘’Yok bir şey.’’ Yüzünü yüzüme yaklaştırmış ve yüzündeki ifadeyi değiştirmeden fısıldadı. ‘’Emin misin?’’ onu ittirdiğimde sırıtmıştı.

Etrafıma bakındıktan sonra Thomas’a döndüm.

‘’Burada mı?’’ Kaşlarını çatmıştı. ‘’Hadi ama!’’ dedim. Sonrasında da sürdürdüm sözlerimi. ‘’Burada mı değil mi?’’ Başıyla beni onayladıktan sonra gözlerini kapattı. Ben de onu bekledim.

Gözlerini tekrar açtığında başını olumsuzca salladı. ‘’Yok.’’ Tam da istediğim cevap!

Ona iyice sokulduktan sonra öne doğru eğildim. Thomas da aynı pozisyona geçtikten sonra pür dikkat beni dinlemişti.

‘’Odasına girdim.’’

Thomas’ın yüz ifadesi değiştiğinde gözlerimi kaçırdım.

‘’Nasıl?’’

‘’Ah tam bir aptalım işte!’’ diye bir karşılık verdiğimde Thomas’ın nefes verişini duydum. Ona döndüğümdeyse de bana baktı ve elini sırtımdan geçerek diğer taraftaki omzuma koydu.

Çok ciddiyetle omzuma iki defa vurduktan sonra şu sözleri sarf etti.

‘’Her zaman sürümde bir yerin var, yeni beta olarak.’’ Bu sözleri söylemesiyle birlikte şaşırırken o aksine ciddi kalamayıp kahkahayı basmıştı.

‘’Melez ile bir anlaşmamız var sürümdeki kimseye dokunamaz.’’ Bu yüzden Brad omzumda yara açtığında hemen gelmeyip sadece önümde durdu ve varlığını belirtti. Bu yüzden Brad bana öfkesini kusarken beni sadece arkasına almakla yetindi. Thomas’ın sürüsü demek hayata giden trende bir biletti.

‘’Ciddi değildin dimi?’’ diye sorduğumda sırıttı. Başını olumsuzca salladığında ise iç çekmiştim.

‘’Kurt adam olamazsın. Bizim gibi olmadan sürüye dahil olursan da… Lilith’i savunduğun şeyden daha fazlası olamazsın.’’ Açık ara yediğim hakaretlerin en büyüğüydü.

Hakaret içerikli bu teklifinden sonra başımı olumsuzca salladım. Hizmetçi olacağıma Melez’e yem olurdum daha iyi!

Ayağa kalktım ve Thomas’a döndüm. ’’Çalışmam lazım, aslında senin de öyle.’’ Dedim. Thomas tekrar sırıtırken onu ardımda bırakarak ders çalışmak için odama çıkmıştım. Üst kat tamamen sessiz olduğundan rahatım rahattı. Alt kattaki kurtları da alfa Thomas bir şekilde susturunca her şey halloldu. Uyuyana kadar ders çalıştım, hafta sonu kalkasıya ders çalıştım ve kahvaltı sonrası öğlene kadar ders çalıştım. Derslerin yarısı hallolmuşken şimdi biraz da dinlenme vaktiydi. Öğlen için birkaç atıştırmalık yiyip bahçede gezindikten sonra tekrar dersime dönerdim illaki.

Bahçe boyunca gezinirken arka taraftan gelen seslere kulak kesildim. Birileri dövüşüyordu.

Elliot ve Lucas.

Aslında bu bir antrenmandan fazlası değildi.

Onları rahatsız etmeden geri dönüp içeriye geçtiğimde tekrar odama kapandım. Saatler sonra telefonumu elime aldığımdaysa saat beş idi. Akşam yemeği hazırlıkları başlamış olmalıydı. Yorgunlukla kendimi bir süre yatağa bıraktıktan sonra telefonumu tekrardan kucakladım.

Altıyı on geçerken yataktan doğrulup aşağı indim. Başım ağrıyordu.

Bu kadar yoğun çalışmak bünyeye gerçekten de zarar veriyordu.

Her zamanki gibi birlikte akşam yemeğini yedikten sonra erkekler gitti. Maya ise kalmıştı. Şaşırtıcı.

Lilith’e masayı toplamasında yardım ederken bende birkaç şeye el attıktan sonra tekrardan üst katın yolunu tuttum.

Saat dokuzu geçerken dayanacak gücüm kalmamıştı artık. Kendimi yatağa atmamla uykuya dalmam bir olmuştu. Neyse ki yarına çok bir şey kalmamıştı. Sınavlara hazırlığım hemen hemen bitmiş sayılırdı. Yarın sadece ufak tekrarlar yapıp işimi halledebilirdim.

Gözlerimi karanlığa kapadım.

Açtığımdaysa daha karanlık bir evrendeydim.

Başka ben ve başka düşünceler.

Kafamdaki zihin haritasında bambaşka şeyler yaşanırken, ayaklarımın koordinesi istemsizce beyindeki sinyallere itaat ederken beyin başka bir düşün kontrolündeydi.

Nasıl mı?

İşte tam olarak şöyle:

Gecenin bir yarısı uyandım. Her şey beni tek bir yöne doğru gitmemi telkin ederken ayaklarım buna uydu. Önce odamdan çıktım sonra merdivenleri yavaş yavaş inerekten evden!

Yolum basitti.

Tek bir yolum vardı zaten! O da bulmaktı.

Aradığımı bulmak, dönmek!

Nereye gittiğimi bilmeden istemsizce tüm yolları kat ederken çalıları, büyük ağaçları geçiyordum.

Bir şey arıyordum.

Sık ağaçların arasında bir aralık. Ağaçsız saf bir aralık. Çalılardan ve ağaçlardan uzak dümdüz boş bir alan.

Çalıların hışırtısı, kuşların sesi, baykuşun ötüşü ve yarasalardan çıkan o tiz sesler... Ortamdaki en hâkim ses ise rüzgâr.

Rüzgâr ve rüzgâr senfonisi Ağustos böceği sesleri.

Etraf çok netti. Sesler çok netti. Ben çok nettim. Adımlarım kararlıydı. Yere sağlam basıyordum. Ağaçların köklerinin üstünden takılmadan geçiyordum.

Nihayet aradığımı bulduğumu hissettiğimde çalıların arasından çıktım.

Peki ya ben buraya neden gelmiştim?

Ne arıyordum?

Son ağaç kökünün üstünden de geçince en sonunda boş alana doğru ilerledim. Sonra bir mermi sesi kulağımda patladı. Çığlık attım. Yanımdan geçen bir şey fırlatma sesleri kulağımda fırlarken ikinci silah sesi de duyulduğunda nefesim kesildi. Nefes alıp verişim neredeyse durmuş raddeye gelirken nefes nefese bir elimi, sol elimi karnıma götürdüm. Bir şey karnıma saplanmış gibi hissederken nefesim kesilmişti. Ayaklarım titredi. Titremeler geçmeyince bedenim kendini taşımadı. Nefes alamazken sırt üstü arkaya doğru aşmaya başladım. İki elin arasında hissettiğimde kendimi gözlerim seğirdi. Kulağıma dolan sesler çok tanıdık gelirken hala nefes alamamanın verdiği ölüm hissi tüm bünyeme işlerken korkuyla gözlerimi kıstım. Gözlerim kapanacak gibi olurken bedenim havalandı. Kucaklanmıştım.

"Sakin ol! Sakin ol bir şey yok! Geçti, geçecek. Bana bak! Adel!.."

Yutkundum.

Son yutkunuşlarımdı. Bedenim yerden havalandığında gözüm tamamen kapanmıştı.

Bir ağacın altında, ağaç gövdesine yaslanmış beni de kendine yaslamış pozisyonda gözlerimi bir kez daha kırpıştırdım.

Ölmemiştim

Yaşıyordum.

Aslında...

Aslında az önce yara bile almamıştım.

Yağmur damlaları üzerime düşerken bir tanesi dudaklarım arasına seğirtmişti kendini.

Tadını aldığımdaysa bunun bir yağmur değil de gözyaşı olduğunu fark etmemle gözlerimi daha da açtım. Bünyem aksini gerçekleştirmek istese de gözlerimi araladım ve en sonunda açtım.

Tanıdık gelen ses

Tanıdık silüet.

Ay ışığı altında yüzü, yüz hatları tamamen belirginleşince kendisini çok yakından tanıdım.

Elimi yüzüne doğru uzatırken elimi havada yakalayıp öptü.

"İyisin. Tamam mı iyisin!?" Başımı zorlukla sallarken saçlarını okşadı ve yüzünü ay ışığına çevirdi.

"O taşı niye odamda bıraktım ki!?" İç çekişlerini kulağımda işitirken zorlukla fısıldadım.

"Hangi?.." Bakışları tekrar beni bulduğunda gülümsedi.

"Akuamarin. Gerçek Akuamarin. Doğal taş olan." Başımı aşağı yukarı sallarken yorgunluğumun beni tekrar esir aldığında başım sağ tarafa doğru yavaşça düştü. Bir kez daha kahramanım olan Melez'in kolları arasında küçük bir uykuya dalmıştım. Bana olan şeylerin hiçbirini anlamadan, algılayamadan ve de bilmiyorken!..

...

 

Loading...
0%