Yeni Üyelik
100.
Bölüm

S4B11

@selinayeda_x

BİR CİLVE MESELESİ

Birkaç saatlik kesintisiz dövüşün ardından hâlâ ayaktaydık. Benim için en zorlayıcı şey, Tyler’ın sürekli değişen saldırı tarzıydı. Kurt adam hızını ve çevikliğini kullanarak bir saniye içinde pozisyon değiştiriyor, ardından vampir gücünü kullanarak sert ve beklenmedik darbeler indiriyordu. Ama ben de sıradan biri değildim – Tribrid olmanın avantajlarıyla, hem onun hızına hem de gücüne karşılık verebiliyordum. İkimiz bir süre durup soluklandıktan sonra Tyler bir kez daha hazırlandı dövüş için.

Ardındansa “Hazır mısın?” dedi alaycı bir gülümsemeyle.

“Her zaman,” diye karşılık verdim. Dudaklarımda meydan okuyan bir gülümseme vardı. Tyler’ı yenmek kolay olmayacaktı, ama içimde ona karşı duyduğum inat, beni daha da güçlendiriyordu.

Tyler’ın gözlerinde bir parıltı belirdi. Aniden, bir gölge gibi hareket etti. Onun hızına yetişmek, her zamankinden daha zordu ama ben de hemen pozisyonumu almıştım. İlk yumruğu savuşturup kendi saldırımı başlattım. Beni test edercesine geriye çekildi, ardından tekrar saldırıya geçti. Yumruklarımız havada birbirine çarpıyor, çevik hareketlerle birbirimizin darbelerinden kaçıyorduk.

Bir noktada, Tyler benim zayıf noktamı bulduğunu düşünerek saldırıyı hızlandırdı. Ancak tam da o an, içgüdülerim devreye girdi. Dönerek attığı güçlü bir tekmeyi eğilerek savuşturup onun arkasına geçtim ve tüm gücümle onu ittim. Bir an dengesini kaybetti, ama hemen toparlandı. Aramızdaki bu sürekli taktik savaşı, dövüşün en heyecanlı kısmıydı. Kimin üstün geleceği her an değişebilirdi.

Sonunda, dövüşün sonlarına yaklaşıldığında, her ikimiz de yorgun ve ter içinde kalmıştık. Tyler, son bir hamle yaparak dövüşü sonlandırdı. Yavaşça birbirimize yaklaşarak, yorgun bir şekilde yere oturduk. Gözlerimizdeki bu mücadele, bizim sadece güçlü değil, aynı zamanda birbirimizi daha iyi anlamamızı sağladı.

Tyler, gözlerimi gözlerine kilitledi ve yorgun ama tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi. “İyi iş çıkardın,” dedi, sesi hala güçlü ve kararlıydı. Ben de başımı sallayarak, bu dövüşün bize kattığı deneyimlerin farkında olduğumu belirttim.

Bu dövüş, hem Tyler hem de benim için bir dönüm noktasıydı. Melez dönüşümünün getirdiği zorluklarla başa çıkmanın ve bu süreci başarıyla geçmenin ne kadar önemli olduğunu anlamıştık. Birlikte mücadele etmek, hem fiziksel hem de duygusal bağımızı güçlendirdi ve bu zorlu yolculukta bize yeni bir başlangıç sundu.

Sonunda ikimiz de nefes nefese kalmıştık, ama bu sadece ısınmaydı. Tyler bana baktı ve “Hâlâ enerjin var mı?” diye sordu, sanki henüz ciddi bir şey yapmamışız gibi. Ona meydan okurcasına bir bakış attım. “Beni hafife alma.”

Tyler bir şey söylemeden yere uzandı ve iki tahta kazık çıkardı. Birini bana uzattı. Gözlerindeki ciddiyet yerini yaramaz bir parıltıya bırakmıştı. “Şimdi asıl dövüş başlıyor. Hadi bakalım, bakalım bana neler yapacaksın?”

Kazığı elimde tartarken, Tyler’ın karşıma geçip savaş pozisyonunu aldığını gördüm. Gülmemek için kendimi zor tuttum. “Ne kadar tatlısın,” dedim

“Nasıl saplayabilirim ki bunu sana?”

Tyler’ın dudakları hafifçe büküldü. “İşte böyle,” diyerek aniden vampir hızını kullandı. Bir an için gözden kayboldu ve bir sonraki saniyede kazık, kalbimin hemen üzerine doğru hızla geliyordu. Ama tam o anda durdu. Kazık havada, Tyler’ın elinde asılı kalmıştı. O da bir an tereddüt etmişti. Gözlerimiz buluştu ve ikimiz de bu duruma hafifçe gülmeye başladık.

“Başaramadın mı?” diye sorduğumda, Tyler da gülümseyerek omuz silkti. “Belki de çok tatlısın.”

Kazığı tutan elini elimle hafifçe aşağıya doğru ittirdiğimde onun elindeki kazık yere düştü. Tyler’ın bakışlarındaki sıcaklık beni rahatlatmıştı, ama hemen ardından sırıtarak bir adım öne çıktı. “Şu an seninle başka şeyler yapmayı düşünebilirim,” dedi sesinde belli belirsiz bir alayla.

Bu cümlenin ardından onun ciddiyetinin dağıldığını hissediyordum, ama tam o an Tyler’ın telefonu titremeye başladı. Gözlerimiz birbirine kilitlenmişken, kısa bir an için gözlerini devirdi ve cebinden telefonu çıkardı. Arayan Nina’ydı. Tyler’ın yüzündeki ifadeyi görmek, içimde hafif bir kıskançlık uyandırsa da bu durumu gizlemeye çalıştım.

Tyler, telefona bakarken bana dönüp “Bu sohbet burada bitmedi, Adelia,” dedi, ardından telefonu açtı. Ses tonu birdenbire ciddileşmişti. Nina’yla konuşurken bir yandan bana bakıyordu, ama dikkatini ona vermeye çalışıyordu.

Ben de fırsattan istifade kazığı yerden aldım ve Tyler’a tekrar saldırmak yerine, onu bir süre izlemeye karar verdim.

Onun yanımda olması, bana hem güven hem de güç veriyordu. Tyler, Nina’yla kısa bir konuşma yaparken bile gözleriyle beni izlemeye devam ediyordu. İçimde, onunla aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hissettim. Ne kadar zor olursa olsun, onunla her antrenman, her dövüş, benim için sadece güçlenmekten fazlasını ifade ediyordu. Tyler’ın varlığı, kendimi kontrol etmemde, vampir ve kurt yanlarımla barışık olmamda en büyük destekçimdi.

Sonunda telefon görüşmesi bittiğinde, Tyler bana döndü ve gözlerindeki endişeyi o an fark ettim.

‘’Hemen geliyorum Nina!’’ diyerek telefonu kapadığında ise melez hızıyla hızlı bir şekilde geldi yanıma.

‘’Gitmem lazım! Ama hemen döneceğim sen… Eve dön Adelia. Sadece birkaç dakika sürecek.

Anlaşılan buraya kadardı.

Tyler’a başımı salladığımda diyeceklerimi bile dinlemeden gitmeye yeltenirken bir anda durdu.

Avcuma arabanın anahtarlarını bıraktığında gülümsedi.

‘’Ehliyetinin olduğunu biliyorum, bunu kullanmakta hevesli olabileceğini de düşünüyorum.’’

Başımı Tyler’a salladığımda o artık nihayetinde melez hızıyla ormanın derinliklerine ilerlemişti.

Duyduklarım ise birkaç şeyden ibaretti.

Nina’nın sesi tedirgindi başında bir bela varmış gibi.

İç çekerek toparlandıktan ve her şeyi ön koltuğa doldurduktan sonra bu bebekle ilk turumu atmak için şoför koltuğuna yerleştim. Tyler kadar kabiliyetli ya da hızlı süremesem de yine de hızlı varmıştım eve.

Arabadan inip evin önünde durduğumda kalakaldım.

‘’Şaka yapıyor olmasın Tyler!’’ diye hırladığımda arka bahçeye dolandım.

Araba anahtarını verip nasıl olurdu da ev anahtarını vermezdi.

Neyse ki camımı havalansın diye açık bırakmıştım.

Biraz mesafeyi ayarladı ve atlayarak tırmandım.

Artık evin içinde iken önce kıyafetlerimi değiştirdim. Lacivert bir tişört ile lacivert bir şortu takım yaparak giydikten sonra ayakkabılarımı da değiştirdim. Rahat ayakkabılar ayağımda yer yaptığında odadan çıkıp karşı odaya yöneldim. Ne kadar kendisine söylemesem de… Tyler beni fazlasıyla yormuştu.

Onun dolabını açıp içerideki kanlara bakarken neyi seçmem gerektiğini de anladım. AB-

Bir paketi kısa sürede tükettikten sonra hızımı alamayıp ikinciye geçerken telefonum titredi.

Gözlerimi devirerek baktığımdaysa gözlerimin büyümesi bir oldu.

Brad’den!

‘’Yardımınız lazım, bir an önce gelmelisiniz. Tyler’ı aradık açmadı. Hemen gelin, yeni dönüşmüş vampirler evi bastı ve Martina var… Thomas ve Tyler dün kavga ettiler telefonla ama… O bir bebek! Ve onların sayısı fazla, tek başıma alfayla ve Lucas ile karşı koymaya çalışsak da nafile!’’

Brad sayısızca söz sarf etmişken içtiğim kanı zorlukla yuttum. Ardından hızlıca ‘’Geliyorum!’’ diyerek telefonu kapattım.

Tyler biricik arkadaşı Nina ile meşguldü!

Bense bir kurtarma görevinin içine attım kendimi.

Mutfak kapısından bahçeye çıkıp hızlıca arabaya fırladım. Dümdüz yolda istediğim kadar basabilirdim sadece şehirden çıkmam gerekiyordu. On beş dakika içinde nihayet şehir kalabalığı yok olduğunda gözü kökledim. Orman yoluna girdiğimdeyse sadece yarım saat geçmişti.

Az ötede hırlamalar ve kavga sesleri gelirken arabayı kenara çekip içinden indim.

Hybrid yoksa Tribrid vardı!

Tyler, ormanın derinliklerinde yürürken düşünceleri darmadağınıktı. Gün batımının altın rengi ışıkları, ağaçların gölgelerine karışırken, Nina’nın adını zihninden atamıyordu. Aramanın ardından telefonuna gelen o kısa mesaj, belirsizlik ve endişe doluydu. 'Yardıma ihtiyacım var, hemen gel,' yazıyordu Nina. Fakat işin en garip yanı, Nina’nın tam olarak nerede olduğunu bile bilmemesiydi. Son birkaç gündür, Nina bir şeylerden kaçıyormuş gibi davranıyordu; gizemli hareketler, kaçamak bakışlar… Hepsi Tyler’ın dikkatini çekmişti ama üzerine gitmemişti. Şimdi ise bu sessiz alarm, Tyler’ın durumu ciddiye almasına neden olmuştu.

"Bu sefer neyin peşindesin, Nina?" diye mırıldandı Tyler, içindeki huzursuzluk büyürken. Ne olursa olsun, onu korumak zorundaydı. Eğer Nina tehlikedeyse, işin ucunda vampirler, kurt adamlar ya da daha da tehlikeli varlıklar olabilirdi. Tyler’ın zihninde çeşitli senaryolar uçuşuyordu; acaba Nina bir tuzağa mı düşmüştü, yoksa kendi başına bir şey mi araştırıyordu?

Sonunda, ormanın çıkışındaki eski bir kulübeye ulaştığında, Nina’yı gördü. Gözlerinde çaresizlikle karışık bir hırs vardı, Tyler’ın içini kemiren o bakış… Nina, bir sandalye üzerinde oturuyordu, kollarını göğsünde kavuşturmuş, dışarıya boş gözlerle bakıyordu. Tyler yaklaşırken, Nina'nın tavırlarında hem korku hem de inatçılık hissetti. Onu bu kadar endişelendiren neydi?

“Buraya gelmek zorunda bıraktığın için memnun değilim, Nina,” dedi Tyler, sessizliği bozan alaycı bir tonda. "Ne oluyor? Neden buradasın?"

Nina, Tyler’a kısa bir bakış attı ve ardından gözlerini yere indirdi. "Bilmiyorum... ya da biliyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum," diye cevap verdi, sesi çatallıydı. "Bir süredir içimde bir şeyler yanlış. Kendi içimde bir çatışma yaşıyorum, ve ne kadar kaçmaya çalışsam da bu his beni rahat bırakmıyor."

Tyler kaşlarını çatarak yaklaştı. "Senin gibi birinin böyle konuşması... Bu işte daha fazlası var. Ne saklıyorsun?"

Nina’nın gözlerinde bir an için korku belirdi ama hemen ardından bakışları sertleşti. "Tyler, benim de sırlarım var. Her şeyi bilmek zorunda değilsin. Ama bu iş ciddiye bindi, ve senin yardımına ihtiyacım var."

Tyler, Nina’nın sakladığı şeyin peşine düşmek için sabırsızlanıyordu, ama aynı zamanda ona güvendiği için direkt zorlamaktan kaçındı. "Peki, anlat bakalım. Kim seni takip ediyor, ya da kimden kaçıyorsun? Vampirler mi, yoksa başka birileri mi?"

Nina derin bir nefes aldı ve yavaşça başını iki yana salladı. "Bu sefer farklı. Bir vampirden bahsediyorum, ama sıradan biri değil. Bana musallat olan kişi… Wilhelm."

Tyler’ın gözleri anında daraldı. Wilhelm ismi, onun zihninde hemen tehlike çanlarını çaldı. Wilhelm, Tyler’ın zaten uzun süredir peşinde olduğu bir düşmandı; acımasız, zalim ve geçmişte birçok masumu katletmiş bir vampir. Eğer Nina bu adamın radarına girdiyse, işler çok daha karmaşık ve tehlikeli olabilirdi.

“Wilhelm mi? Onunla ne alakan olabilir ki?” Tyler’ın sesi daha sert ve merak doluydu. "Nina, ona nasıl bulaştın?"

Nina, korkuyla gözlerini kaçırdı. "Onun dikkatini çektim, fark etmeden. Beni kullanmak istiyor, belki de sana karşı bir koz olarak... Ama ne yapmaya çalıştığını anlamış değilim. Bildiğim tek şey, onunla karşılaşmadan bu işin çözülmeyeceği."

Tyler’ın içi öfkeyle doldu. Wilhelm’in Nina’yı bu işe dahil etmesi, işleri çok daha kişisel hale getiriyordu. "Tamam," dedi Tyler, kararlılıkla. "Bu işin peşini bırakmayacağız. Seni koruyacağım. Ama önce bilmem gereken her şeyi anlat. Eğer Wilhelm işin içindeyse, bu sadece senin meselen değil, hepimizin meselesi."

Nina, Tyler’ın gözlerindeki kararlılığı gördüğünde iç çekti. Ardından sözleriyle Tyler’ın kafasını daha da karıştırmıştı.

‘’Tyler! Tuzağa düştün. Ve özür dilerim ki seni burada oyalamak gerekti. Çok üzgünüm…’’

Tyler’ın bakışlarındaki duygular karıştığında Nina yutkundu.

‘’Çok üzgünüm. Kurt evine vampirler saldırıyor sen yetişeme diye buradayım çünkü tehdit edildim. Ama Wilhelm’in elindense senin elinden ölmeyi tercih ederim Tyler. Yardım edebilir misin bana? Bu acıyı sonlandıracak mısın?’’

Nina’nın gözlerinde saf bir hüzün olduğunda Tyler iç çekti. Ardından sırtı dönük bir şekilde Nina’ya son sözlerini bildirerek oradan, Nina’nın yanından uzaklaştı.

‘’Sonra… Sonra görüşelim Nina!’’

Tyler kurt evinden bayağı bir uzakken ve bir arabaya da sahip değilken geriye sadece hızına güvenmek kalmıştı. Tüm hızıyla kendi evine kadar uçarcasına gitti.

O an arabayı evinde görememenin verdiği endişeyle telefona baktığında her şeyin sarpa sardığını o vakit anlamıştı.

Adelia ondan önce davranmış ve kurt evinin yolunu tutmuştu. Ve kendisi ise hala burada vakit öldürüyordu.

O an Tyler ağır bir küfür etti.

‘’Seni öldüreceğim orospu çocuğu! Seni bulduğum yerde sırf ölmek için yalvartacağım!’’

Tyler olabildiğince hızlı kurt formuna bürünerek saatte iki yüz kilometre hızda kurt evinin yolunu tuttuğunda yine de bu onu aşırı hızlı yapmamıştı.

Kırk dakika içerisinde kurt evine vardığında ortamda büyük bir kaos hakimdi.

Kurt Evi'nde kaos her yerden fışkırıyordu. Havanın keskin, metalik kokusu tüylerimi diken diken etmişti. Vampirlerin pis kokusu, kanın ağır kokusuyla karışarak neredeyse gözlerimi yakıyordu. Her yerden gelen savaş çığlıkları kulaklarımda uğulduyordu; bağırışlar, inlemeler, kırılan kemiklerin rahatsız edici sesi ve üst üste gelen kükremeler...

Beni asıl korkutan şey ise o bağırışların arasında Lydia ve Martina'nın zayıf hırıltılarını seçebilmemdi. Savunmasızlar, korkmuşlar… Ve yalnızlar. Jonas tüm gücüyle onları korumaya çalışıyordu ama karşısındaki vampirler ne acıma biliyor ne de durmak bilmekteydi. Onlara yetişmem gerekiyordu, ne pahasına olursa olsun.

Öfkem içimde bir ateş gibi parladı. Beni tamamen ele geçirdiğinde, kontrolümü kaybetmemek için kendimi zor tutuyordum. Bir an bile düşünmeden harekete geçtim. Yavaşlamaya, durup nefes almaya vaktim yoktu. İlk karşıma çıkan vampirin gözlerindeki iğrenç parıltıyı gördüğümde içimdeki tüm öfke bir lav gibi fışkırdı. Üzerine atıldım, bacaklarımın gücünü kullanarak boynuna sarıldım ve ani bir hareketle kırdım. Kıkırdaklarının kırılma sesi beni adeta tatmin etti, ama içimdeki öfkeyi söndürmedi.

Bir diğer vampir tam o an bana saldırmak üzereydi, dişlerini göstererek üzerime atladı. Gözlerimi bile kırpmadan onun hamlesinden kaçındım ve elimi hızla göğsüne daldırdım. Derisi parmaklarımın altında paramparça olurken, elimi iç organlarının arasında gezdirdim ve kalbini kavradım. Hiç düşünmeden çekip aldım. Gözlerindeki hayret ifadesi yok olurken yere yığıldı. Elimdeki kalbi yere fırlattım, yumuşak bir "şlap" sesiyle çamura düştü.

O an hissettiğim tek şey, daha fazla öldürme isteğiydi. Hırsla bir üçüncü vampire yöneldim. Onun hızına ayak uydurmak için içimdeki tüm tribrid güçlerini serbest bıraktım. Bir anda önümde belirip ona doğru atladım. Vampir kollarını savurdu ama onun hamlesinden daha hızlıydım. Keskin dişlerimi boynuna geçirdim, şah damarını parçalayarak büyük bir et parçasını kopardım. Sıcak kan tadı ağzımı doldurduğunda bir an için bile tereddüt etmedim, onu yere savurdum ve bir köşeye fırlattım.

Ardından iki vampir daha üzerime doğru koştu. O an gözlerimde her şey keskinleşti. Tüm hareketleri önceden görüyordum. Ellerimle tahta kazıkları kavradım ve güçle fırlattım. Kazıklar tam kalp bölgelerine saplandı, hızla yere yığıldılar. Tek bir an bile kaybetmemem gerekiyordu.

Bu kavganın içinde dikkatsizlik, ölümle eş anlamlıydı.

Sonunda, önümde kalan bir vampirle yüz yüze geldim. Üzerine atladım, bacaklarımı boynuna doladım ve onu yere devirdim. Boğuşmamız yere düştüğümüzde kısa sürdü. Gözlerindeki kırmızı parıltı söndüğünde boynunu kırmıştım bile. Yerde hareketsiz yatan bedeni, benim öfkemi doyurmadı. Ayağa kalktım, tam o sırada Jonas’ın üzerine atlayan başka bir vampiri fark ettim. Jonas onu savurduğunda, sırtına çıktım ve asıldım. Jonas’ın tekme darbesiyle vampir dizlerinin üzerine çöktü. Zihnimde sadece "Bitirelim bunu!" düşüncesi vardı. Jonas’ın ikinci vuruşuyla kafasını bedeninden ayırdığım hamleyi yaptım.

Jonas’la göz göze geldik, ikimiz de kısa bir an için birbirimize baş salladık. Sonra, mücadeleye geri döndük. Savaşın ortasında, sadece hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ediyorduk. Geriye ne kadar vampir kaldığını bilmiyordum ama öfkemi dizginlemek imkansızdı. Jonas’a dönerek gözlerim koyu turuncu renginde parlarken bağırdım. ‘’İçeri girin!’’

Jonas onları alarak içeri sokmaya çalışırken başlarındaydım.

 

Loading...
0%