@selinayeda_x
|
‘’Bir günde ne kadar da büyümüş.’’ Diye iç geçirirken Tyler’ın sırıtışı dolmuştu her iki kulağıma da birden. Ardından boğazını temizleyerek anlamadığım bu gülüşüne açıklama yaparcasına konuşmuştu. ‘’Bizler hızlı gelişiriz. Vampir olanlarımız da hiç yaşlanmaz.’’ Dedi basitçe. Yüzüm ona döndüğümde gözlerimde bariz bir merak parıltısı oluşmuştu. Tyler gözlerimdeki merakı okurken başını bir kere salladı ve boğazını temizleyerek devam etti. ‘’ Gelişimlerimiz biraz farklı işler, insanlara nazaran Altı ayda doğururlar. Bebek hızlı gelişir. Her bir yılda sanki iki yaşında bir bebek kadar büyümüştür artık. Bebeklik dönemi bittiğinde ise gelişim yavaşlar ve sizinki gibi olur on iki yılda bir büyüme ve gelişim. Kurtlarda böyle en azından. Ki zaten vampirler de doğum yapamıyor.’’ Başımı salladığımda gülümsedim. ‘’İstisnalar her daim var ama.’’ O da gülümseyip başını salladığında sözlerime de karşılık vermişti. ‘’Aynen öyle.’’ Bebeğin gelişi bütün kalpleri ısıtırken aslında bugün acılı bir günün ikinci yıl dönümüydü. Acılı bir günün iki yıl sonucu neşeli bir ortama dönüşmesi gözlerimi yaşartırken Tyler'a döndüm. "Bahsetsene biraz merak ettim." Başıyla beni onaylayınca söze girmişti en sonunda. "Hangisinden başlamamı istersiniz prenses?" İşte o an kahkaha atmıştım. "Bak bu olmadı işte! Görmüyor musun asıl prenses içeride!?" Bakışları bebeği bulduğunda gülmüştü. "Öyle galiba." Ardından gözleri gözlerimle buluştuğunda bir kez daha söze girdi. "Kraliçeliğe terfi edersiniz o zaman." Bir şok dalgası gelip geçerken üstümden ‘’Melez…’’ diye iç çektim. Melez diyerekten iç çektiğimde bakışları şaşkınlıkla beni bulmuştu. ‘’Senin istisnan neydi peki? Daha doğrusu gelişim süreci.’’ Diye sorduğumda Tyler sırıtmaya başladı. O sırıtırken kendimi kapı kirişine doğru yaslamıştım. "Bir melez en fazla ne kadar hızlı gelişebilir ki?" Diye sorduğumda sırıtmıştı. ‘’Dört ayda doğmuşum. Sonrasında dört yıl içinde yedi yaşında bir çocuk kadar gelişmiştim.’’ Gözlerim fal taşı gibi açıldığında şaşkınlıkla lafını bodozlama keserek sordum. "Kaç yaşındasın sen?" Güldü. "Yirmi dört yıldır hayattayım." Daha şaşırtırken bu olaylar beni hiç bir şey anlamamıştım. "Şöyle söyleyeyim." Diye söze girdiğinde onu pür dikkat dinlemeye başladım. ‘’On beş yıl içinde şu anki görünüşüme geldiğimde, kemik gelişimim tamamlandığında ölümsüzlüğüm başladı.’’ Kaşlarım çatılmış, yüzüm buruşmuş aklım ise tamamen karışmıştı. ‘’Anlamadım!?’’ Sonrasında da kulağıma eğilip fısıldadı. ‘’Vampir gibi düşünmüyorsun çünkü…’’ Bakışlarım onu bulduğunda hemen yüzümün yanında bir kez daha sırıttığını fark ettim. Ve ardından sordum. ‘’Peki vampir gibi düşünmek nasıl olur?’’ Cevap çok basitti! ‘’İnsan gibi düşünmemek. On iki ayı tamamen göz önünden silip atmak.’’ Başımı olumluca bir kere salladığımda sırıtmıştım. ‘’Yine de anlamadım.’’ ‘’Biz görünüşümüze sadece gelişim diyoruz. Yaşımız ise tıpkı sizin gibi on iki ayda bir geçen bir süre! Anlayacağın ben gerçekten yirmi dört yaşındayım. Yirmi dört yıldır hayatta!’’ Başımı salladığımda sözlerine devam etti. ‘’Söylesene kaç gösteriyordum?’’ Elini göğsünde birleştirdiğinde sırıtarak beni beklemişti. Onu şöyle baştan aşağı bir süzdükten sonra cevap verdim. ‘’Yirmi dört?’’ İç çektiğinde sözlerini sürdürdü. ‘’Yirmi bir yaşında geç ergenlik bitimi sonrası. Gelişim tamamlandı ve ölümsüzlük başladı. Yani vermen gereken cevap aslında on dokuz, yirmi veya dediğim gibi yirmi bir olmalıydı.’’ Ardındansa cıkcıkladı. ‘’Kınıyorum seni Kraliçe!’’ Sırıtmıştım. ‘’Krala ait olmadığıma göre ve kendi krallığımın da var olmadığını gözümde bulundurunca… Kralım siz ban dümdüz Adelia deyin böylesi daha hoş!’’ Nefesini yüzüme verip istemeye istemeye gülümsediğinde sözlerini dürdürdü. ‘’Kralım sonuçta. Bana özel bir şeyler olmalı değil mi? Adel… Daha bir hoş duruyor, aramızdaki tek insan oluşunu düşünürsek… Tam da ağzımdan eriyip gidebilecek bir isim.’’ Bunun insanlıkla ne ilgisi vardı ki!? ‘’Bana anne ve babamdan başkası Adel diye seslenmezdi. Çünkü seslendirmezdim kimseye! Sen ise… Bir kere bile… Adelia demedin bana.’’ Güldüğünde derince bir nefes alarak devam etti. ‘’Bu da benim özelim olsun işte.’’ Olmasın! Vücudumla birlikte ısınmış olan kapı girişinden gövdemi ayırdım. Göğsümde bağdaş olan ellerimi çözdüm. ‘’Olmasın.’’ Dedim soğuk bir ifadeyle. Ardındansa kapı kirişinden ayrılıp alt kat basamaklarının yolunu tuttum. Tyler sadece arkamdan bakakalmıştı. O bana ismini bahşetme asilliğini göstermişken ben ona bana karşı Adel demesini reddetmiştim! Ve yanından ayrıldığımda… Soramamıştım işte. Soramamıştım kaç yıldır ölümsüz olarak yirmi bir yaşında gözüktüğünü! … Alt kata inerken yolda ev halkının neredeyse hepsi ile karşılaşmıştım.
Elliot ve Fernando beni geçip yemek odasının yolunu tuttuklarında Brad elini omzuma atmış Lucas ise yanımda durmuştu. Thomas piyasaya yeni yeni ellerinde poşetler evin giriş kapısının önünde belirdiğinde bebek alışverişi yapmış oluğunu anlamam çok da uzun sürmemişti. Hep birlikte yemek odasına kahvaltı için geçtiğimizde kısa süre içerisinde Lydia kucağında uyuyan Martina ve yanında her ikisini de aynı anda destek olan Jonas ile girdi. Artık kahvaltı vaktiydi. Kahvaltı masasına yerleştiğimizde, evin içinde sanki bir sessizlik dalgası yayıldı. Herkes yerini aldı, tabaklar önümüzde, çatal ve bıçaklarımız yanımızda duruyordu. Ama hiçbirimiz harekete geçmedik. Tabağımın önündeki ekmeğe ya da taze sıkılmış meyve suyuna uzanmak için bile en ufak bir kıpırtı yapmadım. Göz ucuyla diğerlerine baktığımda herkesin de aynı şekilde davrandığını fark ettim. Gözlerim Lydia’nın önünde durdu. O, masanın baş köşesinde, henüz yeni doğum yapmış olmanın yorgunluğunu taşıyan ama yine de içindeki annelik ışığıyla aydınlanmış bir ifadeyle kucağında bebek Martina ile oturuyordu. Hemen sol tarafında Jonas otururken diğer köşesinde de alfa Thomas vardı. Thomas’ın yanına sırasıyla Lilith, Lucas, ben ve Jessica oturduğumuzda karşı taraflarımızda ise sırasıyla Brad, Maya, Elliot ve Fernando vardı. Elliott ile karşı karşıya kalmak.. Ve diğer köşede ise Kral hazretleri duruyordu! Lydia ile karşılıklı masanın iki köşesini doldurmaktaydılar. Masada kimse hareket etmiyordu; herkes, Lydia’nın ilk hamlesini bekliyordu. Kurt adamların bu kadim geleneği, hamile ya da yeni doğum yapmış bir kadının, yani Lydia'nın, önce doyurulması gerektiğini emrediyordu. Lydia, bu geleneğin merkeziydi ve herkesin gözleri ondaydı. Lydia'nın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Masadaki sessizliğin onun üzerindeki yükünü hissettim. O, yavaşça tabağına uzanıp birkaç dilim peynir aldı, ardından biraz ekmek kopardı. Bu süre zarfı içinde babası bebeği kendi kucağına çekmiş ve anneni rahatça yemesini sağlamıştı. Lydia ona usulca gülümseyip rahatça kahvaltısını etmeye başladığında herkes onları izliyordu. Bir süre daha bekledik. Lydia, yavaşça kahvaltısına devam ederken, herkesin sabırla onun doyacağını beklemesi garip bir şekilde beni de alıştırmıştı, hiç alışık olduğum bir şey olmadığı halde. Bu geleneğin kökleri, aileye ve korumaya dayalıydı. Lydia, tabağını biraz daha doldurdu. Hatta alfa Thomas bile sessizce ona birkaç parça meyve uzattı. Lydia bunları da aldı, yavaş yavaş yedi, ama fazla abartmadı. Açlığının geçmesiyle gözlerinde bir rahatlama belirdi. Tabağını ileri ittiği anda masanın dinamikleri yine bir anda değişti. Masada bir kez daha kurt adam curcunası kopacaktı anlaşılan! O an, adeta herkes birer vahşi kurt gibi harekete geçti. Çatal-bıçaklar masaya hızla dokundu, tabaklardan gelen sesler bir anda odayı doldurdu. Lydia bebeğini alıp seslerden uzak bir köşeye taşımak amacıyla Jonas’tan kucaklayıp istirahate bir kez daha çekilmek için odasına dönmüştü. Kurt adamlar, Lydia’nın yemeğini bitirmesinin ardından adeta bir sinyal almış gibi kahvaltı sofrasına saldırdı. Herkes önündeki tabağı mümkün olduğunca çabuk doldurmak istiyordu. Aslında bunları sadece Brad, Elliot, Lucas, Fernando, Maya ve Jessica yapmıştı. Lucas, elindeki ekmeği hızla bölerek bir parça peynir kaptı. Elliot bir yandan önündeki tabağı doldururken, diğer yandan Lucas'a bir bakış attı, ama Lucas çoktan tabağını doldurmuştu bile. Fernando ise önündeki meyve tabağına odaklanmıştı, elini çabucak birkaç parça meyveye uzatırken bir yandan da etrafını gözlemliyordu. Kahvaltı, birdenbire sessiz bir tören havasından çıkıp bir yarışa dönüştü. Thomas, Lilith ve Tyler ise onların aksine… Daha medeni iken Jonas da kendi tarafında zaten kimse bir şeylere saldırmadığı için rahatça yemekteydi. Ben ise… Ah anlatmaya bile gerek duymuyorum. Bir yanım Jessica karşım Fernando ve Elliot! Elliot ve Fernando’nun iğneleyici bakışlarını hissederken omletlere aç bir ayı kadar saldırmaları fazlasıyla iç organlarımı yer değiştirmişti. Masadan su bile içmeden kalktığımda bakışlar beni bulsa da umurumda olmadı ve hızla mutfağın yolunu tuttum. Elliot ve Fernando’nun kışkırtmaları ise… Aslında başarılı olmuştu! Mutfağa dönüp masaya oturduğumda bir bardak su içtim. Başımı sertten biraz hafif yemek masasına vurduğumda iç çekmiştim. Depresyona girmek üzereydim ve bir destekçim olacağı konusunda şüpheliydim. Ellerimi masaya kaldırıp başımı ellerim arasına aldığımda sırada uyuya kalan bir lise öğrencisini andırmıştı görünüşüm. İç çekerek başımı sağa yatırdığımda öylece durmaya başladım. Bakışlarım tezgaha yöneldiğinde kalktım. Etraf ne de dağılmıştı böyle? Aile demiş yuva demiştim ama… Yuva dediğin sıcak olurdu. Yuva dediğin bu yerde herkes seni düşünürdü. Yuvada düşmanlıklar, rekabetler, hırslar olmazdı. Bunlar sadece minimum seviyede olmak kaydıyla yaşanabilirken bu evde her şey üst düzeydeydi. Ve evet… Bir kez daha erken konuşmuştum. Bu ev de bir kaostan ibaretken aileye dair kırıntılar bir kez daha yok olup gitmişti. … Tezgahın üstünde duran artıklar dikkatimi çekerken buzdolabını açtım. Buzdolabından bir elma kaptığım gibi musluğa yönelmiş ve elmayı yıkamıştım. Al sana kahvaltı! Elmayı ısıra ısıra üst kata çıktığımda Lydia’nın odasının önünden geçerek Melez’in odasına yönelmiştim ki Lydia’nın sesini işittim. ‘’Ah ne çabuk doyurmuşsun öyle kendini?’’ Bakışlarım onu bulduğunda bir kez daha iç çekmiştim. Sonrasında ona gülümseyerek odaya geçtim. Yatağa kendimi bodozlama attığımda bakışlarım direkt olarak tavanı işgal emişti. Yatakta da rahat edemeyince hızlıca balkonun yolunu tutup dışarı çıktım. Balkonun demirliklerinden ayaklarımı bir çocuk gibi sarkıttığımda karşımdaki ormanı sessizce izlemeye başladım. Ağaçların hışırtısı, rüzgarın sesi… Kuşların cıvıltısı ve çalıların aheste dansı! Her şey aşırı bir şekilde uyumla devam ederken başımı korkuluklara yaslayıp elmayı bir kez daha ısırdım. Lanet olasıca kader! Lanet olasıca hayat! Aslında bir aralar ölmeyi düşünmedim değil. Gerçi… Hala daha düşünüyordum! Elmamın ellerim arasından kayıp boşluğa düşmesiyle arkasından bakakaldım. Bir elmaya bile sahip çıkamıyordum. O sırada odanın kapısı açılmıştı ve içeriye Melez girdi. Melez… Ondan tarafa döndüğümde bana bir bakış atmış gardıroba yönelmişti ki başımı tekrardan ormanlık alana çevirdim. ‘’Adel…’’dedi. Ardından iç çekerek devamını da getirmişti. ‘’Adelia…’’ Onun tarafından tam adımı duymam… Yakışmıştı ağzına ne de güzel! Böyle devam edebilirdik artık. Ona bakmamayı sürdürürken gardırop kapakları bir kez daha çarpmıştı. O benim yanıma geldiğinde bakışlarımı kaldırdım. Üst kattan tadilat sesleri gelmeye bir kez daha başladığında başımı bıkkınlıkla korkuluklara yasladığımda iç çektim. ‘’Melez.’’ Dedim. Yüzü şaşkınlıktan tamamen değiştiğinde tavrı da aynı şekilde değişmişti. ‘’Ne yani!? Böyle mi olalım istiyorsun!?’’ Sesi gereğinden fazla yüksek çıkarken iç çektim. Tabii ki de istemiyordum! ‘’Tyler…’’ diyerek fısıldarken alnımı korkuluğa dayadım. ‘’Nedense kötü hissediyorum.’’ İç çekişlerim artarken o benim sırtımı sıvazlamıştı. ‘’Sana söylemem gereken şeyler var aslında.’’ Dediğinde başım gözlerindeki bakışa döndü. ‘’Daha fazla saklamak doğru olmayacak.’’ Neyi? Neyi saklamak!? O an Brad’in sesi tüm katı inletirken irkilmiştim. ‘’Seni küçük şeytan!’’ Şaşkınlıkla Tyler’a bakarken o çoktan beni bırakıp sese gitmişti ki arkasından yerden kalkarak koştum. Sesin geldiği yöne, Lydia’nın odasına vardığımızdaysa her şeyin kuru bir bağırtı olduğunu fark etmiştim. “Bunu nasıl yapabilirsin, küçük şeytan!” diye bağırıyordu Brad. Bu kadar kızgın olması normalde korkutucu olabilirdi ama şu an aşırı komik geliyordu her şey. Çünkü olay tam da şu şekilde gerçekleşmişti: Bebeği sevmek için kucağına alan Brad, bebeğin yemek sonrası sindirimine şahit olmuş ve biraz fazla tepki göstermişti. “Ne oluyor burada?” diye sordum, kapının hemen dışında durmuş beklerken. Lucas, başını kaldırıp bana baktı ve tek kelimeyle cevap verdi, “Bebek kakası.” O an tüm durumu anladım. Brad, zavallı Brad. Demek ki kucağında gerçekleşti bu ilk… Eh ne demişler her şeyin bir ilki vardır. Ve bence ilkler de güzeldir. Brad’in yüzü, şaşkınlık ve tiksinti arasında gidip geliyordu. Derin bir nefes alıp kapıya kadar yaklaşıp ardından da içeri girdiğimde burnuma dolan o yoğun koku, midemi bir anda bulandırdı. Yok artık! Bu da ne böyle!? Elim ağzımı kapatmış bir şekilde kalakaldığım gibi kendimi oda dışına atmam sadece saniyelerimi almıştı. Kusacağım galiba! Kendimi koridora attığımda merdivenlerde duran Fernando ve Elliot’un alaycı bakışlarıyla karşılaştım. Onların o bakışlarına daha fazla katlanamayıp koşar adım banyonun yolunu tuttuğumda banyonun sabun kokusu bünyeme çok iyi gelmişti. Ellerimi ve yüzümü yıkayıp biraz orda kaldıktan sonra rahatlamış ve de kendime gelmiştim. Banyonun kapısını açıp dışarı çıktıktan sonra Tyler’ın odasına geri dönecektim ki bakışlarımı son kez odaya çevirdim, Bebek Martina’nın doğduğu odaya! Brad’in odadaki karmaşası sürerken, Lydia ve Jonas sessizce Martina ile ilgileniyorlardı. Kaos bittiğinde her şey tekrardan normale dönmüştü. Lilith ellerinde kıyafetlerle yanıma geldiğinde şaşırdım. ‘’Al bunları rahat edersin.’’ Ona teşekkür edip kıyafetleri aldıktan sonra bir an önce üstümü değiştirmek istiyordum. Bu yüzden hızlıca odanın yolunu tuttum. Saat öğlenin ilk anlarına, on ikiye doğru gelirken gün yavaş ilerliyor, balo için saatler ağır ağır yaklaşıyordu başlangıca. Odaya girdiğimde peşimden bir rüzgar esti. Odadan içeriye aynı anda girdiğimizde Tyler ile bakıştık. ‘’Üstümü değiştireceğim.’’ Dedim. Aynı şekilde o da omzunu silkerek aynı sözleri sarf etmişti. ‘’Ben de üstümü değiştireceğim. Malum üst kattaki iş uzun!’’ Tyler gardırop kapaklarını açtığımda iç çekmiştim. Kıyafetleri yatağa bırakarak açtım ve ne olduklarına baktım. Siyah atlet ve lacivert şort! Bakışlarım bir kez daha Tyler’ı bulduğunda çoktan üstündeki beyaz tişörtü atmış ve yerine v yaka bir gri tişört geçirmişti. Başımı hızlıca balkon tarafına çevirdiğimde saniyeler içinde giyinmişti. ‘’O halde bana kolay gele!’’ diyerek odayı kapıyı kapatarak terk ettiğinde hızlıca bende bir köşede giyindim. Eski kıyafetlerimi katlayıp komodinin üstüne bıraktığımda telefonumu da alarak odadan bir kez daha çıktım. Bebek ağlamaları orta katta yankılanırken merdivenlerden aşağı indim. Alt katta ise kahvaltı masası gümbürtüleri kulaklarıma dolarken kendimi bahçeye attım. Arka bahçedeki taşın üstüne oturduğumda kendimi kaostan ve sesten uzak, daha rahat hissetmiştim. O sırada düşüncelerim zihnimde art arda sıralanmaya başlamıştı. Düşüncelerimden beni sıyırıp alan ise Thomas olmuştu. Omzumda bir el hissettiğimde irkilerek ona dönmüştüm. Kendisini gördüğümde buruk bir gülümseme belirdi yüzünde. ‘’Ne yapıyorsun burada?’’ Ne yapabilirdim ki? İşte bu Adelia kız düşünceleriyle baş başa kalacak yer ararken bulabilmişti sonunda o yeri! ‘’Düşünüyordum.’’ Dedim. Thomas taşın kenarına yanıma oturduğunda ‘’Neyi?’’ diye bir soru yöneltti. Omuz silktim. Cevap vermek istemediğim aşikar iken üstelememişti zaten kendisi de. Ardından konuyu hızlı bir hamleyle saptırdı. ‘’Teşekkür edecek vakit bulamadım. Lydia’ya doğum sırasında destek olduğun için teşekkürler.’’ Başımı olumlu bir şekilde pek de önemli bir şey değilmiş gibi salladığımda konuyu bir kez daha saptırdı. ‘’Erken kalktığını gördüm masadan.’’ İç çekerek ona döndüm bir hışımda. ‘’Hiçbir şey yemedim çünkü!’’ Sesim gereğinden biraz fazla çıkarken bana ilgiyle yaklaşan adama patlamıştım işte sonunda! Thomas’ın bakışları değişirken gözlerimi kaçırdım. ‘’Özür dilerim.’’ ‘’Sorun değil.’’ Dedi bir hışımda. Ardından ekledi. ‘’Günün anlam ve önemini biliyoruz merak etme. Kimse sana bugün kızmaz.’’ Ya ya… ‘’Aynen öyle…’’ Kesinlikle hem de! Bıkkınlıkla bir nefes verdiğimde ekledim. ‘’Sebep günün anlamı bile değil ki!’’ Thomas yanıma daha da yanaştığında aynı şekilde ben de ona yaklaştım. ‘’Sorun ne peki? Paylaşmak istersen kesinlikle yardım ederim.’’ Ona başımı salladıktan sonra ormanın derinliklerinde gözlerimle kaybolup gittim. ‘’Anlatmayacaksın galiba…’’ dediğindeyse yeni yeni düşüncelerimi toparlayabilmiştim. ‘’Daha düne kadar her şey iyiyken bugün bir anda bir şey oldu.’’ Dedim. Ve sonrasında ondan bir cevap beklemeden sürdürdüm sözlerimi. ‘’Burada olmak istemiyorum.’’ Dedim bir hışımda. Thomas’ın gözleri şaşkınlıktan büyürken devam ettim. ‘’Hatta… Belki de yapayalnız olmak eskisi gibi…’’ İç çektiğimde ormanın derinliklerinin bir kez daha beni çektiğini, beni çağırdığını hissetmiştim. ‘’Kim ne yaptı söyle!’’ derken otoriter sesiyle onu baş hareketimle reddettim. ‘’Sorun sadece benim.’’ Dedim. Ardındansa ayağa kalktım. ‘’Konuşmak istemiyorum, bir şey de yemeyeceğim. Mümkünse de yalnız kalayım. Halledebilirsin değil mi, betalarını benden uzak tutabilirsin!?’’ Ona tek bir attığım bakış sonucu eve girdikten sonra üst kata her şeyi es geçip tırmandım. Üst kattan bahçeye fırlatma sesleri gelirken her şey bir bir fırlıyordu yere. Betalar bundan çokça keyif alıp eğlenirken kendimi odaya hapsetmiştim. Yurda dönebilsem ne de güzel olurdu şimdi… “Evi yıkıp yeniden inşa etmeyi düşünmüyorsan, bu gardırobun gitmesi gerekiyor,” Havası kadar yalıtımı da kötü olan üst kattan sesler odaya kadar dolarken tüm sesleri bir bir işitiyordum. Boya kutuları, fırçalar, parke sesleri, mobilyaların sökülmesi, eşya taşırken ki çıkan yoğun kuru gürültü! “Eğlence diyorsun, ama bunu yanlış kullanırsan bütün zemin mahvolur.” Lucas ve Fernando arasında geçen komik diyaloglar. “Burası artık yaşanabilir bir halde.’’ Diyene kadar bir ses, en az iki saat harcamışlardı üst katta. Midem yoğun bir gürültü ile boş olduğu hakkında ipucular verirken dün de pek bir şey yemediğimi hatırladım. İç çekip yatağıma uzandığında merdiven sesleri duyuldu. İşler bitmiş kolların sıvanması çözülmüş herkes rahat bir şekilde en alt katın yolunu gülüşe gülüşe birbirleriyle eğlenerek tutmuştu. En alt kattan sesleri duyulmaya devam ederken kapım açıldı. … |
0% |