Yeni Üyelik
106.
Bölüm

S4B13

@selinayeda_x

MELEZ GÜÇLER

Ay ışığı altında vücudumuz adeta birer gölge gibi hareket ediyordu. Çamurlu zemin, üzerimize çamur sıçratıyor, nefeslerimiz hızlı ve düzensiz bir şekilde birbirine karışıyordu. Her adımda, hem kaslarımızın hem de hayvan içgüdülerimizin sınırlarını zorluyorduk. Brad’in yanındaki varlığı, bana güven veriyordu. Her koşu, her zorlama, her yeni hareket, bize gücümüzü ve sınırlarımızı öğretiyordu. Birlikte, adeta birer avcıya dönüşüyorduk.

Avlanma anlarında ise, gözlerimiz birer avcıya dönüşüyordu. Geceyi kaplayan sessizlikte, her bir hareketi dikkatle izliyorduk. Brad’in karnındaki kaslar geriliyordu, avın her hareketine tepki veriyordu. Aramızda sessiz bir iletişim vardı; düşüncelerimiz ve hareketlerimiz uyum içinde, avın etrafında sessiz bir dansa dönüşüyordu. Yavaşça, avımızın izlerini takip ederek, her hareketi dikkatle planlıyorduk. Brad’in acıya olan direnci, avın fark edilmemesi için gösterdiğimiz ustalığı artırıyordu.

Hipnoz etmede ustalaşmak da ayrı bir meydan okumaydı. İçsel gücümüzü kullanarak, karşı tarafı hipnotize etmek için yaptığımız her çalışma, hem zihnimizi hem de bedenimizi yoruyordu. Brad’in gözleri, hipnotize edilecek kişinin ruhuna nüfuz ederken, onunla tam bir uyum içinde olmayı öğreniyorduk. Her seans, hipnoz yeteneklerimizi geliştirirken, aynı zamanda içsel dengeyi bulmakta da bize yardımcı oluyordu. Birbirimize olan güvenimiz, bu süreçte en büyük destekçimizdi.

Brad’in kendine acı çektirerek sınırlarını zorlama çabası, birçok kez yıkılma noktasına getirmişti. Kendini, kurtboğan ve mine çiçeğine karşı zaafsız bir hale getirme amacıyla sürekli olarak bedenine işkence yapıyordu. Her gün, kendini daha da zorladığında, biz birlikte bu mücadeleyi paylaşıyorduk. Gözleri her seferinde daha da kararıyor, acının getirdiği değişimle yüzleşiyordu.

O anlarda, biz ikimiz de hem fiziksel hem de zihinsel olarak birbirimize destek oluyor, zorlukların üstesinden birlikte gelmeye çalışıyorduk.

Bu süreç boyunca yaşadığımız her an, hem acının hem de zaferin bir parçasıydı. Birlikte çalışmanın ve birlikte mücadelenin bize kattığı güç, her zorluğun üstesinden gelmemizi sağlıyordu. Her dönüşüm, her sınır, her zorlama, bizi daha da yakınlaştırıyordu. Geceyi aydınlatan yıldızlar kadar sessiz, ama bir o kadar güçlüydük. Brad ise güç arzusuyla her yol mübah dercesine hareket etmekteydi.

Kendini melez zehrine duyarsız yapma çabaları beni şaşırtıyordu her geçen gün dozu artırıldıkça!

Bir sabah, güneşin ilk ışıkları henüz dağların ardında belirmemişken, Brad ve ben, birbirimize bakarak dövüşmeye başladık. Bu, sadece güçlerimizi test etmek değil, aynı zamanda melez dönüşümünün getirdiği sınırları anlamak için de bir yoldu. Yumruklarımız havada çırpınırken, bedenimizdeki her kas hareket ediyordu. Gözlerimizdeki ateş, her darbede daha da yükseldi. Çığlıklarımız, ormanın derinliklerinde yankılanıyordu.

 

Brad’in dövüş stilindeki saldırganlık, benim hareketlerimi hızlandırıyordu. İkimizin de kararlı ve güçlü olmasını sağlayan bir enerji vardı. Her darbe, her hareket, dönüşümümüzün bir parçası haline gelmişti. Kollarımızda biriken kas gücü ve bacaklarımızdaki hız, bu savaşta bize avantaj sağlıyordu.

Savaşarak başladığımız güne ise daha fazla ısınmak istercesine koşmakla karşılık verdik.

Ormanın derinliklerinde koşarken, Brad’in yanındaki varlığı bir güven duygusu getiriyordu. Rüzgarın yüzümüze çarpması ve toprağın ayaklarımızın altında hışırdaması, bu anı daha da canlı kılıyordu. İkimizin uyumlu adımları, ritmik bir melodi gibi devam ediyordu. Koşarken, birlikte hareket etmenin verdiği uyum ve hız, bizim için olağanüstü bir deneyim haline gelmişti.

Ama melezlik bundan ibaret değildi ki o da ikimizin pek de bir deneyimleme zamanı bulamadığı hipnoz idi!

Dışarıda geçirdiğimiz uzun ve zorlu anların ardından, iç mekânda hipnoz pratiği yapmaya başladık. Gözlerimizdeki derin bakışlar ve vücutlarımızdaki titrek hareketler, hipnozun ustalığını geliştirmek için gereken tek şeydi. Brad ile birlikte, hipnozun sırlarını öğrenmek ve üzerinde ustalaşmak için her geçen gün biraz daha fazlasını öğrendik. Kendimizi hipnozun etkisi altında bulduğumuzda, düşüncelerimiz birbirine kenetlendi ve ortak bir bilinç haline geldi.

Şehre gidip insanlara karşı hala bu hipnozu deneyimleyemesek de Tyler’ın yardımları sayesinde neyin nasıl yapıldığını öğrenmiş ve bu gücü birbirimize kullanmıştık.

Brad ile birlikte karşılıklı bir savaşın içinde gibi birbirimizi sürekli hipnoz etmeye çalışıyorduk.

Bir satranç stratejisi gibi, bir dövüş anı gibi sürekli bir kişi öne geçerken kazanan da bir kişi olabilirdi tabii sadece! Berabere giden bu sürecin ardından dikkatimin dağılması ile kendimi Brad’e teslim ettim.

‘’Önümde diz çökeceksin!’’ diye bir ses yankılandığımda içimde kaybetmişçesine boyun eğmiştim.

Ayaklarım yere çökme girişimi gösterirken başka bir ses duydum aklımın içinden.

‘’Uyan!’’

Bakışlarım şaşkınlıkla etrafa baktığında ilk önce Tyler’ı fark etmişti.

Beni Brad’in hipnozundan kurtaran ve de Brad’e öfkeyle bakan!

Hızlıca Tyler’ın yanına gittiğimde bakışları bana dönmüştü.

‘’Ben sana kimse tarafından hipnoz olmayacaksın demiştim!’’

Gözlerinin turunculuğunda kaybolduğumda başımı salladım.

‘’Evet efendim olmayacağım.’’

Bakışlarım şaşkınlıkla açılıp iki yana sallandığında Tyler da kalakaldım.

Ata bağı…

Bana da kullanmıştı!

Tyler elimi sıkıca kavrayıp götürürken etrafa şaşkın şaşkın bakmaya başladım.

Üst kata tırmandığımızda ise odaya girer girmez Tyler’ın bakışları beni buldu.

‘’Ben harici kimseye hipnoz olmayacaksın artık, temennisini veririm!’’

Başımı bir kez daha salladığında gözleri bir kez daha bulmuştu gözlerimi.

‘’Özür dilerim, bir kez daha hipnoz ettim seni.’’

İç çekişleri kulaklarıma dolarken gülümsemiştim.

Ayaklarımın uçlarına havalanıp aradaki boy farkını kapattıktan sonra sıkıca sarıldım.

‘’Sakin ol. Sadece antrenman yapıyorduk.’’

O sırada burnu saçlarımın arasına daldığında sesini bir kez daha fısıltı şeklinde hissettim içimde.

‘’Olsun, yine de hipnoz olamazsın. Özellikle… Diz çökme olayına gelince. Değil onların önünde benim önümde de çökemezsin. Ha eğer çöktürme işine gelirsek de herkesi önünde çöktürme gücüne sahipsin, artık öylesin.’’

Gülümsediğimde onun da elleri belimi sarmıştı.

Ve o sırada bir baskın daha yendi anında.

Lucas tarafından!

Bana sizi sayıyla yolluyorlardı gerçekten!

Lucas, ‘’Alfa Thomas çağırıyor.’’ Diyerek odaya daldığında gözleri Tyler’ı bulmuştu. ‘’Üçümüz için bir iş varmış.’’ Diye sözlerini sürdürdüğünde Tyler benden ayrılarak başını salladı.

‘’Evet öyle.’’ Diyerek Lucas’a karşılık verdiğinde Lucas’ın gidişiyle Tyler’ın gözleri beni buldu.

‘’Döneceğim. Ve döndüğümde her şey çok daha iyi olacak.’’ Alnımda bir sıcaklık hissettiğimde Tyler’ın beni öpüşüyle titredim.

Gözlerindeki turunculuk bir kez daha belirdiğinde fısıldaması kulağımın içinde yankılanmaya başlamıştı. ‘’Kimseye boyun eğmek yok.’’

Başımı salladığım an ise Tyler ortadan kayboldu.

Bu bir hipnoz değildi.

Bu sadece bir istekti.

Az önce aşağı kattayken ki bağırışı ise gerçek bir Ata kükremesiydi ve sadece öfkeden ortaya çıkmış bir şeydi. Ki dönüşüm geçirdiğim için bütün hipnozlardan kurtulmuştum ve bana eskiden yaptığı o hipnozu tekrarlamıştı sadece.

‘’Kimse tarafından hipnoz edilemeyeceksin!’’

İşime gelen ve hipnoz edildiğimi bildiğim bir hipnozdu bu da, daha ne isteyebilirdim ki?

Tyler, Thomas’ın yanına yaklaştığında ortamda bariz bir gerginlik vardı. İkisi de aralarındaki eski hesaplaşmaların gölgesini üzerlerinden atamamıştı. Ancak şimdi, Adelia'nın Jonas, Lydia ve küçük bebekleri uğruna kendini feda edecek kadar ileri gitmesi, her iki tarafı da düşünmeye zorlamıştı. Artık karşılıklı çatışmaların bir yere varmadığı ortadaydı.

Adelia’nın kahramanca müdahalesi, Thomas’ın Tyler’a bakışını yumuşatmıştı. Savaşın yoğun anlarında Tyler’ın da sahaya yetişip vampirleri paramparça etmesi, aralarındaki buzları biraz daha eritmişti. Thomas derin bir nefes alıp bakışlarını Tyler’ın üzerine dikti. Sessizlik içinde geçen birkaç saniyenin ardından Thomas, hafif bir tebessümle söze girdi.

“Eskiden beri aramızda hep bir mesafe vardı,” dedi Thomas, sesi dingin ama içinde saklı bir ciddiyet barındırıyordu. “Ama Adelia, Jonas ve Lydia’yı kurtarırken bize gösterdi ki bazen eski hesapları bir kenara bırakmak gerekir.”

Tyler’ın yüzünde sert bir ifade vardı ama gözlerindeki soğukluk, Thomas’ın dostça yaklaşımını gördükçe yavaş yavaş çözülmeye başladı. Yine de tedbiri elden bırakmadan konuştu.

“Bu işin nereye varacağını ikimiz de biliyoruz, Thomas. Wilhelm ortalıkta dolaştığı sürece her an bir felaketin eşiğindeyiz. Onun kazığını bulmamız gerekiyor.”

Thomas, Tyler’ın söylediklerinde haklılık payı olduğunu biliyordu. Aralarındaki düşmanlık kırıntıları ne kadar köklü olursa olsun, Wilhelm’in durdurulması gerektiği konusunda hemfikirdiler.

Thomas, derin bir nefes aldı ve başını salladı.

“Evet, Wilhelm’i durdurmanın başka yolu yok. Eğer o kazığı bulacaksak, bunu birlikte yapmalıyız. Geçmişte ne yaşandıysa yaşandı, ama şimdi herkesin iyiliği için bir arada durmamız gerekiyor.”

Tyler, Thomas’ın bu sözlerini ölçüp tartarken, Adelia’nın yaptığı fedakarlığı düşündü. Onun gösterdiği cesaret ve kararlılık, aralarındaki çatışmalardan daha önemli bir şey olduğunu hatırlatmıştı. Başını hafifçe eğerek onay verdi.

“Tamam, bir ateşkes yapıyoruz. Eski kavgaları unutmak zor olabilir ama şimdilik işimize bakalım. Kazığı bulup Wilhelm’i durdurmamız lazım.”

Thomas, Tyler’ın bu cevabını bekliyordu ve memnuniyetle başını salladı. “Kazı işlemine onay veriyorum,” dedi. “Kazık, Wilhelm’i öldürmemizi sağlayacak tek şey. Bir an önce harekete geçelim.”

İkisi de aynı anda birbirlerinin gözlerine baktılar. Yılların getirdiği gerilim, birkaç kelimeyle çözülmemişti, ama ortada ortak bir hedef vardı. Wilhelm’in varlığı sadece kendi sürüleri için değil, herkes için bir tehdit oluşturuyordu. Bu noktada birlikte hareket etmekten başka çareleri yoktu.

Tyler, bir an için bakışlarını uzaklara dikip derin bir nefes aldı. Şimdi önlerinde uzun ve zor bir yol vardı, ama en azından bu sefer yanında düşman değil, bir müttefik vardı. Sonunda Thomas’a dönüp kısık bir sesle konuştu.

“Bunu başarabiliriz, Thomas. Ama bunun son olmasını istiyorum. Eğer bu iş bittiğinde birbirimize hâlâ düşman kalacaksak, o zaman o hesapları bitiririz.”

Thomas bir an durdu ve ardından elini uzattı. “Ufak sorunlar için kendimizi paraladık Tyler, şimdilik değil uzunca bir süreliğine barış!’’ dedi.

Tyler, Thomas’ın elini güvenle ve memnuniyetle sıktığında artık aralarındaki gerginlik yerine, paylaşılan bir amaç vardı: Wilhelm’i yok etmek.

İkisi de birbirlerinin gözlerine bakarken bir kez daha dost olmanın ne demek olduğunu hatırlamışlardı, eksiksiz bir şekilde.

Thomas ardından boğazını temizleyerek söze girdi.

‘’O kazığı bizzat ellerimle kazıp çıkarmak isterdim ama… Burada alfalık ve koruma görevim var. Sürünün başında durmalıyım.’’

Ufak bir duraklama sonrasında da ekledi.

‘’Bir sonraki olası saldırırlar için de güçlü birisi gerekiyor.’’

Tyler Thomas’ın ne demeye çalıştığını anladığında başını olumluca sallamıştı.

‘’İkimiz de kimden bahsettiğini biliyoruz. Ve merak etme Adelia’yı Kanada’ya götürme gibi bir niyetim yoktu. O bu mevzuyu bilmeyecek, en azından onu bulma zaferini elde edene kadar!’’

Thomas başını salladığında artık ikisi de hemfikirdi ve de artık yola koyulma vakti gelip çatmıştı.

 

Savaşın tozu dumanı nihayet dağılmış, kurt evi sessizliğe bürünmüştü. Güneşin ilk ışıkları ormanın derinliklerinden sızarken, adımlarım beni Lydia ve Jonas’ın yanına götürdü. İçimde hâlâ az önceki kavganın yankıları çınlıyordu; o keskin içgüdü, o bitmek bilmeyen hayatta kalma arzusu…

Ama şimdi, önümde hayat dolu bir manzara vardı: Lydia, kollarında minik Martina’yı tutarak Jonas’ın yanında duruyordu.

Onları gördüğümde yüreğimde bir sıcaklık hissettim. Lydia'nın gözlerinde, minnetle karışık derin bir şükran vardı. Jonas da yüzünde yorgun ama huzurlu bir gülümsemeyle bana baktı. O anın getirdiği rahatlamayla içimi çekip nefes verdim, bedenim biraz olsun gevşedi.

“Adelia,” dedi Lydia, sesi zar zor kontrol ettiği bir titremeyle. “Sana ne kadar teşekkür etsek az… Eğer sen olmasaydın…”

Sözlerinin yarım kalmasına gerek yoktu. Hepimiz ne demek istediğini biliyorduk. Gözlerindeki yaşları bastırmaya çalışarak bana doğru bir adım attı ve aniden kendimi Lydia'nın kollarında buldum.

Sıkıca sarıldı, sanki bıraktığında her şey tekrar kötüye gidecekmiş gibi. O anda, tüm savaşın acısını, korkusunu onun sarılışında hissettim. Kalbimden geçen binlerce düşünceyle kollarımı ona doladım ve yumuşak bir sesle, “Siz benim ailemsiniz. Sizi korumak görevim,” dedim.

Lydia kollarını gevşettiğinde gözlerinde hala yaş vardı, ama yüzünde minnet dolu bir gülümseme belirmişti.

Küçük Martina’nın pembe yanakları, annesinin kollarında güven içinde uyurken o minik suratına huzurlu bir ifade yerleşmişti. Ona doğru eğildim ve hafifçe yanağından öptüm. Bebek kokusu içime dolarken, her şeyin bir anlığına ne kadar da masum ve saf olabileceğini düşündüm.

“Merhaba küçük prenses,” dedim gülümseyerek. Minicik elleriyle parmağımı kavramaya çalıştı, o an kalbim sıcacık oldu. “Senin için daha fazla savaşmam gerekirse, hiç çekinmeden yaparım,” diye mırıldandım.

Jonas’ın sesi, o anki sakinliği bozmadan, nazikçe araya girdi. “Adelia, gerçekten ne kadar minnettar olduğumuzu anlatacak kelime bulamıyorum. Sadece bize değil, bu sürüye olan bağlılığın… senin sayende bugün buradayız.”

Jonas’ın sözleri bir alfa liderin verdiği onay kadar ağırlık taşıyordu. Onun gibi güçlü bir kurt adamdan bu cümleleri duymak, ne kadar yol kat ettiğimi fark ettirdi bana. Ona karşı bir baş selamı verdim ve gülümseyerek, “Birlikteyiz, Jonas. Hepimiz aynı saftayız. Bunu birlikte başardık,” dedim.

Martina’nın minik gülüşü aramıza neşeyle yayıldı. Lydia, onu hafifçe sallayarak uyutmaya çalışırken bana dönüp, “Sen olmasan… Ne olurdu bilemiyorum, Adelia. Ama şunu bil, biz sana her zaman borçluyuz,” dedi. Sesi kırılgan ama kararlıydı. Gözlerinde o minnetin altında bir güven vardı.

“Borcunuz falan yok,” dedim hafifçe gülerek. “Sadece yapmam gerekeni yaptım. Siz buradasınız, bebeğiniz sağlıklı ve güvende. Bu yeterli benim için.”

Lydia bir kez daha bana sarıldığında bu sefer ikimizin de gözleri doluydu. Savaşın ve kanın getirdiği karanlıktan sonra, bu an bize umudu hatırlatıyordu. Hayatın zorluklarına rağmen birbirimize tutunmanın önemini…

Jonas, Lydia’ya sarılmamızı izlerken hafifçe gülümsedi. “Ne olursa olsun, Adelia, sen bu sürünün bir parçasısın. Hem de çok özel bir parçası.”

“Ve siz de benim ailemsiniz,” dedim, içimden gelen tüm sıcaklıkla. Martina’nın üzerine eğilip bir kez daha onu öptüm. Lydia’nın gözlerindeki o derin minneti gördüğümde, bir kez daha doğru bir şey yaptığımı biliyordum.

Artık bu savaştan sonra, ne olursa olsun, birbirimize sımsıkı tutunacaktık.

Bu uğurda elde edilmiş kayıpların; taze, sıcak ölümlerin hatırına bir kez daha yılmadan kalkacak ve birbirimize sığınarak bir kez daha güçlenecektik, düşmana karşı dimdik durmak adına!

Bugün sadece Lydia ve Jonas ile sınırlı kalmamıştı hiçbir şey.

Aslında aynı zamanda Jessica ve Elliot’la da erimişti buzlar.

Nihayet, Elliot ile!

Savaşın gürültüsü ve patırtısı, nehir gibi akıp giden zamanın ardında bir yankı bırakmıştı.

Ellerimiz arasında kayıp giden bir can ve ardında kalan hüzünler…

Ve ardından gerçekleşen öfke krizleri…

Evdeki tüm bu sesi bir hafta boyunca bunlar taşırken yeni bir hafta başlangıcında, yeni bir hayata ev halkı olarak adımımızı attığımızda savaş sonrası krizlerinin bitimi ile yeni adımlar da gerçekleşmişti.

Elliot!

İlk defa benim karşımda ama bana karşı olmayan bir şekilde durmaktaydı.

Aksine benden taraftı, bana hayrandı ve de bir ateşkes istemekteydi!

Hava, üşütücü bir sessizliğe bürünmüştü, sanki geçmişin karanlık izlerini silmek istercesine.

Elliot, gözlerini yorgun bir şekilde bana doğru çevirdiğinde bu bakış, sadece düşmanlığın değil, uzun ve zorlu bir savaşın getirdiği yorgunluğun izlerini taşıyordu.

Her iki tarafın da içinde bulundukları tahribatı, yorgunlukları ve karmaşayı hissetmek mümkündü.

Gözlerinde, bir tür pişmanlık ve sükunet vardı; bu anın verdiği ağırlık, her birimizin omuzlarındaydı

"Adelia," diye adımı seslendiğinde Elliot, sesi derin ve boğuk, neredeyse bir fısıltı gibi çıkmıştı dudakları arasından.

"Bu kadar savaş ve çatışmadan sonra, ikimizin de üzerine çok şey yüklendi. Aramızdaki bu gerginliğin ve düşmanlığın, bir noktada sona ermesi gerekiyor. Bir an, sadece seninle konuşmak istiyorum."

Sözleri, hava kadar sessiz ama bir o kadar da derin.

İçimden, bu düşmanlık dolu geçmişi ardımda bırakmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum ama aynı zamanda, bu anın barış ve anlayış için bir fırsat sunduğunu da hissetmekteydim.

‘’Elliot.’’ Diyerek nefesimi verdiğimi iç çatışmalarımı bir kenara bırakarak cümlelerimi aklımda ardı ardına dizerek hizaya soktum.

Ardından ise geriye sadece sözlerimi bir bir dışarıya bırakmak kalmıştı.

"Savaşın yıkıcılığını biliyorum. Her iki tarafın da yaşadığı acıyı ve kayıpları göz önüne aldığımızda, belki de bu an, birbirimizi anlamak ve bir ateşkes sağlamak için bir fırsat olabilir."

Elliot’un bakışları, bu sözlerin anlamını anlıyor gibi parladığında gördüm: Gözleri, adeta içindeki derinlikleri ve savaşın getirdiği acıyı açığa çıkarıyordu.

"Adelia," dediğinde sesinde bir tür yumuşaklık ve samimiyet vardı artık. "Bu kadar karmaşanın ve düşmanlığın ardından, birbirimizi anlamaya başlamanın zamanı geldi.’’

Başımı salladığımda Elliot başını önüne eğmişti bir kez daha.

‘’Sen güçlü bir kızsın kabul ediyorum. Ve vampirlerle olan bu sorunların ardından bir de iç karışıklık çıkarmaya hiç niyetim yok. Thomas ve Tyler’ın arasını ben bozdum. Daha da ileriye gitmeye niyetim yok.’’

Başımı bir kez daha salladığımda artık rahat bir nefes vermiştim.

Bu sayede belki de Tyler ve Thomas tıpkı bizim gibi bir ateşkese varacak ve iç sorunları bırakarak dışarıya yoğunlaşacaktık, kim bilebilir?

Loading...
0%